• paketler halinde bölünmüş parçalanmış düşünce; örneğin seksi ele alalım, onu ön sevişme, penetrasyon, orgazm sigarası olarak kuantize edebiliriz, he şimdi buradan penetrasyonu alalım, bu kuarkın üst ve alt kuarklarını ayıralım, spin yönüne göre üst mezona düşünsel olarak denk gelen parçayı tutalım (0,7 lik bulunma ihtimali bölgesi içinde) evet bu durumda elimizde bir adet sik var ve siki tutmuş durumdayız düşünsel olarak tabi, kuantum düşüncesi budur.

    (bkz: pseudoscience)
  • - düşünüyorum öyleyse varım, yokum, varım, yokum
  • ilkel insan için mucize, yaşamın kaynağı ve doğanın işleyişinin temel yöntemiydi. faydasına ya da zararına sebep olan ateş, nehirlerin akışı, seller veya kuraklık, şimşek ve yıldırım gibi her doğa olayının arkasında akıl erdiremediği birer sır gizliydi.

    o halde bu olaylara sebep olan doğa üstü varlıklar olmalıydı. önceleri kendisinden güçlü hayvanların bu tür gizli güçleri de olabileceğine hükmetti. bugün mağara duvarlarına resmedilmiş hayvan figürleri bunu doğrular nitelikte.

    insan, bilinci geliştikçe üzerinde yaşadığı yeryüzünden daha da akıl almaz, ulaşılmaz ve dolayısı ile çok daha gizemli olan gökyüzünü keşfetti. haliyle yeryüzünde akıl erdiremediği olayların da sebebinin göklerde olabileceğini düşünmeye başladı. gizli güçlere sahip olabileceğini düşündüğü güçlü hayvanları gökyüzünde gözlemlediği yıldız kümelerine yerleştirmesi bundan kaynaklandı.

    “gökyüzünde ne oluyorsa bunun yeryüzünde bir karşılığı vardır” inancı böylece oluştu. sümer tabletleri’nin bulunması ile tarihsel anlamda ilk kez yazılı bir kaynağına ulaştığımız bu bilgi, aslında insanlığın kollektif bilincine binlerce yıl boyunca öylesine yerleşmişti ki hiç düşünmeden gerçekliğine inandığımız pek çok fikrin de temel taşını oluşturmuştu.

    bu fikirleri sistematize etmeye kalkışacak olursak temel olarak üç ana grupta toplayabiliriz:

    - bunların ilki sümer dini’nin, daha sonraki uygarlıkları da etkilemesi sonucu aynı mitlerin, yerel motiflerle yeniden anlatılmasıyla ortaya çıkan zahiri dinlerdi.

    - ikinci düşünce biçimi ise “gökte ne varsa yerde de o vardır” özdeyişinin zahiri dinlerin bile ortaya koyamadığı gizemli tanrısal gerçeklerin anahtarı olduğunu ve bu gizemlerin ancak seçilmişlere açılacağını düşünen batini inançları (kabala, ezoterizm, gizemcilik, hermetizm, mistisizm, astroloji) şekilendirdi.

    - son olarak gökteki olayların yerdekilerle ilişkisini, aklın süzgecine koymayı akıl edenlerin ortaya çıkmasıyla, mitolojiden felsefeye evrilen düşünce ve astrolojiden astronomiye evrilen bilim ortaya çıktı.

    böylece birbiri ile farklı kulvarlardan ilerleyen ve tamamen birbirine zıt yaşam biçimleri ortaya çıkaran iki felsefe ortaya çıktı:

    - evrenin tanrının iradesi ile oluştuğunu düşünenler, uzun süre bunun tamamen tanrının hiç bir kuralla sınırlanmamış iradesi ile oluştuğunda ısrar etseler de zamanla doğanın kurallarına ilişkin bilgimiz arttıkça ve ardı ardına olayların birer neden sonuç ilişkisine bağlı oldukları kanıtlandıkça bu iddialarını terk ettiler. bunlar zaman içerisinde, tanrının ilk hareketi belli bir tasavvura uygun olarak veren güç olmakla yetindiğini ve geri kalan kuralları da en baştan belirlediği için, olacak olanları da baştan bildiği fikri etrafında mevzilendiler. bunlara, fikrin ağababalarından biri olan platon’un koyduğu isimle idealistler dendi.

