*

  • faydalı hayat.
    çalıştığı sinema salonunun kapanmasıyla kendine iş aramaya ve "dış" dünyaya adapte olmaya çalışan bir adamın hikayesini anlatan 2010 yapımı uruguay filmi.
  • evet siyah beyaz ve ispanyolca olması gibi çekici unsurları bulunması rağmen,67 dakikalık kısa süresine rağmen bitse de gitsek modunda izlediğim film olmuştur malesef ki.2010 san sebastian mansiyon ödülüne layık görülmüş.

    http://catalogue.globalfilm.org/…-la-vida-util.html
    http://www.filmfestivalrotterdam.com/…/la-vida-til/

    iksv kataloğunda yazan ise şu:

    sinemaya dair bu aşk mektubu, hayatı baştan başa filmlerle dolu jorge’un hikâyesini anlatıyor. orta yaşı bulan jorge hâlâ anne babasıyla oturmaktadır. yirmi beş yıl boyunca başkent sinematekinde film programcısı ve teknisyen olarak çalışmıştır. izleyici azlığından dolayı mali sıkıntıya düşen sinematek kepenkleri indirince, jorge de işsiz kalır. elinden başka iş gelmeyen adamcağız, dışarıdaki bu yeni dünyaya uyum sağlayabilmek için yaşam tarzını değiştirmek zorundadır. uruguay’ın oscar adayı faydalı hayat, yönetmen veiroj’un, 2008 yapımı acne’nin ardından çektiği ikinci uzun metrajlı film.

    http://film.iksv.org/tr/film/10

    http://www.hollywoodreporter.com/…havana-film-59730
  • elinden alınan sevdasının yerini başka bir sevdayla dolduran, kaybettiğini başka bir hak edene devrederken kendi özgürleşmiş, bireysel coşkusunu yeni sevdasının rüzgarıyla merdivenlere akıtabilen bir adamın, belki de, toplumsal umutsuzluğunu bireysel mutluluğa dönüştürdüğü hikâyesi. zorlayıp haksızlık ederek vazgeçme öğüdüne, anlayarak birçoklarının itildiği noktaya ulaşılabilir.
  • öncelikle mubiye çok teşekkür etmek istiyorum böyle güzel bir filmle beni tanıştırdığı için. ve ayrıca istanbul film festivaline de böylesine güzel bir filmi seçkilerine koydukları için bir teşekkürü borç bilirim. teşekkürlerimiz bittiyse film hakkındaki yorumlarıma geçebilirim.

    müthiş.

    filmin ilk yarısında tipik, artık çekiciliği kalmamış platformların (bağımsız sinemalar, tiyatrolar vs.) çöküşüyle ilgili yüzeysel bir film sanmıştım. yüzeysel diyorum çünkü bu konu üzerine pek fazla film çekildi, ve ben böyle filmleri de çok severim. her neyse, fakat filmin ikinci yarısına gelince, yani sinemanın kapanması haberiyle birlikte jorge'nin daha da özgürleştiğine şahit oluyoruz. ki bu geleneksel sinema, senaryo tavrında pekte alışılagelmedik bir manevraydı. yani film bağımsız sinemaların ayakta kalma çabasını işleyen bir senaryodan, bağımlılıklar üzerine bireysel devinimleri elen alan bir boyuta geçti. ve burada aslında ilk yarısında sığ bulduğumuz jorge karakterinin biraz daha içine girebilme fırsatı bulduk. filmin bu kısmını izlerken aklıma aldous huxley'nin hikayesi geldi. hikaye şöyledir ki, aldous huxley evi yanarken kahkahalar atar. neden böyle davrandığı sorulunca da, hiçbir şeye sahip olmadığımda özgürüm tarzı bir açıklamada bulunuyordu. filmdeki jorge'nin kırılımı da bu biraz bu düşünceyle başlıyor. fakat sinemasını kaybeden jorge, bu kaybın yerine koyduğu bağlılığı, yani aşkı yine sinema salonuna yönlendiriyor. yani salonuyla bağlarını koparsa da, ne güzel ironidir ki içindeki sinema aşkı tabiiki de bitmiyor.
  • uruguaylı yönetmen federico veiroj'nun yönetmenliğini yaptığı 2010 yapım yıllı film.

