• o kadar muhteşemdir bir sistemdir ki, ah bir de şu sorunlar olmasa, mesela insan gibi.

    ne güzel olurdu böylesine bir tanımlama yeterli olsa da, şu teorik problemi aşmak sorun olmasa. ama yetmiyor elbette ve niye karşı olduğumu açarak ifade etmeye çalışayım.

    liberal demokrasinin bilinen en temel sorunlarından birkaçı:
    1) ekonomik büyüme ve maddi sınırlar sorunu.
    bu sorun liberal demokrasinin en temel kaygısı ve motivasyonu olarak, sermayenin büyümek zorunda olması, rekabetçi tüketim anlayışının doğası gereği çok hızlı bir şekilde doğal kaynakları tüketmesi olarak özetlenebilir. liberal demokrasi büyüme ve zenginleşme hakkı üzerine kurulu. elimizdeki koşullar gösteriyor ki, büyüme de sınırlı ve büyümenin bir sınırı olduğunu dile getiren, gericilikle, tutuculukla, hayalcilikle suçlanan tüm görüşler haklı çıktı. hem çok da popüler bu konu şu sıralar. (bkz: küresel ısınma)

    büyüme bir hırs da yaratıyor. sosyal psikoloji bağlamında bunu "hızlanma" olarak adlandırmak çok mümkün. hızlanan tüketim ağı ve bu ağın içinde zenginleşme çabalarının suçu teşvik ettiği aşikar. afrika'daki açlığın kökeni olarak işgalcilik, uluslararası uyuşturucu ticaret ağı, asya'daki cinsel istismar sanayi gibi sorunlar düşünüldüğünde, bunların bir sapma olduğunu dile getirmek, en hafif deyimle saptırmadır. taa marks'tan beri söylenegelen bir detay daha vardır ki, sermaye sınıfı, elinde tuttuğu pazar ağıyla fiyatlandırma ve üretim politikasını da kendisi belirlemekte, süreci göz göre göre manipüle etmektedir.

    ayrıca büyüme sürecinde savaş olgusunun ortadan kalktığı iddiası, liberal kapitalizmin ideal bir ticari platform üretmesinden temellendirilince de çok hoş bir çarpıtma yapılıyor ki, dünyanın son 50-60 senesine damgasını vuran şey, sürekli aba altından gösterilen nükleer saldırı tehlikesidir. savaşmaları durduran şey ticari bir paylaşımın mantıklı olması değil, ticari olmayan bir paylaşımın imkansız gözükmesidir. bunun sonucu da, nükleer güç konumundaki ülkelerin büyümelerini garantiye almak amacıyla tüm enerji kaynaklarını ve dolayısıyla tüm ekonomi üzerindeki kontrolü elinde tuttuğu gibi küçük bir detay da atlanmaktadır.

    bütün bunları benden daha iyi anlatacak birileri çıkacaktır. bu yüzden bu konuyu bu kadar ile bırakıyorum. örneğin, fukuyama'ya ayırdığınız vaktin yarısını kapital'e ayırırsanız benim zaten alanıma sınırlı bir şekilde giren bu konuda bolca veriniz olacaktır.

    2) meta fetişizmi:
    asıl insani problem burada yatmaktadır, ki kapitalizmin insan üzerinde yaptığı en büyük tahribat budur işte. mal satılmalıdır. malın satılması için cazibesi olmalıdır. malın insanın en yüce değeri olması için de temel fetiş nesnesi haline gelmesi gerekmektedir. bu yabancılaşmanın üst boyutu olarak, misal sokakta yaralı yatan bir insanın görülmemesini sağlayan zemindir. meta değeri taşımayan ama insani olan bu gibi şeylerin ilgi görmemesi de kesinlikle rastlantı değildir.

    tüm liberal demokrasi bir yanılsama ile yaşar. bunun adına gösteri demek yerinde olacaktır ki buna öyle denmiş zamanında. bu gösteri, metalarla bürünmüş bireyin, diğerlerinin üzerinde, üst sınıftan (ya da kimi zaman bir üst sınıftan) üstün olduğunu kanıtlamak, tanımlı, eğitimi alınmış bir işbölümünü kabullenmek ve bu rolün kimliğiyle yaşanan şizoid durumu sahiplenip çelişik bir yaşamı sürdürmekten ibarettir.

    sözlükte entry yazarken akademizm'e teslim olmama adına referansları çok sınırlı ve sözlük içi tutacağım konuyla ilgili. siz zaten biliyorsunuzdur, bir daha göz atınız derim.

