• tanrı'nın iltifatı.çok dokunaklı gelir bana hep "kut" sözcüğü,çünkü doğrudan tanrıya bağlar insanın düşüncesini.
    özel ve güzel günlerde insanlarla selamlaşırken "kutlarım" yerine "kutlu olsun" dememin nedeni de budur.hatta bir keresinde "kut dolsun" demiştim*,sonra gözlerim yaşardı.öyle de önem veririm bu sözcüğe.türkçe'deki en güzel sözcüktür kanımca.
  • kut, şans değildir. şansın olmadığını kesin olarak biliyoruz, çünkü şans "ülüg" sözcüğü ile ifade edilmekteydi.
    kut, gök tanrı'dan gelen bir lütuf ya da armağandır. belki tam doğru bir tanımlama olmayacak ama, batı'da auctoritas neyi ifade ediyorsa, kut da aşağı yukarı böyle birşeydir. nitekim, orhun yazıtlarında da çok sık rastladığımız bu ifade, daha çok tanrısal erk ve yolun, yeryüzündeki insanlara bahşedilmesi gibilerinden anlamlarla kullanılmıştır. *
  • lugatta kut: iyilik getiren şey, uğur, baht, talih... kutsal yaşam gücü, bereket, hayat verici, mübareklik, canlılık... devlet idaresinde güç, yaratıcılık ve yetki bakımından sahip olunan üstün güç... ilahi bir kaynaktan gelen rahmet, bereket, mutluluk, ilâhî feyiz, ilâhî tecellî, ilâhî lutuf...

    türk devlet geleneğinde ise ülkeyi yönetme yetkisinin hükümdarlara, tanrı tarafından verildiği inancına “kut” denir. bu güç tanrı tarafından verildiği için eğer tanrı bu gücü geri çekerse hükümdarlar tahtı ve de hayatlarını kaybederler. başarılı olamayan hükümdar kutunu kaybetmiş sayılır.

    "kut, varlığa ve insana mâhiyetini kazandıran tanrı tecellîsinin zuhûra çıkmasıdır; kut doğrudan doğruya tanrı vergisidir, tanrı’dandır/sait başer"...

    eski türklerde kut'u da, ili de tanrı verdiğine göre, devletin (ilin) düzeni yer ile göğün düzenine bağlı idi; ona isyan olmazdı. devletine isyan eden, tanrıya isyan etmiş demekti. türk devlet felsefesi, türk milletinin veya bir kişinin kendi iradesi ve hırsıyla, bağlı olduğu devlete isyan edip, başkaldıracağını kabul etmiyordu. bilmediği, yanıldığı veya kandırıldığı için isyan etmişti. kültigin yazıtında: "bilmediği için, yanıldığı için, suç işlediği için kağan öldü. veziri ve beyleri de öldü. onok milleti (türgişler) çok zahmet ve acı gördü" denilmektedir.

    "kut'un özellikleri ve nazarî cephesi yusuf has hacib'in kutadgu-bilig (saadet veren bilgi) adlı meşhûr eserinde en ince noktasına kadar açıklanmıştır; buna göre: "kut'un (hükümdarın) tabiatı hizmet, şiarı adalettir. fazilet ve kısmet kut'tan doğar. beyliğe (hükümdarlığa) yol ondan geçer. herşey kut'un eli altındadır. bütün istekler onun vasıtası ile gerçekleşebilir. tanrısaldır... "bey! bu makama sen kendi gücün ve isteğin ile gelmedin, onu sana tanrı verdi. hükümdarlar iktidarı tanrı'dan alırlar..."

    eski türklerde ki kut'un (siyasi iktidarın) tanrı tarafından verilmesi düşüncesi islamiyet sonrası da devam etmiş ve bu defa hakimiyet görevi verildiği salih rüya, keşif, keramet gibi yollarla anlaşılır olmuştur. bunlardan en meşhuru da osman gazi'nin gördüğü ve şeyh edebali'nin osmanlı devleti'nin kuruluşu olarak tabir ettiği rüyasıdır:

