• lise arkadaşlarıyla buluşulduğunda sabahlara kadar karın çatlatma sebebi. (şu bayramlar da olmasa...)
    misal:
    coğrafya öğretmeni dirtyi sözlüye kaldırır;

    -iç anadolu ovalarını say..
    +...

    o sıra arka sıralardan cihan isimli arkadaş kopya vermek için ısrarla kendini gösteriyor.

    +ben ovası..
    -ney?
    +sen ovası...
    -ne diyosun oğlum?
    -ben ovası hocam.

    cevap: cihanbeyli.
  • bir kıza aşıksanız eğer, ve iyi niyetli ama mal bir arkadaşınız varsa sakın söylemeyin olm.

    lise hazırlıktayım dede korkut anadolu lisesinde. bir kız var. sarışın ama çakma değil ha. usta ben bunu gördükçe kalbim pırpır ediyor. ama ne zaman çok aşık olsam, dilim götüme kaçar, konuşamam falan. öyle oldum yine. bildiğin mal oldum celal aaabi. neyse.

    bir de enteresan huylarım vardır. mesela birine aşık olsam takip etmem, ona ilişkin şeyleri soruşturmam, araştırmam. denk geldikçe uzaktan süzerim ama rahatsız etmem. alayına kendine sıkıntı çektirmek işte. ben bunu göreceğim yerleri de biliyorum ama nedense aksi yerlerde dolaşıyorum. sanki amk teneffüslerde normalde dolaşmadığı yerlerde karşılaşırsak falan, kadermiş, allah babadan bir işaretmiş gibi gelecekmişçesine saçma düşünceler işte. ama enteresandır denk de geliyoruz. genelde kantinte oturur veya bilen bilir arka büyük bahçenin oralarda takılırlar. ben de basket maçında ne işi olur diye spor salonuna gidiyorum misal. bir bakıyorum kız orda, ve göz gözeyiz. enteresan yani.

    iyiden iyiye mallaşmışım ve aşık olmuşum. şimdilerde birine aşık olsam hissettirmem aşkımdan ölsem bile ama o zamanlar tecrübesizlik tabi. 2-3 aydan sonra hissettiğini anladım. bir ortamda olsak o da beni süzüyor nerdeyim falan diye. o ara ali de fark etti tabi. ben konuşurum lan ayarlarım ayağı çekiyor. belki 10 kere bildiğin daldık birbirimize celal aaabi. yedin bitirdin diyor kendini konuşacam diyor ali, ben de sana ne lan yarraaam modundayım. kendim konuşmam ama başkasına da konuşturtmam. öyle mal mal kalırım olayım bu. mallık güzeldir. zaten haftasonları babamın dükkanda mobilya sata sata, yani mal sata sata mallaşıyor insan. neyse.

    abi ali bir gün geldi. kızın adınını öğrendim, "duygu" dedi. ben bilerek kıza ait hiçbir şeyi araştırmıyordum. ali de dert yapmıştı bunu. kızın adını öğrendim. içimden duygu diye sayıklıyorum falan. ali de duygu diye bir kızı seviyordu. sorunlu bir aşk ilişkileri vardı. ali'yi tanıdım tanıyalı her aşık olduğu kızla evlenme hayali kurar. evlenecem kaçıracam der ama hala bekar totoş. uzun aradan sonra geçende buluştuk misal. hala bir kızı kaçıracağından bahsediyordu. neyse.

    ali ile dertleşiyoruz falan. kız da artık iyiden iyiye bakıyor bana ama artık şöyle garip bir bakış hissediyorum. "lan tamam aşıksın, asılan bir tip de değilsin, efendisin onu da anladık, reddederim reddetmem sana ne ama insan bi açılır amk malı ne diye konuşmuyorsun ağzına sıçayım senin adi pislik manyak gıcık" der gibi bir ifade var suratında hep. her geçen gün bu ifadeye yeni kelimeler de ekleniyor benim algı süzgecimde. ali ile kavgalar sıklaşıyor tabi. söyleyecem kıza ben bıktım artık diyor falan ama söyletmiyorum.