    (bkz: guy debord)
    (bkz: gilles deleuze)
    (bkz: slavoj zizek)

    (not: daha yazacaklarım vardı buraya ama yoruldum galiba. sonradan bu entry'i editleme hakkımı saklı tutuyorum.)
  • çoğunluğun isteğine karşı hükümetin sınırlanması esasına dayanan demokrasi şekli. “liberal” özellikleri özgürlüğü ve vatandaşlık haklarını korumayı garanti altına alan hükümet üzerindeki iç ve dış denetim ağına yansır. “demokratik” özellikleri ise düzenli ve rekabete açık ortamda yapılan seçimlerin esasına dayanır. bu rejimin belirleyici özellikleri ise şöyledir:
    - kurallara dayalı anayasal hükümet
    - özgürlüğün ve bireysel hakların garanti altına alınmış olması
    - kurumsallaşma ve eşitlik ile denetime dayalı sistem
    - “bir insan bir oy, bir oy bir değer” prensibine dayalı düzenli seçimler
    - parti rekabeti ve politikada çoğulculuk
    - organize grupların hükümetten bağımsızlıkları
    - özel girişime bağlı ekonomi.
  • kavga iyice kızıştı, içinden kolayca ve az tahribatla çıkılamayacak bir hal aldı. eğer gider ayak kısa vadeli bir faşist diktatörlük süreci yaşamayacaksak, kaybeden yeni muhafazakar liberalizm olacak gibi görünüyor. kazanan ise, böyle giderse, yeni muhafazakar liberalizm olacak. çok şey değişecek, ama bu gidişle, rejimin temel karakteri fabrika ayarlarına dönecek.

    köklü değişimler jironden, menşevik iktidarlara ihtiyaç duyabilir, onlarla kolaylaşabilir. bu nedenle pragmatik tercihlere koşulsuz cephe almak anlamlı değil. bu çapsız iktidarı artık defetmek, defetmiş olmanın özgüvenini yaşayıp sinmişliğinden kurtulmuş olan çok büyük bir toplam var. bunlara kayıtsız kalınamaz. dolayısıyla ittifak politikası büsbütün anlamsız veya gereksiz değildir. ama anlamlı olabilmesinin önemli koşulları var.

    bir birey ya da yapının karakteri, içinde bulunduğu koşullar bir tarafa, seçimleriyle zaman içinde belirlenir. elbette kimliğin belli bir kalıcılığı vardır, her tercih kalıcı sonuçlara neden olmaz. ama ittifaklar konusunda yapılacak tercihler ittifakın şekliyle belirlenir. ittifak kısa süreli bir hedefe mi yönelik, yoksa uzun vadeli mi planlanıyor? yakın hedefe odaklıysa taraflar kimliklerini koruyabilir. ama örneğin kent yönetimi gibi kritik bir konuda yılları bağlayan bir seçimse, taraflar kimliklerinin ne tür bir dönüşüm içine gireceğine dair kestirim yapmak zorunda. tabii ki her dönüşüm olumsuz değil. kimlik de içeriğinden bağımsız olarak tutunulması gereken bir değer olamaz. ama bile isteye girilen bir dönüşüm sürecinden önce hesap kitap yapılmış, bu sürecin o öznenin emelleriyle de uyumlu olduğu görülmüştür.

    elbette söz konusu olan akp’yi sandıkta bitirme potansiyeline sahip olduğu düşünülen chp. nedir bu partinin emelleri? iktidar olmak. (şaşırtıcı ama artık kendilerini az çok hazır hissetmeye başladılar.). ama sırf iktidar olmak için iktidar olmak yeterli mi? iktidar olmak basit bir yöneticilik meselesi mi? bir karakterin, bir anlayışın iktidarlığından bahsediyoruz. bu iktidar halihazırdakinden farklı olduğunu iddia ediyor olmalı. akp iktidarından daha çapsız, daha talancı, daha baskıcı olmak imkansıza yakın. ama akp’nin gezi öncesi başlayan ve şurada bahsettiğim sağa kayması da göz ardı edilemez. kendi sermayesini, kendi kadrolarını oluşturmaya başlayan özgüveni tavan yapmış (bugün anladık ki acele etmişler) bir çetenin ya hep ya hiç hamlesiydi söz konusu olan. akıllarda özellikle bu son akp’nin kalacak olması chp’nin şansıdır. peki ya önceki akp? peki ya iktidar bloğunu oluşturan cemaatin zihniyeti? chp bu konularda ne kadar farklıdır?

