• "emek her şeyi yener." mealindeki latince söz.
  • emek her şeyin üstesinden gelir...
  • ilginç değil, her kent aşkın başkentliğine kafayı takmış olmayacak a, kimileri de başka değerleri ön plana almayı kentleri için hayırlı saymış. oklahoma'nın resmi sloganı, mottosu "labor omnia vincit" imiş. hadi madem böyle girdim mevzuya devamını da getireyim, nickname olarak da kendilerine "the sooner state"i seçmişler [1]. her neyse bir şekilde oklahoma'nın, başlığımıza konu olan "labor omnia vincit" mottosuna sarıldığını bilelim [2]. bir kente yakıştırılan sloganın menşei aslında pek de önemli değildir, kim tarafından, ne zaman kente yakıştırıldığı sonraki mevzudur; aslolan kentin, kent insanının sahiplenişidir. ben ilk başta "aşk kenti" diye tanıtımı yapılan kentlerden farklı olarak oklahoma'da "emek" ve "azim" kavramlarının öne çıkarılmasında (ve kabullenilmesinde) tümüyle çağcıllığı görüyorum, yeni tip düşünüşü duyumsuyorum. tabi "yeni tip düşünüş"ten kastım modernlikten beslenen, onunla ancak var olan, onun yüzünden de fundamental yönlerini törpüleyen, tek bir amaca, hedefe yönelmek zorunda bırakılan; ve böylelikle artık ayağa kalkarak koşmaya başlayan insanın kendisi gibi değişmiş olan insan zihnidir. bunun için yani modernin belirlenimine dair iki ana durak var: bir, v.yy.'ın sonlarında hiristiyan dünyasını pagan roma dünyasından ayırmak için kullanılan modern tabiri; iki, m. weber ve j. habermas'ta okuduğumuz "avrupalı olma"nın modernliğe eş tutulması durumu [3]. modernin bu iki belirleniminden hareketle labor omnia vincit'le alakalı şuraya varıyorum: -hala papa'yı kalbinde taşıyan, ama ona rock starı gibi davranan [4]- hiristiyan avrupa'nın ortaçağ'dan sonra, özellikle de xv. ve xvi. yy.'dan itibaren mekanik bilim anlayışı çerçevesinde [5] eski tipte düşünüşleri, değerleri, inançları yeniden değerlendirip yaşama alanını da tıpkı mekanik-bilimin asli amacının da gösterdiği gibi, insan için konforun, huzurun amaçlandığı koşu sahasına dönüştürmesi doğal olarak kafaların, zihinlerin çevrildiği yerin de 'dünyevi kalkınma caelum'u (vay vay o nasıl kelime öyle, cenneti manasında yani) olmasına sebebiyet vermiştir. insanın en çok azmettiği şey, en sonunda kendi egemenliğini ele geçirmekle yetinmeyip, bir de aşırı sıcak geçen bir yaz öğleninde, tanrı'nın, içine hapsedildiği kilisenin kalın duvarlarının serinletici gölgesinde hamak kurup uzanmak olmuştu. bütün çabalar bunun içindi artık; fransız devrimi feodalizmi parçalarken, sanayi devrimi'ni muştulamıştı. temiz giyinimli, belli aralıklarla yıkanan, nur yüzlü avrupalı yeni dünyanın da keşfiyle sömürecek daha fazla toprak bulmuş; bilmemneredeki kölelere özgürlüklerini, hürriyetlerini bağışlamış, insanca, humanitas'ça güçlü olanların (yani kendisinin) daha da doğaya egemen olabilmesi için xvii. yy.'dan kendisine miras bırakılan novum organum [6] nasihatine harfi harfine uyarak kadim ingiliz siyaseti, fransız sosyalizmi ve alman felsefesini aynı kazanda pişirerek gelecek kuşaklara karmaşayı yani postmodernizm kaosunu miras bırakmıştır. bunu her alanda çok çalışmayı, kalkınmayı ve buna mukabil aydınlanmayı önererek başarmıştır.

