• notlarımdan;

    "bütün yüksek sosyete şölenleri, yeterince derin bir kesit alındığında, hekimlerin hastalarını da çağırdığı davetlere benzerler. hastalar son derece mantılı konuşur, davranışları gayet yerindedir, ancak önümüzden geçen yaşlı bir beyi gösterip,

    -bakın, jeanne d'arc,

    diye kulağınıza fısıldadıkları zaman deli olduklarını anlarsınız."
  • bazı durumlarda insanın hapsettiği insana nası hapsolduğunu anlatıyor.
    marcel proustun diğer kitapları gibi, mahpus'u da okumak zor, ama dikkati kaybetmeden okunduğunda bir cümle,paragraf veya basit bir konu içinde bile pek çok farklı şeyle bağlantıyı nasıl kurduğunu görüp çüşş demek mümkün.

    ..o günden sonra iki kazancım olmuştu. biri, albertine'in uysallığı sayesinde yaşadığım huzurun doğurduğu albertine'den ayrılma ihtimali ve bunun sonucunda, ayrılma kararıydı. ikincisi de, piyanomun başında albertine'i beklerken daldığım düşüncelerin meyvesiydi: tekrar elde edeceğim özgürlüğümü hasretmeye çalışacağım sanat, fedakarlığa değecek bir şey, hayatın dışındaki, hayatın boşluğundan ve hiçliğinden bağımsız bir şey değildi; sanat eserlerinde ulaşılan gerçek bireysellik görüntüsü, teknik ustalığın göz aldatmacasından kaynaklanıyordu sadece. o öğle sonrası, içimde başka kalıntılar, belki daha derin izler bıraktıysa da, bunlar bilincime çok daha sonraları ulaşacaktı. açıkça değerlendirebildiğim iki kazancım ise, kalıcı değildi; daha o akşam, sanata ilişkin fikirlerim, öğleden sonraki düşüşten toparlanıp yükselecek, buna karşılık huzurum ve dolayısıyla kendimi sanata adamama imkan verecek olan özgürlüğüm, bir kez daha elimden alınacaktı.
  • marcel proust'un yazdığı, yky tarafından 7 cilt olarak yayımlanan kayıp zamanın izinde adlı eserin 5. kitabı. romanın kahramanı marcel, aşka, onun öznesi albertine'e ve içindeki tutkuya hükmetmeye çalışırken, aşkı ve tutkusu ona hükmetmeye başlıyor. proust'un benzersiz gözlemleri ve duyarlılığıyla kaleminden dökülenler, insanın ruhuna işliyor yine.
    kitaptan, arka kapağında da yer alan bir alıntı;

    "gerçeklik, meçhule giden yolda bir ilk adımdır sadece ve bu yolda pek fazla ilerlememiz mümkün değildir. en iyisi bilmemek, mümkün olduğunca az düşünmek, kıskançlığa en ufak bir somut ayrıntı sunmamaktır. ne yazık ki, dış dünya olmasa da iç dünyamız bazı olaylar çıkarır karşımıza; albertine gezintiye çıkmasa da, tek başıma düşüncelere daldığım zaman bulduğum bazı tesadüfler, bazen bana gerçekliğin küçük parçalarını sunuyordu; bu küçük ayrıntılar, tıpkı birer mıknatıs gibi, meçhulün bir parçasını kendilerine çekerler ve o andan itibaren, meçhul bize acı vermeye başlar."
  • gezginlere alternatif sunmus, bu bakis acisiyla kanimca alain de button'un comment proust peut changer votre vie kitabina ilham olmus marcel proust romanidir: tek gercek seyahat yeni yerlere gitmek degil, baska gozlere sahip olmak, dunyayi bir baskasinin, yuzlerce baska kisinin gozleriyle gormek, her birinin gordugu, her birinin icerdigi yuzlerce dunyayi gormektir.
  • "ne gariptir ki, bir alışkanlığın yerleşikliği, genellikle abesliğiyle doğru orantılıdır. çarpıcı şeyleri sürekli bir biçimde yapmayız genellikle. kendi kendini bütün zevklerden mahrum edip kendine en büyük acıları yaşatan takıntılı kişilerin mantıksız hayatları ise, en az değişenlerdir. merak edip her on yılda bir izlesek, her defasında zavallı hastanın, yaşayabileceği saatlerde uyuduğunu, sokaklarda bir cinayete kurban gitmekten başka yapılacak şeyin olmadığı saatlerde sokağa çıktığını, terleyip buzlu su içtiğini, nezlesinin bir türlü geçmediğini görürdük. bütün bunları temelli değiştirebilmek için, bir tek gün biraz enerji harcamak yeterlidir. ne var k i bu tür hayatlar, genellikle enerji harcamaktan aciz insanlara özgüdür. sırf iradeyle düzeltilmesi mümkün olan bu korkunç, tekdüze yaşayışların bir başka yönü de sapıklıktır."
  • bir marcel proust romanı.
  • marcel proust'un türkçeye mahpus adıyla çevirilen romanı. kıskanç marcel sevgilisi albertine'in bir lezbiyen olduğundan şüphelenmektedir. bu romandan uyarlanan filmin adı ise farklı: (bkz: la captive)
  • göçmüş kediler bahçesi'nde kendisinden alıntı bulunan marcel proust romanıdır.
  • özgünü 1923 basım tarihli, yky'dan mahpus adıyla çıkan marcel proust romanı.

    * bu romandan adeta bir şiir dizesi:
    albertine'in* uykusuna binip yol alırdım.

    *gene bu kitaptan bir gerçek şiir dizesi:
    ayrılık şarkılarının* kaynağı bulanık sudur.

    * nişanlılık dönemimiz bir dava görünümüne bürünmekteydi; albertine bir suçlu kadar çekingendi.

    * güzelliğin* bir mutluluk vaadi olduğu söylenmiştir. tersine, haz ihtimali de, güzelliğin başlangıcı olabilir.

    * çünkü manevi güvensizlik, görsel algının doğruluğunu, gözdeki maddi bir kusurdan daha fazla engeller.

    * hiç şüphesiz, her insan için, diğer herkesin hayatı, aklına bile gelmeyen, karanlık yollar gibidir.

    * ama bu ahlaksızlıkları öğrendiğimiz zaman, ahlakçılıktan çok, çılgınca bir şey olduğunu hissettiğimiz için korkarız.

    * kim ne derse desin, sorumsuzluk, kusurları, hatta suçları ağırlaştırır.

    * bütün engellere rağmen ayakta kalabilen, utanç verici, şaibeli eşcinsellik, tek gerçek eşcinselliktir; aynı kişide, gelişmiş ahlaki meziyetlerle çakışabilecek tek eşcinsellik budur.

    * delilerle düşe kalka, sonunda kendi de bir çılgınlık buhranı geçirmemiş deli doktoru var mıdır?

    * kitap yazmış olsaydı, yazdığı kitaplar, bütün tahminlerimin aksine kötü kitaplar da olsalar, ne harika bir lügat, ne tükenmez bir repertuar oluştururdu!

    * ne var ki insanlar sırlarını başarıyla korurlar, çünkü onlara yaklaşan herkes sağır ve kördür.

    * bazı kavramları kafamızda o kadar büyütürüz ki, o kavramı tanıdığımız bir insanın bildik yüz hatlarıyla bağdaştırmamız mümkün olmaz.

    * bir suç sözkonusu olduğunda, suçlu için tehlike varsa, itirafı belirleyen menfaattir. yaptırımsız kabahatlerde ise, izzetinefis belirleyicidir.