    - karşıt görüşte olanlar ise tanrısal bir iradenin varlığını baştan reddedip, evreni harekete geçiren gücün evrenin kendisinden başka bir kaynağı olamayacağını savundular. dolayısı ile şu an evrende bir irade, (insan iradesi) mevcutsa bu, ancak evrendeki malzemenin evrim yoluyla işlenmesi ile ortaya çıkabilirdi. bunlar da maddeyi evrenin başlangıcına koyup herşeyin maddesel olduğunu ileri sürdüklerinden “materyalist” olarak adlandırıldılar.

    ancak birbiri ile farklı kulvarlardan ilerlese ve tamamen birbirine zıt yaşam biçimleri ortaya çıkarsa da bu üç çerçevenin hepsinde ortak bir sav bulunmaktaydı:

    bu nokta ise evrenin bir varoluş anından başlayarak dizgesel bir süreçte gelişmekte olduğu fikri idi. buna “zaman” diyorduk ve sabit aralıklarla işleyen bir düzene sahipti. ve böylece, “evreninin işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların belirli yasalarla belirlenmiş ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu” öne süren bir öğreti ortaya çıkmış oldu. bugün buna “determinizm” (belirlenircilik, gerekircilik veya belirlenimlilik) diyoruz.

    bu inanç (artık bunun bir inançtan öte olmadığına eminiz) nerdeyse 20nci yy’in başına kadar varlığını korudu. 19ncu yy’da yaşamış ve materyalizmi şahikasına çıkaran das kapital’i kaleme almış büyük düşünür karl marx şöyle demekteydi:

    “tarihte ne olduysa, öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur."

    ama biraz yakından bakınca bunun idealizmi doruğa çıkaran büyük düşünür georg wilhelm friedrich hegel’in determinist söyleminden pek de farkı yoktu. hegel'e göre “us dünyaya egemendi, dünya-tarihinde ussal olan ilerlemekteydi. ilerleyen dünya-tarihi sürecinin bir amacı bir son ereği vardı.”

    yani ister metafizik-teolojik olup tanrı’nın iradesinden, ister mekanik ve biyolojik olup doğanın yasalarından hareket etsinler, her iki düşünce yönteminin ortak noktaları, tarih yorumlarında determinist olmalarıydı. hegel'in de marks'ın da “tarihin belirli yasalarla yönetildiği”ne ilişkin belirlenimci savları ortaktı. hatta denilebilir ki marks söz konusu tavrı zaten hegel'den edinmişti.

    marks'ın hegel'in determinist yaklaşımına katkısı şuydu:

    - hegel, tarihi başlatan ilk hareketin tanrısal olduğuna ve tüm maddi evrenin bir usun şekil vermesi ile ortaya çıktığına ilişkin idealist savı yinelemekteydi.

    - marks buna karşı yönden taarruz ederek, tersine, önce maddenin varolduğunu ve usun o maddenin evrimleşmesinin eseri, zorunlu olarak meydana geldiğini savundu. zaten kendisi de “hegel'in diyalektiği baş aşağı duruyordu; ters çevirdim ki, ayakları üstünde dursun" derken kastettiği budur.

    yani uzun lafın kısası, insanlık, tarihinin başından bu yana bu iki zıt görünen düşünce arasında gidip gelmekteydi ve bu fikirlerin en güçlü savunucuları olan hegel ve marx’ın da bu ikiliği çözmek konusunda getirebildiği temel bir yaklaşım bulunmuyordu.

    derken 20nci yy’ın ortalarına doğru ani bir gelişme oldu. yeni yetme bilim insanları filozofların gözü önünde, binlerce yıllık determinist geleneği yerle yeksan eylediler:

    önce, einstein’ın “genel görelilik kuramı” mutlak zaman düsüncesine son verdi. derken planck’in “kuantum teorisi” ve heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” ile güçlenen indeterminizm, laplace’ın “evrendeki tüm nesnelerin belli bir andaki konum ve hızları verildiği takdirde gelecekte veya geçmişte herhangi bir andaki durumlarının kestirilebileceği” yolundaki determinist anlayışını yıkıverdi.