    uruguay sinematek'inde 25 yıl çalışan ve program yapımcılığıyla birlikte salonun birçok işini de gören jorge'nin hikâyesi. uzun süredir zararda olan ve seyirci azlığı nedeniyle borç batağına giren sinema salonunun kapanmasıyla birlikte jorge hayata dair bildiklerini değiştirmek zorundadır. bütün hayatını kurguladığı ve yaşantısını adadığı yer yok olmaktadır ve kendisine yeni bir yaşama nedeni bulmak, dış dünyaya adapte olabilmek zorundadır.

    bu anlamda tanıtım metninde de olduğu gibi bir aşk mektubu izliyoruz. jorge'nin sinemadan vazgeçtiğini çantasını bıraktığı sekansta düşünüyoruz. belki de ona ağırlık olarak geliyordu ve dışarıda farklı bir hayat olabileceğini fark etti, diyoruz. ancak son sekansta aşkıyla birlikte sinemaya gidiyor oluşları tam bir aşk mektubu sonu kıvamında.
  • sinema sevgisi hakkında çekilmiş en güzel film bence. daha doğrusu, benim seyrettiklerim arasında demeliyim.

    hayatını sinema sevgisi üzerine kurmuş jorge'nin, sinema elinden alındığında ne yapacağını bilemeyişi, sonrasında yeni bir sevgiye, yeni bir şekilde, ama eskisini de unutmadan tutunma hikâyesini anlatıyor la vida útil.

    filmin ortalarında çalan güzel şarkı için:
    los caballos perdidos
  • federico veiroj'un 2010 yılı yapımı filmi.

    tanıtım yazısından geçen "sinemaya ve sinemaseverlere yazılmış bir aşk mektubu" tanımlamasının da ötesinde olan müthiş bir film.

    la vida util, 25 yıldır çalıştığı sinemateğin maddi sebepler yüzünden kapatılmasıyla işsiz kalan jorge'nin hayatının kısa bir dönemine odaklanmış bir film. odaklandığı hikaye yalnızca jorge'nin değil aslında. jorge üzerinden sinemanın dününe, bugününe ve geleceğine odaklanmış bir film.

    --- spoiler ---

    kapanmasına kadar gelen süreçte az seyircili, eski koltuklu, filmlerini 35 mm'den gösteren klasik bir sinematek var karşımızda. aylık programını radyo üzerinden duyuran, sadık sinemasever kitlesine yönetmenlerinde katılımıyla etkinlikler düzenleyen kalıcı bir festival gibi. jorge ise filmin sunumunu da yapan gerektiğinde koltukları da tamir eden bir çalışandan öte sinemateğin her şeyi.

    bağlı olduğu dernek tarafından sinemanın kar edememesi nedeniyle kapatılması jorge'yi bir anda hiç tanımadığı bir dünyanın ortasında bırakıyor. ve bu andan sonra filmin ikinci yarısıyla birlikte jorge'yi otobüste, sokakta, lokantada görüyoruz. filmlerle birlikte kendine kurduğu gerçeklikten çıkarak sudan çıkmış balığa dönmesini beklediğimiz jorge ise, kendisini bu yeni dünyaya çok çabuk adapte ediyor. geride bıraktığı çantasıyla, saçıyla, sınıfta yaptığı yalan üzerine konuşmasıyla özgüvenini diri tutan yeni bir jorge'yle bizi tanıştırıyor.

    aslında jorge'nin başına gelenler, yaşadığı dönüşüm, sinemanın başına gelenler ve yaşadığı dönüşümle aynı. sinema da tıpkı jorge gibi yaşamak için hayatta kalmak için dönüşüme değişime ayak uydurmak zorunda. yakın gelecekte belki seyircisi daha da azalacak ama salonlar hep var olacak. belki 35 mm gösterimleri sadece özel günlerde çok nadir de olsa festivallerde göreceğiz. dcp gösterimlere nasıl alıştıysak bunlara da alışacağız. vod platformların yeni doğum sürecindeyiz daha. filmler artık çoğunlukla ekranlarda olacak. perdede izleme keyfi tıpkı tiyatroya gitmeye benzeyecek. çok yakın gelecekte bunlara da alışacağız. ve dönüşüme ne kadar direnirsek sonu daha kötü olacaktır. ama jorge gibi değişimimizi kendi elimizle yaparsak bu işin zorluğu daha katlanılabilir olacaktır.

