• popülerleşen ve ticarileşen bilimin kültürel hegemonyası ile ilgili olarak kostas gavroğlu "popülerleşen bilim ütopyaların karakteristiklerini dile getirir onlar da ideolojik trendleri meşrulaştırmak için kullanılır, ütopyalar daha da baskın hale gelir ve popülerleşen bilimden daha fazla desteğe ihtiyaç duyar. 2. dünya savaşı sonrasının sonsuz ucuz enerji ütopyası 70lerdeki krizlerde çökünce yaşanan paradigma kaymasıyla yeni ütopya hastalıksız dünya ve herkes için bol gıda oldu ve atom ve fiziğin yerini gen ve biyoloji aldı. hemen her gün medyada moleküler biyolojinin mucizleriyle karşılaşıyoruz. kansere yeni bir çare ya da obezite ya da kıskançlık geninin bulunması olsun, her gün moleküler biyolojinin zaferleriyle çoğu problemimizin çözüleceği durmaksızın hatırlatılıyor. bu popüler anlayış herşeyin genlerde olduğuna dair indirgemeci bir görüşe ikna ediyor." demiş. (bkz: http://johost.eu/…ol6_fall_2012/kostas_gavroglu.htm)
  • bir öznenin iktidarını sağlaması, sürdürmesi ve sürekli pekiştirmesi sırf zor, terör uygulayarak olmaz. özne, kendi hakimiyetini bireyin ve topluluğun rızası üzerinden de pekiştirmektedir. insanların kendi rızasıyla, kendi onayıyla söz konusu özneye teslim olmasına hegemonya diyoruz.

    ''kültürel hegemonya'' antonio gramsci'nin işte bu hegemonya kavramını açarak ve yeniden değerlendirerek ortaya attığı, marksizme kazandırdığı bir kavramdır. gramsci, hapishane defterleri'nde hegemonya kavramının açılımlarını gösterir. onun hegemonya kavramı bir anlamda iktidar ve tahakküm ilişkilerinin kendilerini nasıl yeniden ürettiklerini açıklamaya yöneliktir. hegemonya; doğrudan ve açık zor ya da güç kullanımı ile elde edilen ve sürdürülen iktidar değil, asıl olarak zor kullanmaksızın elde edilebilen tahakküm edebilme konumudur. egemen grup (ya da sınıf) bu iktidarı öteki grupların rızasıyla elde eder. gramsci'nin önemle üzerinde durduğu nokta bu rıza'nın nasıl yeniden ve yeniden üretilebildiğidir. ona göre rızanın yeniden üretimi ''hegemonik aygıtlar'' dediği eğitim, aile, din, töre vs. gibi gibi birtakım araçlarla olur. ''hegemonik aygıtlar'' sayesinde egemen güçler kendi ideolojilerini toplumun hemen her kesimine benimsetirler, belli bir zamanda belli bir ideoloji genelgeçer ve doğal bir söylem haline gelir. bu söylem egemenliğiyle elde edilen güç (ya da iktidar) konumu hegemonyadır. louis althusser, kendisini gramsci'nin devamcısı sayarken en asıl olarak hegemonya kavramının açılımlarındaki bu önermelere işaret etmektedir.
  • tanıl bora son dönemde kavramı dillerine pelesenk eden akpnin organik aydınları üzerinden güzel bir toparlama yapmış, gözden kaçmasın

    http://www.birikimdergisi.com/…gemonya#.wlvogdlhdiu
  • küreselleşmenin esas tezatlıklarından biridir. 'kültürler arası etkileşim' mottosuyla değerlendirilen bu distopik durum, zamanla muktedir kapitallerin insan üzerinde tercih hakkını, daha da ileri gidersek sorumluklarını azaltmış gibi gösterip onlarla birlikte özgürlüklerini de belli soft kavramlar içine sıkıştırmakta sakınca görmeyen bir bakış açısıdır. şöyle örneklememiz yerinde olur diye tahmin ediyorum; 50 yıl önceki bilimsel paradigmaların şimdikilerle olan farklılığı ve bunların yaşama yansıdığı kısımların arasında mevzubahis kavramlara hükmetme arzusu kati surette değiştirmemiştir. bu hususta ölümü ertelemenin bütün sorunların çözümü olacağı gibi yapay zekanın da herşeyi düzene sokup, herkesi hak ettiği o kutlu tahta yerleştireceğini beklemeyi de eklemeden geçmemeliyiz. bunları trend haline getiren nesiller theodor adornonun da söylediği gibi aydınlanmanın hurafelere karşı bir silah olmaktan çıkıp hurafe imalatçısı konumuna düşmesinin bu bağlamda kültürel erozyonun motiflerini aslında çok iyimser bir bakışla değerlendirdiğimizi açıklamış olduğunu söylemek yerinde olsa gerek

