• susan sontag, 1975 senesinde, leni riefenstahl hakkında yazdığı yazıda şöyle diyor:

    ...1945. tutuklandı. berlin'deki ve munich'teki evleri elinden alındı. incelemeler ve hukuksal soruşturmalar 1948'de başladı. ta ki, 1952 yıllına gelinene dek sürdü. 1952. "cezayı gerektiren ve nazi rejimini destekleyen hiç bir siyasi aktivitede bulunmadığı" ifade edilerek nazilikten tenzih edildi. (yasalar tarafından da "de-nazified" biri oldu)

    susan sontag, "fascinating fascism" adlı aynı yazısında şunu da diyor: nazilik sıfatından yırtmasında, çoğu insan tarafından bir numaralara kadar yükselmiş bu sanatçının bir kadın oluşu da etkili olabilir. 1973'te new york film festivali afişinde, feminist bir tasarımcı, sağ memesi daire içine alınmış bir sarışın kadın fotoğrafı kullanıyor. daireyi oluşturan isimlerse "agnes, leni, shirley". (bkz: agnes varda), (bkz: shirley clarke).

    ancak, onu "lanetli bir nazi" olmaktan, çoğu insanın gözünde kurtaran şey "sanat"tı. bir şey "güzel" olduğunda onu reddetmek ya da lanetlemenin güçlüğü. 1970'lerde avant-garde filmlere sarmış olan çoğu sanatçı, riefenstahl'ı kendi çevrelerinde savundular. güzellik ararken, nazizm ortasında kendini bulmasını ve sonra mahkemelere düşmesini de, "güzellik" peşine düşen bir kadın olarak sineye çekebildiler.

    bir röportajında şöyle demiş leni:
    "basitçe diyebilirim ki, güzel olan her şeye karşı apansız bir çekim duyuyorum. evet: güzellik, uyum. ve belki kompozisyonlara karşı bu hassasiyet, formlara, şekillere gösterilen bu özen pek alman bir durum. ancak, bu gibi şeyleri ben bilmiyorum, sahiden bilmiyorum... benden ne eklememi istiyorsunuz? pür, saf, olduğu gibi gerçek olan hiç bir şey ilgimi çekmedi, çekmiyor. vasat olan, gündelik hayatın sınırları beni ilgilendirmiyor. güçlü, sağlıklı, güzel olan; yaşayan şeylerle ilgiliyim. uyum arıyorum (bkz: harmony). "uyum" üretildiğinde mutluyum.

    susan sontag şunları diyerek susuyor: fotoğrafladığı nuba'lara bakalım. hepsi güzel, hepsi atletik, bir düşü var leni'nin "medeniyet tarafından bozulmamış insanların, kendi doğal ortamlarında saf ve uyum içerisindeki yaşamlarının bir portresini çizmek". katkıda bulunduğu nazi filmlerine bakalım: parti kongreleri, wehrmacht ya da atletler hakkında olsalar da hepsinin ortak noktası: bedenin yeniden doğuşunun kutsanması, topluluk oluşun kutlanması, ve karşı konulmaz bir lidere herkesin ayılıp bayılması. yani, the last of the nuba kitabındaki o harika fotoğrafların gerisinde, daha önce naziler tarafından güdülen düşün çok uzağında değil. aynısı olmasa da.
    nubalar kara derili görünüyor, aryan değiller. bununla birlikte, kompozisyonlara baktığımızda nazi ideolojisinin etkisini görüyoruz: temiz, saf, ideal olanla saf olmayanın, dejenere olanın ayrımı, asla pis olmayacak olan ile uzak durulması gereken arasındaki ayrımın belirginliği, fiziksel olanla zihinsel olanın ayrımı.... eğlenceli olanla eleştirel olanın tamamen ayrı tutulması. şişkin kaslarıyla harika olan nubalılarla, olmayan "insancıklar" arasındaki ayrım gibi bir şey bu. 1933'te goebbels "düşünmek, eleştirmek, soru sormak bitti artık"a varan bir açıklama yaptığında, kendi için ve toplumu için "güzel" olanı arıyordu maalesef. güzel olanı bildiğine o kadar inanıyordu ki, güzel olmadığını düşündüğü insanları gözden çıkarabildi. hitler kendini -kendince- o kadar müthiş bir amaçla donatmıştı ki; en acımasız ve umursamaz olanı yapabildi.

    saf ve salak hitler, ağlayan biri vardı.
    saf ve salak leni, "güzel" dediğin şey hiç de masum değildi.

