• (bkz: maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi)
    adamların önce karınlarını doyurması gerektiğinden normal olan durumdur.
  • sen birde onları pavyonda gör, dedirten yersiz suçlama.
  • ımkanlar dahilinde gelişmektedir. gelişmiş ülkeler ve gelişmekte ya da gelişmemiş ülkelerde ki köyleri kıyaslamak; aylık 100 bin lira geliri olan adamla yıllık 10 bin lira geliri olan adamın hayat standartlarını ve zevklerini kıyaslamak gibi bir şey. bizim daha büyükşehir dediğimiz yerleşkelerde şehirleşme tam olarak sağlanamamışken köylüden masalsı yaşam alanları beklemek pek acayip. yoksa gübreden duvar çalıdan dam yapılan afrika kabilelerinde bile sanat görülür. su yok. aş yok. çaput yok ama renkler var. şekiller var.

    e tabi, hepsi bakmasını bilene. yoksa tarlaya ekilmiş mısırların sıralanışında da bile bilmeye estetik unsurlar hakim.

    ama estetik dehası eğitimli şehirlilerin yıkarak, keserek ve inşa ederek beceremediği sanatı, gayesi sadece üretmek ve ömrünü tüketmek olan köylülerden beklemenin neyin yoksunluğu olduğuysa tam bir muamma.

    söz bitti. bu pilav daha da su kaldırmaz.
  • doğrudur, kaygıdan yoksundurlar. zira köylüler estetik üzerine entellektüel geyik yapmayı bilmezler ve fakat estetik bir ortam içinde yaşarlar. estetiği hayatın doğal bir parçası olarak farkında olmadan içselleştirmişlerdir.
    şehirli insanların özünden kopmuş, çarpık estetik anlayış ve algılayışlarına karşılık, hayatın ve doğanın estetiği köylülerin eserlerinde ve ifade biçimlerinde yaşamaktadır.
  • -kendinde bir değer ("kaygı") olarak estetik tarihseldir, evrensel bir beğeni duygusunu ifade etmez. köylünün ne hikmetse nasiplenemediği burjuva estetiği de, burjuvazi hakim sınıf olana dek aristokrasi tarafından tiksinç, banal, görgüsüz bulunmuştu. 17. yy'dan itibaren ingiltere'de kentselleşmekte olan kapitalizm, fransa'da prekapitalist kent ticareti aristokrasinin hakim sınıfsal konumunu tehdit ettiği ölçüde şehir kültürünün, özellikle edebi entelijansiyanın eserlerinin üretim, dağıtım, dolaşım mekanizmaları burjuvazinin eline geçmeye başladı. medeniyetlerin nihai gelişmişlik baremi gördüğümüz avrupa burjuva estetiği kendilerini hem "yüksek sanat" niteliği itibariyle kentleşememiş halk kültüründen, hem "özerkliği" itibariyle kültürel ve sanatsal ayrıcalıklarına gıpta ettikleri aristokrasiden tefrik etmek için inşa edilen üç yüzyıllık melez bir kültürdür. yüksek burjuva sanatı dediğimiz bach'ın 600 küsür eseri sipariş üzerine para karşılığı yazılmış, haydn bahçıvan, aşçı ve uşakla her sabah tırnak kontrolüne maruz kalmış, yani basit zanaatkar olarak görülmüşler. şekspir'e döneminde ünviersite akilleri (bkz: university wits) karşısında sokak tiyatrocusu gözüyle bakıldığı söylenir. bugün köylü kültürü diye küçümsediğin kadar araçsal, yüksek estet kaygıdan uzak sanat eserlerine yüksek nitelik atfetmek mevcut siyasal yapı ve sınıf ilişkilerinin yerle bir edilip yerine ikame edildiği modern ulus devlet düzeninin kültürel hegemonya inşasının kaçınılmaz bir gereğiydi.

