• immanuel kant'in 1788'de yayinladigi elestiri kitabinin adi. (orj: kritik der praktischen vernunft) einstein'in bu elestiriyi 14 yasinda okudugu ve cok etkisinde kaldigi soylenir. oldukca kapsamli bir filozofi icerdiginden, ozellikle ceviri olarak okumanin zor ve bazen karmasik oldugu bir kitaptir.
  • pratik aklın eleştirisi, pratik usun eleştirisi olarak bilinen kant eserinin özgün adı.
    yarın öbür gün kılgın usun eleştirisi gibi bir çevirisi bile çıkarsa, şaşırmayın.
    eula söylemişti, dersiniz.. (bkz: aziz yardımlı)
  • kant bu kitabinda uc sorgulama yapmaktadir :

    1-) ne bilebilirim?
    2-) ne yapmaliyim?
    3-) neyi umut etmeme izin var?

    bu uc sorunun temeli ise, “insan nedir” sorusuna dayanmaktadir.

    (bkz: fenomenoloji felsefi bir antropolojidir)
    (bkz: felsefi antropoloji)
  • bazı üniversitelerin felsefe bölümlerinde ders olarak yer alan kitap.
  • ciddi bicimde anlasılma sorunu olması nedeniyle dunyaya gerektigi kadar hayırlı olamayan eserdir.
  • kant önsözde açıkladığı, saf akıl ile pratik akıl yetilerinin farklarını giriş kısmında bu iki yetiye ait nesneler açısından değerlendiriyor. buna göre saf akıl bilmemizin nesneleri ile uğraşır ve ilkin duyusallığın sezgi biçimleri ve anlamanın kategorileri üzerinden onları kurarken; pratik akıl tasarımların karşılığı olan nesneleri meydana getiren istemenin (istencin), ki bu isteme saf akıl’da haklı çıkarılan ama tam anlamıyla ortaya konamayan özgürlük kavramının olanağıdır, nedenleriyle uğraşır.

    [saf akıl hatırlanacağı üzere duyusallığımıza gelen kaba materyalleri (ki yalnızca var olmalarının olanağını düşünebiliriz bu duyu verilerinin, hiçbir şekilde bilmemize ait olamazlar -bir duvara çarpar gibi bilgimizin sınırlarına çarpar ve geri dönerler- zira varlık kant açısından yalnızca kategorilerden birisidir ve nesnenin gegenstand (karşımızdaki-nesne) olana kadar bizdeki kurulumunun yalnızca bir anına denk düşer) uzay ve zaman görüleri aracılığıyla anlamanın kategorilerine ve oradan da usun düzenleyici idealarına götüren bir yolu döşer. burada tahayyülün de iki yetinin bağlanması açısından üretici ve yeniden üretici rolleri vardır. kant'ın istenç/isteme açısından izlediği yol ise aklın kendi içindeki bir özden/doğadan gelen bir ahlak yasasının her türlü duyusallıktan ayrı evrensel ve transandantal bir biçiminin aranmasıdır. kısacası saf akıl'ın kısıtlandığı duyusallık şimdi pratik akıl sözkonusu olduğunda, ondan dışlanmış durumdadır. aslında kant'ın kendini bulduğu zor durum iki eleştiri açısından şöyle ifade edilebilir, her niyetli düşünümün zorunlu olarak ahlaki bir boyutu olduğuna söylemeye gidiyor gibidir kant'ın düşüncesi. saf aklın sonunda sistem düşüncesi içerisinde ahlak'a doğru geçmeye çabalayan kant, düşünüm içerisinde olsun ya da olmasın gerçekleştirilen her eylemin ahlaki açıdan tartılabileceğini iddia etmek durumunda kalır. ki, bu da aklın saf düşünümselliğinin yalnızca ahlakın evrenselliğine indirgenmesi gibi bir tehlike yaratır. örneğin karşımda bir cisim hayal ederim ve onun orada olmasından haz duyarım, bunda nasıl bir ahlakilik vardır ve hayal gücü bir ahlakla nasıl bağıntılı kılınır, burada zor soruların devreye girdiğini görürüz...]

    ilk olarak ele aldığı soru, saf aklın kendi başına istemeyi belirlemeye yeterli olup olmağıdır. eğer yeterli değilse, aklın istemesinin nedenini deneysel-koşullu olma üzerine kurması gerekecektir. burada transandantal bilme bir kenara bırakılırsa -ki bu bilme biçimi sistemin kendisinin bilinmesi ve aynı şekilde sistem içinde düşünme ve bilme olarak sınıflandırılmış tüm bilgi biçimlerinin kendisinin saf bilgisidir- kant’ın ilk eleştiride bilmemizin kendi nesnesini tesis etmesi olarak adlandırdığı şey ancak uzay ve zaman görülerinin dışımızdaki [hiçbir şekilde neliğini bilemediğimiz] kaba duyusal verileri işleyerek anlamanın kategorileri yoluyla tesis etmesidir. burada aklın kurucu değil ama idealar yoluyla ancak düzenleyici bir rolü sözkonusudur. ikinci eleştiride ise düşünürümüzün ilk eleştirinin konusu olan bilmenin olanaklarından yani deneysel-koşullu olmadan farklı bir çerçeveye ilerlediğini görüyoruz. bu da istememizin ve özgürlüğümüzün pratik çerçevesidir ki kendi saf biçimini aklın kökenlerinde bulur ve akıl burada artık düzenleyici değil kurucudur. yine de not etmek gerekir ki, bu kuruculuk bilmemize ait bir kuruculuk değildir kant için.

    saf aklın eleştirisi’nde fenomenlerin nedenselliğini aşan farklı bir nedenselliğe, yani özgürlüğe sahip olmamız gerektiğini öne süren kant, pratik akıl bağlamında bu iddiasını pratik düzleme taşıyarak özgürlüğün insan istemesine özgü ve onsuz olmaz bir özellik olduğunu öne sürer. insan istemesinin bu özelliği nedeniyle saf aklın pratik bir kullanımı olduğunu, bu nedenle eleştirinin pratik aklın eleştirisi olarak adlandırıldığını ifade eder. eleştirinin ifa etmesi gereken görev kant’ın iddiasına göre, saf aklın koşulsuzca pratik olduğunun gösterilmesinin ardından, deneysel olarak koşullanmış aklın istemenin belirlenme nedenini yalnızca ve yalnızca kendisinin vermesini engellemektir. bunun temel nedeni de deneysel olarak koşullu aklın kendi alanını bütünüyle aşan ölçüsüz beklentiler ve buyruklarla açığa çıkmasıdır.