    jorge, çevresine karşı tutumuyla kaspar hauser gibi değildi. o dağdan inen ormandan gelen biri olmadı. onun gerçek dünyaya adaptasyonu dışarıdan bir müdahale ile başına vura vura gerçekleşmedi. sinema ve yeni hayatı arasında bir seçim yapma zorunluluğunda kalmadı. anlamlı hayat mı mutlu hayat mı ikilemi içerisine düşmedi. kendi göbeğini kendi kesti. yakın gelecekte sinema da tıpkı jorge gibi bu kararı kendi alacaktır.

    aslında burada sinemadan kastım dernekler, meslek örgütleri, festivaller. örneğin siyad'ın geçen yıl ödül töreninde en iyi yabancı film ödülü listesine sadece sinemada gösterilmiş filmlerin alınması olayı. bu siyad açısında son derece doğru ve tutarlı bir karardı. filmin türkiye dağıtımcısına verilen ödülün sinema da gösterilmiş olması kuralı ve derneğin adında da geçen "sinema yazarları" ifadesi bunun zaten böyle olması gerektiğinin bir göstergesi. tabi bir gün bu karar muhafazakar bir tutuma evrilirse kaçınılmaz olarak bu da değişecektir. tıpkı 2 yıl önce netflix filmlerinin cannes'da gördüğü aşırı tepki gibi. bugünden bakınca tepkinin hala doğru olduğunu düşünüyorum. ama değişiminde çok yakın ve kaçınılmaz olduğunu görüyorum. netflix başkanının* cannes'da "sinemayı bitireceğiz" minvalinde bir açıklamasını da hatırlıyorum tabi. dönüşümün farkında olup işe tamamen ticari açıdan bakan son derece arsızca bir açıklamaydı. salonların akıbetinin bu tarz tüccarların adımlarının belirleyecek olması işin en üzücü kısmı.

    ne yazık ki bu dönüşümü jorge'lerin alacağı tutumlar değil, sektörü elinde tutan disneyler, amazonlar, netflixler belirleyecek. bize de sadece izlemek ve filmlerin evlerden ziyade kolektif bir şekilde salonda izleyerek deneyimlemenin daha güzel olduğu günleri özlemek kalacak.
    --- spoiler ---
  • aklıma yusuf atılgan'ın aylak adam'daki müthiş ve ünlü paragrafını getiren hoş film.

    ''çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. sinemadan çıkmış insan. gördüğü film ona bir şeyler yapmış. salt çıkarını düşünen kişi değil. insanlarla barışık. onun büyük işler yapacağı umulur. ama beş-on dakikada ölüyor. sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.''
  • filmin basina uruguayli sinefillerden linc yemeyim diye bir uyari konmus. bu uyari filmin aslinda ozeti.

    "sinefil" camia'nin anakronizminden ve kullanissizligindan yakinarak sert bi sekilde elestiriyor aslinda yonetmen. su an bu film gosterime girse; online platformlar, vod'ler yuzunden kafayi yemis olan "sinema sinema'da izlenirci" *kitle tarafindan linc edilirdi.

    "hocam bu dersde ogrendiklerimiz gercek hayatta bizim ne isimize yarayacak?" sorusunun cevabi niteliginde bir ikinci parti var filmin. ilk part'ta filmleri kart gibi ezberlemenin manasizligina vurgu yapilan sahneyle ele alinca, "himmm evet fikir iyi" diyorsunuz. ancak baglama cok yedirilemeyen ve anlasilmasi zor olan sessiz donem filmlerine yapilan gondermeler. fellini, welles sinemasina cakilan selamlar, vermek istedigi mesajin altini bosaltiyor. cunku bunlari yakalayabilmek icin ucundan kiyisindan biraz sinefil olmak ve kart gibi bir ezberinizin olmadi gerekiyor.

    en begendigim sey ise filmin finalindeki bu olaylarin hangi zamanda yasandigina dair yapilan plot twistti.

    ozetle: yani, mehhh kategorsinde bir film.
hesabın var mı? giriş yap