    -köylünün estetiği vardır. burjuva estetiği yoktur. çünkü bu ikisi ayrı sınıftır. ayrı tarihsel oluşumlara sahiptir. köylü geçimlik tarımsal üretim düzeyinde doğayla doğrudan bir ilişki kurar, bu ilişki dışsal bir kültür ve estetikle dolayımlanmaya, "kaygılanmaya", kurtlanmaya gerek duymaz, kültür ve estetik doğrudan üretime bağlı gelişim gösterir. 100 kelimeyle de konuşsa, sözlü kültüründe fıkrasında türküsünde yazmasında el emeğinde kendi tarihsel estetiğini, yer yer zanaatle iç içe de olsa imler. tıpkı aristokrasinin tarımsal kapitalistten daha aptal olmayışları gibi köylünün kendinde değer olarak estetik üretememe nedeni de zevksiz, sığ, yaratıcı akıldan uzak oluşundan değil üretim ilişkilerinin kültürel yeniden üretimi "araçsal akıl" (zanaat) üzerine konumlandırmasındandır.

    -yanisi tarihsel burjuva estetiğini allahın kabulü olarak tarihin merkezine çakmak, tarihsel kültürlerin buna mesafesi üzerinden tarihsiz moral çıkarımlar yapmak hıncal uluçluktur. "türk köylüsü ne kadar estetik düşmanı avrupa köylüsü öyle mi" temalı kaktırılan görüntüler köye değil, yarı kapitalist yarı feodal yoz kasaba kültürüne aittir.

    -o bu değil de şu türkiyede etrafınızda banallikle eleştireceğiniz estetik yoksunu kültür arama niyetindeyseniz kendisiyle maruf köy kültürüne gitmeyi nasıl başardınız lan? burjuva akılcılığından, estetiğinden, sivilliğinden, bireyciliğinden, yasallığından bir gıdım nasiplenmemiş ama kentin ortasına gelip burjuvalık taslayan feodal rant kapitalistlerinin japon kerhanesi görselliğine iman etmiş binalarından, mavi beyaz hela fayanslarından, granitlerinden, fışkiyelerinden, neon ışıklı kapılarından saat kulelerinden tiksinmedin de köyünde köylü olarak yaşayan köylüyü kentli estetiğiyle yargıladın he? türkiye kent kapitalizmi modern ve medeni de, bir tarımsal devrimimiz eksik kaldı?
  • (bkz: köylü ekrem)
  • köye gitme; köy, adamı ahmak bir hâle sokar

    aklı nursuz, fersiz bir hâle getirir

    peygamber"in sözünü dinle, ey seçilmiş temiz adam!

    köyü yurt tutmak aklın mezarıdır

    köyde sabah akşam bir gün kalan kişinin

    aklı bir ayda yerine gelemez

    tam bir ay onun ahmaklığı gitmez

    köy otlarından da bundan başka ne biçilebilir ki?

    köyde bir ay kalan kişi,

    nice zaman bilgisiz ve kör kalır

    (mesnevi'den)

    işin manevi boyutu itibariyle de allah'ı bilen arifler şehirli, medeni, bilmeyenler ise köylü mesabesindedirler.

    şunun kim cem"i yok irfânı yoktur (cem=allah ile beraberlik)

    şunun kim farkı yok ilhâdı çoktur (fark= aynı anda hem hak, hem de halk ile beraber olan)

    gezer cem ehli deryâlarda galtân (galtan= batar, yuvarlanır)

    yürür fark ehli sahrâlarda hayrân

    biri şol türke benzer şehre gelmez

    biri şehr âdemi ki karye bilmez (karye=köy)

    hakîkatte kemâl ehli ol oldu

    ki hem deryâyı hem sahrâyı buldu

    şu kim bu vartadan buldu halâsı (halas=kurtuluş)

    beyim şeksiz ol oldu tanrı hası.