    kendisine el uzatılan (hayatı kurtarılan!), avrupalıymış gibi giydirilen siyahlara (aslında aynı zamanda beyazlar arasında beyaz olmalarına rağmen siyahlarmış gibi muamele görenler de: beyaz zenciler!) büyük şehirlerde çalışma fırsatını vermişti o zihin, bunu lütfetmişti, tıpkı eden bahçesine attığı adem'e göğsü kabararak bakan tanrı gibi yapmıştı. muhammed kutub çok güzel söyler: hürriyetlerini kaznamış olan köleler hiç şüphesiz bundan dolayı çok büyük ölçüde sevindiler... çünkü hürriyet her zaman için sevilen bir şey olmuştur. buna karşılık prangalar ise her zaman nefret edilen şeylerdir. isterse asırlar boyunca ruhlar bu prangalara karşı duyarsız bir hale gelmiş olsun." [7] burada kölelere gösterilen havuç büyük şehirlerin onların hayalleriyle bile karşılaştırıldığında göze çarpan olağanüstülüğü ve şehirliler gibi yaşama dileği idi. aslında bu, onlar için dışsal bir hayaldi; onlar aslında bu hayalden bağımsızdı; zira yeni elde ettikleri hürriyetin en büyük bedelini her şeye üstün gelen ("omnia vincens") "labor"un altında ezilerek ödediler. şehirlerdeki tam tam melodileri, yani ilkel blues buna çok sonra gelmiş bir isyandı; ancak bir şekilde şehirli avrupa rüyası, insana zorla biçilen nitelikten ötürü şevkle karşılanıyordu. kısa süreliğine (insanlığın tarihiyle karşılaştırıldığında kısa!) her şeye üstün gelen, her değeri parçalayan "labor"un kendilerine sunduğu "kölelik sonrası - kendi parasını harcama" mutluluğu egemen oldu. burada kamçı yoktu! ancak burada başka manevi yükler yüklenmişti işçilerin üzerine. m. kutub bunu şöyle anlatıyor: "evet bu yeni efendinin veya onun kahyasının elinde işi gevşettikleri takdirde çalışanların sırtına indireceği bir kamçısı yoktu: fakat onun elinde eziyet ediciliği bakımından ötekinden hiç de geri kalmayan manevi bir kamçı vardı. bu da ücretten kesmek, veya işten çıkarmaktı..." [8]

    insanlar her şeye üstün gelen "labor"larıyla rezil olabilme riskiyle yaşadılar büyük şehirlerde. insanlık tarihi bilinçli bir şekilde onları birey birey yalnızlığa mahkum etti. çünkü şehirdeydiler: "magna civitas magna solitudo". her büyük şehirde, büyük yalnızlık yaşanırken her "labor" sahibi mutlaka insanlıktan çıkar, zira yalnız bir şekilde başkalarına hizmet etmekle yükümlüdür: "yalnızlıktan hoşlanan ya vahşi bir hayvandır ya da tanrı" demişti ya aristoteles, işte o emekçinin kaderinde ya tanrı'laşmak ya da vahşi bir hayvan haline gelmek vardı. tanrı'laşamadı, çünkü kendisini anlamlandırmaya yeltenen teorisyenler, ideologların tek yaptığı onları değil de onların "labor"unu anlamlandırmak oldu. yani mekanik-bilimle eski gücünü yitiren değerler yerine, yine o eski değerler gibi sorgusuz sualsiz tapınılmayı gerektiren yeni ideolojiler yaratıldı. insanın en nihayetinde "labor"uyla rezil oluşu da aslında biraz da onun bizzat kendisinin değil de onun emeğinin üzerinden siyaset yapan kurumlar, siyasetçiler yüzündendir. bu durumda tanrılaşamayan yalnız işçiler, ne ironiktir ki, çok fazla birlik ve beraberlik içinde savunuluyormuş gibi görünürken vahşi hayvanlığa mecbur bırakılmıştır. "proletaryanın sınıf mücadelesinde, yol gösterici ve yönetici rol, bu sınıfın devrimci siyasal partisine düşer" [9] dendiği zaman tanrılaşanın mücadeleyi fiili olarak gerçekleştiren partiler olduğu ortaya çıkar. bu durumda işçiden partisine biat etmesi beklendiğinden, sorgu mekanizması da baştan hasar görür. yani işçi kendi "labor"uyla rezil olurken, yeni bir homo insipiens'liğe de merhaba der. bütün hayatını partilerin içinde kimi savaşları vermekle geçer. bu savaşları yaparken temel gayeler dışarıdan bakıldığında çok anlamlıdır: sömürü düzeninin yıkılması, savaşların sona ermesi, bütün dünyada eşitliğin, barışın hakim olması vs. hatta en nihayetinde "labor est amor"dur yani "sevgi emektir" bile denir. ancak unutulan bir şey var ki, insan bütün hayatını büyük gayeler için savaşmaya yem ettiğinde, insanlıktan çıkar. çünkü büyük gayeler büyük idealler demektir, büyük idealler büyük inanışlar, saplanışlar doğurur. bazen tam ters yoldan harekete geçmiş bile olsa, insan saplanış halinde hayatını kurban etmiş olmanın acizliğini yaşar. örneğin yaşamını sadece "her şeyi sorguya çekmeye" adamış birini düşünün, bu adam yaşamının sonunda her şeyi sorguya çekmiş olduğunu ancak, "her şeyi sorguya çekme" olgusunun kendisini es geçtiğini görecektir. çünkü her büyük gaye, büyük bağlanıştır = sonsuz körlük!

