• film çıkışı yönetmenle yapılacak röportaj nedeniyle salondan çıkamadığım, üzerine de maalesef dikkatle seyretmek zorunda kalmış olduğum film. allahtan yönetmen (bruno dumont) işgüzarmış ki, bize film dışında her şeyi ama her şeyi düşünme olanağı veren uzuuun sahneler çekmiş - ki buna benzer cümleleri röportajda da sarf etmişti kendisi. şöyle ki: "sahneleri özellikle uzun tuttum, istedim ki seyirci oradaki boşlukları kendi verdiği anlamlarla doldursun, düşüncelerini perdeye yansıtsın." hımm, olur sayın dumont. sen film diye boşluk dolu bir kevgir at önümüze. sonra de ki "fill in the blanks." bu yüzden, senin anlatmaya bile zahmet etmediğin meramı seyirci bulsun, beyni de bir şey izliyor olmak için perdeye düşünce fırlatmaktan projektör makinasına dönsün; sonra biz eve yorgunluk ve sıkıntıyla, sen de üç adet altın ödülle dön. peki. (ödüllerle ilgili düzeltme uyarısı @takmabanaad'dan.)
  • abimizin şehveti domuz okşayarak yaşaması, komşu hatununa acınacak derecede aşık olsada hatun bunun karşısında soyununca hiçbirşey yapamaması ve oyuncluğu ile yararken soyunan hatun herif ezikçıkınca ağlarken tüm ekranda sizi yutacakmışçasına zoomlanan dev vajinanın titremesi gbi garip, biz aslında çok sembolitiz triipli görüntülerin olduğu ilginç fransız filmi. ayrıca sevişme sahnesinden çok sikişme sahnesinin bulunduğu insnların o işi yaparken nasıl hayvanlaştığı anlatımınında gene doruklarda dolaştığı l'animalite olarak da isimlendirilebilecek yapıt *..
  • insanlığın irinini açığa çıkarıp yüzünüze yüzünüze vuran bir film. sıkıcı mı? evet, elbette. konunun boğucu havasını iliklerinize kadar hissediyorsunuz. bu anlamda başarılı buldum ben. çok uzun yıllar önce izlemiştim ve bazı sahneler hala gözümün önünde.

    --- spoiler ---

    polis suçluyu yakaladığında karakolda yüzüne tükürmek yerine mi geçtiğini anlamadığım bir fransız öpücüğü sahnesi var. polis suçluyu onu ağzından öperek aşağılıyor. nasıl anlamlandıracağımdan çok emin olamadığım bir sahnedir o mesela. yıllar geçti, hala ara sıra düşünürüm.

    --- spoiler ---
  • 2.5 saatlik hyper naturalist tarzda super sıkıcı ve boğucu bir film.
  • bir zamanlar cine5in temcit pilavı gibi tekrar tekrar gösterdiği, izlemesi zarar, yorumlaması daha da zarar film. ev halkıyla aramızda "insanlık" adlı bir esprinin oluşmasına sebebiyet verdiği için bu filme teşekkürü borç biliyorum. çünkü artık ne zaman sıkıcı bir film çıksa "aa, aynı insanlık lan" diyoruz.

    bu arada film boyunca sokağın bir başından öbür başına yürümekten ve adamın tekini öpmekten başka birşey yapmayan polis memuruna teessüflerimi iletiyorum.
  • hayatımda izlediğim en kötü film.
  • bruno dumont’a ait 1999 yapımı new french extremity örneği film.

    yıllar önce 11. !f uluslararası bağımsız filmler festivalinde, gençliğin verdiği aykırılığa düşkünlüğümün gazıyla izlemiş ve hüsranla ayrılmıştım filmden.

    filme ismini veren “insanlık” küçük bir kasabada silik bir polis memuru. eşi ölmüş. komşusuna platonik aşık. komşusu bunun farkında ama onun da beraber olduğu başka bir bıçkın herif var. neyse, kasabada küçük bir kız çocuğu tecavüz edilerek öldürülüyor. kahramanımız da gayet sakin bir şekilde bu olayı araştırıyor.

    yönetmenin açıklaması şu; hayat filmlerdeki gibi hızlı ve montajlı ilerlemiyor. ben hayatı hiç değiştirmeden o sıkıcı haliyle aktarmak istedim.

    o yüzden kahramanımız dakikalar boyunca bir elmayı kemiriyor.

    doğrudur. hayat hızlı değil. onu filmlerdeki gibi yaşamıyoruz. ama normal hayatta, ağlayan bir kadının titreyen vajinasına da odaklanmıyoruz!!!!!

    çıkarılan ders: eğer filminiz uzun ve sıkıcıysa, araya bir iki tane amcık koyun. altın palmiye alırsınız.
  • doğru yazılışı: l'humanite... fransız komünist partisinin gazetesi. aragon, malraux, sartre gibi aydınlar zamanında bu gazetede yazmışlardır.
  • efenim en ilginç 'polisiye' filmlerden biri. zira başka filmler için oldukça sürükleyici sayılabilecek bir cinayetle pek ilgilenmeyen film cinayetle ilgilenen polisle ve polisle ilgilenen yahut ilgilenmeyen herkese yer veriyor.

    'uzun, sıkıcı' diyenlere hak vermekle beraber filmdeki karakterler üzerine kafa yorulduğunda muammalar arasında kaybolunduğu için epey keyifli oluyor film. koskoca ressamın torunu gerizekalı mı, duygusal mı, şimdi ne bok yiyecek falan derken zaman akıp gidiyor. isteyen siktiri boktan taşranın sıkıntısı üzerine kafa yorar, isteyen pharaon reyis ve taşra şürekasının acayip halleri üzerine.
    bir kere şurada anlaşalım. pharaon'un nev-i şahsına münhasır karakter olması hasebiyle sinema tarihinde benzeri az bulunur. adam yünik oğlu yünik. o pörtlek gözlerinin ardında ne fırtınalar koptuğunu düşünün o bile yeter. pharaon'u roger ebert didik didik etmiş. meraklısını buraya alalım.

    burdan pharaon'a sesleniyorum: ' seni dedenin hatrına mı komiser yaptılar gülüm?' adam ayan beyan zanlıyı değil kendini arıyor. ararken tosluyor biz de içindeki boşluğu hissediyoruz.
hesabın var mı? giriş yap