    (aziz mahmut hüdayi)
  • köylerin estetik yoksunu yerler olmasının nedeni olarak gösterilemeyecek durum. sorun insanlardaki estetik kaygı değil. sorun göçebe toplum refleks ve kodlarından kurtulamama sorunudur.

    türkiye'de herhangi bir köye gidin, gezin, gözlemleyin. yollarının çamur deryası olduğunu göreceksiniz. evlerin sıvasız, boyasız olduğunu, doğru dürüst çatısı bile olmadığını göreceksiniz. evlerin toprak kayması yaşanacak yerlere akılsızca yapıldığını göreceksiniz. köylü adamın elinde iphone 4'ten aşağısı yok ama kapısının önüne adam gibi bir ahşap veranda yapıp çamurdan izole edecek akıl ve istek yok. kimse aksini iddia etmesin, yeri geldiğinde köylümüzde bok gibi para var. ama yaşadığı yeri güzelleştirmek gibi bir çabası yok. hayvanlarına nasıl bir estetikle ahır yapıyorsa, kendi evini de öyle yapıyor. adam estetik nedir, güzellik nedir bilmiyor ki kaygısını yaşasın.

    bir köylüye, boşver köylüyü en halivakti yerinde kentli türk'e gidin deyin, "abi şurası da çok salaş, şöyle güzel malzemeler var, şöyle hoş bir şey yapsana düzeltsene görüntüyü, şık birşey yarat" de. alacağın cevap "abi boşver ya ne gerek var, idare et işte."

    "idare et abi"

    bu bizim milli sloganımızdır. idare ederiz hep, ömrümüzün sonuna kadar. sanki orada geçici kalacakmışız, göçebeymişiz gibi. hep idare ederiz, hep bir süreliğine dişimizi sıkmamız salık verilir. niye diye sordunuz mu hiç kendinize?

    bir zamanlar köy enstitüleri ile köylüye her türlü çevre ve estetik bilinç kazandırılmaya, ziraat eğitiminden tut, edebiyata kadar her türlü temel eğitim verilmeye çalışıldı. birileri kıyameti koparıp kapattırdı o eğitim yuvalarını. şimdi gelinen noktada estetik kavramından bihaber bir toplum var. köylümüz böyle olunca zaten köyden göçedenlerden ibaret olan şehirlerimiz de dünyanın en çirkin kentleri arasında oluyor haliyle.
  • süper olaydır.

    buradaki kritik iki kavram "kaygı" ve "yoksunluk". ikisi de negatif olduğundan cümle pozitif oluyor.

    keşke biz de bağzı negatif şeylerden yoksun olsak. sabah aynaya bakıyorum, tipe bak diyorum sonra düzeltmeye çalışıyorum. kaygılanıyorum demek ki.

    halbuse tarlaya gitmek için uyansam, aynaya bile bakmadan elimi yüzümü yıkayıp hanımın hazırladığı kahvaltıya otursak çoluk çocuk.
    çocukları okula dehleyip hanıma bi buse kondurup çıksam.
    akşam eve gelince sıcacık yemek kokan evime girsem, ellerimi yıkayıp otursam masaya.
    çocuklar gelmeden başlamayalım bey dese bizimki.
    "tamam tamam o arada ajansı izliyim" desem.
    dandik türkiye haberlerini değiştirip hep eğlenceli kanallara yönelsem.
    çocuklar gelse boynumuza atlasa, biraz şımarttıktan sonra tatlı sert “hadi ellerinizi yıkayın sofraya!” desem, kikirdeşe kikirdeşe banyoya koşsalar.
    sonra ödevlerini yapsak birlikte, matematik öğrendikleri için gurur duysam.
    dişlerini fırçalamalarını falan önemsemeyip hadi yatın artık dese anneleri.
    sonra birbirimize sokulup sobanın başında akşam kahvelerimizi içsek.
    haftada bir odun kessem, evin ötesini berisini tamir etsem. hasattan sonra mahsul bizi doyursa temel ihtiyaçlarımızı rahatlıkla karşılasa.


    daha ne isterim. insanlık daha ne ister. daha fazla her ne isterse yanlış ister…
hesabın var mı? giriş yap