    "gâh gâh gelür idi. bu aziz’e konuk olur idi. osman gâzi kim uyudu, düşünde gördü kim, bu aziz’in koynundan bir ay doğar, gelür osman gâzi’nin koynuna girer. bu ay kim osman gâzi’nin koynuna girdiği demde, göbeğinden bir ağaç biter. dâhi gölgesi âlemi tutar. gölgesinün altında dağlar var. ve her dağın dibinden sular çıkar. ve bu çıkan sulardan kimi içer, kimi bağçalar suvarır ve kimi çeşmeler akıdur. andan uyhudan uyandı”… sürdi geldi, şeyh’e haber virdi. şeyh eydür: “oğul osman, sana muştuluk olsun kim, hakk teâlâ sana ve neslüne padişâhlık virdi; mübarek olsun!” der ve ekler: “benüm kızım malhun hatun senin helâlün oldı!”… o devir edebi içinde, osman gâzi’nin malhun hatun’a ve onun da ona sevdalı oluşu, birbirlerine denk ve lâyık oluşları, aşiret çevresinde bilinir bir şeydi ve rüyâ osmanoğulları’nda kut’un çıkacağının bir habercisi olarak tâbir olundu, nitekim bugüne kadar gelen ve devam eden bir süreç öyle de oldu, olmakta devam ediyor. (nevzat köseoğlu. a.g.e.)"

    "kut'un kelime manası, uğur, devlet, baht, saadet vs. olmakla birlikte, türk ve moğollar'da genellikle gökten inen bir nur sütunu şeklinde tasavvur olunur ve han soyunun bundan meydana geldiğine inanılırdı. kut taşıyan hakan mukaddes olup, hazar hakan ailesinde olduğu gibi yüzünü halka göstermezdi. hanlar umumiyetle, gökten inen bir ışıktan gebe kalmış bir prensesin evlatlarıdır (inalcık, 1959: 74-76)."

    bir kırgız atasözünde: "kut’u yalnız iyi, temiz adam yakalayabilir, kötü adam elinde ise gait parçasına döner.(gaita: dışkı)" denir.

    (by deep blue= deep blue adlı okuyucu tarafından hazırlanmıştır)
  • orhun yazıtlarında zaman zaman ruh yerine de kullanılmış bu kelime. gökten(tanrı) gelen, bahşedilen yaşamsal güç.

    yaşam, yaşamı sağlayan ruh tanrı'nın lütfu olarak düşünülmüş. sanki töz gibi bir anlamı da var.

    (bkz: kutlu)

    “kuş uçdı” denilirken ruh gitti anlamında kullanılmış. kişinin veya hayvanın ölümü, o kişiye veya hayvana verilen kut’un tükendiği ya da tanrı tarafından yenilenmediği zamanlarda gerçekleştiği düşünülüyordu herhalde tüm bunlar olup biterken.

    ecnebiler der hapşırınca;
    god bless you

    (bkz: rahmet)
  • türkçenin tarihsel sürecinde servet, şans , yarlık*, iktidar ayrıcalığı, tengrinin gücü, ruh/can, devlet ve mutluluk anlamlarıyla karşımıza çıkan bir kelime kut...

    iktidarın, hakimiyetin gökten gelen bir tanrı vergisi olduğunu ifade eden kut anlayışını, devlet kuşu/talih kuşu deyiminde de görüyoruz ki kimin başına konarsa o kişi devlet ve ikbal bulur, hakan olur anlamına gelen bu deyimi türkler, ‘kutlanma, kut bulma ‘ anlamlarında kullanmışlar.

    “türk mitolojisindeki bereket ve doğum tanrıçası umay'la olan isim bağlantısindan ötürü hüma kuşu'nun da dişi olduğu kabul edilir.
    gene başka bir rivayette de başına konduğu kişinin hükümdar olduğu söylenir ki bugün kullandığımız 'başına talih kuşu konmak' deyimindeki kuş da kendisi oluyor.”
    (bkz: türk mitolojisinde kuşlar/@ay hatun)

    türk devletçilik tarihinin önemli belgelerinden biri olan ve saadet bilgisi dediğimiz kutadgu bilig'de de yine bu anlamda kullanılmış.

