• biber dolmasının kabukları efenim.
  • (bkz: karnıyarık)

    + neden yemiyorsun teyzecim ??
    - yemem ben bunu. sevmiyorum.
    + ama bak çok güzel, mis gibi karnıyarık. (anneme bakarak)
    - cıks. yemem ben patlıcan
    + ne olsa yersin peki ?
    - makarna. ama uzunundan
    + tamam. bak şimdi bunun makarna olduğunu düşünüp öyle ye.
    -!!
    + olmaz mı?
    - nasıl yani ?! (beyni almıyor çocuğun teyzesi, dur dur)
    + kapat gözlerini şimdi.
    -... (sihir bekleyen mal işte)
    + tamam şimdi al bakalım bu lokmayı. çiğnerken makarnayı düşün sadece
    - hmm
    + nasıl?
    - uzun makarnadan daha tuzlu
    + hadi hadi bir daha dene

    bu cümleleri kurduğumda 6 yaşındaydım. perdelerin dahi uçuşmadığı o sıcak yaz gününde, önüne konan karnıyarığa burun çeviren şımarık çocuk ben, birkaç dakika sonra tabağındaki patlıcanlı salçalı şeyin yarısını ite kaka da olsa yemişti. hiç unutmadım o konuşmayı. o mutfağı. o perdeleri. eniştemin gülüşünü. annemin şaşkınlığını.
    teyzemi bu konuşmadan iki sene sonra çok erken bir yaşta kaybettik.
    o günden sonra annem ne zaman sevmediğim bir yemek yapsa aklıma hep bu dialog geldi. hala da gelir.
    tatları o kadar da kötü değilmiş diye diye tüm tiyniyetsiz sebzeleri sevdim zamanla.
    ama pırasa ama bezelye ama ıspanak...

    neticede hepsi uzun makarna işte.

    kendime editli not: tam 25 yıl sonra bugün, geç de olsa, teyzemin yasını tutuyorum. sen hayatımda tahmin ettiğimden çok daha güçlü bir figürmüşsün meğersem. o ani kaybı, o lanet günü, o arkasına bakmadan giden beyaz arabayı içimde bir yerlerde, kafamın bir köşesinde, annemi kaybetmişim gibi sekanslayıp güzelce birleştirmişim. bilmeden. bugün emdr seansımda bu karnıyarık anısı pörtledi bir yerden. çıkamadım işin içinden. önce mutfak geldi aklıma, sonra uçuşmayan perdeler, tabaktaki yarım karnıyarık, sonra bahçedeki günümüz, ardından bana bakışın. artık seni hiç göremeyeceğimi anladığım o kasım günü aklıma kazınan o ağlama odası. ben o acıyı yanlış kapatmışım teyze, abuk subuk bastırmışım. insanlar neden ölür, nasıl ölür, nereye gider kendimce kendime anlatmışım ufacık bilincimle. şimdi... şimdi hatırladım. geç de olsa. o gün hissettiklerimin her santimini yeniden hissederek hatırladım.
    seni özlüyorum.
    ve artık trabzanlara tırmanıp senin yüreğini ağzına getirmeyecek kadar da büyüdüm. keşke görseydin. belki bu sefer benimle gurur duyardın.
  • "küçükken kimse sevmiyodu çirkin ördek yavrusunu.ben dediydim ama,suyuna aspirin atarsan,otunu bol tutarsan, benim diyen düve kadar adele yapar,pamuk gibi olur eti diye.

    geçen pazar mangal yaptık hamit abilerle, büyüyünce nasıl güzel bir kuğu olmuş bu,butlarda gram sinir yok arkadaş.böyle nasıl desem tam tavukla kırmızı et arası, kanadı süper oluyo ızgarada. bi de güzel içiliyo ki namussuzla...