    abd’de demokratlarla toplantı yapan, cemaatle, sarıgül’le, yavaş’la ittifaklar içine girecek bir chp piyasacılık konusunda ne kadar farklı olacaktır? bugün en güçlü ve en çok bel bağlanan demokratik liberalizm kuramları, piyasanın yasalar çerçevesinde işleyen, fırsat eşitliğinin de ötesine geçip adaletli dağılıma olanak sağlayan koşulların gerçekleştiği bir düzeni savunur. (bunu henüz dünyada gerçekleştirmiş olan yok tabii ki. gelir dağılımı adaletsizliği her yerde var. bazı yerlerde insanca yaşamın önüne geçmiyor yalnızca.) chp kısa vadede bunun yakınından geçemez. ülkenin yerleşik düzeninde radikal ve yıkıcı düzenlemelere gidilmediği sürece hem ülke ayakları üzerinde duramaz, hem de piyasa güçsüz olanı ezmeye devam eder. bugün chp’nin ideologları iyi niyetli bile olsalar ülkenin gerçeğini, adaletsizliklerin kökenini ya göremiyorlar, ya da bu dünyada alternatiflerin, köklü değişimlerin mümkün olmadığına inanıyorlar. bu kadro ülkenin geleceğine orta sınıfın yön vereceğine inanıyor. işte sorun da buradan kaynaklanıyor. evet, “orta sınıf” chp’nin tabanının dikkate değer bir kısmını oluşturuyor. bu yazıda chp'ye her koşulda destek vermiş solculara, emekçilere, alevilere bu şekilde yeniden nasıl ihanet ettiklerini, onları çantada keklik görerek taleplerini, iradelerini nasıl görmezden geldiklerine değinmeyeceğim. bunları yeterince ve benden daha etkili ifade edenler oldu. burada siyasetlerinin alıcısı, söylemlerinin hegemonik olabilmesinin aracı insanlar olarak gördükleri bir orta sınıf tahlili üzerine inşa ettikleri stratejiden bahsediyorum. özellikle bunların kaymakları sosyal ve geleneksel medyada, yeni akademide, kültürde, başta finans sektörü olmak üzere iş dünyasında, muhtemelen yargıda vs. bir zihniyet taşıyıcılığı yapıyorlar. bugün de haklı olarak heyecan içindeler. baskıcı bir rejimden haklı olarak kurtulmayı arzu ediyorlar. bu insanların kendileriyle bir derdim yok elbette. tam tersine birlikte yaşamanın, birlikte ülke kurmanın mümkün olduğu insanlar bunlar. ama kaçınılmaz olarak zamanın tininin parçası insanlar. zamanın tinine hakim olan siyasi iktidarın bu insanlardan bir ricası var: seç ve keyfine bak. sivil toplumun bir parçası olarak serbest pazarda olduğun gibi, siyasi alanda da “bana müşteri ol”. “ama sen sivil toplum olarak kal, siyasetle uğraşma. ben inşa eder, sana senin arzularına göre seçenekler sunarım” diyor. bunlar vatandaşlığı verili haklardan faydalanmak olarak görüyorlar. dolayısıyla siyaset, yasalar araçsallığa indirgeniyor. devlet, hükümet sivil oluyor (dolayısıyla zamanla sivil toplumun, yani ekonomi alanının bir hür öznesi). sonuç olarak kendi yasalarını, kendi hareketini, kendi emellerini belirlemeyen, tek işi idarecilik olmuş olan siyasi olmayan bir siyasi yapının müşterisi olan bireyler kalıyor ortaya. işte bunlar hep liberalizm. maalesef çok kullanılan, yanlış kullanılan, bilmeden kullanılan bu terim sempati duyduğunuz siyasi çerçevelerin çok büyük çoğunluğunun içini dolduran, tasarladığınız ütopyalara renklerini veren fikir. özgürlüğü hürriyetten ibaret resmeden bir fikir. "bana karışamazsın"ı çok matah bir şey sananların alıcısı olduğu kolaycılığın, yüzeyselliğin kuramı.