    "her ne varsa, kutun elinin altındadır... bu makama, sen kendi gücün ve isteğinle gelmedin... onu sana tanrı verdi… hükümdarlar, iktidarı tanrıdan alırlar"
    (bkz: kutadgu bilig)

    kaşgarlı mahmut: ‘eğer tanrı kuluna kutu ve saadeti bahşederse, bu durumda onun işleri hep rast gider.’, ‘yüce tanrı onu rahmetine boğmuştur. onun inayetiyle gökten kut ve saadet yağmıştır.’ der. bir başka yerde ise, işleri rast gitmeyen bir insanın kut sahibi olmadığını (kutsuz) söyler.

    orhun yazıtları’nda da kutun gök tanrı* tarafından verildiğini ve kağanı etkilediğini anlamaktayız. kağan, kut sayesinde hayatta kalmakta ve zafere ulaşmaktadır.

    " umay gibi annem hatunun kutuna/devletine küçük kardesim kül tigin er adını aldı.”
    (kül tigin abidesi – doğu yüzü)

    "tengri buyurduğu için, kendim kutlu/devletli olduğum için, kağan oldum.”
    (kül tigin abidesi – güney yüzü)

    " alaca atlı yol tanrısıyım. sabah akşam atımla rahvan gidiyorum. bu yol tanrısı güler yüzlü iki insana rastlamış. insanlar korkmuş. yol tanrısı 'korkmayın, size kut vereceğim' demiş. öylece bilin. bu iyidir. “
    (bkz: ırk bitig/@ay hatun)

    zaten çinliler, uygurların kut dağını hile ile parçaladıkları zaman kuraklık başlamamış mıydı? vatan toprağının kutsallığı bundan daha güzel anlatılabilir mi?
    (bkz: kutlu dağ/@ay hatun)

    kut gövdesinden türeyen kutlu da, kut sahibi kişiyi nitelendirir ki bilebildiğimiz eski dönem sözlüklerin neredeyse hepsi bu sözcüğü tanır ve onu mutlu, sevinçli olarak tercüme ederler.

    günümüzde ise kut sözü, ‘kutlu gün doğuşundan bellidir.’ atasözünde de, ‘doğum günün kutlu olsun.’ dileğinde de, ahmet muhip dıranas’ın ‘doldur kutlu ellerinle kadehimi.’ dizesinde de bütün güzelliğiyle varlığını sürdürüyor...

    kutsal kelimesine gelince…
    latincesi sacrum/sakral olan kutsal kelimesi, türkçede kut kelimesine tartışmalı bir –sal/-sel eki getirilerek oluşturulmuş ama şu anki konumuz bu değil. galat-ı meşhur, lügat-i fasihten evladır, diyerek devam edelim.

    kutsallık kavramı ilk insanlarda –doğal olarak- inanç sistemiyle paralel gelişmiş. primitif dönemlerde insanların ulaşamadığı, yenemediği, korktuğu, şeylere karşı içgüdüsel geliştirdikleri tapınım sonucu dinle birlikte kutsallık kavramının da geliştiği genel kabul gören bir teori.

