• pedofilleri dışarı salın ama derdi kendi götüyle olan adama yasaklar koyun.
    ruh hastası yavşaklar.
  • ankara üniversitesi'nin 40 yıllık insan hakları merkezi'nin kapatılmasıyla aynı tarihte alınmış karar. gerçekten ironik oldu!
  • bir tez yazdım yenilerde.

    bu kez "ruh sağlığı uzmanlarının seksüel önyargı ve homofobi düzeyleri" üzerine. uk'de hatrı sayılır bir üniversiteden de de davet ettiler, gelin konferansta sunun diye.

    hazırladığım konuşmanın öneriler bölümünün üçüncü maddesi şöyle başlıyor:

    "eşcinsel bireylerle tanışıklık durumu ve düzeyinin seksüel önyargı ve homofobi ile ilişkisi ortaya konulduğuna göre, psikoloji pdr gibi ruh sağlığı uzmanı yetiştiren fakülte öğrencilerinin kaos gl, spod gibi örgütlenmelerle işbirliği içerisinde düzenlenecek work-shoplar, grup çalışmaları yoluyla eşcinsel bireylerle etkileşime geçmesi..."

    diyeceğim o ki, bilim neyle uğraşıyor, bunlar neyle...
  • ak lgbt ne tepki verecek merak konusudur.
  • evet ankara valiliği alman lgbt film günleri yasagindan sonra 18 kasım itibariyle genel ahlak gerekçesiyle lgbti örgütlerinin tüm etkinliklerini "süresiz" yasakladı. film tiyatro panel söyleşi aklınıza ne geliyorsa ankara ili sınırlarında yasaklanmış durumda.

    http://kaosgl.org/sayfa.php?id=24992
  • orhan gazi zamanında (1326-1359) osmanlılara esir düşen bizans’ın selanik başpiskoposu gregory palamas, osmanlı’da sapkınlığın çok yaygın olduğunu, özellikle hristiyan esirlere yönelik tacizlerin çok olduğunu yazar hatıratında. ‘oğlancılığın’, ı. bayezid döneminde başladığını kabul eden kaynaklar ise suçu bayezid’in karılarından sırp asıllı olivera despina’ya atarlar. güya bu gavur hatunun kocası için bulduğu hıristiyan oğlanlarla başlamıştır eşcinselliğin osmanlı’da kurumsallaşması ve saraydaki ‘iç oğlanları’ örgütlenmesinin nüvesini bu oğlanlar oluşturmuştur…

    palamas’ın da esareti sırasında cinsel tacize maruz kalıp kalmadığını bilmiyoruz ama tarihe düşmanlarına reva gördüğü ölüm şeklinden dolayı kazıklı voyvoda olarak geçen romen boyar’ı (bir soyluluk unvanıdır) vlad tepeş drakula’nun 1442-1448 arasında rehin tutulduğu ıı. murad’ın edirne’deki sarayında yaşadığı tecavüzlerden dolayı böyle acımasız biri olduğuna dair kaynaklar var. (drakula ile birlikte rehin olan kardeşi radu ise, kendi isteği ile 1462’ye kadar istanbul’da kalmıştır ki, bunu nasıl yorumlamak gerekir bilmiyorum.)

    yaz olunca avretlere, kış olunca oğlanlara

    peki ıı. murad, kendisinin emri üzerine mercimek ahmed’in farsça’dan çevirdiği, 11. yüzyılda yaşamış kuhistan sultanı kabus'un oğluna nasihat kitabı kâbusname’deki şu satırları okuduğunda şaşırmış mıydı acaba: "... ve yaz olunca avretlere meylet ve kışın oğlanlara, ta ki bedenen sağlam olasın. zira ki oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir yere gelirse teni azıtır ve avret teni soğuktur, kışın iki soğuk bir yere gelse teni kurutur vesselam."