    pratik aklın eleştirisi yapısal olarak bölümlenlenme mantığı açısından ilk eleştiri ile temel benzerlikler gösterir. fakat bu eleştiride analitiğin bölümleri açısından ilk eleştiriye göre tam ters bir yol izlenecektir: “bu eleştiride ilkelerden başlayarak kavramlara ve ancak kavramlardan olabildiği yerde duyulara gideceğiz, oysa teorik akılda duyulardan başlayıp işi ilkelerde bitirmemiz gerekiyor.” bunun nedeni de konunun bilme değil ama isteme olmasıdır. istemenin nedenselliği ve ilgisinin nesneleri, bilginin nesnelerini ele alma biçimlerinden farklı yolda ele alınacaktır. kant bu ele almayı, deneysel olarak koşullanmamış nedenselliğin ilkelerinden başlamak olarak algılar. bu ilkelerin belirlenmesinin ardından ancak bu istemeyi belirleyen nedenlerle ilgili kavramlara ulaşmak ve bu kavramların nesnelere, ardından da özneye ve öznenin duyusallık biçimlerine uygulama denemesi mümkün olabilir.

    saf pratik aklın analitiği ilk bölümde işe pratik ilkelerin belirlenmesiyle başlar. kant pratik ilkeleri, altında birçok pratik kuralın toplandığı genel bir isteme belirlemesini taşıyan önermeler olarak tanımlar. eğer bu önermelerin koşulları yalnızca öznenin kendi istemesi tarafından geçerli görülüyorlarsa –tikel bir isteme ve bu istemenin nesnesine yönelik belirli bir arzu olarak ortaya çıkma anlamında- özneldirler ya da maksimdirler; yok eğer koşulun kendisi her akıl sahibi varlık için istenebilecek olarak geçerli tanınabiliyorsa –istemenin kendisi için istenmesi olarak evrensellik taşıdığı hallerde- o halde nesneldirler ve pratik yasalar olarak adlandırılırlar.

    kant, pratik yasaların ancak saf aklın kendi içinde istemeyi belirlemeye pratik bir neden taşıdığı kabul edildiği halde var olabileceğini iddia eder. aksi takdirde nesnellik düzlemi yok olacak ve bütün pratik ilkelerin yalnızca maksim olduğu sonucu çıkacaktır ki, bu istemenin salt kendisi için istenemeyeceği ve yalnızca tutkular (ya da bu tutkunun eşlik ettiği haz, acı ve mutluluk gibi kavramlara) tarafından güdüleneceği anlamına gelecektir. bu durumda da pratik bir yasadan bahsedilemez. eğer, saf akıl kendi içinde istemesi bakımından bütün akıl sahibi varlıklar için ortak bir neden bulabilirse, ancak o zaman pratik yasa ortaya konabilir. kant akıl sahibi varlıkların maksimleri ile pratik yasaları arasında çatışmalara düşebileceğini ifade eder (bir kimsenin hiçbir hakareti karşılıksız bırakmama durumunun maksim olarak alınması örneğinde olduğu gibi). buna göre, saf aklın bilme nesnelerinin yapısında doğanın nedenselliği zorunlu olarak hüküm sürerken (örneğin doğa bilgisinde bilgimiz nesnenin yapısıyla belirlenmiştir), pratik bilgide yalnızca istemenin belirlenme nedenleri ile ilgileniriz ki bu da insanın edindiği ilkelerin kaçınılmazcasına bağlı kalacağı yasalar olmadığını anlatır, çünkü “pratik alanda akıl özneyle, yani arzulama yetisiyle ilgilidir, öyle ki kural bu yetinin özel yapısına göre türlü yönler alabilir.” bunun anlamı da buradaki nedenselliğin bilmeye ait doğa nedenselliğinden farklı bir işlev görmesidir.

    pratik kuralın her zaman aklın ürünü olmasının nedeni, pratik kuralın etkinin aracı olarak eylemi amaç olarak öngörmesidir. fakat eğer isteme yalnızca akıl tarafından belirlenmiyorsa, bu kural bir buyruk haline dönüşür. bu da eylemde bulunmaya nesnel zorlayıcılık dile getiren bir “gerek” ile belirtilen bir kuraldır. bu bağlamda, buyruklar nesnel olarak geçerlidirler ve öznel ilkeler olan maksimlerden büsbütün farklıdırlar. pratik yeti açısından buyrukların iki kullanımı vardır: buyruklar ya bir etkiyi elde etme yolu bakımından etkileyen neden olarak akıl sahibi bir varlığın nedenselliğinin koşullarını belirler ya da etki için olsun ya da olmasın yalnızca istemeyi belirler. ilk durumda buyruklar koşullu olurlar ve yalnızca beceri buyurtuları taşırlar; ikincisinde aksine kesin olurlar, böylece pratik yasalardır da. beceri buyurtularının koşullu olmalarının anlamı, istemeyi yalnızca isteme olarak değil ama arzu edilen bir etkiye göre belirmelerinde yatar. yasalar ise etkinin elde edilip edilmeyeceği ile ilgilenmez. istemeyi yalnızca isteme olarak belirlemeleri gerekir. bunun anlamı da tutkulardan gelen, dolayısıyla istemeyle rastlantısal bir ilişki taşıyan bir yapıda olmamaktır. herkes için pratik yasa olabilmesi ancak bu yolla (salt öznel bir halin istemesinin önüne geçilmesiyle) mümkündür. kant’ın verdiği örnek (bir kimseye yaşlılığında sıkıntı çekmesin diye çalışkan ve tutumlu olmasını söylemek) istemenin doğru ve önemli bir pratik buyurtusudur. fakat bu durumda isteme arzu ettiği düşünülen bir şeye yönelir ve bunu görmek kolaydır. burada elbette durum açısından bir zorunluluk sözkonusudur fakat bu zorunluluk öznel koşullara bağlıdır. bütün özneler açısından bu istemenin koşullarının aynı derece mümkün olduğu ileri sürülemez. bu durumda, bu önerme bir yasa olmaktan çıkar.