    bu kadar uzatmamın nedeni şunu söylemek. şimdi uyanmazsan, bu düzen devam edecek. bu ülke özgürlüğü özgürlük için isteyen, kendi ülkesini birlikte inşa etmeyi etmeyi hayal edenlerin olmayacak. güçlü olanın, şanşlı olanın hayatını izlediğin ama görüntü kalitesi git gide artan bir realite şova dönecek yine. aynı yılışık medyayı, aynı riyakar siyasetçiyi, vasatlığa yaslanan aynı goygoyculuğu göreceksin her yerde. etrafın kazanma arzusundan başka motivasyonları olmayan hayvanlarla dolup taşacak. ve bütün bunlar sen yalnızca şu an kazanmak istediğin için mümkün olacak. ta ki bir sonraki krize kadar.

    oysaki şimdi kazanmak yerine özgürlüğü seçebilirsin. özgürlüğün üzerinde inşa edilebileceği ahlakı, ilkeliliği, ve düşünmeyi seçebilirsin, iradeni cisimleştirmek, özgürlüğü mümkün kılacak kurumları inşa etmek için harekete geçebilirsin. bunları tipik bir solcu sonuç paragrafı yazmak için söylemiyorum. çünkü biliyorum ki sen böyle yapsan da yanındaki yapmayacak. çünkü bir süre daha seyirci olarak kalacağız. çünkü henüz olmadık, daha var.

    (muhafazakarlık konusuna giremedim bile. akp tasfiye olsun, sonra.)
  • simdi "oha sacmaliga bak" diyebilirsiniz ama:

    tipki komunizm gibi, liberal demokrasi de, gunumuz insaninin dusunce yapisi baz alindiginda bir utopyadan oteye gecemez.

    komunizmin basarisiz olmasinin sebebi, kotu bir sistem olmasi degil biliyorsunuz. onu basarisiz kilan, insan faktorunu goz ardi etmesi. yani insanlarin icindeki "sahip olma" ve "onem kazanma" durtulerini hesaba katmamasi. zaten bu durtuler yuzunden hemen her komunist sistem, bir baski toplumuna donusuyor.

    liberal demokrasi de ayni sorundan muzdarip. insanlardaki "sahip olma" ve "onem kazanma" durtuleri yuzunden asla tam esitlik saglanamiyor. elindeki gucu baski amacli kullanan yapilar ortaya cikiyor ve bu da kimilerinin "daha esit" olmasina neden oluyor.

    gercekte ise problemin cozumu basit: "ahlak".

    ister komunizm, ister liberal demokrasi olsun, her iki sistem de ahlak olmadan isleyemiyor. elbette ahlak derken "dini ahlak" degil kastimiz. burada toplumsal ahlaktan, yani kisilerin birbirlerine saygilarindan ve haksizliktan uzak durmasindan soz ediyoruz. insan toplumunun bilinc ve kultur seviyesi bu sekuler ahlak yapisini kazanamadigi surece, tum esitlikci ve ozgurlukcu sistemler "ariza" yaratmaya devam edecektir.

    gerci insanlik o duzeye ulastiginda liberalizm, sosyalizm veya komunizm gibi sistemlere gerek olmayacagi da asikar...
  • yazamam çok yoğunum ama kitaplarda, dergilerde filan ağzına sıçılmış bir demokrasi türü.

    önce devamlılık: (bkz: #13760281)

    “mülkiyet hırsızlıktır, sömürü düzenine son, doğrudan demokraside böyle bir problem yok, her şey açık, liberal demokrasi ne kadar saçma hep zırvalıyorsunuz ibneler” söylemine laf anlatmaya çalışırken sözlük ukalalığına gün doğdu.

    argümanları bağlamından koparıp, kendi istediği bir “kötü” düzeye çekerek hınçla vurmak telaşı devreye girdi.

    bir düşünceye pratik olarak “ikna” olunur. ve bunun iç sorgulamasını yapmak için o düzeneğin tüm çeperlerini özümsemek gerekmez. öteki türlü olsaydı “çoban”ı profesör yapana kadar dövüp “daha dur hazır değilsin, bilgileri yükleyeceğiz öyle oy vereceksin” dememiz gerekirdi. tartışma da karşılıklı saz heyeti gibi toplanıp filozof isimleri saymakla sürerdi. ve bir düşünceyi savunan kişi, onu topyekün, tüm yavşaklığı ile savunur değildir. öyle olsaydı kütüphanede yaşayan birer filozof olurduk. ya da takım tutar gibi “bu kesin doğrudur lan alayını tanımam” derdik. öyle olmadığımız halde, bir “canavar”a vurmak daha estetik olacağı için “çocuk işçileri var, naber..ahan cevab veremediniz işte” düzeneği işletiliyor. sonra da simetrik bir çarpıtma değilmiş gibi “sovyetleri karıştırmayın” deniyor.