    "labor omnia vincit", insanı azme, çalışmaya, emeğe sevk eder. sonunda "amor omnia vincit" ile çatışırken görürüz kendisini. oysa yukarıda da dediğim gibi, bir yerde yolu "amor"la kesişen "labor" başka bir entirimde de dediğim gibi "pietas" a yani "sadakat"a kaybeder. insanın üstündeki pietas olsun, labor olsun, amor olsun hatta deus olsun, hiç fark etmez; önemli olan insanın üstüne bir gücün çıkmış ve onu yönlendirebiliyor olmasıdır. bana kalırsa insanın en temel arayışı, yalnız başına kaldığında kendisini en çok zorlaması gereken problem, kendisini yönlendiren kuvveti nasıl alaşağı edeceği olmalıdır. zira insan kendinden taştığı vakit vahşi bir hayvan gibi yaşadığında bütün bu arayışların anlamı yok olur. avamın, yığınların yitirdiği anlama bakın, demek istediğimi anlayacaksınız. başarısız olan insan hırçınlaşır, saldırır. dostlarını yitirir. kimi zaman yastığa gözyaşlarını akıtır, kimi zaman bir domuz gibi çamura bulanıp herkesi kendi gibi sanmakla meşgul olur. başarısızlığının sebebini başkalarında arar. kendisine öyle yabancılaşır ki, sonunda herkesi devirebileceğini sandığı hayal aleminde yaşamaya mecbur kalır. oysa hiçbir şeyi yenemez bu kafayla, çünkü herbir şey başlangıcından itibaren bir'dir. hiçbir şey yenilmez, hiçbir şey kazanmaz. labor'un üstün geldiği bir dünyada, aynı zamanda labor'a ihtiyaç kalmayacağından, labor kaybetmiş olur. görev tamamlandığında nasıl pietas ölmüş oluyorsa, amor en üst düzeye çıktığında herbir şey aslında onun üstüne çıkmış olur, çünkü hedef yitirilmiştir!

    hedefsizlik tanrısızlık gibi bir şeydir; res cogitans tükenir orada, artık basit bir matteria yığını olup çıkarsın. gün gelir dostlarını, gün gelir sevgilini yitirirsin. en fenası da kendini yitirmendir. ucuz ve komik fiillere tutunmaya başlarsın, kıskanırsın, cennetten düşersin, başkalarını seyretmekle ömrünü tüketirsin, iki mesaj atarsın, üç aptal gülümsemeyle gününü gün ettiğini sanırsın. sonuçta düştüğün durumun acizliğine öyle anlamlar yüklersin ki, sonunda sen de bataklığının cennetinde tanrı olduğunu sanırsın. oysa sen tam bir başarısızsındır. elinden gelenin en iyisi de budur, daha fenası!

    notlar:

    [1] http://www.50states.com/bio/nickname4.htm; http://panamaliving.com/ok.html
    [2] bunun için acilen bakınız: merriam-webster's geographical dictionary, p.864, merriam-webster, inc, merriam-webster pub., 1997 (isbn 0877795460, 9780877795469); j.r. stone, latin for the illiterati: exorcizing the ghosts of a dead language, p.126, routledge 1996. ya da şöyle (eser sırasına göre) ss'ler aldım kitaplardan, buyrun: http://farm4.static.flickr.com/…41_e9e80764fe_o.jpg - http://farm4.static.flickr.com/…51_8f9348c729_o.jpg
    [3] bunun için aman yavaş, aheste bakınız: ömer naci soykan, arayışlar, felsefe konuşmaları-1, sf.261, küyerel yayınları, birinci baskı istanbul 1998. (selam hocam, merhaba hocam) yaptığım alıntının geçtiği yazının tamamını okumak için bakınız: http://www.scribd.com/…stmodernizmi-turkish-article
    [4] itinayla: http://www.youtube.com/watch?v=zthpjruhaco
    [5] lütfen diyorum: yeni çağ felsefesi/@jimi the kewl
    [6] (bkz: francis bacon/@jimi the kewl)
    [7] m. kutub, çağdaş fikir akımları 1 demokrasi, sf.189, işaret yay., 3. baskı 1993.
    [8] m. kutub, sf.192, 1993.
    [9] v. kelle - m. kovalson, tarihsel maddecilik marksist toplum kuramının ana çizgileri, sf.208, öncü kitabevi, 1978.
  • "emek her şeyin üstesinden gelir" anlamına gelen latince söz öbeği.

    bugüne yaraşır.
  • hayattaki tek düsturumdur. ama bazılarına yaramıyor. yarasa da anlamıyor, anlasa da inanmıyor, inansa da bir kulp takıyor. inanmak gerek. inanamıyorsa (o kişi her kimse) kızmamak gerek. çünkü senin gibi hissetmiyor ve yaşamıyor demektir. ben düşündüm beyin süzgecinden geçirdim kafama yattı. (tabi süzgecin herbir deliğinden bir andromeda geçiyor o başka). ahiiiiiiirrrrrrrkkkkkkkk !!!

    cevabını bilen kafasından vermiştir. yoksa çok büyük cesası var.
  • forzabesiktas.com'da masa basi oyunlarina karsi sampiyonlugun calisarak sahada ve tribunde kazanilacagina inananlarin birbirlerine soyledikleri soz.
  • (bkz: labor omnia vincit improbus)

    aynı anlama gelen bir diğer latince deyiştir.
  • latince : sebat her guclugu yener.
hesabın var mı? giriş yap