    "osmanlı'nın eşcinselliği neredeyse tarihsel ve cinsel bir norma dönüştürmesine karşılık, cumhuriyet etiğinin, eşcinselliği kamusal söylemin dışına çıkardığını söyleyebiliriz” diye söze giren hilmi yavuz, fatih sultan mehmed’in ‘avni’mahlasıyla yazdığı gazellerden birinde veyis adlı güzel bir oğlanı övdüğünü, gazelin sonunda da “ey avni! talihin yaver gitti ve o sevgili misafirin oldu. fırsatı kaçırma; zira veyis bin cana bedeldir” dediğini; fatih’in bir diğer gazelinde ise galata’daki bir kilisede görevli papazı öve öve bitiremediğini yazdığında kıyamet kopmuştu. bu konu da hala araştırmacısını bekliyor…

    deli birader ve kitabı

    ‘osmanlı sultanlarının kahkahalarla okuduğu kitap’ olarak ünlenen kitab-ı dâfi‘ü 'l-gumûm ve râfi‘ü 'l-humûm’un (kısaca ‘gamları def eden kitap’) ilk bölümü nikâhın meziyetlerine ve sevişmenin faydalarına; ikinci bölüm ‘kulampara’ (aktif eşcinsel) kardeşlerin ve zampara biraderlerin arasında geçen tartışmalara; üçüncü bölüm servi boylu yalın yüzlü ve lale yanaklı oğlanlarla sohbetin zevklerine; dördüncü bölüm gümüş tenli kadınlar ve yasemin göğüslü kızlarla oynaşmanın hazlarına; beşinci bölüm, rüyalarda yaşanan bazı hallere ve hayvanlarla ilişkilere; altıncı bölümde oğlanların (pasif eşcinsellerin) ve ne idüğü belirsizlerin durumlarına; yedinci bölümde gidilerin (pezevenk ?) ve boynuzluların hikâyelerine dairdi.

    kitabın yazarı ise gazali mahlasıyla yazan, ası adı mehmet olan, ama deli birader adıyla tanınan bir medreseliydi. deli birader, 1466’da bursa'da doğmuş, medrese eğitimini tamamladıktan sonra devrin önemli din bilginlerinden olan muhyiddin-i acemi'den ders almış, bursa'da bayezid paşa medresesi’nde müderrislik yaparken manisa sancağı’nda bulunan şehzade korkut’un (ıı. bayezid'in oğlu idi) edebiyat çevresine girmişti. sözünü ettiğim kitabı piyale ağa adlı birinin isteği üzerine yazan ancak şehzade korkut’un eseri beğenmemesi üzerine gözden düştüğü ileri sürülen deli birader, 1512’de korkut'un tahtı ele geçiren kardeşi (yavuz) sultan selim tarafından öldürmesinden sonra, bursa yakınlarındaki geyiklibaba türbesi'nde şeyhlik etmiş, ardından sivrihisar, akşehir ve amasya’da medrese hocalığı yapmıştı. derken istanbul'a gelip beşiktaş'ta bir hamam açmış ama hamamda delikanlılarla yaptığı alemler istanbul halkının diline düşünce, çareyi uzaklara kaçmakta bulmuştu. sığındığı yer ne ilginçtir ki, mekke idi. deli birader hayatını 1535’te burada kaybetmiş ve bir din adamı olduğu için cenaze namazı kabe’de kılınmış ve kabe yakınlarına defnedilmişti...

    suhte ayaklanmaları

    buraya kadar anlattıklarımız devletlülerimizin keyifli yaşamları hakkında. ama mustafa akdağ’ın günışığına çıkardığı, 16. yüzyıl osmanlı tarihine damgasını vuran ‘suhte ayaklanmaları’ (kıyamı) ‘kızsız-erkekli’ yaşamın çok yıkıcı da olabileceğini düşündürüyor.

    o dönemde osmanlı’da din adamı olmak üzere medreselerde okuyan ergenlik çağındaki öğrencilere ‘suhte’ (softa) deniliyordu. medrese eğitimini başarıyla tamamlayanlar devlette kadılık, naiplik, müderrislik, imamlık gibi görevlere atanıyorlardı. medreselerde öğrenciler yatılı okuyorlar, imarethane denilen öğrenci yurtlarındaki 3-5 kişilik hücrelerde yaşıyorlardı. akdağ’ın anlatımıyla “ömürlerinin en genç ve kızgın çağını, bu dışa kapalı, dar, karanlık ve kubbe biçimindeki, tavanından karanlığın hayalleri sarkan bu hücrelerde geçirmek zorunda kalan öğrencilerin, ara sıra çıktıkları şehrin sokak ya da çarşı ve pazarları da, onların gençlik ihtiyaçlarına kesinlikle kapalı bulunuyordu. gizli çalışan, yakalandıkça da şuraya buraya sürülen fahişeleri bulmak çok zor bir işti (…) medrese öğrencilerinin, genç çocuklar ile düşüp kalkmaları, toplum ahlâkını kemiren bir alışkanlık hâlinde sürüp gidiyordu. yalnız bunlar değil, ‘levent’ dediğimiz, köyden kente gelmiş, işsiz güçsüz dolaşan ve ‘bekâr odalarında’ her türlü ahlâksızlığı yapmaktan çekinmeyen ergen kitleler de, bu doğa dışı cinsel sapıklıkları huy edinmişlerdi. kadın-erkek ilişkilerini son derece kısıtlayan, hatta fahişeliğe bile göz yummayıp, bu gibi kadınları oradan oraya süren o dönemin yobazlığının, asayişçilerin cerime (para cezası) çıkarabilmek için, bir erkekle bir kadını konuşurken de olsa yakalayabilme gayretlerinin, suhte ve leventlerin bu söylediğimiz doğaya aykırı alışkanlıklarını bütün bütün kamçılamakta olduğu bir gerçektir. bu incelediğimiz sıralarda, hatta birer meyhane gibi kullanılan bozahanelerin işleticileri, bu gibi yerlere doluşan ergen müşterileri için ‘taze oğlanlar’ bulundurmakta ve yasakları da hiçe saymaktaydılar.”