    "kusursuzluk" mu arıyordu?
    bir takım bedenlere kusursuzluk adını takıp, bir takım benliklere (bedensel ya da toplumsal) ideallikler biçip;
    onlara uymayanları yetersiz görmek. bu faşizmdir evet. ve, insanın en büyük kusurlarından birisi faşizmdir (bence).
    --

    leni reifenstahl, faşizm meselesinin, (içimizde ya da dışımızda) hiç de basitçe halledebileceğimiz bir durum olmadığını göstermesi açısından önemli bir figür. çünkü bir sanatçı. "kahrolsun faşistler" lafının, yaşama ve sanata baktığımızda yetersiz kaldığını anlayabiliyoruz onunla. "kahrolsun faşizm" diyerek bir "dış güç" haline getirdiğimiz faşist ideolojiden arınmak, kutsal ve büyülü beddualara dönüştürülmüş sloganlardan fazlasını gerektiriyor.

    leni, şekle ve forma dair sürekli düşündü ve görüntünün güzelini aradı. ve bu sebeple görüntü üretiminde özenliydi, olumlu anlamda etkileyici buluyorum... herkesin ve herşeyin o güzele dönüşmesini dayatmadığı sürece.
    ancak, içeriğe dahil aynı şeyi yaptığını düşünmüyorum. o, kompozisyonun içinin sadece geometrik şekillerden ya da çizgilerden oluşmadığını muhakkak biliyordu. fakat, kanımca buna hak ettiği özeni göstermedi. ruhu, hissi, barışı es geçti. dünya huzursuzluğuna böyle bulaştı. dünya gezegeninde kendini huzursuz hissedip, buna rağmen huzursuzluğu arttıranlarla da bir dönem böyle kaynaştı. (bkz: joseph goebbels), (bkz: adolf hitler)
  • "filmlerinde kusursuz vücutlu atletler, sportif kadınlar eksik olmazdı. o hep mükemmeli göstermek isterdi. sonraları buna faşizm dediler."
  • 1930 larda çekilen belgesellerle nazi ideolojisinin sinemadaki bence en önemli temsilcisi yönetmen + oyuncu
  • 1935'te npd kongresini görsel ihti$amla aktaran triumph of the will ve 1938'de berlin olimpiyatlari'nin tanitimi olan olympiadi çekmi$ alman yönetmen..ba$ka filmi olmamasinin yanisira triumph of the will tarihin en ba$arili askeri propaganda filmi olarak addedilmekte ve almanya'da geçmi$i hatirlatmamasi amaciyla halen gösterilmemektedir.

    leni ablanin ikinci dünya sava$i'ndan uzun yillar sonra greenpeace'de fotografci ve görüntü yönetmeni olarak çali$mi$ olmasi da enteresan bir korelasyonu akla getirmektedir. ayrica kendisi feministtir,severim.
  • belinde tabancayla polonya'nın işgalini kameraya alan nazi artığı sinemacı.

    hitler ile daha iktidara gelmeden önce tanışmış, "fraulein riefenstahl, iktidara geldiğimizde filmlerimizi siz çekmelisiniz." demiş, iktidara geldikten sonra da dediği gibi en önemli propaganda filmlerini (bkz: der sieg des glaubens) (bkz: triumph des willens) bu kadına çektirmiştir.

    kendisi ne kadar ırkçı bir faşist olsa da kamerayı çok iyi kullanan bir yönetmendir. 1936 berlin olimpiyat oyunları için çektiği olympia filminde o zamanın imkanlarıyla yakaladığı görüntüler muazzamdır. olympia filmi dünya çapında ses getirir ve amerika'ya davet edilir. şubat 1937'de detroit news muhabirine verdiği mülakatta şu ifadeleri kullanır: "to me, hitler is the greatest man who ever lived. he truly is without fault, so simple and at the same time possessed of masculine strength."

    bu hanım kariyer basamaklarını koşar adım çıkarken, alman yahudilerine yönelik baskı ve zulüm her geçen gün artmaktadır. hitler'den büyülenmiş gibi söz etmesi ve antisemitist düşünceleri, alman sinemasındaki entelektüel insanları dehşete düşürür. marlene dietricht ve fritz lang gibi anti-nazi alman sinemacılar ülkeden kaçmak zorunda kalırken bu kadın 3. reich'ın resmi yönetmeni konumuna gelir. iradenin zaferi filmi için ödül alırken.

    entrynin başında da belirttiğim gibi 1 eylül 1939'da başlayan polonya'nın işgalini kamerasıyla görüntüler. hitler'in varşova'da düzenlediği geçit resmini çekme ayrıcalığına sahip olur.

    savaş devam ederken tiefland isimli sinema filmine başlar. bu filmin finansmanı için nazi hükümeti kendisine 7 milyon mark verir. bir başka diktatörün yönetimi altındaki ispanya'da devam eden çekimlere figüran olarak toplama kampından çingeneleri getirtmiş, işi bitince de auschwitz'e geri göndermiştir.

    savaş sırasında bir alman subayı ile evlenir ama bu evlilik pek uzun sürmez.

    savaş bittiğinde bu hanımın lale devri de biter. naziler yenilmiş, yenilmekle kalmayıp birçok savaş suçu da işlemişlerdir. savaşın sonlarına doğru müttefikler, naziler'in filmlerini işledikleri suçların kanıtı olarak kullanmak üzere toplamaya başlar. hitler'in favori yönetmeni de müttefiklerin radarından kaçamaz. oss hesabına çalışan amerikalı yönetmenler tarafından toplama kampları filme alınır. daha sonra nuremberg mahkemeleri'nde gösterilir. abdli savcı sanık sıralarındaki naziler'e şöyle seslenir: "we will show you their own films."