    işte türklerdeki kutsallık anlayışının temeline inmek için orta asya bozkırlarına yaptığımız zaman yolculuğunda da benzer bir mantık görürüz. uçsuz bucaksız gökyüzü altında yüksek düzlükler, aşılmaz dağlar, çorak araziler ve nehirlerle dolu bu coğrafyada yaşayan insanların çağlar boyunca, göğe, ağaçlara, dağlara ve nehirlere kutsallık addetmesi, onların saygı duymaları ve iyi geçinmeleri gereken birer tanrı/ruh olduğuna inanmaları, çok soğuk olan bu coğrafyada ateş/ocak ile oguşu özdeşleştirmeleri ve iduk olarak görmeleri hatta yaşadıkları yere bile idikut demeleri çok da şaşılacak bir şey değil heralde. (mesela benzer mantıkla bazı türk boylarında ateşin yıldırım tanrısı tarafından gönderildiğine inanılır ki muhtemelen ateşle ilk kez yıldırım düşmesi sonucu tanışmış olabilirler) zaten mitoloji insan doğa ilişkisi üzerine kurulu değil midir ya da şamanların diğer dünyalara yaptığı yolculuklar, ölümen sonra yaşamın devam ettiği düşüncesi bu zorlu yaşam mücadelesinde hayata tutunma araçları değil midir?

    gökyüzü ise tengriyi simgelediği için başlı başına kutsaldır.

    “tengriciliğin* ortaya çıkışında, hayat tarzı konar göçer olan türkler, yaşamlarını etkileyen doğa şartlarının kaynağını gökyüzü addetmiş, ona tengri demiş ve zamanla somuttan soyuta geçerek zihinlerinde her şeye hâkim mutlak bir varlığa dönüşmüş. (mircea eliade yükseklik kavramıyla ilişkili olarak arkaik topluluklarda tanrı’nın yukardaki, gökteki şeklinde ifade edildiğini söyler ki mitolojinin astromoniyle ve kozmolojiyle iç içe olmasının bir nedeni de budur) dolayısıyla gökyüzü zamanla gökte duran yaratıcı kavramına evrilmiş, sonraları ise gökyüzü ve tanrı kavramları ilk zamanların aksine birbirinden ayrılmış (codex cumanicus’ta* gök ve tanrı kavramlarının ayrı ayrı maddeler halinde ele alınması gibi) ya da ikisini birden karşılar hale gelmiş.”
    (bkz: tengricilik/@ay hatun)

    bu durumda eski türklerin inanç sisteminde gök tanrı, yer sub* ve atalar kültü* başat olmak üzere animizm çerçevesinde bütün doğa unsurlarına verilen önem ve saygı neticesinde türklerin inanç sistemlerindeki kutsallık anlayışının bir ihtiyacı karşılamak için doğduğunu ve zamanla kurt, at gibi hayvanları da dahil ederek -kurdun milli külte dönüşmesi gibi- kutsallığın çok geniş bir tasavvura dönüştüğünü söyleyebiliriz...
  • demokratik olmayan toplumlarda** tanrının hükümdarlara verdiğine inanılan yetki. (bkz: karizma)
    bu yüzden türk hakanları idikut, tanrıkut gibi adlarla anılırlardı.
    ayrıca (bkz: kutalmışoğlu süleyman şah)

    devlet yönetimine de bu ad verilirdi. (bkz: kutadgu bilig) yani (bkz: siyaset bilimi)
  • kut, bulamadığındır ama aramaktan;
    gelmesini beklemekten, vazgeçemediğin...

    bulamayacağından kesinlikle emin olduktan sonra da,
    aradığın;
    gelmeyeceğinden kesinlikle emin olduktan sonra da
    beklediğin.

    kut, aradığın ve beklediğindir
    artık arayamayacak duruma düşsen de;
    artık bekleyemeyecek duruma düşsen de
    her şeyden sonra da...

    aruoba (bkz: yakın)
  • bu kelimenin farsçadaki huday (tanrı) kelimesi ile ilintili olduğu söylenegelir. ayrıca, tesadüf müdür bilinmez, ibranice'deki kodeş,(kutsal) arapça'daki kudsi kelimeleri ile de benzeşir
  • kore'de halkin buyuk cogunlugunun inandigi mu dinine ait rituel.
  • kurtulmayı da kudurmayı da türeten kök.

    eski yunanca "hieros", latince "sacer", fransızca "sacré", ingilizce "holy", türkçe "mübarek"te de böyle bir aykırılık var.
hesabın var mı? giriş yap