    mustafa akdağ’ın eşcinselliği doğa dışı gören, hatta şeytanlaştıran dilini ve cinsel bunalımları sanki tek nedenmiş gibi ele almasını yeleştirmemek mümkün değil. çünkü suhtelerin sadece cinsel sorunları yoktu. mezun olduktan sonra iş bulamamak gibi başka bir sorunları daha vardı. ikisi birleşince ortaya gerçekten vahim bir tablo çıkmıştı. öyle ki, önce ümitsiz ve öfkeli suhteler 100-150’şer kişilik bölükler halinde çevre yerleşimlerdeki halkı rahatsız etmeye, cer, kurban, nezir adı altında haraç toplamaya başladılar. sonra işi eşkiyalığa vurdular. anadolu’da tarsus’tan bas¸layarak, toroslar’ı takiben, sivas’tan ve erzincan’dan giresun’un doğusuna çekilen bir hattın batısında kalan bölgelerde yoğun suhte ayaklanmaları görüldü. (akdağ’a göre isyanlar kürt bölgelerinde çıkmamış, türk bölgelerine münhasır kalmıştı, yani adeta ‘milli’ nitelikteydi.)

    suhteler selanik, üsküp, gümülcine gibi balkan şehirlerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada önce zenginlerin evlerini, sonra sıradan insanların evlerini bastılar, yakışıklı çocuklarını (bunlara ‘yüzü tüysüz oğlan’ anlamına ‘sâderû’ diyorlardı) kaçırdılar. kaçırma olayına ‘oğlan çekme’ deniyordu. bazı yerlerde hocaları da öğrencilere yardım ediyordu. baskınlardan paylarını alan devlet görevlileri vardı. olaylar kanuni döneminin (1520-1566) son yıllarında tırmanışa geçen suhte ayaklanmaları onun oğlu ıı. selim döneminde (1566-1574) zirveye çıktı. etrafı yağmalayan suhteler, güvenlik güçleri takip edince dağlara kaçıp, saklanıyor, bahar geldiğinde tekrar şehir ve kasabaları yağmalıyorlardı. suhte ayaklanmalarını bastırmak için ‘il eri’ denilen özel kuvvetler kuruldu. ancak suhteler bunlara, hatta zaman zaman yeniçeri ocaklarına bile baskınlar düzenlediler. suhte sorunu ancak yüzyılın sonlarında hafifledi ancak yerini işsiz askerlerin de katılmasıyla birlikte 1610’a kadar sürecek olan celali isyanları aldı…

    bu ‘yıkıcı’ parantezi kapatıp yine, ‘zevk-u sefa’ faslına dönelim.

    tüysüz oğlanlar kılavuzu

    ıı. selim, ııı. murad ve ııı. mehmed dönemlerinin tarihçisi, divan katibi, valisi gelibolulu mustafa ali (ö. 1600), divân’ında "zenne rağbet eder mi âkil olan/tab-ı ali civâne maildir.” (aklı başında olan kadına eğilim gösterir mi? ali'nin yaradılışında delikanlıya yöneliş vardır) demiş, dönemin eşcinselliğe bakışını en güzel özetleyen eserlerden biri olan mevâidün nefais fi kavaidil-mecalis’i (görgü ve toplum kuralları üzerinde ziyafet sofraları) kaleme almıştı. bu kitapta eşcinsellik (oğlancılık) toplumun bir gerçeği olarak bir yandan kabulleniliyor ve konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler verilirken, bir yandan da kötüleniyordu.