    haftaya da calimeroyu yicez bakalım"

    işte çirkin ördek yavrusu,küçükken sevilmeyen,hatta belki horlanan ama büyüyünce pek sevilen,tadından yinmeyen bir yemek olmuştur.afiyet olsun.
  • ben de küçükken hiç sevmediğim enginarın, hele ki enginar dolmasının şu an hastasıyım...

    bu durumun nedenini prof. dr. yankı yazgan'ın bir yazısından okuyalım:

    "şimdi sevdiğim bir şeyi, çocuklukta nasıl olur da sevmezdim? enginarı sevmeyenler, hiç sevmeyenler, ömür boyu sevmeyenler, neden sevemiyorlar? canları öyle istiyor da ondan, doğru cevaplardan birisi elbette. bir şey daha var: enginar-, kereviz-, bamya-, sebzesevmezlerin nefret ettiği ne varsa, çocuklukta bunların tadına varmak nesnel olarak epeyce zor.

    çocukken, dil üzerine yayılmış olan tat algılayıcıların dağılımı henüz son şeklini almış değil. yani, her tadı algılayabilecek bir sisteme sahip değiliz. üstelik, bir tadın egemenliği, mutlak: tatlı, şekerli... şekerin üstünlüğü, hem şekere özgü algılayıcı sistemlerin doğuştan itibaren diğer tat algılayıcılardan daha gelişmiş olmasına, hem de şekerli tadın algılanmasının “zahmetsiz” olmasından ileri geliyor. dilinizi değdirdiğiniz anda, kendini hissettiren, biyolojik sisteminiz üzerindeki etkisi bile oldukça dolaysız ve hızlı olan bir tat (“şekerim çıktı/düştü” gibisi var da, acım ya da ekşim çıktı diyen pek az). bu tada ulaşmak için fazla zahmet gerekmiyor, hemen etkisini hissediyorsunuz." (açık radyo sitesinden)
  • biber dolmasının biberi.
  • valla yıllarca içinde soğan,lahana,kabak olan hiçbir şeyi yemedim... salata dahi... bamyaya bakamazdım bile... şimdi bamyanın, ıspanağın, kapuskanın, mücverin fanatiğiyim... salata mı dediniz... gectim çoban salatasını soğan salatasını kendi ellerimle hazırlıyorum... tezgahında bamya olan lokanta gorsem ciger gormus kedi formatında atlıyorum... yanarım yanarım onlarsız gecirdigim gunlere yanarım... affet beni anne... sen haklıymışsın...
  • lahana sarması.
    kendime inanamıyorum. şimdi annem yapsa diye gözünün içine baktığım, utanmasam bir tencere yiyebileceğim bu yemeği sevmediğime inanamıyorum. annem oldu olası sever bu yemeği. bize yaprak sarması pişirirken kendine de bundan sarardı ve biz nasıl iğrenir, nasıl da eziklerdik onu. sanki iğrenç bir şey yiyormuş gibi "ıyy, bu ne yaağğ...kokusu bile kötü" derdik ablamla.
    neyse ki sinirlenip iki tane çakmamış ağzımıza, iyi valla. hayır yani, yemiyorsan yeme ama sesini de kes bi değil mi...ya da hadi çocuk aklınla konuştun, bari büyüyünce "anne be, bu haftasonu bi lahana sarması yapsan da yesek, negzel olur" deme, utanma belasına. cık cık cık. benim çocuğum yapsa, çok sinir olurdum kesin.
  • enginar.çok güzel bi olaymış bu enginar yahu.
  • nikotin muhteviyatından olsa gerek, zorla patlıcan yedirilerek geçen uzun yıllardan sonra artık lokantaya gidip üstüne bi de para vererek karnıyarık yiyeceğimi rüyamda görsem inanmazdım. yıllar sonra patlıcan olmayan sofraya oturmayacağım belki de.

    biber dolmanın sadece içini yemekten, tümünü yemeye terfi etmiş olmamın açıklamasını ise bilemiyorum.
  • kesinlikle patlıcanın aralarında olduğu yemeklerdir.
hesabın var mı? giriş yap