    aklın yasa koyucu olması için, yalnızca kendi istemesini istemesi, yalnızca kendi kendisini varsaymakla yetinmesi beklenir çünkü bir kural ancak aklın kendi içkinliğinde, onun istemesinde istemenin salt nedeni olarak belirlendiğinde evrensel olarak nesnellik taşır (zira bu durumda bir varlığı öbüründen ayıran hiçbir koşul ya da öznel koşul var olmayacaktır). örneğin “bir kimsenin tutamayacağı sözü vermemesi” önermesi, yalnızca istemeyi ilgilendirir, yaşam dünyasından bir beklenti taşısın ya da taşımasın, sırf isteme tarafından saf olarak belirlenebildiği için bir yasadır ve kesin buyruktur. pratik yasalar böylece nedenselliğiyle ne elde edildiğine bakılmaksızın, yalnızca istemeyle ilgili yasalardır ve bu yasaları saf olarak elde etmek için duyular dünyasına ait bir şey olarak nedensellik bir yana bırakılabilir (ki bu nedensellikte tikel bir arzu, çıkar ve mutluluk beklentisi yatar). kant bu saf belirlemeyi, istemenin isteme uğruna istenmesini, pratik yasaların tek mümkün biçimi olarak görürken, deneysel içeriklerle bağlanan hiçbir pratik ilkenin yasa olamayacağını kanıtlamaya geçer.

    buna göre, arzulama yetisinin bir nesnesini (içeriğini), istemeyi belirleyen neden olarak varsayan bütün pratik ilkeler, istisnasız olarak deneyseldirler ve pratik yasalar olamazlar. temel neden söylendiği üzere duyusal içerikle koşullu olmaktır. kant arzulama yetisinin içeriğinden fiiliyatı-edimselliği (wirklichkeit) arzu edilen bir nesneyi anladığını söyler. bu nesneyi arzulama kuralın kendisinden önce geliyorsa, bu ilke her zaman deneyseldir. buradan çıkan sonuç, deneysel olmanın kişisel tercihi belirleyen bir neden üzerinden kurulan bir arzulama içeriğiyle ilgili olduğudur ve burada özneyle arzulama nesnesi arasında kurulan ilişki genel geçer ve kesin olmaktan ziyade özneldir, belirli bir öznenin belirli bir durumuna aittir. öznenin arzulama yetisi aracılığıyla nesnenin fiiliyatıyla kurduğu ilişkiye haz duyma denir. bu haz duyma, kişisel tercihi belirleme olanağının koşulu olarak varsayılmalıdır. bunun kişisel olması tam da onun deneysel olmasını zorunlu kılar zira bir nesnenin tasarımına bakarak, ondan haz mı, acı mı, mutluluk mu duyulacağı a priori bilinemez. bu yüzden burada kişisel tercihi belirleyen nedenin pratik ilkesi deneysel olarak koşulludur. bu durumda kant bir adım daha atar ve yalnızca haz ya da acının öznel koşuluna dayanan bir ilkenin, maksim olarak iş görebilse de, yukarda belirtilen nedenlerden ötürü yasa olarak iş göremeyeceği sonucuna varır.

    ikinci kanıtlama noktasını bütün içerikli pratik ilkelerin, ilke olarak bir ve aynı türden bir genel ilkenin altına girdiği, bunun da ben sevgisi ya da kişinin kendi mutluluğu olduğudur. burada sözkonusu edilen aynı şekilde haz duyumudur. akıl sahibi varlığın yaşamı boyunca varlığına eşlik eden yaşamdan hoşnut olma bilinci mutluluktur ve bunu kişisel tercihi belirleyen en yüksek neden yapma ilkesi, ben-sevgisi ilkesidir. buna göre kişisel tercihi belirleyen nedeni “herhangi bir nesnenin varlığından duyulan haz ya da acıda gören bütün içerikli ilkeler [ki deneyseldirler], bütünüyle aynı türdendirler ve hepsi ben sevgisi…” altında toplanırlar. kant bu kanıtlamaların sonucunda bütün içerikli pratik kuralların istemenin belirlenme nedenini aşağı arzulama yetisini yerleştirdiklerini ifade eder. fakat istemeyi isteme olarak belirleyen biçimsel yasalar olmalıdır ve bunlar yüksek bir arzulama yetisinin olanağını oluştururlar. bu da hiçbir duygu varsaymaksızın, dolayısıyla da deneysel içeriklerle ilişkili haz ve acı gibi tasarımlar olmaksızın, istemenin salt pratik kural tarafından biçimsel olarak belirlenmesi anlamını taşır. ancak bu takdirde isteme, sırf kendisi tarafından belirlendiğinde, yüksek bir arzulama yetisi olabilir. böylece tutkular tarafından belirlenen aşağı arzulama yetisi bu yetiye bağımlı olur ve ondan ayrılır. akıl, istemeyi ancak bu yüksek arzulama yetisi üzerinden belirlediğinde saf akıl pratik ve yasa koyucu olabilir. böylece ancak her akıl sahibi varlık için nesnel pratik yasalar ortaya koyabilir. bu bağlamda, mutluluk arzusu ve bunun koşulları haz ve acı gibi öznel şartların bakış açısıyla değerlendirildiğinde, nesnel bakımdan rastlantısallığa yenik düşer ve yasa olmaktan uzaklaştır. zira unutulmaması gereken mutluluk arzusunda (deneysel) içeriğin zevki belirlediğidir, biçimi değil. bu biçim yüksek arzulama yetisi tarafından belirlendiğinde yasa oluşabilir. bütün bu içerikler ben-sevgisi altında kapsansalar bile, herkes açısından pratik bir yasa olarak ortaya konamazlar. belirleme nedeni “yine de yalnızca öznel olarak geçerli ve sırf deneysel olurdu ve yasa için düşünülen zorunluluk –yani a priori nedenlerden dolayı olan nesnel zorunluluk- bu belirleme nedenlerinde bulunamazdı.”

    kant, kanıtlanacak üçüncü önerme başlığında maksimlerin pratik yasa olarak düşünülebilmeleri için istemenin içeriği bakımından değil biçimi bakımından belirlenmeleri gerektiğini ileri sürer. pratik bir ilkenin içeriği bu istemenin nesnesidir, bu nesne ya istemeyi belirler ya da belirlemez. belirliyor ise söylendiği üzere bu içerikle (haz ve acıyla) ilgilidir ve pratik bir yasa olamaz. pratik bir yasayı bütün içeriğinden ayırırsak ondan geriye yalnızca istemenin biçimi kalır. buna göre iki durum sözkonusudur: ya akıl sahibi varlık kendi öznel pratik ilkelerini, yani maksimlerini ya aynı zamanda genel yasalar olarak düşünemeyecektir ya da maksimlerini pratik yasalar yapanın, yalnız başına bu maksimlerin biçimleri –onları genel bir yasa koymaya uygun kılan- olduğunu kabul edecektir…

    kant buradan hareketle ödev başlığı altında maksimlerin sırf yasa koyucu biçiminin tek başına bir istemeyi belirlemeye neden olduğu varsayılarak bu biçimle istemenin yapısını bulmaktan bahseder. bu biçim ise fenomenler ya da duyu nesneleri üzerinden değil, aklın kendi doğası içinden tasarlanabilecektir. bu tasarlama da doğa nedenselliğinden farklıdır (görünüşler belirleyici nedenler olamadığı için). böylece bu yasanın biçimi görünüşlerden tamamen bağımsızdır ve bu bağımsızlığın adı en kesin anlamda transandantal anlamda özgürlüktür. buna göre, eğer bir isteme için maksimin sırf yasa koyucu biçimi tek başına yasa görevi görüyorsa, o isteme özgür bir istemedir.