    gelibolulu mustafa ali, mevâid'in çeşitli bölümlerinde osmanlı eyaletlerinde yaşayan çeşitli ırk ve etnik kökenden toplumların delikanlıları hakkında kısa kısa bilgiler veriyordu. örneğin “tüysüzler soyundan namert lokması olanların çoğu arabistan piçleri ve anadolu türklerinin veled -i zinalarıdır, onların sürdüğü güzellik ve cazibe süresini hiçbir diyarın tüysüzleri sürmez,” diyordu. örneğin “edirne, bursa ve istanbul'un ince bellileri her yönden kusursuzlukta ve güzellikte onlardan ileridir,” diyordu. örneğin “kürt tüysüzleri, anadan doğma evbaş olanların tecrübesine göre sağlıklı, yumuşak ve uysal ve her ne teklif olunsa dinleyip yapmaları çok olur. hele bellerinden aşağısını kına ile boyatır, dizlerine ininceye kadar boyanarak kendilerini süslerler,” diyordu. “uzun boylu, salınarak yürüyenleri kullanmak isteyenler rumeli köçeklerinden şaşmasınlar. kul cinsinin de yusuf çehreli çerkeslerinden ve hırvat asıllıların nefesleri mis kokanlarından sakın usanıp bezmesinler,” diyordu. “ama gürcü, rus ve görel cinsi, öteki esnafın gübresi gibidir. onlara bakarak macar soyundan olanlar, başka tayfaların tabiata uygun ve makbul olanlarıdır. gel gelelim, çoğu efendisine, hıyanet eder; düşüp kalkmalarından, davranışlarından her kişi onların çirkin yönlerini görür,” diyordu. “şaşılacak olan budur ki mısır evbaşları habeşlilere düşkündür. araya soğukluk girer, her biri insanın samurudur, derler. aslında yatak hizmetinde usta olurlarmış, yani esbap buhurlamayı, yatak ve yastık döşemeyi candan isterlermiş. erkeğinde, dişisinde adamlık belli imiş: her ne semte görülürse uysal ve güzel davranarak yumuşaklık göstermeleri kolaymış,” diyordu...

    emirgân adı nereden geliyor?

    bundan çeyrek asır sonra, ıv. murad (1623-1640) iran seferi sırasında revan kalesini kendisine savaşsız teslim eden kale kumandanı emirgûneoğlu tahmasp kulu han adlı bir eşcinseli istanbul’a getirecek, adını yusuf yapıp musahipliğine atayacaktı. padişahın yusuf paşa’ya verdiği hediyelerden biri bugün emirgân dediğimiz semtteki ‘feridun bahçesi’ idi. dimitri kantemir ve eremya çelebi’ye bakılırsa, padişah bu bahçedeki konakta, musa çelebi ve silahtar mustafa paşa gibi dönemin ünlü eşcinselleri ile sabaha kadar oturak alemleri düzenlerdi. bir yandan da, halkın ahlak bekçiliğini yapardı. öyle ki ıv. murad devrinde, bazı kaynaklara göre 14 bin, bazılarına göre 20 bin kişi kahvehanelere gittiği, tütün, afyon veya içki içtiği gerekçesiyle katledilmişti… üstelik bu katliam işinde padişah da bizzat yer almıştı…

    halbuki dönemin açık sözlü yazarı evliya çelebi’den öğrendiğimize göre o tarihlerde eşcinsel meslek erbablarına ‘hizan-ı dilberan’ (düşkün ahlaksız gençler) denirdi. bunlar ‘defter-i hîzan’a kaydedilerek devlet tarafından vergilendirilirdi. çelebi’ye göre “hîzân-ı dilberân esnafı nefer (kişi) 500, bunlar bir alay yersiz, yurtsuz, düs¸kün, ahlâksız, yüzsüzlerdir ki kendi kadir ve kıymetlerini bilmeyip babulluk’ta, kalatyonoz’da, finde’de, kumkapı’da, san pavla’da, meydancık’ta, kiliseardı’nda, tatavla’da ve çes¸it çes¸it içki içilen yerlerde sürü sürü gezip boğazı tokluğuna avlanırkan subaşı tuzağına düşüp sonunda defterli olur” idi. çelebi’ye bakılırsa yine o tarihlerde “deyyuslar esnafı” 212 kişi, “ahmak pezevenkler esnafı” 300 kişi idi. bu kişiler diğer meslek erbabıyla birlikte, padişahı iran seferi’ne uğurlayan esnaf alayına katılmışlardı üstelik…