    bir düşünceyi prensipte savunmak teorideki pırıl pırıllığını savunmak değil ki; “piyasa nadiren tam rekabete geçer” gibi kitabi cevaplar veriliyor. çok üzülerek, bunu hınca bağlıyorum. yoksa burada sadece “demokrasi”yi savunana da bir ton laf söyleyip, suratına türkiye örneğini atıp susturmaya çalışabiliriz.

    benim çok net bir derdim var burada. kitap tavsiye ederek entelektüellik taslamacılığına, slogan atıp “ehe çürüttüm”cülüğe karşı. o da sesli düşünmek.

    yani birileri “kar sömürüdür, mülkiyet hırsızlıktır” deyip bir sistemin topyekün çöpe atılmasını savunacak, ama “ikna” etmesi gereken onlar olmayacak da “hukuki ve demokratik bir çözüm” isteyen taraflar olacak öyle mi? bizim ödevimiz de “mülkiyetin neden gerekli olduğunu” 'hele bir' açıklamak öyle mi? tüh ya. sıkıştım kaldım. mülkiyetin neden gerekli olduğunu açıklayamıyorum bir türlü.

    halbuki kaldır mülkiyeti. bak bakalım bir daha yapıyorlar mı? insanlar kuzu olur kuzu. işte liberal pislikler bunu düşünemiyor.

    işin sloganizmi bir yana, benim sesli düşüncem şudur; (sosyalistlerin tutarlı biçimde “sömürü” diyeceği) ama benim eşit rekabet koşullarında, hukuki olarak yapılan serbest ticaret dediğim bütünün yarattığı/yaratacağı sosyal tahribatın-bölüşümün 'devletçi olmayan' “sivil” bir çözümü mümkün müdür? hukuki bir çözümü mümkün müdür? teorinin "esas" koşullarının işletilmeye çalışılması mümkün müdür? "yassak kardeşim"den başka bir çözüm arıyorum. 20 sene sonra devrim olacak dense, ben, bu 20 seneyi dahi bu "çözüm" için harcamak taraftarıyım. çünkü “devlet”in “ekonomi”ye dokunması, “düşünce”ye dokunması gibi “prensip” olarak beni kıllandırıyor. tahakkümü yıkarken “evdeki bulgurdan olmayalım?” telaşı hasıl oluyor. ve ben hiçbir filozofu burada tavsiye etmeden vicdanen bu düşünceye ikna olmuş durumdayım. yani “devlet”i hukuksuzluğun, denetimsizliğin, çözümcüllüğün dışında bir mesih olarak en son çare olarak düşünmeye. bu benim, kafamdaki veri ve gözlemlerle ulaştığım bir tespittir. size “50 tane bilim adamı benimle aynı düşünüyo olum şiştiniz mi?” demiyorum ki. siz onu deyin, beni ilgilendirmiyor ve ikna olmuyorum. ön yargılarımı sorgulamadığım için değil, söylemin özüne zaten bir itirazım olmadığı için. çünkü burada “devrim mi devam mı?”dır benim gündemim.

    yani mülkiyet mi hırsızlık yoksa vergi mi soygun? (bkz: #11202535)

    peki ekonomik serbestliğin yarattığı sorunlara karşın, mikro düzeyde yapılan müspet faaliyetler, bölüşüme ve bodoslama serbest dış ticarete yönelik eleştiriler, hukuki siyasi baskı düzenekleri, yani “sivil” tüm çözümler, “liberal demokrasi”nin mi yoksa “sosyalist demokrasi”nin mi başarısı? buna imkan veren ne? devrim mi yapıldı sinyorita?

    ya da birilerinin “devletçi olmayan”, “planlamacı olmayan” bir yöntem geliştirmesindeki “duyarlılık” neyden kaynaklanmaktadır?

    eğer sistemin adı bu “düzeltilebilir”, “yanlışlanabilir” iç yönelimleri barındırma konumuna binaen “liberal demokrasi” ise, çözümcüllüğün adı “sosyal demokrat” olsa ne yazar. siz savunanlara öyle düşünüyormuş gibi davransanız da liberal demokrasi, statik bir dogma değil. dinamik, yaşayan bir sistem. ona yönelik “sömürü bu! yıkalım!” düzleminin dışındaki eleştiriler, zaten onun öz evlatlarıdır.

