• la scala'da görev almış ilk turk şancımızdır aynı zamanda basından maria callas'la ilgili bir cok olay gecmistir ve olaylardan en ilginci ise maria callas leyle gencer ve bir italyan sancı arasında gecer. maria callas ve leyla gencer o kadar hırslı bır sekılde kapısırlar kı italyan sancı bunun ustesınden gelemeyecegını dusunup bunalıma girer ve ustune ustluk leyla gencer maria callas'ı da bunalıma iter ve bundan sonra maria callas leyla gencer'in soyledıgı hıcbır parcayı soyleyemez soylesede zaten begenılmez.aynı zamanda su an dunyanın en buyuk operası olan la scala'da gencer teknigi olarak ozel bir teknik ögretılmektedır. takdir edilesi bir sestir ama en ilginci ve beni en cok etkileyeni ise leyla gencerin hocaları tarafından begenılmeyip kulaksız olarak nitelendirilip okuldan atılmıs olmasıdır.
  • operaya yatırımın olmadığı bir ülkede yetişmiştir* leyla gencerin gırtlağını kullanma tekniği opera literatürüne "gencerate" olarak geçmiştir. gencerate leyla gencer stilinde okuyabilmek anlamına geliyor. zeynep oralın yazdığı tutkunun romanı leyla gencerin hikayesidir.
  • o kadar yetkin ve kendinden emin birisidir ki ankara büyük sahnede yaptığı bir söyleşide kendi sesini dinletmek isteyen genç bir konservatuar öğrencisine ses grubunu sorduğunda "bariton " cevabını almış; genci dinledikten sonra ise "sen tenorsun" demiş ve mevzuyu kapatmıştır. çocuğun itirazlarını sert bir dille reddetmiştir.
    italya'da gördüğü hürmet, zamanında ahmet taner kışlalı 'nın italya'da bir konser salonuna girmesine engel aksiliği bile ortadan kaldıracak denli büyüktür. konser salonuna aksilik yüzünden giremeyen kışlalı'nın bir türk olduğunu öğrenen kapıdaki görevli "leyla gencer'in ülkesinden" olması dolayısıyla kışlalı'yı (ve bir kaç arkadaşını) içeri alır.

    yani her hali ile güçlü bir mizaca ve büyük bir tecrübeye sahipti(r).
    maatteessüf ülkesinde bileni azdır; en fazla ismi birilerini çağrıştırır.
  • murat belge'nin kendisinin bazı kesimler için sansasyonel olan vasiyeti ve ölümü hakkında en güzel yazıyı yazdığı kişi.

    "
    leyla gencer hayatının büyük kısmını italya’da, yurtdışında geçirdiği için, pek fazla ‘içimizde’ olan biri değildi. belki bilmem ne takımında oynayan bir futbolcu olsa, milletçe onu daha yakından tanır, hayatıyla, ne yaptığıyla ilgilenirdik.
    ama la scala diye bir yerde operaya çıkıp arya söyleyen bir kişi olarak, kariyeriyle de öyle fazla ‘içimizden biri’ sayılmazdı.
    öldüğünü duyunca, onu ben de fazla tanımadığım halde, içimden bir şey eksilmiş duygusuna kapıldım. bundan yıllar önce, istanbul festivalleri’nden birinde, yanılmıyorsam, aya irini’de bir konserine gitmiştim. görüp göreceğim bu oldu.
    bir küçük ayrıntı hatırlıyorum. aya irini eski, epey de harap sayılacak bir bina. içinde küçük kuşlar, ama öyle ‘ötücü’ falan değil, serçeler yuvalanmış. leyla gencer yeni bir parçaya hazırlanırken onların sesini işitti- hepimiz işittik. çok sevimli bir şekilde güldüğünü, parmağıyla kubbeyi gösterip bizim dikkatimizi de oraya yönelttiğini hatırlıyorum. musikinin geleneksel simgesi, kuş ve bir aryaya hazırlanan diva! o gülüşündeki sevgiyi hissetmiş, bundan çok hoşlanmıştım.
    öldü, yakıldı, külleri de boğaz sularına serpildi. leyla gencer’e yakıştırdığım bir ‘final’ doğrusu. burada, başta dediğim gibi, pek fazla zaman geçirmemişti. ama demek ki böyle şiirsel bir vasiyette bulunmuş.
    bunlar olurken, dinci bir gazetede tanımadığım biri bir yazı yazmış ve ‘küllerinle boğaz’ımızı kirletme’ yollu bir şeyler söylemiş. ne denir buna? leyla gencer’in küllerine gelinceye kadar o boğaz’ı kirleten nice madde atılmasından, bu kalem sahibi kişinin onları değil de gencer’in vasiyetini mesele etmesinden mi başlanır, nereden başlanır? ya da, başlamaya gerek var mı? sözü ve sahibini baş başa bırakmak yeterli değil mi?
    levi-strauss, totemizm adlı kitabında, klanların doğadaki nesnelere bakarak kendilerini nasıl adlandırdıklarını anlatırken, insanın gözünde bu nesnelerin düşünmenin araçları olduğunu söylemişti. bu, çok doğru ve tabii çok da genel bir açıklama, her şeyi kapsıyor. bunu aklıma getiren şu dar kapsamlı olayla sınırlı tutayım kendimi. bu yazıyı yazan kişinin kendine göre bir anlam ve değer dünyası var ve bu sırada olan her şey onun ufkuna bu dünyada bir yer alması veya alamamasına bağlı olarak giriyor ya da girmiyor. leyla gencer’in herhalde o dünyada hiç yeri yoktu ya da sadece bir ‘isim’ olarak vardı. ama külleri denize serpilince, birdenbire, o muhafazakâr, dogmatik değerler, kurallar çerçevesinde bir varlık kazanıverdi. o dünya, leyla gencer gibi birini ve onun vasiyetini ancak bir ‘kirlenme’ olarak kavrayabilirdi- öyle de oldu. bu aynı kişi, örneğin hüseyin üzmez olayını nasıl kavrar, merak etmeye değer mi? herhalde değmez.
    hayatta olan her şeyin, bizim zihnimizde biçimlenmiş dünyaya öylece eklenmesi şart değil. o dünyaya, onu değiştirerek eklenmesi de mümkün. ama buna açık olan zihinler var, buna sımsıkı kapalı olan zihinler var. kural olarak kendini kapatmış bir zihin, gene kural olarak, güzelliğe, doğruya, daha pek çok şeye de kapalıdır. çünkü kapanmak budur, toplum için de, birey için de. böylesine, leyla gencer’in bu son jestiyle birlikte bütün hayatının içerdiği güzellikleri anlatmaya çalışmak kadar nafile bir çaba olamaz."