    berlin işgal edildikten sonra amerikan askerleri tarafından yakalanır. savaştan sonraki denazification sürecinde birkaç defa yargılanır. mahkemede parti* üyesi olmadığını, yönetmen olduğunu, naziler'in işlediği suçlardan haberi olmadığını söyler.* mahkeme sonucunda sempatizan olduğu gerekçesiyle ceza almaz ve salıverilir.

    fakat ömrünün sonuna kadar nazi geçmişi peşini bırakmaz. bir daha film çekemez. kendini fotoğrafçılığa verir. afrika'daki ilkel kabileler ile birlikte vakit geçirir ve onları fotoğraflar.

    kendisinin de rol aldığı 1993 yapımı (bkz: die macht der bilder leni riefenstahl) diye bir belgesel vardır ve fevkalade başarılıdır.

    leni riefenstahl çok büyük bir yeteneği, ırkçı bir ideolojiye olan inancı yüzünden heba etmiş bir sinemacıdır. gerçi naziler için film çekmek yerine yeni teknojiler üretse wernher von braun gibi savaştan sonra rahat bir hayat sürüp amerikan vatandaşlığına bile geçebilir miydi ? büyük ihtimalle evet...
  • 101 yaşında münih'teki evinde, uyurken son nefesini vermiş, yönetmen ve daha bir çoğu.
    yaptığı işleri, öncülükleri taktir edenler, çektiği nazi propagandası filmlerden dolayı nefret edenler.
    dile kolay. koskoca bir yüzyıl görmek. savaşlar barışlar tüm tarihi olaylar gelişmeler ler lar...
  • filminde figüran olarak kullanmak üzere toplama kamplarından çingeneleri getirtip işi bittikten sonra auschwitz’e gönderilip orada öldürülmelerinden haberinin olmadığını iddia eden alman.
  • özellikle afrika kabilesi nuba insanlarını fotoğrafladığı çalışmaları çok başarılı olan fotoğrafçı, dalgiçc, sinemacı. bi de 100 yaşında yapıyo bunları hala...
    http://www.leni-riefenstahl.de/ adresli sitede özellikle nuba fotoğrafları bulunabilir.
  • 30 mayıs 2002 tarihinde ulus baker'in ders grubuna yolladığı proje tartışmalarına dair yazıdan;
    ''...ama işte bakın, sinemanın kısa tarihinin en bilinçli (ve bilinçdışı en güçlü) kişiliklerinden godard çıkıp diyor ki --her totaliterlik aynı değil; ve bir vertov filmindeki işçi kızların gülümsemesiyle riefenstahl filmlerinde kendilerini führerlerine, ırka, soya sopa, kana ve toprağa, kocaya ve çocuğa "feda etmiş" o güzelim kızların gülümsemeleri aynı değil... sinema tek tek jestleri kullanır --video ise (bu sizin mutlak şansınız) bütün bu jestleri yeniden çözümlemenin, görmenin bir arajıdır... videonun görevi ve doğası sinemayı, bir asırlık imajları yeniden kaydedip inceleyebilmesinden doğar...

    böylece leni riefenstahl bence yalnızca "fikren" değil, bizzat sinematografisiyle tam bir "sahtekardır"... son kadın filmleri festivali'nde ova adlı filmi (tiefland) onun nazilerle oynaşmasından arınmayı istediği film olarak sunuldu... feministlerin galiba hala dünyadan pek bir haberleri yok... neredeyse nietzsche'nin şu sözlerine hak verdirecekler: "kadınların acele kararları, bir anda yargılamaları --bu yüzden bir davadan çok o davayı savunan bir erkeğe hissettikleri ani bağ... bu yüzden kadınlara hiçbir davada güvenilmez..." kadınlara ya da feministlere saldırmıyorum burada, daha çok bir "kolaycılığa" saldırıyorum... ova filmi tam anlamıyla nazi estetiğinin erişebileceği en üst noktadır --dağdan inen gürbüz, beyaz ırktan bir kahraman... güçlü kuvvetli ve elbette ispanyol şarkıcısı (ve dansçısı) kız (ki carmen'den beri bir avrupa klişesidir) ona aşık olacak... kötü bir adam var --bir baron ve hitler'le bir ara sorunları olmuş prusya aristokrasisini temsil ediyor... arkadaşlar, kendimizi yanıltmayalım --riefenstahl görüntünün gücünü iyi algılamış biriydi... ama tam da o tarihte rossellini paisa'yı, açık şehir roma'yı çekmeye hazırlanıyordu... vertov'u bırakıp onun filmlerini de riefenstahl'ın tiefland'ıyla yanyana izleyebilirsiniz... varacağınız sonuç ne olur?...''
    yazının tamamı için şöyle buyrun.. http://www.korotonomedya.net/…php?id=21,164,0,0,1,0
  • bir belgesel'de kendisine nazi propaganda bakanı joseph goebbels le aşka yaşayıp yaşamadığı sorulduğunda celallenen, röportajı yapan gencin üzerine yürüyen ve hiddetle yalanlayan 1902 doğumlu hala hayatta olan yönetmen.
hesabın var mı? giriş yap