• şehir tiyatrolarında oynayan, valerio rolündeki mert turak ın iyi bir performans gösterdiği grotesk oyun. ayrıca oyun başlamadan önce ve oyun arasındaki anonslar dadı rolündeki tomris incer tarafından yapılmış ve oyunun ruhu arada da korunmuştur.

    --- spoiler ---

    çalışarak ekmeğini kazanan, kendini yavaş yavaş öldürüyor demektir. kendine kıymak öldürüm sayılır, yani suçtur. suçu kim işler? namussuzlar: demek ki çalışanlar da namussuzdur.

    --- spoiler ---
  • müthiş bir alegori yapışmıştır eserde, halkın sınıflarını, hiç de yabancı olmadığımız hayataki somut karakterleri sembolize edilip soyutlaştırmış ve önümüze paketleyip koymuştur bu tiyatro oyunu
  • georg büchner in gerçek hayattan esinlenerek yazmadığı tek eseridir.

    prens leonce rüyasında babası tarafından evlendirileceği prenses lena' nın çok çirkin olduğunu görür ve evlenmek istemediği için yardımcısı valerio ile saraydan kaçar.
    lena da zorla evlendirilmek istememektedir. dadı prensesin bu haline çok üzülür ve beraber saraydan kaçarlar.
    leonce ile lena yolda karşılaşır ve birbirlerine aşık olurlar. fakat ikiside birbirlerinin kimliklerinden habersizlerdir. bu arada valerio' nun aklına bir fikir gelir, prensin onu başkan yapması koşuluysa fikrini ona söyler ve planı uygulamaya karar verirler. hepsi suratlarına maskeler takıp prensin ülkesindeki düğün alayına giderler.
    prensin kral olan babası gelinle damadın ortadan kaybolmalarına çok üzülmüştür, çünkü o gün mutlu olacağına dair planlar kurmuştu ve sırf bu yüzden mutlu olmalıydı.
    valerio' nun bu ruh halindeki kralı kandırması pek zor olmuyor ve gerçek prens ve prenses yerine bu iki kişi evlendirip mutlu olabilirsiniz diyor. nikah kıyılıyor, maskeler çıkartılıyor, her şey anlaşılıyor. kral önce kandırıldığını düşünse de bu işe razı oluyor.
  • 12 - 17 mayıs tarihleri arasında cevahir dt sahnesinde izlenebilecek olan adana dt oyunu.

    http://www.devtiyatro.gov.tr/…leonce-ile-lena5.html
  • sezonun tüm oyunlarını izlemiş biri olarak 12 mayıs'ta cevahir salon 1'de izlemiş olduğum devlet tiyatrosu oyunu. alışılagelmişin dışında, özgün bir konusu akışı vardı. dekor gayet başarılıydı, makyajlar harika, oyuncu performanslarına bakıldığında her karakter rolünü almış benimsemiş ve başarıyla yansıtmış. oyunla ilgili en beğendiğim şey ise kesinlikle text idi. insanı düşündüren, doğru bildiğimiz şeylerin aslında yanlış olduğunu mantık çerçevesinde yansıtmaya çalışan, biraz da espri katan derin cümlelerin sayısı fazlaydı. en olumsuz olarak iletebileceğim şey ise oyunun gereğinden fazla dumanlı olmasıydı. bugüne kadar izlediğim en dumanaltı oyundu kimi zaman neredeyse sahne görünmedi kimi zamanda dumandan öksürenlerden oyuncuların dialogları net duyulmadı. sonuç olarak farklı bir oyun. izleyiniz.
  • istanbul şehir tiyatroları tarafından yiğit sertdemiryönetmenliğinde sahnelenen oyun.oyuncuların makyajları ,kostümleri ve dekor fantastik olsada çok sahici bir metne sahip.

    --- spoiler ---
    kral peter;
    mendilime attığım bu düğümle neyi hatırlayacaktım ?
    tamam !buldum !halkımı hatırlamam gerekiyordu.
    --- spoiler ---

    (bkz: erhan abir)
    (bkz: cengiz tangör)
    (bkz: özge özder)
    (bkz: mert turak)
    (bkz: tomris incer)
  • çocuk oyunu olamayacak kadar ağır bir siyasi eleştiriyi (evet yazıldığı dönemde yazarını idam ettirecek kadar ağır bir krallık eleştirisi) içinde barındıran taşlama.
    absürd komedinin sınırlarının zorlandığı da bir gerçektir.