    ali bu arada kızla benim için muhabbet başlatmış ama benden bahsetmeyerek. arada bir ali ile konuşurlarken görüyorum duygu'yu. sormuyorum da ama. ama ali kız hakkında şeyler anlatıyor sürekli. babası yokmuş bebişimin falan. sıkıntılı bir ailesi varmış falan. anlaşılmıştı o derin ve uzunları yakmış bakışların sebebi.

    bir gün teneffüste ali bana "uğur bekle" dedi. koluma girdi. sınıfın kapısının önüne çıktık bekliyoruz. duygu'yu gördüm bize doğru yanaştı. ali'ye hal hatır sordu. hoşbeş ettiler. sonra ali, "lan uğur kalem ödünç almıştım onu verecektim arkadaşa, 2 saniye bekle geliyorum" dedi. ali sınıfa girdi geri. duygu ile ben kaldım kapıda. bekliyorum ki ali hemen gelecek. tabi heyecanlıyım da kız yanımda. ama ali de hemen gelecek. kalem alacak yani çantasından. "merhaba duygu nasılsın" dedim. "neee duygu mu" diye sordu. "evet, adın duygu değil mi" dedim. o güzel kız yok oldu bir anda canavara dönüştü ve "duygu değil, adım ülkü" dedi. içimden ali'ye söve söve "ben duygu diye biliyordum" dedim saçmaladım falan. zaten kızın yüzünden "lan amk malı onca zamandır hoşlanıyorsun adımı bile doğru öğrenememişsin senden bir sik olmaz" ifadesini görünce ali'ye içimden sövüşlerim makinalıya bağladı. kızardım bozardım falan. ali'nin adını duygu diye söylediğinden bahsettim falan. battıkça battık amk. nası gidiyor falan diyorum sıçıştan kurtulmak için ama ne mümkün. durum unutulur gibi değil ki amk. konuşuyoruz havadan sudan ama harbiden ben yer yarılsa yerin dibine girsem modundayım, kız da "amk malı daha adımı öğrenememişsin" bakışında. velhasıl ali de kalem almaya diye gitti amk en fazla 1 dakikada gelmesi lazım gelmiyor ibne.

    abi durum iyice sik gibi. biz de sik gibi kaldık. 2-3 dakika neredeyse konuşamadan dikildik öyle. yer yarılmıyor ki içine gireyim amk. ali geldi sonra. ülkü ali'ye: "görüşürüz ali" dedi ve gitti. ali bana döndü heyecanla: "kıza açıldın mı onunla konuştum dün bugün ona ilanı aşk edeceğini söyledim o da geldi" dedi. "ali götüne koyim ibne puşt ben niye bihaberim amk kalem almaya gittin kız sanıyor ki ilanı aşk edecem benim dünyadan haberim yok, hem sana ne amk, kızın adı da zaten duygu değilmiş götünün balans ayarını sikim ibne gçtverem dalyarak puşt" falan dedim aliye daldım. güle güle severek dayağını yedi ama utancımdan ve rezillikten dövemedim bile adam gibi. bi de pişkin pişkin gülüyor: "nihohahahha duygu değil miymiş adı ahahha"... tam arıza puşt.

    abi sonra kız bana nasıl nefretle bakıyordu anlatamam. ben böyle kepazelik görmedim amk. platonik aşkımızı göte getirdiler. oysa ben severim öyle platonik. rezillik kasıktan dize kadar. ali'yi döv döv nereye kadar. yoruluyorsun bir yerde. ama rezillik azalmadan kalıyor. neyse ki 1 sene çektim bu rezilliği. sonra nakil oldum başka okula annemle babamın boşanma durumundan dolayı.
  • lise kaçtayız hatırlamıyorum yeminlen. yatılı okulda okudum bilen bilir, 8 sene kadar. olay da yatakhane ikinci katında gerçekleşiyor.