    * - çünkü duyarsızlığın ya da ahlaksızlığın itiraf edilmesi hayatı, mezhebi geniş olmak kadar kolaylaştırır.-

    * alışkanlıktan bile isteye kendimizi mahrum etmiş, yaşamakta olduğumuz güne istisnai bir önem yüklemiş, onu benzer günlerden ayırmışızdır; tıpkı yolculuğa çıkacağımız günlerdeki gibi köklerinden kopmuş, sallantıdaki bir gündür o artık; o güne kadar alışkanlığın felce uğrattığı hayalgücümüz uyanmıştır; gündelik aşkımıza ansızın eklediğimiz duygusal hayaller bu aşkı akıl almaz ölçüde genişletir, sevgilinin varlığı bizim için vazgeçilmez hale gelir; oysa bu, tam da varlığına kesinkes güvenmediğimiz andır.

    * aşkta bir duygudan vazgeçmek, bir alışkanlığı kaybetmekten daha kolaydır.

    * ..., çünkü bir ayrılıkta, sevgi dolu sözleri söyleyen taraf, aşık olmayan taraftır, aşk doğrudan ifade edilmez;...

    * bu şeklide yaptığımız konuşmaları, hem haklı olarak samimiyetsizce, hem de serbestçe yaptığımızı düşünürüz. oysa bunlar genellikle, hayalimizden geçmeyen bir fırtınanın, biz farkında olmadan, bize rağmen fısıldanan ilk uğultularıdır.

    * aslında bu konuşmalarla ifade ettiğimiz şey istediğimiz şeyin (sevdiğimizle ömür boyu birlikte yaşamanın) tam tersidir, ama aynı zamanda, her günkü ıstırabımızın kaynağı, yani birlikte yaşamanın imkansızlığıdır; ...

    * aynı üzüntüler yeniden başlar, aynı birlikte yaşama zorluğu, artarak devam eder; yalnız ayrılık, eskisi kadar zor bir şey olmaktan çıkar; önce ayrılığın sözü edilmiş, sonra da kibar bir uygulaması yapılmıştır.

    * tecavüz, hançer, yangın ve zehir...
    heyhat! çünkü ruhumuz cesur değildir.
    c. baudelaire'den alıntı

    * insan ancak ulaşılmaz bir şeyleri içinde barındırmasından ötürü peşinden koştuğu, sahip olmadığı bir varlığı sevebilir; ben de çok geçmeden albertine'e sahip olmadığımı bir kez daha fark ederdim.

    * albertine için de geçerli miydi bilmiyorum, ama tıpkı en inançsız insanlarda iyiliğe inancın var olması gibi, bizi aldatanların yalan konusunda gösterdiği sebat da tuhaf bir şeydir.

    * bununla birlikte, ben kendim tam anlamıyla sadık olsaydım, hayal bile edemeyeceğim sadakatsizliklerinden ötürü acı çekmezdim belki de.

    * gözlemin pek bir etkisi yoktur. insan ancak kendi yaşadığı hazdan bir bilgi ve ıstırap çıkarabilir.

    * gerçeklik düşmanların en kurnazıdır.

    * ..., çünkü hafızamızda her çeşit şey bulunur; hafızamız, bir tür eczane, bir tür kimya laboratuvarıdır, elimize tesadüfen sakinleştirici bir ilaç da geçebilir, tehlikeli bir zehir de.

    * insanların hayatındaki bilinmezlik, tabiatın, her bilimsel keşifle azalan, ama ortadan kalkmayan bilinmezliğine benzer.

    * ama kadın, hayatının temelini oluşturan hazları, erkeğin kendini en basiretli zannettiği ve üçüncü şahısların kendisini en çok bilgilendirdiği anlarda bile aramayı akıl edemeyeceği bir yerde saklar.

    * albertine'le* hayatımız kıskanmadığım zamanlar sıkıntıdan, kıskandığım zamanlarsa ıstıraptan ibaret olduğunu sanıyordum.

    * aksi takdirde albertine bu ziyareti o kadar önemsemezdi. yani önemsemediğini tekrar takrar söylemezdi.

    * "şu geçen kadına niye baktınız?" diye sormak bile zorken, "niye bakmadınız?" diye sormak iyice zordur.

    * ne var ki çağımızın gomorra'sı parçaları en beklenmedik yerlerden gelen bir yapbozdur.

    * ... albertine yaşlı bir kadına veya erkeğe asla genç kadınlara baktığı şekilde, gözlerini dikerek veya aksine sakınarak bakmaz, görmezden gelmezdi. hiçbir şey bilmeyen aldatılmış kocalar, aslında her şeyi bilirler.

    * zaten sevdiğimiz kadında yalan söyleme eğilimini keşfetmemize yardımcı olan kıskançlık, kadın bizim kıskandığımızı keşfettiğinde bu yalan söyleme eğilimini yüz kat arttırır.

    * "belki yarın verdurin'lere giderim, hiç bilemiyorum aslında, canım pek gitmek istemiyor." bu çocukça anagram çözüldüğünde şu itiraf ortaya çıkıyordu: "yarın verdurin'lere gideceğim, kesin kararlıyım, çünkü benim için çok önemli."

    * kıskançlık çoğu kez, endişeli bir zorbalık ihtiyacının aşki konulara yönelmesinden ibarettir.

    * bize mektup yazacağına söz vermiş, biz de sakinleşmişizdir, artık onu sevmiyoruzdur: mektup gelmez, bir haberci görünmez, ne olduğunu merak ederiz, yürek darlığı ve aşk yeniden doğar.

    * çoğunlukla aşkın nesnesinin* bir beden olabilmesi için, o bedenin bir heyecanı, onu kaybetme korkusunu, tekrar bulmanın belirsizliğini içinde barındırması gerekir.

    * bizim endişemizle birlikte kendi mizaçları, bu insanlara, bu kaçak insanlara kanatlar takar.

    * sadece onca insanı değil, onca insana yönelik arzuyu, tensel hatırayı ve endişeli arayışı da barındırıyordu içinde.

    * muhtemelen en önemsiz olan şeyler, sevdiğimiz (veya tek eksiği olan bu ikiyüzlülük tamamlandığı an seveceğimiz) kişi tarafından gizlendiğinde, ansızın nasıl da olağanüstü bir değer kazanır!

    * böyle karşılıklı yalan söylüyorduk. ama bazen, samimiyetin söyleteceği doğrulardan daha derin bir gerçek samimiyetin sesinden başka bir ses tarafından ifade edilebilir, öngörülebilir.

    * uyanıkken hayat, hemen her zaman aynıdır, bu yüzen de seyahatler hayal kırıklığı yaşatır.

    * sevdikleri kadını göz hapsinde tutmak için geçmişte uykularından feragat eden kıskançlar, onun arzularının, zamanın, muazzam ve esrarengiz dünyanın kendilerini aştığını anlayınca, önce sevgililerinin kendi başına sokağa, sonra yolculuğa çıkmasına izin verirler, sonra da ayrılırlar. kıskançlık böylece besin yetersizliğinden* sona erer; zaten bu kadar sürmesinin sebebi de durmadan besin talep etmiş olmasıdır.

    * çünkü başlangıçta arzu tarafından yaratılan aşk, daha sonra da ıstıraplı bir kaygıyla beslenebilir ancak.

    * ancak tamamına sahip olmadığımız şeyi sevebiliriz.

    * konuşmalarımızın büyük bölümü ezberlenmiş sözlerden ibarettir.

    * genellikle bize benzeyen şeylerden nefret ederiz, kendi kusurlarımız, başkasında gördüğümüzde çileden çıkarır bizi.

    * aşkla sevilmek için içtenliğe, hatta yalanda ustalığa bile gerek yoktur.