    kral sallabaşlarla bir araya gelir ve...
    -hmm mm amaan bugün neyi hatırlayacaktıımm? hı? tabi ya halkımı, halkımı hatırlayacaktım.
    aa bee cee dee ee fee ge...tamam toplantı bitmiştir hadi...
  • bir başka sıkıcı tiyatro deneyimi yaşamamı sağlayan; üç beş kostüm, iki dekor ve havada kalan sözlerle bezenmiş oyun. ne neyi sembolize etmiş, ne somutlanmış ne soyutlaşmış bilemiyorum ama son derece basit bir konusu olduğunu söyleyebilirim. başlangıcı bir tiyatro oyunun güzel olabileceği ve günün birinde iyi bir oyuna rastlayabileceğim konusunda umut verse de sonuçta yine bitse de gitsem modunda izledim bütün oyunu. ben bir türlü iyi oyuna denk gelmiyorum diycem ama yanımda oturan çift oyunun sonunda zevkten birlikte orgazma ulaşmak üzereydi o kafamı karıştırıyor.
  • çağımıza hiçbir şekilde uymayan oyundur. belki bin sekiz yüzlü yıllarda çok önemli bir yeri olabilir bu eserin ama çağımızda bu oyun sadece gülünç ve sıkıcı olmakla sınırlı. bu oyunun sonunda oyun yumurta ve domates saldırısını hak ediyor, yuhalanmayı hak ediyor, alkışlanmayı değil. böyle bir oyunu alkışlamak demek, bir çocuğa bile bir şey katmayacak sığ bir oyunla nasıl da paramızı ve vaktimizi çaldınız, teşekkür ederiz demek. kartondan ucuz sahne dekorlarıyla bizi nasıl da salak yerine koydunuz teşekkür ederiz demek. tabi oyunun sonunda oyunu yuhalamak bir nevi oyuncuyu da yuhalamak oluyor. bu sebeple belki de sadece alkışlamamak en doğrusu. bu oyunun tiyatrolarda gösterilmesinde emeği geçen herkesin aslında hemen istifa etmesi lazım. zira en büyük suçu işliyorlar. hevesle tiyaroya gelen, kendini geliştirmek isteyen medeni istanbul tiyatro seyircisini fena halde tiyatrodan soğutuyolar. tabi kimsenin tepkisininden yada hoşnutsuzluğundan haberdar olmadıkları için, onları da çok suçlayamam. medya tiyatroya ilgisiz. seyircinin beğenisi hiçbir şekilde temsil edilmiyor. tiyatro oyunları eleştirisi gazetelerde ve internette bulunmadığı için seyirci oyuna bilet almaya devam ediyor, salonu dolduruyor. seyircimiz oyunun sonunda oyunu alkışlıyor. ayakta alkışlayanlar bile oldu. ben alkışlayanların içten alkışladıklarına inanmıyorum. alkışlamalarının sebebi tiyatro sevmeyen biri olmaktan korkmaları olmalı. bilmiyorlar ki bu alkışlar bu saçma oyunların devam etmesine sebep olucak. bu alkışlar yine de seyrcinin salaklığını değil, büyüklüğünü gösterir. seyircinin emeğe saygısını gösteriyor, işini yapan oyuncuya saygısını gösteriyor, oyunun başarısını değil. entellektüel istanbul tiyatro seyircisi böylesine komik tiyatro oyunlarını hak etmiyor. bu kadar kötü bir oyunun sonuna kadar tahammül ettikleri için, oyuncuların seyircileri alkışlaması lazım aslında. bu feci oyunun sergilenmesine izin verilmemeli.
  • öncelikle belirteyim ki, ibbşt'nin yorumunu izlemedim, çünkü nasıl olacağını az buçuk tahmin ediyordum. izlememe nedenlerimden bir tanesi de 16. uluslararası tiyatro festivali'nde aziz nesin sahnesi'nde mahir günşıray'ın elinden çıkmış yorumunun yanından bile geçemeyeceğini düşünmemdi. o öyle bir sahnelemeydi ki çağdışı görülen büchner birden bire çağdaşımız oluveriyordu. oyunla ilgili o zaman yazdığım yorumumu buraya da taşımaktan ayrıca keyif duyuyorum. çünkü o izlediğim şey her zaman her yerde takdiri hakediyor!

    sahnede perde olmayışı bir dezavantaj olarak değil bir avantaj olarak kullanılmıştı. seyirciler salona girmeye başladıkları an oyunun başlamış olduğunu fark ettiler. leonce her zamanki günlük mühim işini yapıyordu: bir akademisyen cüppesi giymiş olan leonce’un bütün işi her yarım saatte bir yüzüğüne tükürmekti. günşıray ne de güzel anlatmıştı günümüz gençlerinin durumunu: üniversite bitir, sonra git evinde küflen. oyun boyunca işlenen konu da buydu zaten: gençlerin baskı altında oluşu. leonce da lena da ne de güzel imgeliyorlardı günde “300” kelimeyle konuşan gençlerin içinde bulundukları çıkmazlığı ve her gün aynı “300” kelimeyi kullanışlarındaki mekanikliği.

    esas kız ile esas oğlan birbirlerinden ve baskı rejiminden kurtulmak, alışılmışlığı kırmak için çıktıkları yolda yine birbirlerini buluyorlar ve popo krallığı’na yani bir anlamda foucault’un panapticonınına geri dönüp sistemin parçası oluyorlardı. birbirlerinde buldukları anlık duygular da evlenince yok oluyordu; çünkü iki krallığın varisleri olarak sistemin devamı için evleniyorlardı. kendi duygularının göz ardı edilişine sessiz kalarak vazgeçiyorlardı gençlik heyecanlarından ve duygularından. leonce da ilişkiye girdiği kadınlar gibi mekanikleşiyordu, bir maskeyi çıkarıp bir diğerini takarak...

    oyunun belki de en güzel taraflarından biri de buydu: oyundaki hiçbir karakterin kendi yüzü yoktu; herkesin suratı beyaz boyayla boyalıydı. mimikleri belli değildi. kendi ifadeleri, özel yaşamları boyunca deneyimlediklerinin kanıtı olan çizgiler tam olarak anlaşılmıyordu. çünkü hepsi bu sistem içerisinde birer tarihsiz, geçmişsiz ve kimliksiz kuklaydı.

    uzun lafın kısası mahir günşıray amacına ulaşmıştı: kuklaların kuklaları yönettiği, gençlerin ideallerinin, gençliklerinin ve geleceklerinin baskı altına alındığı sistemleri çok güzel yansıtmıştı. hele de bugün bu oyuna bu yorumun yapılmış olması onu bin kat daha anlamlı kılıyor; büchner’i çağdaşımız yapıyordu.
hesabın var mı? giriş yap