• sibel'e dargınım. kızgınım. kırgınım kendisine. bugün sorsam en büyük pişmanlığının 23 yaşında evlenmek olduğunu söyleyeceğinden de adım kadar eminim ki adım "bilge" zaten. neyse konumuza geçelim;

    o zamanlar sibel ve bilge isimleri birbirleri için yaratılmışlar gibi gelirdi bana, dahası isimlerimizin yüzde seksenlik benzeme oranı, diğer şeyleri göz önünde bulundurduğumuzda solda sıfırdı. sayılar demişken... anadolu lisesinde okuyorum o zamanlar, ingilizcem hep 1. e o da amerikan dili ve edebiyatı okuyordu işte!!! bana pekala misis brown'ın ne bok yemeye kocasının kıçından ayrılamadığını ve seaside'a dahi onunla birlikte gittiğini açıklayabilirdi. ben de sonrasında ayaklarını ısıtıp kendisine, a noktasındaki bir teknenin ters yöndeki akıntıya karşı zart hızla gittiğinde, karşı kıyıdaki b noktasına kaç zurt uzaklıkta çıkacağını anlatabilirdim.

    kahretsin ki o zamanlar ben henüz 10 yaşındaydım ve ekran karşısında, ağzım açık bir şekilde bana firar etmesini bekliyordum sibel'in. dayanamıyordu kadıncağız. bu her halinden belliydi ve ben hiçbir şey yapamıyordum. "dayanamıyorum bilge, bu gece firar edeceğim" diyordu ve ekliyordu "istiyorlar ama senden başkası yok aklımda." ama elimden ne gelirdi ki? kantinde satılan ve bardakta servis edilen tüpten dolma kolanın statü göstergesi olduğu o yıllarda kendimi bir süre 1,5 litrelik frukoya vermiş ve her gün kral tv karşısında sabahlar olmuştum sibel'in klibi çıkar diye. ta ki o kara güne kadar...

    o gün her zamanki günlerden biriydi. yine salçalı margarinli ekmeğimi frukomla çalıştırıp sibelimin klibinin çıkmasını bekliyordum. vj bülent tüm sevimsizliğiyle palyaço fobimi depreştirirken birden gözüme dünyanın en yakışıklı ve mükemmel adamı gibi gözükmeye başladı. "yılın en iyi çıkış yapan kadın sanatçısı" dediğinde yaşadığım ilçede bir tek ben biliyordum sibelimin adını söyleyeceğini. klip başladı. sanıyorum 20'den fazla izlemiştim o zamana kadar ama... ama o da neydi? gördüklerime inanamıyordum. allahım o da neydi? gördüklerim gerçek miydi? gördüğüm şeyi hafızamdan silmek ve asla bir daha hatırlamak istemiyordum ki sonunda ağlamaya başladım. sorduğum tek bir soru vardı ve bunu hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra dile getiriyordum;

    "neden? neden yaptın bunu bana? neden?"

    frukomu isyan eden gözlerim, sızlayan yüreğim, cızıldayan sesim ve titreyen ellerimle annemin en sevdiği menekşelerinin üzerine boca ettim. o güzel parmaklarının birinde artık bir adet yüzük vardı ve sibelimin güzelliği kadar eminim, menajeri de olacak o adam, yani kocası, özellikle gözüme sokmasını istiyordu sibel'den yüzüğü.

    https://eksiup.com/80e9d01ad243

    çok ağladım dostlarım. üzüntümden her öğrencinin hayali, cuma günü son iki saat olan beden derslerinde bile üstümü değiştirmez, haşofmanlarımı giymez olmuştum. ne vardı yani abimle aynı odada yatıyorduysam? pek tabii kovabilirdim onu odadan. zaten birkaç seneye kalmaz üniversiteye de gidecekti ve odam sadece sibel'le bana kalacaktı. kabul, köşe odaydı ve her yanı pencerelerle doluydu ama üç silindir kaynaklı, buharlı mini ısıtıcımı o minicik ayaklarının dibine yerleştirseydim bunu sıkıntı etmezdi. hem o menajeri ve ne yazık ki kocası olacak adam sibeli daha mı iyi tanıyordu benden?