    * hayallerin gerçekleşmesi tabii ki mümkün değildir, bunu biliriz, arzu olmasa, belki hayal kurmazdık, oysa hayal kurmak yararlıdır, hayalerimizin yıkılışını görürüz, bu başarısızlık bize yeni bir şey öğretir.

    * ..., çünkü en takdir ettiğimiz kişiler, hem fazilet sahibi olan, hem de faziletlerini hiç düşünmeden bizim ahlaksızlığımızın hizmetine sunan kişilerdir.

    * galiba tabiat, ancak oldukça kısa süreli hastalıklara yol açabiliyor. ama tıp, hastalıkları uzatma görevini üstlenmiş durumda. /.../ ilaçlar olmasa, tabiat hastalığa bu kadar uzun mühlet tanımaz. tıbbın neredeyse tabiatın kuvvetine erişerek insanı yatağına çivileyebilmesi, ölüm cezası tehdidiyle bir ilacı kullanmaya insanı mecbur edebilmesi, bir mucizedir.

    * başka bir insanın hayatının, katliama yol açmadan elimizden atamayacağımız bir bomba gibi, bizim hayatımıza bağlı olması korkunç bir şeydir. bunu, bir deliyle yakın ilişkisi olan herkesin yaşadığı kimi duygularla karşılaştırabiliriz; ...

    * söyleyebileceğimiz tek şey, hayatımızdaki her şeyin, sanki bu hayata, önceki bir hayatta yüklenilmiş görevlerle adım atmışz gibi olup bittiği; yeryüzündeki yaşama koşullarımızda, iyilik yapmayı, incelikli, hatta terbiyeli davranmayı görev bilmemiz için hiçbir neden yok; ...

    * evren hepimiz için gerçek, ama her birimiz için farklıdır.

    * gerçekten de, güney kutbundaki veya mont blanc'taki bir sürgün, içimizdeki bir sapıklığa*, yani başka insanlarınkinden farklı bir düşünceye yapılan uzun bir yolculuk kadar bizi başkalarından uzaklaştıramaz.

    * bir şair bulaşıcı zatürreden ölmek üzereyken, dostlarını, zatürree mikrobuna, onun yetenekli bir şair olduğunu, iyileşmesine izin vermesi gerektiğini açıklarkan hayal edebilir misiniz?

    * çünkü albertine'nin yapabileceği şeyler, benim içimde olup bitiyordu.

    * bu insanların üzüntülerini zihinsel olarak algılarız, kederlerini uygun ifadelerle paylaşabilir, iyi kalpliliğimizi sergileriz, ama o üzüntüyü hissetmeyiz.

    * yasalar tarafından onaylanmayan ilişkilerden, evlilikten doğan akrabalıklar kadar çok ve karmaşık, ama daha sağlam akrabalık bağları doğar. bu kadar özel türden ilişkileri bir yana bıraksak da, gerçek aşktan kaynaklanan gayrimeşru ilişkilerin ailevi duyguları, akrabalık görevlerini sarsmayıp aksine pekiştirdiğine sık sık şahit olmaz mıyız? bu durumda gayrimeşru ilişki, evlilikte anlamsız olabilecek birçok şeye ruh katar*.

    * işte bu nedenle, bazen dahi bir yazarın yeni şaheserini okurken, kendi küçümsemiş olduğumuz fikirlerimizi, bastırmış olduğumuz sevinç ve üzüntüleri, aşağıladığımız koca bir duygu alemini o şaheserde bulup sevinir ve birden değerli olduklarını anlarız.

    * haksız her kötü şöhrete karşılık, aynı derecede haksız, yüzlerce iyi şöhret mevcuttur.

    * mme verdurin'in yüzünden fışkıran sevinç, genç aşığı tarafından terk edilmek üzereyken onun evliliğini bozmayı başaran yaşlı bir metresi hatırlatıyordu.

    * yirmi değişik olayda alçakgönüllülük göstermiş, zaafını gizlememiş olan kişi, yirmibirinci olayda bir gurur sergiler, oysa kibirli bir tavırda direnmemenin ve yalanlanmadıkça karşı tarafta iyice kök salan bir yanılgıyı ortadan kaldırmanın faydalı olacağı tek olay budur.

    * işitme eylemi bazen geriye dönük olarak, bir şeyi anladığımız zaman gerçekleşir.

    * lezbiyen sayısı, hangi kalabalığın içinde olursa olsun, bir lezbiyenin, bir diğerinin gözünden asla kaçmamasını sağlayacak kadar az ve bir o kadar da çoktur.

    * bilinen bir sebebi, belki sonu da olmayan bir nefretin yürek daraltan esrarı dağılır. o andan itibaren, geçici olarak bir yana bıraktığımız, imkansızlığını bildiğimiz mutluluk meselesiyle tekrar karşı karşıya kalırız.

    * ... oysa iyi bir şöhret, birtakım ahlaksızlıkları, katiyen tahmin edilemeyecek şekilde, mükemmelen gizler.

    "*uykusuzluk çeker. yazdığı son yapıtlarını üslup bakımından çok kuru bulur. mahpus'ta* ölümü anlatılır: üremi krizi çektiği bir sırada hasta yatağından kalkıp vermeer'in delft manzara* tablosunu görmeye gider ve tablodaki "küçük sarı duvar parçası"nı, tablonun müthiş dokusunu seyrederken fenalaşır ve yere yuvarlanıp ölür." mehmet rifat - marcel proust ya da bir roman yaratmak

    (bkz: albertine simonet/@ibisile)
    (bkz: la captive/@ibisile)
    (bkz: zaaf/@ibisile)
  • serinin şu ana kadarki okuması en keyifli, duygu uyandırıcı ve akıcı kitabı. genel olarak hayata dair, heteroseksüel ve homoseksüel ilişkiler hakkında sizi düşünmeye iten, ustaca yazılmış, derin ve akıllı tespitlerle dolu. herhalde kitabın yarısının altını çizmişimdir diyeyim siz düşünün. gerçekten çok başarılı bir eser. kesinlikle tavsiye ediyorum. devamı spoiler içerir.

    -----spoiler-----

    kitaptaki marcel ne kadar saf, kendisine zarar verecek seviyede romantik, hayal aleminde yaşayan bir adam olsada, albertine'in ona sürekli söylediği yalanları ve defalarca kez onu aldatmasını doğru yapmıyor bu durum. daha kitabın başlarında albertine'den nefret ettim ve her yalanı ile aldatmasında beddualar ede ede bitirdim kitabı. sonda evi terketmesi ise bir nebze içimi rahatlattı. umarım seni bir daha görmeyiz güzel albertine! güle güle!

    -----spoiler-----

    kitabın yarısının altını çizdim dedim ya, bu kadar çok alıntı okunmaz diye düşündüm ilk başta ama sonra da "boşver, kopyala yapıştır yapacaksın nasılsa, eline yapışmaz ya." dedim. ite o harika satırlar:

    "kafamızda ihtimal dahilindeki bütün fikirleri evirip çevirsek de, gerçeğin kendisi, asla bunların arasında yer almaz; gerçek, en beklemediğimiz anda, dışarıdan gelerek bize o korkunç iğnesini batırır ve hiç iyileşmeyecek bir yara açar."

    "albertine, duygularının sebebini çözemeyen kadınlardandı. bu kadınlar, yumuşak bir tenin verdiği hazzı, gelecekte kendilerine mutluluk vaat eden erkeğin manevi değerleriyle açıklarlar; ne var ki bu mutluluk, erkek sakalını uzattıkça gözlerinde küçülebilir ve gereksiz hale gelebilir."