    edit: imla, cümle düşüklüğü
  • konu hakkında akadeöik bilgisi olan suserların yeşillendirmesini beklediğim siyasi teori.
  • son iki aydır türkiye'deki seküler kanadın, sahibi olduğu mesajını yüksek sesle yaygınlaştırdığı hede.
  • "kendi kendisine medeni dünya demesi, kendi kültürünü, kendi sanatını evrensel sayması ve bütün dünyaya karşı hakim kılacak şekilde örgütlemek istemesi batının emperyalizmiyle birlikte başlamıştır.

    bunlarla iş yapabilmek için onlarla temas etmek lazım. onların dilini öğrenmekte zorluk çekiyorlar. hatta biraz da tenezzül etmiyorlar. hal böyle olunca yapılması lazım gelen şey çok net ve açık ortada; misyoner mekteplerinde bunların bir kısmını hıristiyan yapıyorlar. hıristiyan yaptıkları insanlara kendi dillerini öğretiyorlar ve kendi kültürlerini zerk ediyorlar. ortaya yeni bir tip adam çıkıyor. bu yeni çıkan adam tipi dokusuyla, ana kültürüyle baba kültürüyle yerli; fakat misyonerlerden aldığı eğitimle ve öğrendiği şeylerle yabancı. eğer sen şimdi bu ortaya çıkmış garip tipi şirketinde önemli bir yere koyarsan birdenbire hayatı kurtuluyor ve bu defa menfaatiyle oraya bağlanmış oluyor.

    ilk defa bunlara “kompradore” diyorlar; kompradore, doğrudan doğruya bir yerli halkın içinden seçilmiş, dini, dili ve kültürü değiştirilmiş, yani kültürsüzleştirilmiş bir adamın hakim metropol ülkeye tâbi bir insan olarak kulanılması anlamına gelıyor."
  • günümüzde kültürel hegomonya sahibi kültürlere bakarsak
    sırasıyla
    amerikan kültürü
    ingiliz kültürü
    latin kültürü
    fransız kültürü
    rus kültürü
    arap kültürü diye gider sıralama.
    kültürel hegomonya sahibi ülkelere bakarsak emperyalist, sömürgeci bir yapıdan gelmekteler. değişik coğrafyaları fethetmiş ve kolonileştirmiş oldukları için, ticari güçlerinin yansıması olarak kültürel açıdan da egemen güç haline gelmişler.
  • modası geçmiş, 19. ve 20. yüzyıla ait bir kavram.
    artık internet ve sosyal medya faktörleriyle globalize olan bir ortak kültüre evrim söz konusu. ha bunun köklerini yine bağlamak istersek batı kültüründen çok fazla iz bulabiliriz.
    ama batı ve doğu kültürlerinin birbirilerinden etkileşerek bir sentez oluşturuyor ve evrensel bir internet kültürü içerisinde bu sentezin imgeleri yaratılıyor. dolayısıyla bugünkü kültür dünyası fransa'nın cezayir üzerindeki kültürel hegemonyası gibi ya da 20. yüzyılı domine eden abd ve dolaylı olarak ingiliz kültürel hegemonyası gibi tecelli etmiyor.
    tabii dil faktörünü dışarıda bırakarak sosyal alışkanlıklar ve inanç biçimleri üzerinden yazıyorum bunu. dil, organik gelişen ve büyüyen bir kültürel element olduğu için bu elbette geçmiş yüzyıllardaki hegemonik güçlerden besleniyor halen daha.
  • "dileyip de elde edemediği ya da kendisine yasak olan her şeyi bu tanrılara atfeder. öyleyse tanrıların aslında kültürel hedefler sayılabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır." sigmund freud - uygarlığın huzursuzluğu
hesabın var mı? giriş yap