• ailenin ekonomik durumu iyileştikçe çocuğa verilen değer artar. hollywood filmlerinde ballandırılarak anlatılan orta sınıf ailelerde önce çocuk yapmaya karar verilir ve çocuk henüz dünyaya gelmeden merkeze yerleştirilir. doğmadan önce dört başı mamur bir bebek odası hazırlanır, süslenir, oyuncaklarla donatılır. anne ve baba sektörün bol kepçe ürettiği bebek bakımı ve çocuk hastalıklarına dair kitaplar okumaya, bebe dergileri biriktirmeye başlar. bebek dünyaya geldiğinde anne-baba için artık fetiş haline gelmiştir. çocuğa bakmaya başlayan çift artık birbirine bakmaz olur. anne-babanın hayatını kendisine adadığı bir ortamda doğan, büyüyen ve bir özne haline gelen çocuğu kaprisli, doyumsuz, sabırsız, sıkılgan, bencil hatta duygusuz bir kişilik beklemektedir.

    şunu es geçmemek lazım; süleyman seyfi öğün'ün yerinde tespitiyle "çocuklar her durumda kaybedendir."
    çocuğu tapınma aracı haline getiren zengin ailelerde sorunlu kişilik yapısıyla büyüyerek kaybeder çocuklar. bununla da sınırlı kalmayabilir. michael haneke'nin der siebente kontinent filminde çarpıcı tarzda hikaye ettiği üzere (#95430401) başarı, kariyer ve rutin sarmalında anlam yitimine uğrayan orta sınıf aile, düştüğü anafora çocukları da sokabilir ve bedelin büyüğünü çocuklara ödetebilir.
    ekonomik olarak alt düzeydeki ailelerde ise çocuğun zaten herhangi bir değeri yoktur ve beslenmesi gereken bir boğaz , sarf edilecek bir ek masraf olarak görülür. bu tür ailelerde en ağır bedeli ödeyen her zaman ruhen ve bedenen acımasızca ezilen çocuk olur.

    isveçli yönetmen lukas moodysson 2002'de çektiği lilja 4-ever'de tam da böyle bir ailede doğan ve biri annesi, diğeri babası tarafından kolayca gözden çıkarılan iki çocuğun yaşadıkları dram, şiddetli ve insanı gerçek anlamda sarsan bir şekilde hikaye ediliyor. film öyle çarpıyor ki, bittiğinde çok sert tokatlara maruz kalmışçasına sendeletiyor.

    yeni sevgilisiyle amerika'ya giden annesi tarafından terk edilen 16 yaşındaki güzel lilja ile babası tarafından dövülerek merhametsizce sokağa atılan 11 yaşındaki volodya'nın hikayesi eski sovyet topraklarından estonya'nın bir şehrinde geçiyor. şehir dedimse medeni bir kent anlaşılmasın. soğuk bir iklimin hüküm sürdüğü ve puslu, gri bir havanın hiç dağılmadığı banliyöde, yoksulluğun vicdanlarını körelttiği insanlar, çoğu terk edilmiş çok katlı, çirkin mezbelelik gibi binalarda yaşıyorlar.

    film, gözü morarmış, dudakları patlamış halde amaçsızca koşan lilja'nın yüksek bir köprünün korkuluklarına çıkması ve aşağı atlayıp atlamamak arasında git gel yaşadığı sahne ile açılıyor ve çocukluğunun sona erdiği üç ay öncesine dönüyor.
    hemen ardından gelen sahnede, izleyiciye şehir turu attırdıktan lilja'nın evine giren kamera, kıpır kıpır bir ruh haliyle bavul hazırlayan lilja'nın büyük bir ihtimamla duvardan indirip çantasına yerleştirdiği hz.meryem ve oğlu isa'nın el ele tutuşarak yürüdüklerini betimleyen bir resme odaklanır.
    lilja inançlı ve mutlu bir kızdır. zira cennet hayaliyle yaşayan lilja birkaç gün içinde yeryüzündeki cennet olarak gördüğü amerika'ya gidecektir annesiyle birlikte. fakat işler hiç de umduğu gibi gitmeyecek ve annesi, lilja'yı acımasızca terk edecektir. lilja'nın annesinin ardından ağlayarak koşarken çamura düşmesi ve giden arabanın ardından öylece bakakalması da filmin en çarpıcı sahnelerinden biri olarak izleyicisine "çok sağlam bir filmle muhatapsın" sinyali gönderecektir.