    "gerçeklik, meçhule giden yolda bir ilk adımdır sadece ve bu yolda pek fazla ilerlememiz mümkün değildir. en iyisi bilmemek, mümkün olduğunca az düşünmek, kıskançlığa en ufak bir somut ayrıntı sunmamaktır."

    "kıskançlığı birtakım aykırılıklara izin vermeyen kıskanç insan, yok denecek kadar azdır. bazısı, kendisine söylenmesi koşuluyla aldatılmaya razı olur, bazısı da, kendisinden gizlenmesi koşuluyla; ikisinin de durumu aynı derecede abestir, çünkü ikincisi, gerçek kendisinden gizlendiği için iyice aldatılmış olur, ama birincisi de, gerçekle birlikte acılarının yenilenmesini, artmasını, beslenmesini talep eder."

    "sevdiğimiz kişi bizi bütün hareketlerinden haberdar etse, belki aşkın tedavisi de kolay olur diye düşünürdüm. kıskançlık, onu çeken kişi tarafından istediği kadar ustalıkla gizlensin, çektiren onu çabucak keşfeder ve bu sefer o gösterir ustalığını. bizi bedbaht edebilecek konularda kandırmaya çalışır ve bunu başarır da, çünkü sıradan bir cümle, hiçbir şeyden haberdar olmayan birine, gizlediği yalanları ifşa etmez; onu diğer cümlelerden ayırmayız; korka korka söylenir, dikkatsizce dinlenir. daha sonra, tek başımıza kaldığımızda, o cümleye geri döneriz; gerçeğe tamı tamına uygun değilmiş gibi gelir bize. peki ama, cümleyi doğru hatırladığımızdan emin olabilir miyiz? cümleye ve hatıramızın doğruluğuna ilişkin, içimizde kendiliğinden doğan şüphe, kimi sinirsel bozukluk hallerinde, sürgüyü çekip çekmediğimizi, elli kere baksak da hatırlayamadığımız zaman yaşadığımız şüpheye benzer; sanki hareketi binlerce kere baştan alsak da, hiçbirinde kesin ve kurtarıcı bir anı harekete eşlik etmez. hiç değilse kapıyı elli birinci kere kapatabiliriz. oysa kaygılandırıcı cümle, geçmişte, tekrarlanması bizim elimizde olmayan, belirsiz bir işitme sürecinin içindedir. bu durumda, dikkatimizi, hiçbir şeyi gizlemeyen başka cümlelere yöneltiriz; tek çare, daha fazla şey öğrenme arzusu duymamak için, her şeyden habersiz olmaktır, ama onu da istemeyiz."

    "belli bir yaşı geçtikten sonra, çocukluk halimizin ruhu ve soyundan geldiğimiz ölülerin ruhu, varlıklarını da, çirkin büyülerini de bizden esirgemez, yaşadığımız yeni duygulara katılmak isterler ve biz de bu duygulardan, onların eski çehrelerini siler, özgün bir yaratı halinde baştan şekillendiririz kendilerini."

    "bu hayatta, önceden kestirilemeyen kükürt ve zift yağmuru, en neşeli anlardan sonra yağar ve biz, hemen ardından, bu beladan bir ders çıkarma cesaretini bulamayarak, felaketten başka şey üretemeyecek olan kraterin eteğinde, hayatımızı baştan kurarız."

    "aldatıldığımız fikrini, şüphe halinde, her gün inanılmaz dozlarda yutabiliriz; oysa aynı fikrin ufacık bir miktarı, yürek parçalayıcı bir sözle kanımıza zerk edildiği takdirde ölümcül olabilir. işte bu yüzdendir ki, aynı kıskanç kişi, korunma içgüdüsünün türevi sayılabilecek bir güdüyle, kendisine sunulan kanıtlar karşısında gerçeği inkâr edebilme şartıyla, masum olaylara ilişkin korkunç şüpheler geliştirmekte hiç tereddüt etmez."

    "âşık bir insan için en feci şeylerden biri, –onca ihtimal arasında sadece tecrübe ve casusluk sayesinde öğrenilebilecek– tek tek gerçekleri bulmanın bunca zorluğuna karşılık, gerçeğin tamamının kolaylıkla kavranabilmesi veya yalnızca hissedilebilmesidir."

    "ilk dönemde kadın, hazza düşkünlüğünden, bu nedenle sürdüğü serbest hayattan, sadece biraz hafifleterek, neredeyse rahatça bahseder; aynı erkeğin kendisini kıskandığını ve gözetlediğini hissettikten sonra, bütün bunları hararetle inkâr eder. erkek, bu ilk baştaki itirafların hatırasıyla kıvrandığı halde, o dönemi özleyecek hale gelir. kadın hâlâ kendisine bu tür itiraflarda bulunsa, kendisinin her gün boş yere peşine düştüğü kabahatlerin sırrını, neredeyse sorulmadan açıklamış olacağını düşünür. üstelik o itiraflar ne müthiş bir rahatlık, güven ve dostluğun kanıtıdır! kadının, kendisini aldatmadan yaşayamasa da, hiç değilse yaşadığı hazları ona anlatarak, onu da katarak, dostça aldatabileceğim geçirir aklından. aşklarının başında bir ihtimal olarak beliren, ama sonra imkânsız hale gelen bu tür bir hayatın özlemini çeker; aşkı artık korkunç derecede acılı, duruma göre ayrılığı ya kaçınılmaz ya da imkânsız kılacak olan bir şeye dönüşmüştür."

    "aşkın nesnesinin bir beden olabilmesi için, o bedenin, bir heyecanı, onu kaybetme korkusunu, tekrar bulmanın belirsizliğini içinde barındırması gerekir. bu tür kaygılar ise, bedenlerle yakın bir ilişki içindedir. bu kaygı, bedene, güzelliği de aşan bir nitelik kazandırır; işte bu yüzden, en güzel kadınlara kayıtsız kalan bir erkeğin, bize çirkin görünen bir kadını tutkuyla sevdiğine şahit oluruz. bizim endişemizle birlikte kendi mizaçları, bu insanlara, bu kaçak insanlara kanatlar takar. yanımızda oldukları zaman bile, bakışları uçup gideceklerini söyler adeta."

    "muhtemelen en önemsiz olan şeyler, sevdiğimiz (veya tek eksiği olan bu ikiyüzlülük tamamlandığı an seveceğimiz) kişi tarafından gizlendiğinde, ansızın nasıl da olağanüstü bir değer kazanır! kendi başına ıstırap, bize acı çektiren kişiye yönelik bir aşk veya nefret uyandırmayabilir içimizde; canımızı acıtan cerraha karşı ilgisiz kalırız örneğin. oysa bir süre boyunca bize onun her şeyi olduğumuzu söyleyen bir kadın, o bizim her şeyimiz olmadığı halde, görmekten, öpmekten, kucağımıza oturtmaktan hoşlandığımız bir kadın, aniden bize dirense, ona tamamen sahip olmadığımıza şaşar kalırız. o anda hissettiğimiz hayal kırıklığı, bazen eski bir yürek daralmasının unutulmuş hatırasını canlandırır içimizde; oysa bu yürek daralmasına o kadının değil, ihanetleri geçmişimizde art arda dizilen başka kadınların sebep olduğunu biliriz."

    "aşka sadece yalanın yol açtığı ve aşkın, bize acı çektiren kişi tarafından ıstırabımızın dindirilmesine duyduğumuz ihtiyaçtan ibaret olduğu bir dünyada, yaşamayı isteme cesaretini nasıl bulabiliriz, ölümden korunmak için gerekli herhangi bir hareketi nasıl yapabiliriz ki? bu yalanı ve direnmeyi keşfettiğimiz an hissettiğimiz çöküntüden kurtulmanın acıklı bir yolu, bize direnen ve yalan söyleyen kadını, ona rağmen, hayatında bizden fazla yer kapladığını hissettiğimiz insanların yardımıyla etkilemeye, kurnazca davranmaya, onu bizden nefret ettirmeye çalışmaktır."