    hakan diye bir arkadaşımız vardı, yani hep olur ya dönemlerde her zaman kendisine komiklik yapıp böylece kendisine prim yapmak isteyen tipler, işte bu tipler tarafından çok alaya alınırdı bu arkadaşımız, neyse, bir gün yatakhanenin penceresinden ön bahçeye bakıyor arkadaşımız. apo dediğimiz arkadaş da uğraşmaya bayılırdı bununla.

    biz apoyla o pencereden dışarıya bakarken yanına gittik, ne yapıyorsun nasıl gidiyor, falan filan derken bir anda durdu, aşağıya baktı ve, burdan atlasam 100 milyon verir misiniz lan, diye sordu. biz de, biraz bekle, dedik ve milletten para toplayarak mevcut 100 milyonu oluşturduk. hakan'nın yanına gittik, al, dedik parayı verdik buna. sonra paraya hüzünlü bir şekilde baktı, lan, dedi, beni bu kadar mı sevmiyorsunuz, dedi ve parayı yere atıp sinirli bir şekilde ordan uzaklaştı.

    yavrum benim!
  • okul hayatıyla ilgili bir metin düzenliyordum, birtakım anılar geldi aklıma. birkaçını yazayım dedim. sonunda bir şey olmuyor; okumaya niyetlendiyseniz beklentiyi yükseltmeden okuyun.

    sene 2000 olmalı... lisedeyim (yeşilköy anadolu lisesi). şimdi tam hatırlamıyorum, öğrenci temsilcisi mi, öğrenci başkanı mı, onur kolu bilmem neyi mi (eğer yüksek ortalama gerektirmiyorsa bu sonuncusu olabilir), öyle janti bi' titrim var. kavga ve şiddetin her türlüsünden o zaman da tiksiniyorum, fakat o zamanki kimi arkadaşlarım sağolsun, gerek coşkun ergen testosteronlarının derdine, gerek dangalaklıklarının uğruna başım kavgadan dövüşten bir türlü kurtulmuyor. bi' de, o dönem boy uzun, vücut çalışıyorum, spor yapıyorum filan (şimdiki gibi krem şanti kıvamında değilim), ayıptır söylemesi, iyi de dövüşüyorum (mecburiyet öğretiyor); kavgaların gönülsüz joker elemanlarından biriyim.

    yine bir toplu kavga sonrası (ama o kavga hakikaten fenaydı, yeşilyurt’un altı üstüne gelmişti) nihayet ilk kez disiplin kuruluyla tanıştım. sözlü ifadeye çağrıldık.

    müdür aşırı sert. müdür faşist (birazdan anlatacağım). ifade mi veriyoruz, psikolojik işkence mi görüyoruz belli değil. adam zaten öğrencilere nefretle bakan biriydi, o gün o odada nefretin cisimleşmiş halini sundu bizlere. gerçi ben, dediğim gibi, bir yandan onur öğrenci kolu muhteşemlik fevkaladeliği fahri übermensch’liğim hasebiyle müdürle sık sık haşr-ı neşr oluyordum; saygıda kusur etmemeklik, temiz yüzlü olmaklık gibi özelliklerim müdür tarafından biliniyordu. o nedenle şahsen büyük bir hışma uğramadım o gün. fakat kavgayla tek alakası o an orada bulunmak olan, benden daha temiz yüzlü bir arkadaşım, kendisinden daha az temiz yüzlü sabıkalı bir arkadaşımla yan yana ifade verme şanssızlığına düşünce, müdürden şöyle bir nasihat aldı: “ne işin vardı senin orada? b.kun yanında durursan b.k sana da bulaşır (yanındaki daha az temiz yüzlü arkadaşı gösteriyor). sen de b.k olursun. (daha az temiz yüzlü arkadaşa dokunuyor) bak, dokundum, b.k bana da bulaştı!”

    hasılı, diğer arkadaşlar üçer gün, bense iyi hal indirimiyle bir gün uzaklaştırma aldık. benden daha temiz yüzlü, suçsuz arkadaşım da bir ceza almış olmalı, ama hatırlayamıyorum. kınama filan olabilir.