    sibel'in sanata olan düşkünlüğüne adam şarkısının klibinden aşinaydım. bunu övünmek olsun diye söylemiyorum ama bugüne kadar bir kere bile pastellerimi kırmamış bir sanat aşığıyım ben. sınıfın en güzel kızı ayşe'ye dahi koklatmadığım van dyck kahverengisi renkli pastelimi kendisine tahsis edebilirdim. çizip durabilirdi o meşhur yuvarlak kafalı adamları duvarlarıma. yetmezse... yetmezse 48'lik monami çantam da feda olurdu be uğruna! evdeki perdelerden o sevdiği beyaz elbiselerden yaptırırdım terzi cemal amcaya. kolundaki dövmelerden daha iyisini kendime yapabilirdim sırf ona daha yakın hissedebileyim diye kendimi. laf aramızda patates baskısında da sınıfın en iyisiydim, asla kabarmazdı kağıdım, ne sulu olurdu ne de çok kuru.

    sibel heykelleri de çok severdi. peki ben neyde iyiydim dersiniz dostlarım? evet, mermer kaydırarak futbolcu kartı ütmede adım mahalle sınırlarını aşalı çok olmuştu. üttüğüm mermerleri kendisine tahsis etsem, onlardan davut heykeli bile çıkarabilirdi.
    hayır hayır abarttığımı düşünmeyin lütfen, sibel çok yetenekli kadındı, yapardı elbet, bulurdu bir yolunu. sonra 90'larda her evde olan tahta çalışma masam vardı öyle hiiiiiiiç karşısına oturup da ders çalışmışlığım olmayan. kapaklarından birini söksem, sibelim onu benim hatrıma resim paleti olarak kullanırdı kesin.

    modadan da anlardım ben dostlarım. donatella versace'nin suratının henüz ördeğe benzemediği yıllardan beri hiçbir paris/milano moda haftasını kaçırmadım ben. yemin etsem canım sıkılmaz, size şunu da net olarak söyleyebilirim ki ben kate moss'un göbeği olduğu günleri bile biliyorum. bunları neden söylediğime gelirsek, 90'larda mini şort üstü erkek gömleği ve dev yakalı dört düğmeli takımları sibelime asla giydirmezdim ben. kakül mü? yahu siz ne diyorsunuz? ben o kadar zevksiz miyim? tabii ki fön çekilmeliydi o saçlara. yüzü açılmalıydı sibelimin ki herkes görsün güzelliğini. peki o menajeri, yani kocası olacak adam ne yaptı? hiç açıp bakmayın ben fotosunu paylaşıyorum aşağıda. bu saç stilinin adını ilk olarak meşhur makyaj uzmanı corci, uğurken erez'le bir sohbetleri esnasında koymuştu;

    "fakir sıçtı topuzu"

    https://eksiup.com/a099da1ac192

    sibel gitmişti bir kere. artık benim olma ihtimali yoktu. oysa bir 8 sene kadar daha bekleseydi... en güzel olduğu yaşta, henüz 30'unda olacaktı ve ben reşit biri olarak karşısına çıkıp;

    "dünden hazırdın ama ben daha yeni gelebildim aşkım" diyebilecektim. bu cümleyi tam 8 sene sürecek zihin antrenmanlarım sonrasında ortaya çıkarmıştım. sırf o an geldiğinde salak gibi görünmemek için her tehatro aşığının yaptığı gibi müjdat gezen sanat merkezi'ne gidip tiyatro eğitimi alacaktım. param mı yoktu? daha kolayını seçip kendini komik zanneden şebeleklerin izlediği yolu takip edecek ve yılmaz erdoğan'a sığınacaktım. seve seve. bunu sibel için yapacaktım. yapardım. her şey razıydım onun için ben, bunu da yapardım.

    ama olmadı. onda hüküm sürüp, bir gülüşüme kurban olduğu o günleri göremedim. çok üzgünüm. sizlerle paylaşmak istedim.
  • hoşlanırdım, aşklarım (bkz: özlem tekin) ,(bkz: rüya ersavcı) ve (bkz: deniz arcak) idi.
  • vardı böyle birşey gerçekten.
hesabın var mı? giriş yap