    bense bütün bunları aslında çok güncel bir gözlemimden dolayı kaleme aldım:

    günümüzde olayın temelini kavrayamayan ister caner taslaman gibi dinci, ister muhtelif mistik (spritüel, gizemci, ezoterik, falcı, reikici, budist, taoist, sufi) düşüncedeki çevreler, bunda materyalist felsefenin çöküşünü görmektedirler. onlara göre evrenin, materyalistlerin sandığı gibi birbirine bilardo topları gibi çarpan atomlardan değil varlığı ve yokluğundan emin olamadığımız atom altı parçacıklardan oluşan indeterminist bir yer olduğunu anladığımıza göre artık tanrısal mucizelerden de yeniden konuşmaya başlayabiliriz.

    oysa farkında olmadıkları husus, aynı indeterminist altyapının, en fazla tanrı inancının (ya da o güce verdikleri ad her neyse) mutlakiyetçi yapısına zarar vermekte olduğudur. çünkü evrende tesadüflerle yer bulunması, her şeyden önce "tanrı iradesi" kavramı ile çelişir. zira bu durumda tanrı varsa bile kendisinin bile tahmin edemeyeceği sonuçlar üretebilen bir evren yaratmış olmalıdır.

    söz konusu çelişki einstein'ı da çok şaşırmıştı. öyle ki idealist - determinist yaklaşımla yeni kuramlar arasındaki çelişkinin farkına varınca, rastlantısallığın evrenin oluşumunda anahtar önemde olabileceğini savunanlara karşı tarihe malolmuş özdeyişi ile:

    “tanrı zar atmaz!” demişti.

    dipnot: yazıda aradığınız tadı bulamayıp başlığı aldatıcı bulanlarınız olmuştur. evet itiraf ediyorum ki biraz hile yaptım. çünkü özellikle evrene gönderecek enerji arayan siz sevgili ablalarıma gerçek felsefe tarihi okutmanın başka çaresini bulamadım.

    @sanal gezgin:
    << keşke şunu da ekleseydin; meselenin özünün kuantum yani mikro evren ile makro evren arasındaki farkın gizeminde yattığını... hoş onu da çözsek yine de sorular milyonlarca olacak. ne bilim ne hayat ne ikilemler duracak. pardon, hayat biraz durabilir, evrenin sonuna doğru. başka bir 'simetrisizlik' hali yeni bir evrenin başlangıcını tetikleyene ve yeni yaşam koşulları oluşana kadar. bunu bana zaman öğretti. bu tahayyül ötesi evrenin bir başlangıcı ve sonu olması, yani zaman, 'son'un sadece bir mola olduğunu da düşündürüyor.
    içinden doğduğu enerji okyanusu yeniden köpürünceye kadar... >>
  • yaratıcısını ticari zekası yönünden takdir edip, bir öneride bulunmak istiyorum:

    "sanal gunseliciğim, çok güzel yere dükkan açmışsın, tebrikler. ama öncelikle fiyatını arttır. (kuantumun kilosu kaçtan gidiyo haberin yok mu?) bir de şu tekniği öğretip paralarını aldıktan sonra bellerine bellerine kuantum meşe odunu masajı uygularsan çok sevineceğim. saygılar"

    (bkz: kuantum diyeni her gun dovmek)
  • kuantum düşünce bizim de düşmüş sayıldığımız tekniktir
  • isigin* o anda bulundugu ortama gore hizinin 10 uzeri bilmem kac milyonda bir degismesi ile olusan dalgalanmalari, beynimizin notronlarinda atom alti* dalgaciklar seklinde hissedip ona gore kararlarimizin dogrulugunu olcmemizi saglayan dusunce yontemi...

    (bkz: gotten sallamanin en guzel ornegi)
  • yardırırken neden elektromagnetik kuvvet taşıyıcısı olan fotondan yardırdığını anlamadığım teknik, halbüskisi emk nin taşıyanı yerine kuarklarla daha sevişgen daha ilintili, güçlü kuvvet taşıyıcısı gluon varken, olmadı zayıf kuvvet, bağ taşıyıcısı bozon varken, tabi foton daha bilindik ne olsa hem aynştaynda temizinden bir nobel kapmıştı fotoelektrikten, gravitonu bulana ve getirene bir nobel veriyorum ve hemen şimdi olasılık neyin aranmaya başlıyorum, kafa olmuş kazan gibi ileri fiziğin kuantum uygulamasından adam bana "elektron mikroskobunda foton gördüm" diyor, "bozonum ben" diyip camdan atlamaya az kalmış, "kuantum sevgidir, kuantum içimizde" diyor teyteytey.