    **spoiler**

    annesi lilja'yı sözümona teyzesine emanet etmiştir. ancak teyzenin ilk işi lilja'yı kaldığı evinden çıkarıp tavuk kümesi gibi gecekonduya yerleştirmek olur. ve sonra da aksi kadın kıza geçinmek için fahişeliği önererek ortalıktan kaybolur. aynı süreçte evden atılan 11 yaşındaki volodya ile lilja hiçkimsesiz, dımdızlak kaldıkları dünyada birbirlerine sığınarak daha iyi bir yaşamın hayaliyle hayatta kalmaya çalışacaklardır. çevrelerindeki dünya o kadar kötü ve acımasızdır ki önceleri amerikan rüyası gören çocuklar bir aşamadan sonra umudu ölümde ve ölümden sonraki yaşamda görmeye başlayacak, kötülerin hüküm sürdüğü acımasız dünyada yaşamak onlar için anlamını yitirecektir.

    çocukların hikayeleri o kadar sahici yansıtılmış ki çaresizlikleri, yalnızlıkları, üşümeleri, açlıkları ve adım adım umutlarını kaybetmeleri izleyiciye direkt geçiyor.
    "seni çok parlak bir gelecek bekliyor." diyerek lilja ile alay eden vicdansız kadın öğretmenin ironisine gizlediği kaçınılmaz son yaşanacak ve lilja, kendisi ile arkadaşının karnını doyurmak için bedenini pazara sürmek zorunda kalacaktır.
    mahallenin gençlerinin toplu tecavüzü ve sonra isveç hayali ile düşülen tezgah ve şehvetin kör ettiği iğrenç erkek bedenlerinin horultuyla, iniltiyle kendini tatmin ettiği bir nesneye dönüşme süreci. artık neden yaşamalıdır ki lilja, onu hayata bağlayan, yaşama sevinci veren ne kalmıştır?

    peki ya volodya? yaşı küçük olduğu için kardeş muamelesi gördüğü lilja'ya aşık olan volodya'nın işi en az lilja kadar zordur. sevdiği kız gözleri önünde toplu tecavüze uğrar volodya engel olamaz. bedenini satıp kendisine basketbol topu alan lilja kapının ardında seviştiği sahtekar tarafından göz göre göre isveç rüyasıyla kandırılır ama volodya hiçbir şey yapamaz, olacakları engelleyemez.
    lilja'sı da gittiğinde kapıldığı korkunç yalnızlık ve terk edilmişlik duygusu onun için de yaşamı hiçliğe döndürecek, öte alemi vuslat yeri olarak görmesine neden olacaktır.
    ısınmak için kendilerine çaputlardan yaptıkları mağaralarını, tabutun içinde yatmaya benzetecek olan iki çocuk için artık tek gerçek ölmek ve kanatlanıp cennete gitmek olacaktır.

    evet gerçekten de çocuklar her durumda kaybedendir sanırım. ister imkanların sınırsız olduğu üst-orta sınıf bir ailede doğsun ve büyüsün, ister imkansızlıkların hayatı cehenneme çevirdiği alt sınıf bir aile doğsun ve büyüsün şekil şartları farklı olmakla birlikte ruhen ve bedenen en zorlu bedeli ödeyenler çocuklar oluyor.

    edit: filmin geçtiği ülke hakkında uyarısı için @cokmedinamigi'ne, filmden haberdar olmamı sağladığı için değerli yazar @guasola'ya teşekkür ediyorum.
  • verdiği mesajdan ziyade sovyetlerin yarım asır içerisinde onlarca milletin kültürüne nasıl tecavüz ettiğini fark ettiğim filmdir.

    rusya'dan başlayarak bütün eski sscb ülkelerinin klonlanmış gibi tek tip olması oldum olası beni irite etmiştir. tamam sosyalizm filan ama estetikten uzak be abi. filmdeki mahalleyi, daireleri ve yaşam tarzlarını bugün gideceğiniz her hangi bir eski sovyet ülkesinde aynen bulabilirsiniz. özellikle binaları gördüğünüzde; ulan koca birliğin 70 yıl boyunca tek bir mimarı mı vardı? sorusu belirir kafanızda.