    genç osman’ın başına gelenler

    evliya çelebi’nin konumuzla ilgili bir başka ifşaatı da, ı. ahmet’in talihsiz oğlu genç osman’ın kendisini tahttan indiren yeniçeriler tarafından öldürülmeden (1622) önce ırzına geçildiğiydi. ancak seyahatname’nin bu sayfaları, 1896 yılında orijinal yazmayı ilk kez yayımlayan kurulun içindeki necib asım bey tarafından yırtılarak imha edildiği için bunu yakın tarihe kadar duymamıştık. asım bey bu eylemini şu tanıdık sözlerle gerekçelendirmişti: “tarihimiz için bu sayfa kara bir lekedir. bunu gelecek kuşaklara göstermek doğru olmadığı için yırttım!"

    biz de bu ‘kara’ sayfayı kapatalım ve resmi tarihçilerin ‘lale devri’ adını taktığı ııı. ahmed döneminin (1718-1730) ünlü şairi nedim’in lise kitaplarında kesinlikle rastlayamayacağınız şu beyitle neşelenelim: "izn alub cum'a nemâzına deyû mâderden/bir gün uğrılayalım çerh-i sitem-perverden/dolaşub iskeleye doğrı nihân yollardan/gidelim serv-i revânım yürü sad'âbâde."

    günümüz türkçesiyle şair şöyle diyor: "annenden cuma namazına gideceğiz diye izin alıp sitemlik felekten bir gün çalalım. gizli yollardan iskeleye doğru dolaşıp, yürü selvi boylu sevgilim sadabad'e gidelim." nedim’i (ve benzer temaları işleyen, kanuni dönemi şairleri baki’yi ve fuzuli’yi) savunmak için ‘divan şiiri sembolizminden’ dem vuracaklara: “kadınlar cuma namazına gitmediklerine göre, nedim'in ayartmaya çalıştığı servi boylu, erkek familyasından biri olmalı”, deyip yolumuza devam edelim.

    enderunlu fazıl’ın oğlanları

    neyse ki, 18/19. yüzyıl divan şairlerinden enderunlu fazıl bey (ö.1810) oğlan sevgililerinden övgüyle bahseden açık sözlü biriydi. “şairiz, şeyn verir şanımıza/giremez fahişe divanımıza'” (fahişeler kitabımıza giremez, şairiz, bu şanımıza leke sürer) şeklindeki ünlü beytin de müellifi olan şairimiz, defter-i aşk adlı eserinde dört erkek sevgilisini (ilki adını vermediği bir delikanlı, ikincisi süleyman bey, üçüncüsü hanende şehlevendim abdullah ağa, dördüncüsü ismail adlı bir köçek); bir sevgilisinin merakını gidermek için yazdığı hubanname adlı eserinde çeşitli memleketlerin erkeklerini; sevgilisinin “kadınlarla birlikte olurum” tehdidi üzerine yazdığı zenanname adlı eserinde o memleketlerin kadınlarını; çenginame adlı eserinde döneminin erkek raksçılarını (köçekleri) anlatmıştı. divan adlı eserinde ise devrin büyüklerine düzdüğü övgüler ve oğlanlar için yazılmış gazeller yer alıyordu.

    daha hamamların eşcinsel kültürdeki yerine, köçeklik geleneğine, kalenderilik ve bektaşilikteki ‘mücerretlik’ kültürüne, yeniçeri ocağı’ndaki ‘civelek’ taburlarına, musikideki eşcinsel göndermelere ve elbette kadın eşcinselliğine değinemeden yerimiz bitti. (kadınsız ve geleceksiz bir hayatın tetiklediği, 16. yüzyıla damgasını vuran ‘medreseli’ ayaklanmalarına internet nüshasında kısaca da olsa değiniyorum.)

    ahmet cevdet paşa’nın saptaması

    özetin özeti, eşcinselliğin ayıp sayılması, batı tipi reformlara hız verilen, dolayısıyla kadın-erkek ilişkilerinin normalleşmeye başladığı tanzimat dönemi’nden (1839’dan) itibaren oldu. dönemin alimi ve resmi tarihçisi ahmet cevdet paşa, maruzat adlı eserinde son durumu şöyle özetlemişti: "...kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı. oğlancılık sanki yere battı. istanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. sultan üçüncü ahmed zamanından beri devam eden kâğıthane seyri daha fazla rağbet buldu. gerek orada, gerek bayezid meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı. devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur kâmil ve âli paşalar ile onlara mensup olanlar kalmadı..."