    ikinci ödev olarak da kant bir istemenin özgür olduğunu varsayarak, onu zorunlu olarak belirlemeye uygun yasayı bulmaya girişir. özgür isteme deneysel koşullardan bağımsız ama yine de belirlenebilir olmak zorunda olduğuna göre, özgür isteme yasasının içeriğine bağlı olmaksızın, yasada bir belirleme nedeni bulmalıdır. burada özgür olan ve görünüşlerden bağımsız olan tek şey yasa koyucu biçimdir, bu da istemenin belirleme nedenini oluşturabilecek şartları karşılayan tek şeydir. böylece özgürlük ancak koşulsuz pratik yasa ile mümkündür.

    kant, koşulsuz pratik olanla ilgili bilgimizin nerede başladığını sorar (pratik yasadan mı özgürlükten mi?). bunun özgürlükten başlayamayacağını öner sürer, çünkü özgürlük ne dolaysızca bilincine varabildiğimiz ne de deneysel içerikten çıkarabildiğimiz bir şeydir. buna göre, isteme bağlamında, kendisini bize ilk gösteren, doğrudan doğruya bilincine vardığımız ahlak yasasıdır ve “akıl onu hiçbir duyusal koşul tarafından altedilemeyen, hatta her koşuldan büsbütün bağımsız olan olan bir belirleme nedeni olarak ortaya koyduğundan ki, ahlak yasası bizi doğrudan doğruya özgürlük kavramına götürür.”
  • pratik aklın eleştirisi, kant’ın deyişiyle saf pratik aklın var olduğunu ortaya koyma görevini üstlenir. ilk eleştiride izlenen felsefi çerçeveye benzer olarak kant, bu ikinci eleştiride pratik aklın meşru sınırlarını ve kullanım koşullarını ortaya çıkarmayı amaçlar. bu başarıldığı takdirde saf aklın eleştirisi’nin ortaya koyduğu kavramların kendileri de, pratik aklın hem kendi gerçekliğini hem de kavramların gerçekliğini sınamasını sağlayan, yapıp-etmesiyle aklanmış olacaktır.

    ikinci eleştiri kant’ın saf aklın eleştirisi’nde saf aklın arkitektoniği kısmında ele aldığı ve bize saf akıldan pratik akla geçişin temel ipuçlarını veren özgürlük ve ahlak yasası üzerine temellenir. transandantal özgürlük, teorik aklın eleştirisinde ortaya konan düşünme ve bilme ayrımı arasında, düşünmeye ve onun olanaklılığına ait bir kavram olarak ortaya konmuştu. kant böylece bu anlamdaki bir mutlak özgürlüğü bilgimizin dışında bırakıyor ama onun olanağını düşünmeden edemeyeceğimizi de ifade ediyordu. özellikle akıl doğal bir istek olarak koşulsuzu düşünmeyi istediğinde, nedensel bağlantıların sonsuz geriye gidişinde kendi kendisiyle çelişkiye düşmekten kurtulmak için, böylesi bir mutlak özgürlüğün peşine düşüyordu. yine de bu mutlak özgürlük, saf akıl açısından nesnel gerçeklik düzlemine getirilmemiş ve olanak halinde bırakılmıştır. kant böylelikle aklın koşulsuzu ve tamlığı arama isteğinin bir sonucu olan ve saf aklın kullanımını fenomenlerin ötesine doğru genişletilmesi anlamına gelen spekülatif kullanıma karşı çıkmıştır. böylelikle fenomenler ve kendinde-şeyler ikiliği korunmuştur, düşünme ve bilme ayrımında olduğu gibi.

    saf aklın eleştirisi’nde aklın ideaları nesnel gerçekliği kanıtlanabilir bilgi ya da bilgi biçimleri olmaktan ziyade saf akıl açısından düzenleyici bir rol üstlenmişlerdir. özgürlük, tanrı ve ölümsüzlük pratik yeti açısından ise daha farklı bir konumda görünürler. özgürlük, hem ahlak yasasının, hem de tanrı ve ölümsüzlük kavramlarının nesnel geçerlilik kazanmalarını sağlayan dayanak olur. kant’ın ana savlarından birisine göre özgürlük a priori olanaklılığı bilinebilecek tek ideadır ve ancak ahlak yasası yoluyla, ahlak yasası da ancak onun yoluyla mümkündür: “özgürlük teorik aklın bütün ideaları içinde dolaysızca kavrayamasak da olanaklılığını a priori bildiğimiz tek ideadır… özgürlük ahlak yasasının koşuludur.” tanrı ve ölümsüzlük ideaları ise her ne kadar ahlak yasasının zorunlu koşulları olmasalar da bu yasanın belirlediği bir istemenin zorunlu nesnesinin koşulları yani saf aklımızın salt pratik kullanılışının koşullarıdır. kant yine de özgürlükten farklı olarak burada bu iki ideanın saf kullanımları açısından hala bilinemeyeceğini ve kavranamayacağını iddia eder.

    ilgi çekici olan saf akıl açısından öznel olan ve nesnel olan arasındaki ayrımın, pratik akıl sözkonusu olduğunda bir değişime uğramasıdır. kant saf akıl açısından nesnel gerçeklikten yoksun olan idealar için pratik yetide temellendirilebilecek, nesnel gerçeklik anlamında, bir temenninin peşinde olduğunu söylüyor. bu temenni ve nesnel gerçeklik saf aklın nesnel olarak göremeyeceği ve ancak öznel olduğunu ifade edebileceği bir alanı haber veriyor bize. buna göre özgürlük kavramı aracılığıyla, pratik akıl açısından, tanrı ve ölümsüzlük idealarını varsaymanın öznel zorunluluğu gösterilmiş oluyor. kant bunun bilgi yetimizin bütün meşru kullanımlarını çizen saf aklın sonuçlarını çiğnemek olmadığını, böylesi bir öznel zorunluluğun bilgimizi genişletmediğini hatırlatıyor bize. saf aklında olanak ve sorun olarak görünen ideaların burada varoluşunun zorunluluğunun tanıtlanması sözkonusu ediliyor. böylece bilgimiz genişlemiyor fakat olanaklılığın aklın pratik kullanımı açısından zorunlu oluşu gösterilmiş oluyor. bu da saf aklın ilkelerinin içerden pratik akla nasıl bağlandığını gösteriyor.