    bu hadiseden birkaç hafta sonra olması lazım (ama olmayabilir de, anakronide sınır tanımam), bir arkadaşımla teneffüste tuvalete sigara içmeye gittik. güle oynaya ben bir kabine girdim, o başka bir kabine. ama kapılar açık... pantolon cebimdeki üç dal marlboro light’tan birini, daha önce kabin kapısının üzerine bırakmış olduğum kibritle henüz yakmıştım ki, tuvalet kapısının bir hışımla açıldığını duydum. hemen arkasından da zalım müdürün sesi geldi: “evet, çıkın bakalım oradan...” sigarayı derhal attım, fakat kibrit kutusunu atmaya fırsat bulamadan müdürü burnumun ucunda buldum. yanında da bugün bile pek sevdiğim tarih hocam vardı.

    elimde bir kutu kibrit, içimde hala üfleyemediğim iki ciğer dolusu duman, kabinden çıktım. tepesinde taze sigara dumanı tüten bir tuvalet kabininde, elimde bir kibrit kutusu ve cebimde iki dal marlboro light’la yakalanmıştım.

    üstümüzü bizzat müdür aradı. sanırım arkadaşımın üzerinde paket veya dal sigara yoktu. fakat şans eseri, müdür benim cebimdeki sigaraları da bulamadı. elindeki tek ispat, ancak ve ancak elimdeki kibrit kutusu olabilirdi.

    yazılı ifademiz istendi. ifademde mealen ve özetle şöyle bir şey yazdım (epey uzun ve süslüydü ifade metni): “tuvalete girdiğinizde arkadaşımla birlikte gülmekte olduğumuzu hatırlarsınız. bunun nedeni şuydu: tuvalet kabinine girdim, kapıyı biraz fazlaca sert kapattım. bunun üzerine, kapının üzerindeki kibrit kutusu kafama düştü. yan kabindeki arkadaşıma bu komik durumu anlatmak için gülerek kapıyı açtığımda, sizinle karşılaştım. sigara içmiyordum.”

    tuvaletlerde sigara kullanımının okul gündeminde çok önemli bir yer teşkil ettiği öyle bir dönemde, bu hadiseyi bir uyarı cezasıyla atlattım. hatta olayın hemen ertesinde, disiplin kurulunda yer alan tarih hocam sözlü ifademi alırken, gülerek “aferin, çok usturuplu yazmışsın, pek bir ceza almazsın,” demişti bana. inanmamıştı haliyle. ama o müdür inanmış olabilir böyle bir palavraya. onda o potansiyel vardı.

    bir uyarıyla atlatacağım bu sigara davasının disiplin kurulu kovuşturması henüz devam etmekteyken, müdür beni daha birkaç gün önce elimde kibritle buram buram tüten bir tuvalet kabininde basmışken, öğrenci kurulu toplantısı yapılacağı duyuruldu. daha önce değindiğim gibi, kurulun başkanlığını öğrenci kurulu inanılmazlık muhteşemliği aşmışlığı unvanımla ben yürütecektim naçizane. fakat bir sorun vardı: toplantının başkanlığını, kadir-i mutlak müdür bey yapacaktı.

    toplantı başladı, müdür geldi. bir ay kadar önce kavgadan uzaklaştırma almış, birkaç gün önce sigaradan disiplin kuruluna sevk edilmiş beni gördü. şöyle bir bakıştık. o bana sert sert baktı, bense ona “itlik ayrı, öğrenci harikuladeliği başkanlığı ayrı,” dercesine muhabbetle baktım. müdür konuya girdi: “bir internet sayfası açmışlar. hocalarınızın ve benim fotoğraflarımızı değiştirip o sayfaya koymuşlar. ben bunu yapanın kim olduğunu biliyorum, ama o kişiye bir şans veriyorum. söyleyin, kaldırsın o fotoğrafları, başına dert almasın. gerçi beni güzel resmetmiş. hitler yapmış beni. hitler’i severim, iyi adamdı. dünyaya çok faydası dokunmuş değerli bir insandı. ama diğer hocalarınızın fotoğraflarına yaptıkları kabul edilemez. bakın, tekrar ediyorum, bunu yapanın kim olduğunu biliyorum.”