    "ilk aşk, kalbimizde bıraktığı kırılganlıkla gelecekteki aşkların yolunu açtığı halde, en azından belirti ve acıların özdeşliği aracılığıyla, onları tedavi etmenin yolunu öğretmez bize. aslında belirli bir olayı bilmek gerekli midir? gizlenecek bir şeyi olan kadınların yalancılığını ve ketumluğunu genel bir doğru olarak bilmez miyiz zaten? hata yapma ihtimalimiz var mıdır? biz onları konuşturmayı öylesine isterken, onlar susmayı erdem bilirler. suç ortaklarına, "ben asla bir şey söylemem. benden hiçbir şey öğrenilemez, asla bir şey söylemem," dediklerini hissederiz."

    "bizi insanlara bağlayan şey, bir gece öncesine ait hatıraların, ertesi sabaha ait beklentilerin oluşturduğu sayısız kök ve zincirdir; kopamadığımız alışkanlıkların kesintisiz örgüsüdür. nasıl ki cömertlikten istifçilik yapan cimriler varsa, biz de cimrilikten harcayan müsriflerizdir; hayatımızı, bir insandan çok, onun kendine bağlamış olduğu saatlerimize, günlerimize feda ederiz, henüz yaşanmamış, görece gelecekteki hayat, bize daha uzak, daha ilgisiz görünür, o kadar mahrem, o kadar bize ait değildir sanki. yapılması gereken, o insandan çok daha önemli olan bütün bu bağlardan kopmaktır; ne var ki, bu bağlar, o insana ilişkin geçici görevler yükler bize ve bu görevler yüzünden de, o insanın hakkımızda kötü düşünmesinden korkarak, onu bırakmaya cesaret edemeyiz; oysa bu cesareti daha sonra buluruz, çünkü o insan bizden koptuğunda, artık biz olmaktan çıkar ve aslında yüklendiğimiz görevler, (görünürde çelişkili biçimde intiharla sonuçlansalar bile,) kendimize karşı görevlerimizdir sadece."

    "aşkın nesnesini, karşımızda yatan bedene hapsolmuş bir varlık zannederiz. ama ne yazık ki, aşkın nesnesi, o varlığın, uzayın bütün noktalarındaki, geçmişteki ve gelecekteki uzantısıdır. o varlığın filan yerle, filan saatle bağlantısına sahip değilsek, ona sahip olamayız. bütün bu noktalara ulaşmamız ise imkânsızdır. bu noktalar bize gösterilse, onlara kadar uzanabilirdik belki. ama el yordamıyla arar, bulamayız onları. ardından da güvensizlik, kıskançlık, zulüm gelir. saçma sapan bir iz peşinde değerli zamanlar kaybederiz ve gerçeğin yanından fark etmeden geçeriz."

    "albertine'le görüşmeyi çoktandır kesmiş olmam gerektiğini fark edemiyordum; albertine artık benim için, yürekler acısı bir döneme girmişti; bu dönemde, karşımızdaki insan zamana ve mekâna yayılır, bizim için artık o, bir kadın değil, açıklığa kavuşturamadığımız bir olaylar zinciri, çözümsüz bir sorunlar dizisi, kaybettiklerimiz yüzünden, gemileri batan kserkses gibi gülünç biçimde dövmeye çalıştığımız bir denizdir. bu dönem başladı mı, zorunlu olarak yenik düşeriz. bunu bir an önce anlayıp, bu nafile, yorucu mücadeleyi fazla uzatmayan insana ne mutlu!"

    "aşk, mutluluk veren bir arzu bağlamında olduğu gibi, ıstıraplı bir kaygı bağlamında da, bir bütünün peşinde koşmaktır. ancak fethedilmemiş bir bölüm kalmışsa doğup varlığını sürdürebilir."

    "ancak tamamına sahip olmadığımız şeyi sevebiliriz."

    "genellikle bize benzeyen şeyden nefret ederiz, kendi kusurlarımız, başkasında gördüğümüzde, çileden çıkarır bizi. hele kusurların safça belli edildiği yaşı geçmiş ve örneğin en kritik anlarda bile, buz gibi bir yüz ifadesi takınmayı alışkanlık haline getirmiş biri, kendinden daha genç veya daha saf, daha salak biri aynı kusurları sergilediğinde, iyice lanetler onu. bazı duyarlı insanlar, kendilerinin bastırdığı gözyaşlarını bir başkasında görmeye tahammül edemezler. ailelerde, sevgiye rağmen, hatta bazen sevgi ne kadar yoğunsa o kadar artan anlaşmazlıkların sürüp gitmesinin sebebi, bu aşırı benzerliktir."

    "güzelliğin bir mutluluk vaadi olduğu söylenmiştir. tersine, haz ihtimali de, güzelliğin başlangıcı olabilir."

    "ne çıplaktı, ne de kılık değiştirmişti, gerçek bir sütçü kızdı; yanlarına yaklaşacak vaktimiz olmadığında çok güzel zannettiğimiz kızlardan biriydi; hayatın ebedî arzusunu, ebedî özlemini oluşturan ve çifte akıntısı sonunda yön değiştirip bize yaklaşan şeyin bir parçasıydı. çifte bir akıntıdır, çünkü bir yandan bir bilinmezlik, endamından, boyutlarından, kayıtsız bakışlarından, kibirli sükûnetinden yola çıkarak ilahi olduğuna hükmettiğimiz bir varlık söz konusudur, öte yandan bu kadının mesleğinde uzmanlaşmış olmasını ve özel kıyafeti nedeniyle romantik bir düşünceye kapılarak farklı olduğuna inandığımız bir dünyaya kaçmamıza imkân tanımasını isteriz."

    "aşk konusundaki meraklarımızın kuralını bir formülle ifade etmek istersek, gördüğümüz kadınla yanına yaklaşıp okşadığımız kadın arasındaki mesafenin büyüklüğüyle orantı kurmamız gerekir. genelevlerdeki kadınların, yosmaların (yosma olduklarını bilmemiz koşuluyla) bizi pek az cezbetmelerinin sebebi, başka kadınlardan çirkin olmaları değil, hazır bekliyor olmaları, bizim ulaşmaya çalıştığımız şeyi bize baştan sunmaları, tavlanmış kadınlar olmamalarıdır. bu durumda, gördüğümüz kadınla okşadığımız kadın arasındaki mesafe asgaridir. bir fahişe, daha bizi sokakta gördüğü anda, tıpkı yanımızda gülümseyeceği gibi gülümser."

    "hepimiz birer heykeltıraşızdır. bir kadının, bize sunduğu heykelden tamamen farklı bir heykelini elde etmek isteriz."

    "aşkta merak, tıpkı yer isimlerinin bizde uyandırdığı merak gibi, her seferinde hayal kırıklığıyla sonuçlanır, yeniden ortaya çıkar ve asla giderilemez."

    "binbir gece masalları'nda, bizi büyüleyen uydurma öyküler vardır. ama sevdiğimiz insanın uydurduğu öyküler bize acı çektirir ve bu yüzden de, yüzeysel bilgilerle oyalanacağımıza, insan doğasının derinine inmemize imkân verir. keder içimize işler ve sancılı bir merakla daha derinlere nüfuz etmeye zorlar bizi. buradan çıkan gerçekleri gizleme hakkını bulamayız kendimizde; bu yüzden de bu gerçekleri keşfetmiş, hiçliğe inanmış bir ateist, can çekişmekteyken, şanı şöhreti umursamadığı halde, son saatlerini, bu gerçekleri duyurmaya çalışarak harcar."