    kant spekülatif yetinin olumsuz bir işleve sahip olduğunu ve en iyi silahların eleştirinin silahları olduğunu, pratik yetinin de buna göre temellendirilmesi gerektiğinde ısrar ediyor. böylelikle bilginin sınırları çizilen saf alanından çıkarak bizi aklın ahlaksal kullanımına doğru çekiyor. tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük idealarını da bu kullanım yoluyla aklıyor. bu ideaların burada ele alınış biçimleri, anlamanın kategorilerinin bilginin nesnelerine uygulanışından farklılaşıyor. kant’ın böylelikle şu soruya yanıt vermeye çalıştığını görüyoruz: saf akıl yetisinde kategorilerin spekülasyonla fenomenlerin ötesine bir genişlemesinin önüne set çekilir ve bu kullanışın nesnel gerçekliği yadsınırken, nasıl olur da pratik yeti açısından böylesi bir gerçeklik kabul edilebilir hale geliyor? kant’ın bu soruya yanıtı aklın pratik kullanılışının hiçbir şekilde bilgimizin bir genişlemesine varmadığı ve bilgi zemininde bir işlem gerçekleştirmediği olacaktır. zira kant, pratik aklın kategorileri kullanımının saf aklın kullanımından farklı olduğunu ifade edecektir. bu farklılık iki yetinin sonuçlarının çelişmesi bir tarafa, kant açısından pratik aklın saf aklın sonuçlarının tam bir doğrulamasını sunduğu yönündedir. saf akıl her ne kadar deney nesnelerinin deney nesneleri, yalnızca görünüşler olarak geçerli olmasını sağlarken, aynı zamanda bizi septik çukurdan koparmak için, bu deney nesnelerinin, ki buna kendi özne halimiz de dahildir, temeline kendi başına şeylerin konmasını, yani duyularüstü olan şeylerin uydurma, bunların içerik bakımından da boş sayılmamasını sağlamaya çalışır. aynı mantık silsilesine benzer bir yolda pratik akılda bir adım daha atarak nedensellik kategorisinin duyularüstü bir nesnesine, yani özgürlüğe gerçeklik sağlıyor, yani olanak halinde olanı bir olguyla doğruluyor. burada kant’ın ısrarla bizi uyardığı nokta, bu gerçekliğin bilmemize ait nesnel gerçeklik olmadığıdır: kant’ın aklın ahlaksal kullanımına yüklediği bir gerçekliktir bu, yalnızca pratik kullanım işlevi vardır.

    kant bu noktada bir özne örneği vererek, saf akıl ve pratik akıl arasındaki ilişkiyi daha da kuvvetlendirir. böylelikle düşünen özne bile içgörüde kendisi için yalnızca bir görünüş olduğunu kendisiyle çelişkiye düşmeden öne sürebilecektir. buradan tekrar gördüğümüz gibi görünüşün bilgisini saf akıl yetisi garantiye alırken, düşünen öznenin kendilik olarak bilgisini ise pratik akıl aklamaktadır, ki bu ikincisi hiçbir zaman bilmemizin konusu olamayacak olsa da. böylelikle pratik akıl kullanımı açısından düşünen özne -saf bilinçte kendi başına varlık olarak- ve doğa açısından fenomen olan özne (ki bilgimizin meşru konusu, nesnesidir) arasındaki uzlaşma hiçbir çelişkiye düşülmeksizin sağlanmıştır. bu da özgürlüğün öznesi olan özne ve doğa nedenselliğine tabi olan fenomen olarak özne açısından irdelenmiş olur. bu ikisinin çelişmeden birlikte mümkün oluşları gösterilmiş olur. bu göstermeyle birlikte her ne kadar bilgi alanımızın dışında olsalar da bir noumenon (özgürlüğün öznesi olan özne) kavramının olanağının haklılığı nesnel olarak ispatlanmış olur.

    sonuç olarak, saf akıl açısından sorunlu olarak konumlandırılan kavramlar, şimdi gerçek halleri içerisinde pratik akıl’da ortaya konulmuş olacaklardır. bu da pratik yetinin transandantal açıdan ele alınan eleştirisiyle mümkündür. bu eleştiri, saf akıl açısından kavranamayacak olan ve bilmemizin dışında kalan ideaların pratik aklın istemesi ve ahlaksal kullanım açısından nasıl bambaşka bir kullanıma tabi olduklarını doğru bir şekilde anlamamızı ve daha ötesinde saf akılda olanak halinde gösterilenlerin pratik bağlamda nesnel zorunlulukları görmemizi sağlar.
  • eric losfeld'in yayımladığı erotik emmanuelle serisinden daha eğlenceli bir kitap olarak bahseder lacan. zaten sade'ın önüne de emmanuelle'i değil, kant'ı koyar.
  • kant'ın ikinci kritik eseridir. özgürlük konusunu ele alır ve ve kant'ın ahlak felsefesini oluşturur.

    enteresan bir şekilde son derece tutarlı olmasına rağmen, çok fazla eleştiri ile karşılaşmıştır. aslında hepimizin bildiği "kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma" mottosunu anlatır ve temellendirir.
  • önsöz

    saf teorik aklın eleştirisinde saf yetinin kendisi eleştirilmişti. ancak, akıl saf akıl olarak pratik olduğunda kendi gerçekliğini ve kavramlarının gerçekliğini yapıp etmeyle kanıtlar. bu sebeple, bu kitabın yapması beklenen şey saf pratik aklın var olduğunu ortaya koymaktır.bu bağlamda, transandantal özgürlük pratik akıl ile kendine sağlam zemin bulacaktır.

    sırf ideler olarak teorik akılda desteksiz kalan tanrı ve ölümsüzlük kavramlarının olanaklılığı özgürlüğün gerçek olmasıyla kanıtlanır. çünkü özgürlük idesi ahlak yasası yoluyla kendini ortaya koyar. özgürlük, teorik aklın ideleri içinde doğrudan doğruya kavrayamasak da olanaklılığını a priori olarak bildiğimiz tek idedir, çünkü özgürlük, ahlak yasasının koşuludur.