    o sayfayı (site) açanın kim olduğunu elbette bilmiyordu. çünkü siteyi açan da, hocaların fotoğraflarını fotoşoplayıp siteye koyan da, o sırada iki metre önünde oturmaktaydı kendisinin. bendenizdim yani. sitenin hocalar tarafından duyulmasından bir sene kadar önce (1999), o zamanlar yeni yeni öğrendiğim photoshop programıyla, bir arkadaşımın ele geçirdiği öğretmen vesikalıklarını manipüle etmiş; kimini ağzından kanlar saçan bir şeytana, kimini palyaçoya, kimini de (bahsedildiği üzere) dünyaya hükmeden bir adolf hitler’e dönüştürmüştüm. hocaların tamamından nefret ediyor değildim; bazılarını bayağı bayağı seviyor ve takdir ediyordum. sadece biraz eğlenmek istemiştim (istemeden kırdığım saygıdeğer hocalarımdan on beş yıl rötarla özür diliyorum).

    evet, müdür o siteyi benim yaptığımı bilmiyordu, ama öğrencilerden onuna sorsa beşi bilir, o beş kişiden de elbet biri siteyi yapanın ben olduğumu söylerdi. bu da başıma epey bir dert açardı. sayfayı kapattım mecburen. yanamatrax.cjb.net’ti adresi. yaptığımda on dört yaşımdaydım.

    işte böyle. o müdür insanlık dersi verebilecek potansiyele sahip olsaydı; cezayı bir imha değil, ihya aracı olarak görebilseydi, kavga ettiğimizde alsaydı bizi karşısına, deseydi ki “kavga kötüdür, barış iyidir, çünkü böyle böyle...” belki birçoğumuz için çok şey değişecekti. o müdürler tüm ülkede bu kavrayışa sahip öğretmenlerden seçilseydi, belki bugün gençler ölmeyecekti. o müdürler bizi çekip bir kenara, “evladım, sigara kötüdür, çünkü şu şu maddeleri içerir. şimdi keyifli gelir ama gelecekte şu şu sorunlarla karşılaşırsın, yapma...” belki bugün sigara içiyor olmayacaktık. o müdürler deseydi ki, “fotoğrafımı değiştirip internete koyan o yetenekli öğrenciyi bulmak istiyorum, onu o yönde yetiştirmek gerek...” belki daha doğru kariyerlere yönelecektik. diyebilselerdi ki, “yemişim uzun saçını, kısa eteğini, farklı renk gömleğini, ojeni, küpeni, dövmeni... ahlaklı yetiş, yeter!..”

    on beş yıl geçti, hepimiz işinde gücünde bireyleriz, hocam. ülke çok daha güzel bir yer haline gelebilirdi.

    senin yüzünden gelmedi, saygıdeğer müdürüm.

    birçoğumuz ya senin inadına, ya da sana rağmen şu an olduğumuz şeyiz.
  • heyhat, liseden en nefret eden kişilerin bile bir süre sonra hatırlayıp, suratta hoş bir tebessüm oluşturabilecek flashback'lerdir. şimdi trenle gidiyordum öyle aklıma geldi nereden geldiyse işte bu an.. şimdi düşünüyorum da fena zamanlar değilmiş aslında o zamanlar;

    bir gün sınıftayız, yazılı olacağız bir dersten. sınıftaki azınlığı temsil eden erkekler olarak bizler en arka sıralardayız. (yerelşim şeklimiz bu şekilde yani) zaten genelde tüm sınıflarda da böyledir. varmıdır en önde oturan, herşeye atlayan inek bir erkek öğrenci? yoktur. ben görmedim en azından. hee inek erkek öğrenci vardır ama o da arkada oturur hehehe genetik kodlarımıza yazılmış bir kere fırlamalık. 3 kolon ve her kolonda 10'ar sıranın yer aldığı bu sınıf düzeninin orta kolonunun en arka sırasında oturan 2 arkek arkadaştan 1'i sınıfın en çalışkanı (kızlarda da birinci, erkeklerde de) bir diğeri de en tembeli olmak üzere sınıfın yin yang dengesini oluşturmaktalar. biz diğer tembeller de o sıranın etrafındaki sıralara meyilleşmiş vaziyette bir düzen ve huzur içindeyiz. velhasıl sınav başladı. herkes sorulara şöyle bir baktı, yapabileceklerini yapmaya koyuldu falan derken, herkes artık son sınıfa gelmiş olmanın verdiği tecrübeyle bizim orta kolondaki tembel arkadaşın, soruları bile okumadan direkt yandakinden copy-paste yaptığını biliyor, bazılarımız görmese de hissediyor.