    "hafıza, hayatımızdaki çeşitli olayların, her an gözümüzün önünde bulunan bir kopyasına değil de, bir hiçliğe benzer daha çok; ara sıra, şimdiki anda yaşanan bir benzerlik, canlandırdığı bazı ölü hatıraları bu hiçlikten çekip çıkarmamızı sağlar; bununla birlikte, hafızanın ihtimalleri arasına katılmamış yüzlerce küçük olay vardır ve bizim açımızdan, doğrulanmaları ebediyen imkânsızdır."

    "mutlu değil miydi, hatta sadece kafasından aşkla ilgili düşünceler geçtiği ve bizim varlığımızdan rahatsız olup sinirlendiği zamanlarda yaptığı bir şeyi yapmıyor muydu, yani ıslık çalmıyor muydu? şimdiki iddiasıyla, yani filanca insanla tanıştığı veya tanışmadığı iddiasıyla çelişen bir şey söylememiş miydi? bu soruların cevabını bilemeyiz, ileride öğrenmemize de imkân yoktur; bir rüyanın elle tutulamayan kalıntılarını aramaya adarız kendimizi; bu arada sevgilimizle birlikte yaşadığımız hayat devam eder; bizim için önemli olduğunu bilmediğimiz şeylere karşı ilgisiz, belki hiç önemi olmayan şeylere karşı ise dikkatli olan hayatımız, bizimle gerçek bir ilişkisi olmayan insanların bir kâbusa dönüştürdüğü hayatımız, unutuşlarla, boşluklarla, anlamsız kaygılarla dolu, rüyayı andıran hayatımız devam eder."

    "o, kabahatleri gerekirse cazibenin yerini tutabilen, kabahatlerini izleyen iyilikleri sayesinde de bir o kadar cazibe kazanan kadınlardandı; bu tür kadınların bize gösterdiği iyiliğin verdiği huzuru, tıpkı sağlığı iki gün üst üste yerinde olmayan bir hasta gibi, her defasında yeniden uğraşıp ele geçirmemiz gerekir."

    "üstelik, biz kendilerine âşıkken işledikleri kabahatlerin ötesinde, henüz bizimle tanışmazken işledikleri kabahatler, en başta da mizaçları vardır."

    "gözü kör olan kıskançlık, etrafını saran karanlığın içinde herhangi bir şeyi görmekten âciz olmakla kalmayıp, tıpkı danaos kızlarının, iksion'un çilesi gibi, aynı cezanın durmadan tekrarlandığı bir işkencedir."

    "insanın tercihini kanıtlayan şey, inandığı fikirden çok gerçekleştirdiği eylemse eğer, albertine'i seviyordum. ne var ki ıstırabımın canlanması, içimdeki albertine görüntüsüne bir belirginlik kazandırmıyordu. albertine, görünmezliğini koruyan bir tanrıça gibi acı çektiriyordu bana. tahmin üzerine tahmin yürütüp ıstırabıma son vermeye çalışıyor, ama yine aşkımı gerçekleştiremiyordum."

    "sevgilimizin bir yalanının başlangıcı, ne yazık ki kendi aşkımızın veya bir yönelimin başlangıcına benzer. bu başlangıçlar biz fark etmeden oluşur, kümelenir ve geçip gider. bir kadını sevmeye nasıl başladığımızı hatırlamak istediğimizde, zaten ona âşığızdır; âşık olmadan önceki tahayyüllerimiz sırasında, "bu bir aşk başlangıcı, aman dikkat!" diye düşünmeyiz; tahayyüller, biz pek de farkına varmadan, birer sürpriz olarak gelişir."

    "albertine'in bana tanıdığı haklar da, yükümlülüklerime gerçek niteliğini kazandırıyordu: bana ait bir kadınım vardı, ona durup dururken bir haber gönderdiğimde, derhal telefonla bağlantı kurup hemen geleceğini bildiriyordu saygıyla. zannettiğimden daha fazla efendisiydim onun. daha fazla efendisi, yani daha fazla kölesiydim."

    "zanaatkârın teknik ustalığı, muhteşem biçimde dövülen bu cümlelerin yerden havalanmasını daha da kolaylaştırıyordu; bu kuşlar lohengrin'in kuğusuna değil de, balbec'te gördüğüm, enerjisini yükselişe dönüştüren, dalgaların üzerinde yol alarak gökyüzünde gözden kaybolan uçağa benziyordu. en yüksekten uçan, en hızlı uçan kuşların kanadı daha güçlü olduğuna göre, belki de sonsuzluğu keşfedebilmek için, bu gerçekten maddi araçlar, bu mystère marka yüz yirmi beygir gücü gerekiyordu; oysa bu araçlarda ne kadar yüksekten uçarsanız uçun, motorun güçlü homurtusu, uzayın sessizliğinin tadına varmanızı biraz engeller!"

    "bir zamanlar, hatıratlarda veya romanlarda, bir erkeğin hep bir kadınla birlikte çıktığını, onunla ikindi kahvaltısı ettiğini okuduğumda, benim de canım bunu yapabilmeyi isterdi. birkaç kere, örneğin saint-loup'nun sevgilisiyle çıkarak, onunla akşam yemeğine giderek, bunu başardığımı zannetmiştim. ama o sırada, gıpta ettiğim roman şahsiyetinin rolünü bizzat oynamakta olduğum fikrinden ne kadar medet umsam da, bu fikir beni rachel'in yanında olmaktan haz duyduğuma inandırır, fakat o hazzı veremezdi bana. çünkü gerçek olan bir şeyi taklit etmeye kalkıştığımızda, o şeyin, taklit güdüsünden değil, bilinçdışı bir güçten, kendisi gerçek olan bir güçten kaynaklandığını unuturuz."

    "kendi arzularımız masum, karşı tarafın arzuları ise korkunçtur. yalnız arzular konusunda değil, yalan konusunda da, bize ait olanlarla sevdiğimiz kişiye ait olanlar birbirine zıttır. örneğin, sağlıklı görünmek isteyip gündelik rahatsızlıkları belli etmemek amacıyla, kötü bir alışkanlığı gizlemek amacıyla veya başkalarını gücendirmeden tercih ettiğimiz şeye yönelmek amacıyla yalan söylemek, son derece olağan bir şeydir. yalan, hayattaki en gerekli, en çok kullanılan korunma aracıdır."

    "bir bakışa değer kazandıran şey, salt fiziksel güzelliğinden çok, bütün bu zor ve inatçı şeyleri ele geçirebilmek arzumuzdur (bir kadının, galler prensi olduğunu işittiği bir gence ilişkin, hayalinde baştan başa bir roman kurması, yanıldığını anlayınca da, aynı gençle hiç ilgilenmemesi, bu şekilde açıklanabilir belki)"

    "çirkin ve gösterişli şeyler çok faydalıdır, çünkü bizi anlamayan, bizimle aynı zevki paylaşmayan, belki âşık olduğumuz insanların gözünde, güzelliğini açığa vurmayan, asil bir eşyanın sahip olamayacağı bir itibar taşırlar. zaten biz de böyle bir itibarı kullanmaya, ancak bizi anlamayan insanlar karşısında gerek duyabiliriz, çünkü nitelikli kişilerin nezdinde, zekâmız bize gereken itibarı sağlar."