    özgürlük, ahlak yasasının ratio essendi’sidir (var olma nedenidir); ahlak yasası da özgürlüğün ratio cognoscendi’sidir (bilinme nedenidir). ahlak yasası daha önce aklımızda açıklıkla düşünülmüş olmasaydı, özgürlük gibi bir şeyi kabul etmekte hiçbir zaman kendimizi haklı göremezdik. özgürlük olmasaydı, içimizde ahlak yasasıyla hiç karşılaşamazdık.

    burada zorlu bir bilmece ortaya çıkıyor: kategorilerin teorideki duyular üstü kullanılışının nesnel gerçekliği yadsınabiliyor, ama saf pratik aklın nesneleri bakımından bu gerçeklik nasıl kabul edilebiliyor? bu tamamiyle aklın çalıştığı iki fonksiyon ile alakalıdır ve bu iki fonksiyonun yapabileceği şeyler farklıdır (teorik ve pratik olmak üzere). bu sebeple, pratik akıl, nedensellik kategorisinin duyular üstü bir nesnesine yani (pratik kullanım açısından) özgürlüğe gerçeklik sağlar. başka bir deyişle, pratik akıl düşünülebileni bir olguyla doğrular.

    kant’a göre insanı özgürlük olarak nedensellik (ahlak yasası) ile doğa mekanizmi olarak nedenselliğin (doğa yasası) bileşimi olarak görmek mümkün. insan ilkinde kendini saf bilinçle kendi başına varlık olarak tasarımlar. ikincisinde ise kendisini deneysel bilinçte bir tezahür olarak tasarımlar.

    giriş : pratik aklın bir eleştirisi düşüncesi üzerine

    akıl pratik kullanımında, istemenin (volonté) belirlenme nedenleriyle uğraşır. istemek söz konusu olduğunda aklın hep nesnel gerçekliği vardır. aklı nesnelerle ilgisinde değil, istemeyle ilgisinde ve istemenin nedenselliğiyle ilgisinde ele almamız gerekir. bu sebeple, deneysel olarak koşullanmamış nedenselliğin ilkelerinden başlayıp, böyle bir istemeyi belirleyen nedenlerle ilgili kavramları saptayacağız. bu kavramları nesnelere, sonunda da özneye ve öznenin duyusallığına uygulama denemesi yapacağız.

    birinci kitap: saf pratik aklın analitiği

    birinci bölüm: saf pratik aklın ilkeleri üzerine

    pratik ilkeler, altına birçok pratik kuralın girdiği genel bir isteme belirlemesini taşıyan önermelerdir. taşıdıkları koşul özne tarafından yalnız kendi istemesi (öznel) için geçerliyse maksimlerdir;.bu koşul, her akıl sahibi varlığın istemesi için geçerli olarak tanındığında ise, nesneldirler ya da pratik yasalardır.

    pratik kural, her zaman aklın bir ürünüdür, çünkü pratik etkinin aracı olarak eylemi amaç olarak öngörür. istemesi yalnız akıl tarafından belirlenmeyen varlık için, yani insanlar için, bu kural buyruktur. buyruklar koşul taşıdığında, yani istemeyi yalnızca isteme olarak değil, arzu edilen bir etkiye göre belirlediklerinde, yasa değil, pratik buyurtular olan koşullu buyruklardır. çünkü yasalar, eylemin etkisinden bağımsız olarak istemeyi isteme olarak belirlemelidir. burada, yasanın koşulsuzluğunu iyice kavramak gerekir. arzu edilen bir etki her zaman koşul içerir ve yasa eylemin etkileriyle ilgilenmez, bu sebeple koşullarla da ilgilenmez. peki, yasa tam olarak neyi belirler? istemenin ve dolayısıyla eylemlerimizin ilkelerini belirler. bu ilkeleri nasıl belirlediğini ilerleyen bölümlerde anlatacağım.

    aklın yasa koyucu olması için, yalnızca kendi kendini varsaymakla yetinmesi istenir, çünkü kural ancak bir akıl sahibi varlığı öbüründen ayıran rastlantısal öznel koşullara bağlı olmaksızın geçerli olduğunda nesnel ve genel geçerdir. arzulama yetisinin içeriği bir nesne olduğunda bu deneyseldir ve pratik yasa sağlayamaz ama maksim olarak iş görür. özne, bu nesnenin gerçekliğinden haz alır. bu haz, duyumlama yetisi kaynaklıdır ve nesnesine bağımlıdır.bütün içerikli pratik ilkeler, ilke olarak bir ve aynı türdendir ve ben sevgisi ya da kişinin kendi mutluluğu genel ilkesinin altına girer.

    akıl, ancak istemeyi kendi belirlediği zaman yüksek bir arzulama yetisi olur. akıl, istemeyi pratik bir yasayla, haz ve acı duygusu araya girmeksizin dolaysız olarak belirler ve ancak saf akıl olarak pratik olabildiği için, yasa koyucu olabilir. mutluluk, öznel belirleyici nedenlere verilen genel addır. mutluluk arzusu söz konusu olduğunda önemli olan, yasaya uygunluğun biçimi değil, sırf içeriktir. yani, yasaya uymakla zevke ulaşıp ulaşmayacağım ve ne kadar zevk alacağımdır.

    bir yasayı bütün içeriğinden ayırırsak, geriye genel bir yasa koymanın sırf biçiminden başka bir şey kalmaz. yani aslında böyle bir yasanın tek içeriği olabilir, o da bu yasanın biçimidir (tamamiyle formel bir şeydir, deneysel değildir). yasanın yalnız formu akıl tarafından belirleniyorsa, bu yasanın formunu belirleyen neden; tezahürlerin nedenlerinden farklı olmalıdır (tezahürlerin bağımlı olduğu nedensellik yasasından, yani doğada algıladığımız nedensellik yasasından). o halde, maksimin sırf yasa koyucu biçimi bir isteme için yasa görevini görebiliyorsa ancak, o isteme özgür bir istemedir. transandantal anlamda istememizin sahip olduğu özgürlük işte budur.

    özgürlüğün doğrudan doğruya bilincine varamayız çünkü ilk kavramı negatiftir, deneyde de gözlemleyemeyiz. ilk olarak doğrudan doğruya bilincine vardığımız ahlak yasasıdır. akıl onu hiçbir duyusal koşul tarafından alt edilemeyen, hatta koşullardan büsbütün bağımsız olan bir belirleme nedeni olarak ortaya koyduğu için, ahlak yasası bizi özgürlük kavramına götürür. başka bir deyişle, ahlak yasası pratik akılla birlikte işe karışarak özgürlük kavramını bize zorla getirir. peki bu yasanın formu nedir?