    10-15 dakika sonra artık tembel arkadaşın kendi kağıdına kopyaladığ ganimetten faydalanmak isteyen sınıf arkadaşları başlıyorlar; asım, şş asım (evet arkadaşın ismi asımdı, kulakları çınlasın) fekat bu arkadaşın senelerdir huyunu suyunu bilen ben şunu da biliyorum ki; adam kendi kağıdını 65-70 arası bir not alacak kadar garantilemeden, babasına bile kopya vermemektedir. ama garantiledikten sonra da meleğe dönüşürdü. yok kağıdı öndekinin göreceği şekilde kaldırmalar, yok kısık sesle cevabı birebir kodlamalar, ne isterseniz. fakat işte belirttiğim gibi kendi kağıdını garantileyene kadar etrafına firewall'ı çekmiş bu arkadaşın huyunu öğrenemeyen diğer sınıf arkadaşları, ısrarla asım, asım diye kendilerine yardım etmesini beklemektedirler. buradan o arkadaşlara seslenmek istiyorum: ulan hadi tembeldiniz de, gözlem yetinizde mi yoktu hiç, adam 3 senedir aynı basit teknikle geçiyordu o derslerden. gözler yanındakinin kağıdına bakarken, sağ el aynı anda beyindeki görüntüyü kağıda işliyordu.

    ben ise, o ara aramızda 1.5 metre boşluk bulunan bu arkadaşla hiçbir muhatapta bulunmuyor, yapabildiğim soruları yapmaya çalışıp, öndeki kızdan ve diğer kopya kaynaklarıyla idare ediyorum. lakin sınıfta artık bu kısık söylenen asım, asım'lar öyle bir hale geliyor ki; asım, sımm, sım ssım şeklinde arkadaşın o güzel ismi sadece "s" harfinden ibaret olmaya başlıyor. dışarıdan gelen biri olsa o an sınıfta kobra var zannedecek. hocada yeni hoca olduğundan ve ilk sınavıydı muhtemelen, "ayy ne oluyor çocuklar sınıfta tıslama sesleri duyuyorum" şeklinde bir cümle kurdu. evet, diğer arkadaşlar hem sınav hem de yaklaşan öss sınavı heyecanıyla gerilen sinirlerine hakim olamayıp iyice abartmışlardı olayı. artık sım, ssım diyerek ağızdan tek hareketle çıkar hale geliyordu malum arkadaşın ismi. hocada o ufacık anı yakalayamadığından kopyamı değilmi, ne oluyor anlayamadığından böyle bir cümle kurmuştu işte.
    artık işkillenen hoca bir sağdan bir soldan gelen tıss'lamalar nedeniyle sıralar arasında dolaşmaya başladı, 1 tane arkadaşın kağıdına el koydu, sırasının altını kontrol etti, sonra klasörünü (klasör değilde başka bir ismi vardı sanki ama neyse) açmasını söyledi ki, o zamanlar bizim bulduğumuz son moda kopya tatiği o klasörün içine yazılan ufak kopyalardı. arkadaş klasörünü açtı gösterdi gayet temiz hoca iyice sinirlendi, ayağa kalk ceketini aç dedi, yavaş hareketlerle denileni yapan maktulun kopyası bulunamadı. bizde şaşırdık aslen ama kopya çektiğini hepimiz biliyorduk, velhasıl kanıt olmadığından saygı duymak lazımdı. duyduk. (hala duyuyorum, nerene sakladın lan o kopyayı?)