    yani hukuki, demokratik liberal bir sistemde “halk” gibi “hukuk” gibi imkanlar varken demokratik ve insancıl biçimde, hukukun, sistemin sosyal tahribatlarına yönelik kullanılması mümkün değil mi? bu yol açık değil mi? sonuçta emekçiler çoğunluk, öyle değil mi? un var, şeker var. helva neden yapılamasın? bütünsel olarak “adam olmaz bu sistem, alternatifi daha güzel” isyanı yoksa cevap “devam”dır. yoksa o yığın emekçiyi “sosyal” bir partiye oy vermeye ikna edemediğinizi ama “devrim” yapmaya ikna edebileceğinizi mi söylüyorsunuz? iyi yolculuklar o zaman size. ben de “doğrudan demokrasi”ye ikna oldum. hadi devrim yapalım. hangi sloganları atıyoruz?
  • sosyalistlerin klasik bir eleştirileri var "liberal demokrasi"ye.

    "siyasal liberalizme bir şey demiyoruz ama ekonomik özgürlük olarak andığınız düzenek büyük sermayelerin tahakkümüne dönüşmeyecek mi?"

    ve buradan "liberal demokrasi mi olurmuş, komik olmayın" noktasına gidiliyor.

    bir kere bu "bilmiş" tavrın günümüz pratiklerindeki demokrasi kültürünün siyasal liberalizm ile ulaşılmış zenginliğini ihmal ettiği ortada.

    örneğin siyasal özgürlüklerin ve bu konuya ilişkin taleplerin, sosyalist bir devlet sürecinde hangi noktalarda sürüneceği bence ihmal ediliyor.

    nitekim, murat belge ve halil berktay, karşılıklı olarak bir süredir "sosyalistlerin ancak siyasal liberalizm araçlarıyla konjonktürel bir zenginlik kazanıp kendilerini yenileyeceklerini" iddia ettiler.

    ekonomik özgürlüğe gelelim.

    şurada değinmiştim kendimce: (bkz: siyasal ozgurluk ile ekonomik ozgurluk iliskisi)

    bir kere sosyalistlerin argümanlarında "hür ekonomik teşebbüsler"in neden "özgürlük" sayılamayacağına ilişkin doyurucu bir bilgiye rastlayamıyorum.

    daha çok yaratılmış bir "canavar" üzerinden gelişen söylemler var. yoksa bir insanın legal olarak sermayesini ortaya koyarak, üreterek kazanması süreci bu "olmaz"cılıkta tam tasvir edilemiyor.

    daha çok "hislere" hitap eden "sömürdünüz, emperyalistler, çocuk işçiler.." söylemleri hakim.

    yani bir sosyalist, bence, literatürün üstüne kendi cümleleriyle yeni bir argüman koymak istiyorsa ekonomik özgürlüklerin nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğinin günümüz örnek modeli çerçevesinde analizini ve burada devletin kilit rolünün ne olması gerektiğini ortaya koymalı.

    yoksa "hukuk" ile çözülmesi gereken bir şeyi "liberal demokrasi"nin sorunu olarak takdim etmek ilkesel değil taktiksel bir tavrı işaret ediyor.

    hem "sözde" ekonomik özgürlüklerle "tahakküm" kazanan kitleleri sosyalist bir aygıt olarak "özgür" bırakmayacaksak benzer tahakkümün "demokrasi" yoluyla "siyasal" olarak elde edilebilir olduğunu ve hemen her devlet nizamı için bir "sorunsal" teşkil edeceğini nasıl ıskalayabiliriz?

    o zaman "demokrasi ile tahakküm olabilir, birileri masumca oy veren kitleleri kandırabilir, devletle de arasını iyi tutup kök salabilir, o halde düşünce özgürlüğüne ben özgürlük demem arkadaş" mı diyeceğiz?
  • çok sevdiğiniz bir bilgisayar programı düşünün. tam sizin ihtiyaçlarınız için tasarlanmış. kullanırken mutlusunuz, arayüzü şahane ama o da ne?! sizden habersiz gizliden gizliye bir kaç tane kötü huylu uygulama daha yüklemiş bilgisayarınıza. hemen kurtulayım şunlardan deseniz de sisteminizi ağırlaştıran, yavaş yavaş yiyip bitiren bu uygulamaları yok ettiğinizde de o şahane asıl programın işlevsiz hale geleceğini farkediyorsunuz.

