aynı isimde "la casa de papel (roman)" başlığı da var
26 entry daha
  • iki gün içinde iki sezonu sıkılmadan bitirdiğim nefis "soygun" dizisi. özellikle 1. sezon 12. bölümde çalan, çok sevdiğim the sting filminin soundtrack'i ile +1 puan daha almıştır nazarımda.
  • ilk sezonu “belliydi zaten bu ispanyolların senaryo hususundaki ustalıkları the invisible, el cuerpo gibi çektikleri filmlerden” minvalinde izlerken ikinci sezonu da daha da ispanyol dizisi izlemem herhalde düşüncelerine kapılarak izlediğim netflix yapımı ispanyol suç dizisi.
  • 2. sezonu an itibariyle bitirmiş bulunmaktayım. dizi ismini görünce ispanya'ya duyduğum ilgiden dolayı hemen tıkladım iyiki de tıklamışım.

    --- spoiler ---

    herbir karakterin kendine has sebepleri var. insan hakikaten bir şeye bel bağlamadan varolamıyor. sebepsiz kaldığımızda düştüğümüz boşluk bizi yokluğa itiyor ve ya kafayı yiyorsun ya intihar ediyorsun. insan bi umuda sığınmalı.

    profesör sakin olgunluğuyla beni benden aldı. anlık endişelere kapılsa da asla taviz vermedi.
    berlin asla kendinden taviz vermeyen bir karakterdi. o da ha keza zaaflarına yenik düşse de amacından sapmadı.
    tokyo bana hem mathilda* hem amelia hem de evey hammond*anımsattı. aslında ne kadar kırılgan olsa da bir şeyleri düzeltmeye çalışırken hep bozan bir kız çocuğu.
    rio tam bir bebek. olgun bir kadına aşık olan genç bireyi güzel oynamış. bilgisayar kurdu.
    nairobi saf ama bebeğini unutamayan bir anne. bana hep konken oynayan şımarık ev hanımlarını andırdı.*
    moskow ve denver baba-oğul. moskow aile babası olamamış ama geçmişini de aklından silemeyen kendi içinde çekişmeleri olan baba figürü. denver kimse tarafından sevilmemiş ama sevilse sevdiğini sevenini asla arkasında bırakmayacak bıçkın delikanlı.
    helsinki tam bir görev adamı. kimseyi satmayan, tavizsiz bir adam.
    oslo da helsinki gibi sessiz olanı.
    şunu da bırakıyorum toprağınız bol olsun berlin oslo, moskow.

    --- spoiler ---

    daha çok yazmak istiyorum ama diğer sezonlara inşallah.
  • ispanyollar bu işi iyi yapıyor dedirten, içinde aşk, suç, gerilim, heyecan, mutluluk, umut olan, iyiyi kötüyü, ahlakı tekrar sorgulatan dizi.

    diziye başladığımdan beri kafamın içinde "o bella ciao, bella ciao, bella ciao ciao ciao" ezgisiyle dolandığım da doğrudur.

    bitince üzüldüm resmen. sonra dedim ki dizi olunca süreç uzuyor, bağlanıyor insan haliyle, bundan sonra ben film izleyeyim. böylece bağlanma sıkıntısı olmaz.*

    soygun yapılış şekli itibariyle çok zekiceydi. sisteme de güzel göndermeler var. hatta çok güzel göndermeler. profesör her daim kararlılığı, sakinliği ile beni benden aldı. raquel üzerinden kadına şiddet olgusunu ele alış biçimlerini de beğendim. profesör, nairobi, berlin, tokyo, rio, moscow, denver, helsinki, oslo, her karakterin ayrı bir derinliği vardı. hepsini de çok sevdim. stockholm sendromu değil ha, gerçekten sevdim. kesin bilgi.* ben raquel'i de çok sevdim demeden geçemeyeceğim.

    jenerik müziğine de bayıldım.

    if i'm losing now, but i'm winning later
    that's all i want

    bu da benim hayat mottom olsun.

    bir de ne zaman aşk işin içine girse işler kötüye gitti gibi geldi ya bana. gerçek hayatta da biraz öyle değil mi! neyse her şey aşkla zafere bağlandı sonunda. o zaman bizim için de belki hala umut var.

    kendimi yine onunla uğurluyorum bu entryden:

    o bella ciao, bella ciao, bella ciao ciao ciao

    edit: imla
  • tokyo karakterinin hem (bkz: natalie portman) (bkz: leon) hem (bkz: jessica biel) hem de (bkz: eva mendes)e aynı anda nasıl benzeyebildiğini anlayamadığım dizi.
8040 entry daha
hesabın var mı? giriş yap