    bunun gibi bir tane daha başarısız kopya yakalama girişiminin ardından özgüveni zedelenen tecrübesiz hoca, sanırım o an orada olmamayı diledi, belkide öğretmenlikten, belki, belki de hayattan tiksindi. ama sistem böyleydi be bebeğim, yapacak birşey yoktu. senelerdir böyle gelmiş, böyle gider biz kendimizi değiştiremezdik. belkide değiştirebilirdik. *

    hee benim sınav ne oldu diye merak edenler olduysa. tam olarak hatırlamasam da, bir sınavın son 15-20 dakikasında bu melek arkadaşla irtibata geçip 1-2 soru yazmıştım daha sonra aradaki mesafeden ötürü (1.5m) işlem kasar hale gelince, kağıtları değiştirmiştik, beni bir 55-60 alacak konuma getirmiş, kağıtları teslim ederken yine değiştirip nihai mutlu sona erişmiştik. sanırım o sınav bu sınavdı.

    işte böyle sevgili günlükçüğüm, son olarak sözü anlamlı bir şarkı sözüyle bağlıyorume.

    her şey dün gibi inan gelir geçer, bilemezsek kıymeti hayat bizi içer. *
  • bunların bir kısmı da kız grupları ile erkek grupları arasındaki manasız çekişmelerden doğar:

    edebiyat dersindeydik. öğretmenimiz herkesin aşina olduğu kitap incelemeleri ile ilgili ödev dağıtımını yapıyordu. bu seferlik dört kişilik grupların inceleyip özetleyecekleri kitaba kendilerinin karar verebileceğini söylemişti. en sol sıradaki kız grubundan başladı, kızlar beş yüz küsür sayfalık şu an ismini hatırlayamadığım bir romanı seçti. sırayla gruplar kitaplarını seçti, biz sınıfın ortalarında oturuyorduk ve sıra bize geldiğinde martı isimli kitabı seçtik. okuyanlar bilirler, yarısı uçan martı resimlerinden oluşan doksan küsür sayfalık bir kitaptır. akabinde bahsettiğim kız grubundan şiddetli bir itiraz geldi. onu seçemeyeceğimizi, kendilerine haksızlık olduğunu söylediler. öğretmenimizin cevabını hiç unutmuyorum:
    "niyeymiş? ben size istediğiniz kitabı seçin dedim. onlar onu seçti. siz de seçseydiniz."
    lisede, nedense, öğretmenler tarafından tutulmaya ve anlaşmazlıkların hep lehlerine sonuçlanmasına alışkın bu kız arkadaşlarımız edebiyat öğretmeninin bu tavrına çok şaşırmış ve gıcık olmuşlardı. biz de bir taşla iki kuş vurduğumuz için sevindirik olmuştuk.
  • ancak ve ancak lise sınıf arkadaşlarınızla paylaştığınızda zevk verecek anılardır.
    başkasına anlatmayın çok sıkılır, sizden nefret bile edebilir.
  • lise arkadaşlarınla birlikte bulunduğun bi ortamda aynı anıları belki de daha on kez anlatmış olmana rağmen tekrar tekrar anlatıp gülüp eğlenmene sebep olan eskimeyen anılar. ama sadece lise arkadaşları.
  • dönemin son günlerinde yapılan zor bir yazılı sınavdayken, bir arkadaş kendine yumruk atıp burnunu kanatmış ve böylece sınavdan yırtmıştı. biz de bu ders sevmez arkadaşı yıllarca bu anıyla hatırlamıştık. dördüncü sınıfın sonunda girdiğimiz üniversite sınavında ise arkadaşın burnu kanadı ve sınavdan çıkmak zorunda kaldı. tabii inanmayanlarınız olabilir ama bizim için büyük bir ibret alınacak olay olmuştu bu.
  • cogu insanin bahsettigi gibi, benim icin hic bir sikimin iyi gitmedigi yillardir. cikarci ve yalaka dolu bir sinifta gecen dort senenin ardindan, hayata tekrar yeni bir sayfa acma sebebidir.
hesabın var mı? giriş yap