    "sevdiğimiz her insan, hatta bir ölçüde her insan, bizim için ıanus gibidir: bizden ayrılıyorsa hoşlandığımız yüzünü, sürekli elimizin altında olduğundan eminsek, asık yüzünü gösterir. albertine'le sürekli birlikteliğin, bu anlatıda sözünü edemeyeceğim, bir başka zorluğu vardı. bir başka insanın hayatının, katliama yol açmadan elimizden atamayacağımız bir bomba gibi, bizim hayatımıza bağlı olması, korkunç bir şeydir. bunu, bir deliyle yakın ilişkisi olan herkesin yaşadığı kimi duygularla karşılaştırabiliriz: ileride, biz artık açıklayabilecek durumda değilken, yanlış, ama gerçeğe uygun birtakım şeylere inanılacağını düşünmenin sebep olduğu iniş çıkışlar, tehlikeler, endişe ve korku."

    "metresine tutkun bir âşığın en büyük talihsizliği, o karşısında güzel bir çehre görürken, sevgilisinin gördüğü kendi çehresinin güzelleşmediğini, aksine karşısında gördüğü güzelliğin verdiği hazla çarpıldığını fark etmemesidir. hatta bu durumun yaygınlığı aşkla sınırlı değildir; her birimiz, başkalarının gördüğü kendi bedenimizi görmez, başkaları için görünmez olan, ama bizim gözümüzün önünde duran nesneyi, kendi düşüncemizi "izleriz". bazen sanatçılar bu nesneyi eserlerinde gösterir. işte bu yüzden, sanatçı, eserine hayran olan kişileri hayal kırıklığına uğratır, çünkü iç güzelliği çehresine yansıyamamıştır."

    "galiba tabiat, ancak oldukça kısa süreli hastalıklara yol açabiliyor. ama tıp, hastalıkları uzatma görevini üstlenmiş durumda. ilaçlar, ilaçların sağladığı hafifleme, ilaca ara verince tekrar ortaya çıkan rahatsızlık, bir hastalık görüntüsü oluşturur ve tıpkı çocukların boğmacayı atlattıktan sonra, uzun müddet, düzenli aralıklarla öksürük nöbetleri geçirmeye devam etmeleri gibi, hastanın alışkanlığı da giderek bu hastalık görüntüsünü sabitleştirir, üsluplaştırır. zamanla ilaçların etkisi azalır, miktarı artırılır, artık hiçbir yarar sağlamaz olurlar, aksine bu kalıcı rahatsızlık sayesinde zarar vermeye başlarlar. ilaçlar olmasa, tabiat, hastalığa bu kadar uzun mühlet tanımaz. tıbbın neredeyse tabiatın kuvvetine erişerek insanı yatağa çivileyebilmesi, ölüm cezası tehdidiyle bir ilacı kullanmaya insanı mecbur edebilmesi, bir mucizedir."

    "arzu bir yazar için yararlıdır: onu önce diğer insanlardan uzaklaştırıp onlara uyum göstermekten kurtarır, sonra da, belirli bir yaşı geçince hareketsizleşme eğilimi gösteren manevi bir çarkı harekete geçirir."

    "hayallerin gerçekleşmesi tabii ki mümkün değildir, bunu biliriz; arzu olmasa, belki hayal kurmazdık, oysa hayal kurmak yararlıdır, hayallerimizin yıkılışını görürüz, bu başarısızlık bize yeni bir şey öğretir."

    "nasıl ki kalbimizde, ahlâki görevlere dair bir içgüdü barındırırsak, vücudumuzda da, bizim için sağlıklı olan şeyin içgüdüsünü barındırırız ve hiçbir din ya da tıp adamının izni, bunların yerini dolduramaz. soğuk suyla yıkanmaktan hoşlanıyor ve bizim için zararlı olduğunu biliyorsak, bu zararı önleyecek bir hekim değil, bize soğuk suyla yıkanmamızı tavsiye edecek bir hekim buluruz mutlaka."

    "bütün nevrozlu hastalar gibi, morel de sağlığına çok düşkündü. öğleden sonra, kudurmuş bir hayvanın aşk kızgınlığını görmüştüm, oysa akşama kadarki birkaç saat içinde, asırlar geçmişti sanki; yeni bir duygu, bir utanç, pişmanlık, keder duygusu, kaderi insana dönüşmek olan hayvanın evriminde önemli bir aşamanın katedildiğini gösteriyordu."

    "hayat boyu gizli kalabilecek bir ahlâksızlık, akşam vakti bir dalgakırandaki tesadüfi karşılaşmayla açığa çıkar; buna rağmen, çoğu kez yine de anlaşılmaz ve bir bilenin, kimsenin haberdar olmadığı, o bulunmaz kelimeyi size fısıldaması gerekir. ama bu ahlâksızlıkları öğrendiğimiz zaman, ahlâkçılıktan çok, çılgınca bir şey olduğunu hissettiğimiz için korkarız."

    "delilerle düşe kalka, sonunda kendi de bir çılgınlık buhranı geçirmemiş deli doktoru var mıdır? kendini delilerle uğraşmaya adamasının sebebi, zaten içinde var olan gizli bir delilik değilse eğer, buna bile şükretmelidir. psikiyatrların çalışma konusu, çoğunlukla kendilerini etkiler. ama bu etkilenmeden önce, psikiyatrın bu konuyu seçmesinde hangi karanlık eğilim, hangi büyüleyici korku rol oynamıştır?"

    "beylik laflar eden, sıkıcı konuşmacıların şaheserler yazdıklarına, en parlak konuşmacıların, yazmaya kalkıştıklarında vasattan da düşük bir seviye sergilediklerine şahit olmuşuzdur."

    "bu tür müzmin bekârlar için, trajik yalnızlıklarını kurmaca bir babalıkla yumuşatmak, bir teselli olsa gerektir."

    "aralarında bir ilişki bulunan iki kişinin konuşmalarında bol bol yalan varsa eğer, bu yalanlar, bir üçüncü kişi, iki sevgiliden biriyle, cinsiyeti ne olursa olsun, sevgilisi hakkında konuştuğu zaman da aynı doğallıkla ortaya çıkar."

    "bir kadına, âşığı olduğunu bildiğimiz –onunsa, belki tahmin ettiğimizi sandığı– adamı ne zaman gördüğünü sorduğumuzda, eğer birlikte ikindi kahvaltısı etmişlerse, "öğle yemeğinden önce ayaküstü görüştük," diye cevap verir. bu iki olay arasındaki tek fark, birinin yalan, ötekinin doğru olmasıdır, ama her ikisi de aynı derecede masum veya aynı derecede suçtur. bu tür cevaplar, olayın önemsizliğiyle son derece orantısız, dolayısıyla sözünü etme zahmetine katlanmadığımız, cevabı veren kişinin farkında olmadığı çok sayıda etken tarafından belirlenirler; bunu bilmesek, metresin (bu olayda m. de charlus'ün) niçin daima iki seçenekten yalan olanını seçtiğini anlayamazdık."

    "burada, birkaç etkene değinmemiz yeterli olacaktır: doğal ve korkusuz görünme arzusu; gizli bir buluşmayı saklama içgüdüsü; utanmayla karışık bir gösteriş hevesi; çok hoşlanılan bir şeyi itiraf etme ve sevildiğini gösterme ihtiyacı; irade dışı ateşle oynama arzusu; her şeyi kaybetmemek için bazı fedakârlıkların kabullenilmesi; karşımızdakinin bildiği veya tahmin ettiği –ve söylemediği– şeyle ilgili kavrayışımız ve bu sezgimizin, karşımızdakinin sezgilerinin ilerisine mi geçtiğine, yoksa gerisinde mi kaldığına bağlı olarak, onu bazen azımsayıp bazen de abartmamız."