    işte o şahane programdır liberal demokrasi de. süperdir hiperdir ama kurtulamadığınız spyware'leri varken siz kendisinden vazgeçmedikçe -ki vazgeçmesi güç ve albenisi yüksektir, tüm kaynaklarınızı yer bitirir. bitirinceye kadar da kendisinden aldığınız fayda ve zevk dışında bir şey kalmaz elinizde.
  • hala hakkındaki savunmaların özgürlük vs eşitlik gibi saçma arenalarda savunulan kavram. eşitliği tahakküm vesilesi olarak görmek elbet ki liberal demokrasinin normatif algilanmasi sanrısından kaynaklanmaktadır.

    ayrıca hala çıkıp "ben sosyalistlerin doyurucu ekonomik eleştirisini göremiyorum," demek en basit anlamıyla körlüktür. aksine burada liberal demokrasi tarafından açıklanması gereken mülkiyet kavramının neden gerekli olduğudur. ve mümkünse aslanlı kaplanlı analoji yapmadan.

    anlayacağınız dilden söyleyelim, "sermaye birikimi ahlaksızlıktır." oldu mu? burada kendi normatiflik tuzağıma düştüğümü düşünüyor olabilirsiniz, ancak dediğim işin basit kısmı. kendimi sosyalist olarak tanımlamasam da, marksist altyapıya sahip olanların isteği emeğin ücretlendirilmesinin* ortadan kalkmasıdır. bu açıdan ister hür ekonomik teşebbüs olsun, ister uluslarüstü sömürücü sermaye olsun, kar amacı güden, emeğin satın almaya devam eden bir sistem sadece sömürü vesilesidir.
  • #158300222

    "liberal demokrasinin son kale olan ulus devletleri yiyip tam anlamıyla bir küresel totaliter düzene evrilmesinin önünde ise yalnızca iki engel vardır, bunların da küresel plütokrasi tarafından günaşırı saldırı altında olması tesadüf değildir:"

    doğru ama eksik. bir engel daha var ve ona takılacaklar: teknoloji.

    gücün merkezde toplanmasına olanak sağlayan teknoloji eskidi artık, o yüzden güç kaybediyorlar ve panik halinde covid, iklim krizi, savaş, soykırım vs. ellerinde ne varsa kullanmaya çalışıyorlar.

    diğer taraftan gücün merkeziyetsizleşmesini sağlayan mikroişlemci teknolojisi hızla yayılıyor. mezkur teknoloji sovyetler birliğini çökerteli 34 sene oldu:

    (bkz: sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği/#148618706)

    batı kapitalizmiyle sovyet sosyalizmi birbirinin zıttı sistemler zannedilir ama temelde aynı sistemlerdir. birinin daha uzun yaşamasının tek sebebi son derece sınırlı da olsa mülkiyet hakkı tanımasıdır.

    bu sınırlar ortadan kalktıktan sonra insanlığın yapacağı atılım muazzam olacaktır ama güç sahipleri de gücü ellerinden bırakmamak için ellerinden geleni ardlarına koymayacaktır. o yüzden arada badem olmamaya dikkat etmek lazım.
  • her ideoloji gibi elbette kusursuz değildir. ancak elimizde çalışan en iyi sistemdir. kusursuz olmamasının sebebi insan davranışını kestiremeyişimizdir. aynı şey sosyal demokrasi için de geçerli ama dedim ya elimizdeki en iyi sistem bu.

    liberallerin en çok tartıştığı konulardan birisi neyin özelleştirilmeyeceği konusu. örneğin eğitim ve sağlık konusu. şahsi kanaatim eğitimin de sağlığın da devlet tekelinde olması yönündedir. zira,adam smith'in de dediği gibi, eğitim o kadar önemli bir alandır ki özel sektörün inisiyatifine bırakılamaz. tabii bu arada devlet anayasasının, eğitimde özgürlüğü ve çoksesliliği teşvik etmesi hatta tahsis etmesi gerekir. çok mu soyut bir cümle oldu? mesela,üniversitelerin özerk kurumlara dönüştürülmesi veya çığırtkanlık yapan gençlerin üniversitelerde kalabilmesi.

    gibi gibi şeylerdir liberal demokrasi.
hesabın var mı? giriş yap