    yıllar sonra gelen edit: yukarıda sorduğum soruya aşağı yukarı bir yanıt buldum. bir çok şehrin ana mimarisi gerçekten tek bir elden çıkmış.

    lilja'nınn taşındığı tek odalı daireyi hatırlayın. kapısı deri kaplıdır. deri kaplı olan kapı aslında bina ilk yapıldığında iç kapı olarak tasarlanmıştır. dış tarafında demirden ve dışa doğru açılan ikinci bir kapı olur fakat bu kapılar genellikle sökülmüştür. çift kapı olma sebebi bir yandan ısıyı korumak öte yandan güvenliktir. kapıyı açabilmek için önce dışa açılan demir kapıyı akabinde içerideki deri kaplı ahşap kapıyı kırmanıza gerekir. ayrıca bu binalar kare oluşturacak şekilde blok olarak tasarlanmıştır.

    blokların giriş kapıları iç taraftadır. yani avluya bakar. dış tarafta ise kapı yoktur ve bir kaç kata kadar camlar parmaklıklarla kapatılmıştır. bloklara tek bir giriş ve çıkış vardır. avluda çocuk parkı, oto park ve yeşil alan bulunur. buradaki asıl amaç her hangi bir savaş, isyan durumunda binalardaki insanları sadece blok girişlerini kapatarak kontrol altında tutabilmektir. bu binalar sivil halk için tasarlanmıştır. düz ve blok olacak şekilde tasarlanmayan evler ise genelde üst rütbeli parti çalışanları içindir. her hangi bir sovyet ülkesine gidenler dikkat ederlerse fark edeceklerdir. çok katli, çevresi temiz, asansörleri çalışan, dikine ve çok girişli binaların hepsinde emekli askerler veya aileleri yaşar. bu halka bir yerde mesaj vermektedir. o muhteşem halkların kardeşliği eşitliği palavralarını bina tasarımlardan dahi idrak edebilirsiniz. iyi bir çocuk olursanız siz de şirinleri görebilirsiniz tadında bir mesaı var. hücrede değil böyle ayrıcalıklı binalarda yaşamak istiyorsanız partide yükselin, şirin baba olun.

    teyzesinin davranışları ise tipik slav soğukluğundan ötürü gelir. gerçi ne bok yersen ye diyerek kıçına tekmeyi yiyenler genelde yaşlılar olur. vakti zamanında tıpkı filmdeki gibi bir blokta yaşamıştım. giriş katta yaşayan rus teyzenin dizlerinde bir problem olduğu için evden çocuk parkındaki banklara kadar olan kısa mesafeyi yürümesi en az yarım saatini alıyordu. bir gün bu teyzenin kapı önünde hüngür hüngür ağladığını gördüm. yarım yamalak rusçamla ne olduğunu sordum fakat ağlamaktan konuşamıyordu. mahallede yaşayan kazak ve tatar teyzelerden bir kaçını yardıma çağırdım. teyzeyi bir banka oturtup su verdiler. biraz kendine geldiğinde altı çocuğu olduğunu ve en büyük kızının bugün vefat ettiğini öğrenmişti. kadını kızının ölümünden daha çok üzen konu ise kalan beş evladından bir tanesinin bile acısını paylaşmaması, cenazeye annelerini götürmemesiydi.

    kazak teyzelerden bir tanesi kadını arabasıyla götürmek için garaja gitti. diğerleri de cenazeye uygun giyinmesi için teyzeyi eve götürdüler. o dönem bu vakanın münferit olduğunu düşünmüştüm ama zamanla bunun genelleme yapılabilecek kadar sık yaşandığına defalarca şahit oldum. orta asya'nın göçebe halkları sscb'den çok önce çarlık rusyasında başlayan katı bir slavlaştırma sürecine tabi tutuldular. iki yönetim de büyük oranda başarı sağladı ve fakat aile kurumunun türk hakları için önemini, eski anaerkil adetlerini unutturamadıkları çok açık. sonradan bu değerlere sahip çıkmış oldukları için bu insanlara özenir olmaları ise ne kadar acziyet içerisinde bir halk oldukları gerçeğini ortaya çıkarıyor.