    (bkz: ben bozonum diyip camdan atlayan fizikçi)
  • alternatif tıp gibi bir şey. açıklama gerekirse, nasıl kocakarı ilacının adına "tıp" ekleyerek, sanki bilimselmiş gibi göstermeye çalışan, halbuki halasının oğlunun memlekette yetiştirdiği malları pazarlayan zihniyetin, ağızda söylenişi enteresan ve bilimsel bir terim alarak psikolojik telkini bir öğreti gibi sunmaya çalışılmasıdır.

    "ben koskoca evrenim, ha mahmut'un sorunu varmış, dur onun etrafında döneyim"
  • ayağını bastığı zeminin oynaklığından başı dönen,
    rasyonel düşünmekten yorgun bitap düşen
    ve modernitenin kendisine seçenek bırakmadığını hisseden
    ama öte yandan geriye dönüp din masallarına inanması da
    artık mümkün olmayan insanın zaaflarını görüp
    aşina olduğu kavram dağarcıklarıyla seslenerek onu cezbeden
    ve ona sarılıp soluklanma fırsatı vaadeden direklerden biri.

    (bkz: camp)
  • r. şanal ve ışık elçi denilen karı-koca kafaları güzel yüzleri çirkin iki değişik insanın önclülük ettiği düşünce tekniği imiş. web sayfalarında ışık elçi rüya eğitmeni, diğeri eğitmen olarak geçiyor. özgeçmişlerinde -bir okul okudular ise bile- hangi okulu okudukları yazmıyor. bunlara malum oluyormuş zaar.

    kuantum sözcüğünün büyülü etkisini bi es geçelim hele, "düşünce tekniği" ne ola?

    düşünmenin kendisi bir sistematik süreç değildir. düşünceler insanın zihninde gelişigüzel var olur, örneğin onları kategorize eder, sıraya koyar ve belirli meseleler hakkında bir duruş edinebiliriz. burada sistematik olan düşünmenin kendisi değildir, akıl yürütme de diyebileceğimiz, düşüncelerin derlenip toplanması yahut ayıklanması işidir. insan parmak uçlarını kafasına götürüp "şimdi şunu düşüneyim, ardından bunu düşüneyim, aman ha bunu düşünmeyi aklımdan bile geçirmeyeyim" demez. dese de bir sonuç elde edemez.

    (bkz: fırat)

    göt, bok,sıç... töbe töbe töbe allam... sıç bok... töbe töbe allam..yanlışlıkla aklımın içine girmiş... göt böcekli bok... töbe töbe innaatayna... sıç ene... töbe allam töbe... töbe... töbe... adamın götü bok yemiş... allam çok töbe...

    bakın, olmuyor.

    kuantum düşünce tekniği her ne sikimse, hikmetini detaylı anlatmıyorlar, nitekim sırrına ermek için seminerlerine katılmak gerekiyor. ama bir çeşit çok istersek olur tiribi var anladığım kadarıyla. olmasını istediğimiz bir şeyi kuyruk sokumumuza kıramplar girene kadar düşünelim o halde. -nedense kendimizi zorlayarak düşünmeyi bir çeşit ıkınma gibi algılıyorum-

    kuantum fiziği için de şey demişler; fizikle fizikötesinin (metafizik yani) birbirine karıştığı yer. zaten sigarayı bırakmaya çalışıyorum, beni delirtmeyin.

    fizikle metafizik birbirine karışmaz, arada ince bir çizgi filan da yoktur. arada kapkara haykıran puntolar filan vardır hatta. girin de şunların bi tiplere bakhın nolursunuz.
    [http://www.kuantumdusunce.com/articles.aspx http://www.kuantumdusunce.com/articles.aspx]
hesabın var mı? giriş yap