    saf pratik aklın temel yasası: öyle eyle ki, her defasında senin istemenin maksimi aynı zamanda evrensel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin. bu yasanın tek içeriği, bahsedilen evrensellik formudur. isteme, deneysel koşullardan bağımsız, dolasıyla saf isteme olarak, yasanın sırf biçimi tarafından belirlenmiş olarak düşünülmelidir ve bu belirleme nedeni bütün maksimlerin en üstün koşulu olarak görülmelidir. burada, kendi başına pratik olan saf akıl doğrudan doğruya yasa koyucudur. istemeyi sırf maksimlerinin biçimi bakımından a priori belirleyen bir kuraldır. eylemin etkisinden tamamen bağımsız olarak istemeyi belirler, aksi takdirde koşullu olurdu. bu temel yasanın bilincine aklın temel bir olgusu denebilir. saf aklın kendini aslında yasa koyucu olarak orta koyan tek olgusu budur. sonuç olarak, saf akıl kendi başına pratiktir ve (insana) ahlak yasası diye adlandırdığımız genel bir yasa verir.

    insanın akıl sahibi olarak ve yasa koyucu kimliği dolayısıyla bir taraftan özgür; diğer taraftan doğanın içinde doğa mekanizmine boyun eğen bir yapısı olduğunu söylemiştik. işte böyle ikili yapıya sahip insan için ahlak yasası kesin olarak buyuran bir buyruktur. bir eyleme zorlanmayı belirtir, bu eylem de ödevdir. kant’a göre sonsuz varlık hiçbir gereksinime ihtiyacı olmadığı için koşullara bağımlı değildir ve pratik kısıtlayıcı yasaların üstündedir. onun için yükümlülük ve ödev söz konusu değildir. yine de, tanrı’yı bütün pratik yasaların üstüne çıkarmaz. kant’a göre tanrı, pratik bir idedir ve sonlu varlıklar bu örneğe sonsuza dek yaklaşmaya çalışırlar.

    mutluluk ilkesi maksimler sağlayabilir, ama kişi genel mutluluğu kendi istemesinin nesnesi yapsa bile, istemenin yasaları olarak kullanılabilecek maksimler sağlayamaz. genellik gösteren kurallar verebilir bu ilke, ancak evrensel kurallar veremez çünkü hep deneyseldir ve koşullara bağımlıdır.

    ı. saf pratik aklın ilkelerinin türetimi üzerine

    deney nesnelerinin ötesindeki, yani noumenonlar (kendinde şeyler) olarak şeyler üzerine, bir bilginin her pozitif ögesi, teorik akıl için tamamen olanaksızdır. akıl noumenonları bilmese de bunları düşünmek zorundadır. ahlak yasası böyle bir yolu açmamakla birlikte saf bir düşünülür dünyaya işaret eden bir olgu sağlar ve bu olguyu pozitif olarak belirler ve onunla ilgili bir şeyi, yani bir yasayı bilmemizi sağlar.

    insanın iki yapının bileşimi olduğunu söylemiştik. ilki duyusal bir doğa ya da duyular dünyası dediğimiz yapıdır. tezahürlerin yasalara bağlı varoluşları söz konusudur ve akıl burada heteronom (pasif) konumdadır. ikincisi ise insanın sahip olduğu duyular üstü doğadır. akıl sahibi varlıklar, burada saf aklın özerkliğine ilişkin yasalara uygun var olurlar. saf pratik aklın özerkliği altında bir doğa söz konusudur ve bu özerkliğin yasası ahlak yasasıdır. duyular üstü doğaya pratik açıdan nesnel gerçeklik veririz çünkü biz ona istememizin nesnesi olarak bakmaktayız.

    akıl, istemenin maksimini nasıl belirleyebilir? pratik akıl, teorik akılda görünün yerine özgürlük kavramını koyar. bu yasalar ancak istemenin özgürlüğünde olanaklıdır. ahlak yasasının nesnel gerçekliği hiçbir türetimle, teorik, kurgusal veya deneysel olarak desteklenen aklın hiçbir çabasıyla kanıtlanamaz. hiçbir deneyle doğrulanamaz ve a posteriori olarak kanıtlanamaz, yine de sapasağlam ayakta durur.

    her koşullar dizisi için koşulsuz olan bir şeyin olması zorunludur. bu yüzden, bir mutlak kendiliğindenlik yetisinin idesi olarak özgürlük idesi, olanağı söz konusu olduğunda, saf teorik aklın analitik bir ilkesidir. ahlak yasası, özgürlük yetisinin yalnız olanaklılığını değil, istemeyi doğrudan doğruya belirleyen akıl kavramını getirmekle bu yetinin gerçekliğini de kanıtlar.böylece ahlak yasası ilk kez, yalnız pratik olmakla birlikte akla nesnel gerçeklik vermiş olur ve onun aşkın kullanılışını, içkin bir kullanışa dönüştürmüş olur. deney alanında aklın ideler aracılığıyla etkide bulunan bir neden olmasını sağlar.

    ıı. saf aklın pratik kullanılışındaki, sırf teorik kullanılışında olanaksız genişleme yetkisi üzerine

    kant’a göre hume neden kavramını uydurma ve aldatıcı bulmaktadır çünkü bir şey ile bir başka şey arasındaki bağlantıyı, eğer bu bağlantı algıyı vermiyorsa, a priori ve zorunlu olarak bilmek olanaksızdır. aslında alışkanlık (öznel zorunluluk), bize nesnel zorunlulukmuş gibi gelir.şeylerin varoluşlarına ilişkin bir sonucun çıkarımını yapamayız. yalnız hayalgücü kuralıyla, daha önceki durumlara benzer durumlar bekleyebiliriz. buradan da zorunluluk türetilemez.

    hume, deney nesnelerini kendi başına şeyler olarak kabul etmiştir. kant, burada hume’un skeptikliğine bir operasyon yapar. ona göre deneyde karşımıza çıkanlar kendi başına şeyler olmayıp tezahürleridir. bir deneydeki tezahürler olarak a ve b’nin (zaman ilişkileri bakımından) zorunlu olarak bağlantılı olmaları düşünülebilir. aynı zamanda teorik aklın eleştirisinde neden kavramını, deneye başvurmadan a priori olarak türettiğini söyler.

    deneysel olarak koşullandırılmamış bir nedensellik kavramı, teorik olarak gerçekten boştur, ama yine de olanaklıdır ve belirlenmemiş nesneye ilişkindir. bu kavrama, ahlak yasasıyla pratik açıdan anlam verilir.

    ikinci bölüm: saf pratik aklın bir nesnesi kavramı üzerine

    pratik aklın biricik nesneleri iyi (arzulama yetisinin zorunlu bir nesnesi) ve kötüdür (nefret etmek yetisinin zorunlu bir nesnesi). hayırlı (das wohl) veya fena (das übel) olan, hep yalnızca bizim hoşnut olma ya da hoşnut olamam, memnun olma ya da acı duyma durumumuzla bir ilgi gösterir. iyi (das gute) ve kötü (das böse), her zaman için – istemenin bir şeyi kendi nesnesi yapmak üzere akıl yasasıyla belirlenmiş olması bakımından- istemeyle bir ilgi gösterir.