    film başlığına girip bir dünya başka konuyla baş ağrıttım fakat bu bence filmin başarısının başka bir örneği. öyle veya böyle insanı düşünmeye itiyor.
  • butun film boyunca ordan oraya kedi yavrusunu tasir gibi tasidigi baba-ogul/tanri-isa gorunumlu tabloyu, ulan hala mi dua ediyorsun diye bogurmek uzereyken, lilja duvara firlatmıştır. ve işte o zaman yonetmenin hakkı teslim edilmiştir. seyirci ve yonetmen senkronizedir.
  • lilja'nın gözünden, şehvetle ileri geri salınan erkekleri gördüğümüz sahnesi çekilirken; çeken kameramanın dayanamayarak istifa ettiği ve çekimlerini bizzat yönetmenin tamamladığı film.
  • ancak öldüğünde huzura erenlerin öyküsü.
  • filmden cikinca gozyaslarimi tutamadim bircok insan gibi. lilja kotu yola dustu, oksuz kaldi, bilmem kac adam tarafindan irzina gecildi diye degil ama daha cok filmin kaskati gercekciliginin icinde yer alan yumusacik ve cocuksu masumiyetin, hayalciligin varligi benim kalbimi parcaladi. insanlarin en kotu durumlarda, en zor kosullarda bile kendilerine ait kucuk hayal dunyalarinda mutlulugu yakalayabilmeleri bu filme apayri umutsuzlugunun icinde umut dolu bir boyut katti benim icin. kucuk cocugun lilja'nin melegi olmasi ve lilja'nin intihar etmemesi icin elinden geleni yapmasi ama buna ragmen lilja'nin hayata dayanamamasi bile filmin kliselikten ne kadar uzak oldugunu gosteriyor bence. o kadar ozdeslestigimiz ve kendisinin kurtulmasini bekledigimiz kahramanimiz beklentilerimizi yuzustu birakiyor. cogu filmde zor olan bir sey bu. karakterin izleyiciyi umursamamasi, meleginin butun iyi dileklerine, umutlandirmalarina ragmen, kendi umutsuzlugunda ve gucsuzlugunde yitip gitmesi ve kaybolmasi onun icin iyi mi kotu mu bilemiyoruz bir an icin. lilja ve kucuk cocugun basketbol oynadiklari sahnede ise gozyaslarimi tutmak artik imkansizlamisti. mutlulugu, huzuru ancak hayalimsi bir cennette basketbol oynayarak bulan bu iki cocugun, melegin suratlarindaki gulumseme, soguk rusya ve isvec sokaklarindan, hayatin karanligindan bir an icin cocuksu bir umutla da olsa uzaklastirmisti beni ama yine de aglamamak imkansiz cunku bizim asil yasadigimiz bu basketbol oynanan, umut ve mutluluk dolu cennet degil, soguk ve gri rusya ve isvec sokaklari...
  • "analaaar, babaaalaaar sizde nasıl yürek vaaar?
    küçük bir kız çocuuğuuu tek başına ne yaaapar?"

    küçük ibo

    official soundtrack available at prestige records.©
  • hatirliyorum da, odevini yaptin mi kizim fantezisi tum ciddiyetimizi bozmustu kisa bir sureligine.
  • lilja ve volodya arasındaki diyalogların gayet başarılı olduğu bir film. göze sokulmak istenen şeyler çok belli bu yüzden biraz rahatsızlık veriyor. hayat bu kadar kötüdür işte, hiç bir şey yolunda gitmeyebilir mesajını çok etkileyici bir şekilde sunuyor izleyenlere. olmuş bir film.
  • gösterimi olduğu zaman aslında ööle bıyıklı türk delikanlılarının falan saldırdığı bir film olmamıştı en azından irreversibledaki kadar izleyicinin bir reaksiyonu yoktu.yani şu filmi izleyip de varolan cinsel somuruye kufretmemek elde olmuyor.cinsel istismarı anlatırken bu konuyu da filmde istismar etmeyişi bile filmde ne kadar özenli olduklarını göstermekte.eger bu filmi izleyip lilya ile düzüşmek isteyenler varsa buyursun lalelide alayı var ve mumkunse bana yakın allaha uzak dursunlar.hayat kadar gerçek bir film.insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor.
hesabın var mı? giriş yap