    "en çok takdir ettiğimiz kişiler, hem fazilet sahibi olan, hem de faziletlerini hiç düşünmeden bizim ahlâksızlığımızın hizmetine sunan kişilerdir."

    "duyarsızlığın ya da ahlâksızlığın itiraf edilmesi, hayatı, mezhebi geniş olmak kadar kolaylaştırır; ayıplanacak davranışlar, bu sayede samimiyet açısından birer görev haline gelir ve bu davranışlara mazeret arama gereği de ortadan kalkar."

    "tanıdığımız her insanın bir ikizini içimizde taşırız. ama genellikle hayal gücümüzün, hafızamızın ufkunda yer alan bu ikiz, görece dışımızda kalır; onun ne yaptığı, ne yapabileceği, tıpkı biraz uzağımıza yerleştirilmiş, sadece ağrı vermeyen görme duyularımızı harekete geçiren bir nesne gibi, bizim için bir ıstırap kaynağı değildir. bu insanların üzüntülerini zihinsel olarak algılarız, kederlerini uygun ifadelerle paylaşabilir, iyi kalpliliğimizi sergileriz ama o üzüntüyü hissetmeyiz."

    "sanat gerçekten hayatın uzatılmasından başka bir şey değilse eğer, sanat için bir fedakârlıkta bulunmaya değer miydi, sanat o zaman hayat kadar gerçek dışı olmaz mıydı?"

    "nasıl ki bazı yaratıklar, tabiatın üretmekten vazgeçtiği bir canlı türünün son örnekleriyse, acaba –dil, kelimeler, düşüncelerin çözümlenmesi icat edilmemiş olsa– ruhlar arasında mevcut olabilecek iletişimin yegâne örneği de müzik mi diye düşünüyordum. müzik, devamı gelmemiş bir olasılık gibidir; insanlık başka yollara, konuşma ve yazı diline sapmıştır. ama çözümlenmemiş olana bu dönüş o kadar baş döndürücüydü ki, bu cennetten çıktığımda, zeki sayılabilecek insanlarla kurduğum temas bana inanılmaz derecede sıradan geliyordu. müziği dinlediğim sırada insanları hatırlayabilmiş, onları müzikle birleştirebilmiştim."

    "deha (ve yetenek, hatta fazilet) ile, vinteuil örneğinde olduğu gibi, çoğu kez bu dehayı barındıran ahlâksızlık kılıfı arasında, görünürde var olan zıtlık ve derinde var olan bağ, müzik bittiğinde etrafımı çeviren davetliler kalabalığında da, kaba bir benzetmedeki kadar açıkça okunabiliyordu."

    "herkesin acımasızca katıldığı bu çirkin oyunda, metresi bir erkekten diğerine giderken âşığın gözleri bağlanır; âşık sürekli gözbağını koparmaya çalışır, ama beceremez, çünkü zavallının gözünü açmasına kimse izin vermez: iyi insanlar iyiliklerinden, kötüler kötülüklerinden, kaba insanlar çirkin şakalardan hoşlandıkları için, terbiyeli insanlar kibarlık ve görgü icabı, hepsi de prensip denen bir mutabakat uyarınca oyunu sürdürür."

    "düşes dükün sapıklığından söz etmez, ama sürekli olarak başkalarında aynı sapıklıktan söz eder; hem bu konuda bilgi sahibi olduğu için, hem de hepimiz, kendi ailemizdeki kusurları başkalarında bulunca sevinmeye ve söz konusu kusurun istisnai ya da yüz kızartıcı bir yanı olmadığını kendi kendimize kanıtlayıp rahatlamaya eğilimli olduğumuz için."

    "insan, geleceği, şimdiki zamanın boşluktaki bir yansıması olarak hayal eder; oysa gelecek, çoğu gözden kaçan sebeplerin, pek yakındaki bir sonucudur genellikle."

    "yalancı bir kadının çarpıttığı gerçekle, o yalancı kadına âşık erkeğin, yalanlarından yola çıkarak o gerçek hakkında edindiği fikir arasında, akıl almaz bir uçurum olabilir."

    "aşkta bir duygudan vazgeçmek, bir alışkanlığı kaybetmekten daha kolaydır."

    "bir ayrılıkta, sevgi dolu sözleri söyleyen taraf, âşık olmayan taraftır, aşk doğrudan ifade edilmez."

    "aynı kız değildi, çünkü deniz rüzgârı artık giysilerini şişirmiyordu, çünkü hepsinden önemlisi, ben onun kanatlarını koparmıştım, artık bir nike değildi, başımdan atmak isteyeceğim, bunaltıcı bir köleydi."

    "hayatta hissettiklerimizi, düşünceler biçiminde hissetmediğimiz için, hislerin edebî, yani zihinsel çevirisi, bu hisleri anlatır, açıklar, çözümler, ama müzik gibi yeniden oluşturmaz; oysa müzikte sesler, sanki benliğimizin yönlenişlerini aynen yansıtır, duyuların o içsel uç noktasını yeniden üretir; bu nokta, ara sıra yaşadığımız özel bir sarhoşluğun kaynağıdır ve "ne güzel bir hava! ne güzel bir güneş!" dediğimizde, aynı güneş ve aynı havadan bambaşka titreşimler alan yanımızdaki kişiye bu sarhoşluğu katiyen aktarmış olmayız."

    "bilgi olmadığı takdirde, kendine yönelik kıskançlık dışında kıskançlık da olamaz diyebiliriz belki de. gözlemin pek bir etkisi yoktur. insan ancak kendi yaşadığı hazdan bir bilgi ve ıstırap çıkarabilir."

    "gerçeklik, düşmanların en kurnazıdır. saldırılarını, kalbimizin hiç beklemediğimiz, savunma hazırlığı yapmadığımız noktalarına yöneltir."

    "her olay, bizde bıraktığı hatırayla geleceğe taşar şüphesiz, ama bununla kalmayıp, öncesinde de bir zaman işgal eder. olayları önceden gördüğümüzde, meydana geldikleri şekilde görmediğimiz söylenecektir elbette, ama aynı dönüşüm hatıramızda da gerçekleşmez mi?"

    "aşklarımızı çözümlemeyi becerebilseydik, çoğunlukla kadınlardan sırf rekabet etmek zorunda olduğumuz erkeklerin karşı ağırlığı yüzünden hoşlandığımızı görürdük; bu karşı ağırlık ortadan kalktığında, kadının cazibesi azalır."

    "aşklarımızı çözümlemeyi becerebilseydik, çoğunlukla kadınlardan sırf rekabet etmek zorunda olduğumuz erkeklerin karşı ağırlığı yüzünden hoşlandığımızı görürdük; bu karşı ağırlık ortadan kalktığında, kadının cazibesi azalır. bunun sancılı ve ibret alınacak bir örneği, erkeklerin, kendileriyle tanışmadan önceki hayatlarında hatalar yapmış olan kadınları tercih etmeleridir, tehlikeye gömülmüş olarak gördükleri bu kadınların gönlünü, âşık oldukları süre boyunca hep yeniden fethetmek zorundadırlar; aksine, sonradan görülen ve hiç de dramatik olmayan bir başka örnek, sevdiği kadına düşkünlüğünün azaldığını gören erkeğin, çıkarmış olduğu kuralları kendiliğinden uygulaması ve kadına olan sevgisi bitmesin diye onu sürekli korumasını gerektiren, tehlikeli bir ortama sokmasıdır. (tiyatrocu olduğu için sevdiği kadının tiyatrodan vazgeçmesini talep eden erkek örneğinin tersi.)"
hesabın var mı? giriş yap