    bir şey kayıtsız şartsız iyi ya da kötü olacaksa bu, istemenin maksiminden başka bir şey olamaz. iyi ya da kötü diye adlandırılacak olan, bir nesne değil, eylemde bulunan kişinin kendisidir. iyi ve kötü kavramları, ahlak yasasından sonra ve onun aracılığıyla tanımlanması gerekir. aksi takdirde, iyi ve kötü nesneler üzerinden tanımlanacak ve hoşa-nahoşa dönüşeceklerdir. tüm a priori zorunluluklarını kaybedeceklerdir.

    saf pratik yargıgücünün aldığı model üzerine

    duyusallıkta bizim için olanaklı bir eylemin, aklın pratik kuralı altına giren bir durum olup olmadığına karar vermek için pratik yargıgücü gereklidir. saf pratik akıl, doğa yasasının yasallığının formunu yargıgücü için kullanır.

    özgürlük yasasının somut olarak uygulanması için kayıtsız şartsız iyi kavramının temeline hiçbir görü, dolayısıyla hiçbir şema konamaz. ahlak yasasının doğa nesnelerine uygulanmasını sağlayan tek yeti hayalgücü değil, anlama yetisidir. anlama yetisi, aklın bir idesine duyusallık şeması değil, bir yasa sağlayabilir ama bu öyle bir yasadır ki, duyu nesnelerinde somut olarak ortaya konabilir.

    anlama yetisi, doğa yasasını bir özgürlük yasasının yalnızca modeli haline getirir. çünkü anlama yetisi deneydeki bir durumda örnek olarak kullanabileceği bir şeyi bulundurmaksızın, uygulamada saf pratik aklın yasasını kullanamazdı.

    saf pratik aklın güdüleri üzerine

    ahlak yasası nasıl güdü haline gelebilir? ahlak yasasının negatif ve pozitif olmak üzere iki duygu uyandırıyor. negatif olarak bütün eğilimlere karşı koyduğu için bireyde acı duygusu ortaya çıkıyor. pozitif olarak ise kişi ben sevgisini yıkıyor ve yasa en büyük saygı konusu oluyor. saygı, a priori bildiğimiz ve zorunluluğunu doğrudan doğruya kavrayabildiğimiz tek duygudur ve ben sevgisini yıktığı için pozitif bir duygudur.

    ahlak yasası, nesnel olarak eylemin biçimsel nedenini belirler. ancak birey, bu nesnelliği öznelliğin içinde eritmelidir ki maksimlerini ahlak yasası uğruna belirleyebilsin. pratik aklın güdüsü, öznenin duyusallığını etkiler ve yasanın istemeyi etkilemesini kolaylaştırıcı bir duygu uyandırır. ahlak yasasına duyulan saygı, tek ve aynı zamanda tartışmasız olan ahlaksal güdüdür, bu duygu bir nesneye yönelemez.

    eğilimden gelen büyün belirleme nedenlerini olanaksız kılmasıyla, bu yasaya göre nesnel pratik olan eyleme ödev denir. ödev kavramı nesnel olarak eylemin yasaya uygunluğunu ister. maksimler bakmından ise yasaya saygı ister ancak böylelikle isteme yasa ile belirlenebilir.
    kant, insanın özgürlük aracılığıyla ahlak ülkesinin yasa koyucu üyeleriyken aynı zamanda uyruğu olduğunu da söylüyor. yaratıklar olarak daha aşağıda olduğumuzu gözden kaçırmamak gerektiğini ve kutsal yasanın saygınlığını yadsımanın yasanın ruhunun dışına çıkmak olduğuna işaret ediyor.

    saf pratik aklın analitiğinin eleştirel aydınlatılması

    pratik akıl nesnelerle, onları bilmek için değil, kendi yetisiyle gerçek kılmak için uğraşır. yani belirleme nedeninin akılda bulunması bakımından bir nedensellik olan istemeyle uğraşır. aklın işi pratik olarak yalnızca görünün bir yasasını sağlamaktır. o halde, saf pratik aklın analitiğinin eleştirisine a priori pratik ilkelerin olanaklılığından başlanmalıdır.

    mutluluk öğretisi ile ahlak öğretisini birbirinden ayırmak saf pratik aklın analitiğinin üzerine düşen ilk ve en önemli görevdir. saf pratik aklın istediği, kişinin mutluluk isteminden vazgeçmesi değil, yalnızca ödev söz konusu oldu zaman mutluluğu hiç hesaba katmamasıdır. pratik özgürlük, istemenin ahlak yasası dışında her şeyden bağımsızlığıdır.

    doğa zorunluluğu olarak nedensellik kavramı, zaman içinde belirlenebilir varoluşlarıyla, dolayısıyla tezahürler olarak varoluşlarıyla ilgilidir.buna göre, belirli bir anda olup biten her olay, kendisinden önce geçmiş zaman içinde olanın olmuş olması koşuluyla zorunludur. şeylerin kendi başlarına varoluşları da doğa zorunluluğu olarak ele alınsaydı, özgürlük mümkün olmazdı.

    kendi kendisinin kendi başına şey olarak bilincinde olan özne, zaman koşulları altında bulunmaması bakımından, kendi varoluşuna bakınca, kendisini, yalnızca akıl aracılığıyla kendisine koyduğu yasalarla belirlenebilir görür.

    insan, duyusal dünyaya ait olup nasıl doğa mekanizmi nedenselliğinin dışına çıkıp özgür olabillir? kant, buna cevabı yaratılış ve insanın noumenon tarafı üzerinden cevap verir. zaman içindeki varoluş yalnızca, dünyadaki düşünen varlıkların duyusal bir tasarımlama biçimden ibaretse, bu yüzden de kendi başına şeyler olarak düşünen varlıkları ilgilendirmiyorsa, o zaman bu varlıkların yaratılışı kendi başına şeylerin yaratılışıdır; çünkü yaratılış kavramı varoluşun duyusal tasarımlama biçimine ve nedenselliğe ilişkin olmayıp, ancak noumenonlarla ilişki içine sokulabilir. tanrı, tezahürlerin yaratıcısı değildir. dolayısıyla, zaman içinde yer alan ve görünüş olan eylemlerin de yaratıcısı değildir. yaratılış, bu varlıkların duyusal varoluşlarıyla ilgili değil, düşünülür varoluşlarıyla ilgilidir. sonuç olarak, kendi başına şeyler zaman için değildirler ve bu noktada düşünen varlık olarak öznenin özgürlüğü mümkündür.
hesabın var mı? giriş yap