    cevdet paşa iyimser bir yorum yapmış elbet. eşcinsellik, insanlık tarihi kadar eski bir insanlık hali. muhtemelen insanlık var oldukça da var olacak... eşcinselliğin biyolojik, sosyo-kültürel, siyasal nedenleri ve işlevleri başlı başına araştırma konusu. kızlı-erkekli yaşamı içlerine sindiremeyenlerin eşcinselliği nasıl sindirdiklerini de ‘muhafazakâr-demokrat’ yazarlar anlatır herhalde.

    yazımızı jurnal adlı günlüğüne “tarih, galiplerin propagandasıdır” diye yazan, sahici muhafazakar-demokrat düşünür cemil meriç bağlasın: “düşünmek, insan üzerine düşünmek mutlaka yasak bölgelerden birkaçına dalıp çıkmakla olur. zaten demokrasi ve liberalizm yasak bölgeleri kaldırmak manasına gelir. o halde din vaktiyle en basit jestlere kadar bütün insan hayatını düzenlemeye kalkışmıştır: içki içmeyeceksin, domuz yemeyeceksin, zina yapmayacaksın. osmanlı bunların hepsini yaptı. ama gözlenerek, korkarak ve şuuru yaralandıkça yaralandı. hayır uyuzlaştı. ikiyüzlü bir hayvan oldu osmanlı. tanrı’yı ve kulu aldatan bir panayır gözbağcısı. elinde tesbih, evinde oğlan, dudağında dua…”

    bilmem bunun üstüne söz söylemeye gerek var mı?..

    özet kaynakça: evliya celebi seyahatnamesi, ı. cilt, 1. kitap, hazırlayan: orhan s¸aik gökyay, yapı kredi yayınları, 1996; selim s. kuru, “sex in the text: deli birader and ottoman literary canon,” middle eastern literatures, 10:2, 2007, s. 157-174; gelibolulu mustafa âli, görgü ve toplum kuralları üzerinde ziyafet sofraları/mevâidün nefais fi kavaidil-mecalis-1, yayına hazırlayan: orhan şaik gökyay, tercüman 1001 temel eser yayınları, 1978; murat bardakçı, osmanlı'da seks/sarayda gece dersleri, gür yayınları, 1993; mustafa akdağ, “medreseli isyanları”http://www.egitim.aku.edu.tr/medreseisyan.pdf; sema nilgün erdoğan, sexual life in ottoman society, dönence basım ve yayın hizmetleri, 1996; enderunlu fazıl, hubannâme ve zenânnâme, yeni şark kitabevi,1975; cemil meriç, jurnal-1, iletişim, 2012.

    http://www.radikal.com.tr/…n-dudaginda-dua-1159964/
  • yönetimin faşist olmadığını iddaa edenlere kapaktır
  • (bkz: genel ahlak)
    çoğunluğun ahlak anlayışı kastedilen sanırım. bu bakış açısıyla vergi kaçırmak, rüşvet ve nepotizm genel ahlaka mugayir değil. vergi kaçırmanın güzelliklerini anlatan bir film festivaline musade ederler mi acaba.
  • tekrar ve tekrar ekşi'nin ne kadar sinir bozucu bir yer hale geldiğinin kanıtı olmuştur.

    "ama onlar da terbiyezislik yapıyorlar."
    "ama onlar birbirlerine vurduruyorlar."
    "ama onlar birbirlerini düzüyorlar."
    "ama onlar istiklalde birbirlerini yalıyorlar."

    okuyan da bu insanlar her bir araya geldiğinde krem şantileri birbirlerinin kulaklarından yalıyorlar sanacak. gay olan, queer olan insanın tek yaptığı şey seks çünkü anasını satayım, başka bir yaşam fonksiyonları yok.

    bu hayalci çocukların hepsini teker teker engelledikten sonra okuyoruz ki iptal edilen ilk etkinliklerden biri neymiş?

    "20 kasım nefret mağduru transları anma haftası"

    anma diyor görüyor musun? ölmüşler lan! siz sikindirik esprilerinizi yaparken, ampır ampır konuşurken, ama onlar da birbirlerini yalamasınlar diye ağlaşırken bu insanlar ölmüş, sevenleri ve kader ortakları tarafından anılıyorlar. sizin bu nefret dilinizi kim anacak?
hesabın var mı? giriş yap