    (bkz: http://www.radikal.com.tr/…leid=878327&yazar=murat%)20belge&date=19.05.2008&categoryid=99
  • diva kelimesinin hakkını veren bu kişiliği iyi anlatan bir anı olması itibariyle tutkunun romanında anlatılan bir bölümden alıntı:
    küçükken oturdukları evin kahyasıyla gezen leyla, kendisini uçurum ya da o tarz bir yerin tam kıyısında kahyaya kucaklattırır, kollarını uçurumun boşluk tarafına uzatan kahyanın kendisini boşluğa atıp son saniyede tutmasını istermiş.
    etkileyici ve kişiliğe dair ciddi ipuçları verici olduğu düşünülen bu temayül, bazen başka kişilerde de adrenalin bağımlılığı olarak adlandırılmıştır.
  • dünya opera tarihinin en büyük sopranolarından birisidir.1928 yılında istanbul'da doğdu. istanbul belediye konservatuvarı'nda öğrenim gördü. 1949'da ankara devlet operası'na girdi. ilk defa cavalleria rusticana* operası ile sahneye çıktı.1953'te la scala'da sahneye çıkan ilk türk sanatçısı oldu. leyla gencer, la scala'da en uzun çalışan sanatçı ünvanına sahiptir ve halen scala operası müzik akademisi yönetici kadrosunda çalışmaktadır.
  • maria callas'ı başarısıyla büyülemiş ve aynı zamanda korkutmuş, hırslı bir diva. kayıt yaptırmamak konusunda ısrarcı; bu nedenle kalitesiz korsan kayıtlarda rastlanır kendisine. şöyle adam gibi bir kaydı olsaydı ne güzel olurdu diyor insan.
  • kendisine daha onceleri de heykel projeleri sunulan ama kabul etmeyen leyla gencer huşper akyürek'in taslagini gosterdigi gorkemli heykeli gorunce "bu kadarini beklemiyordum" diyerek begenisini ifade eder, ancak "ama bunun gerçekleşeceğine inanmıyorum" diyerek turkiye'de insanlarin sanata, hele ki operaya olan duyarsizligini, burokrasi carkinin isleyisini hatirlatir. "bogaz'in kizi" olarak da taninan leyla gencer'in heykeli icin sisli belediyesi macka parki'nin bogaz'i tepeden goren bir noktasini tahsis eder, yer mukemmeldir ama heykelin buyuk granit kaidesi, celik konstruksiyon govdesi derken 300 bin euro'luk bir maliyet ortaya cikar, yeterli sponsor bulunamadigi icin heykelin yapimina baslanamaz.

    internet uzerinde heykelin taslagina rastlayamadim, bir kaide uzerinde ucusan bir elbise icinde kollarini acmis arya soyleyen bir leyla gencer dusunun, ilhan koman'in akdeniz heykeline benzer bir teknikle çelik seritlerin birlestirilmesinden olusuyor. ancak akdeniz heykeliyle karsilastirilamayacak kadar detayli, gerceklestirilmesi halinde muhtesem bir eser ortaya cikacak.
  • zeynep oralın yazdığı biyografisi, yazılmış en kötü biyografilerden biri olarak anılabilecek büyük sanatçı.
    zeynep oral biyografide çok taraflı kalmış, nispeten hoşgörülebilecek bu hatayı maria callasla ilgili olmadık hezeyanları da ekleyerek hiç çekilmez hale getirmiştir.
  • annesi katolik polonyalı olduğu için vakit denen tuvalet kâğıdı bile olamayacak şey tarafından küllerinin boğaziçi'ne serpilmesi "boğaz'ı kirletti." biçiminde yorumlanmış türk divası. gururumuz.
hesabın var mı? giriş yap