• erkeklerin en tipsiz,
    kızlarınsa en güzel olduğu dönemdir.

    lise döneminde kepekli, sivilceli, çatallı sesli birbirinden itici ergen bünyelerle haşır neşir olan kızların ilişkide eşik değeri lise dönemi boyunca düşer ve hayata adım attıktan sonra erkekleri daha kolay beğenir hale gelen kızlarımız, çirkin erkeklerin de ev bark sahibi olmasını sağlarlar. bu döngü, ekolojik dengenin bir unsuru olarak böyle sürer gider.
  • tiksindiğim bir zaman aralığıdır. kimsenin yaşamamasını isterim ama gel gör ki herkesin gidicee yer orası.
  • yan gel yat zamani...
  • zerre özlemediğim hayattır. üniversitede ortam bulamayıp bu hayatı özleyen varsa tam anlamıyla gebeş götlüdür.
  • liseyi çok kötü bir okulda okudum. it bağlasan durmazdı, öyle bir okuldu. 60 kişilik sınıfta okuyacak bir allah'ın kulu yoktu. boş beleş hayatların beklendiği boş beleş yıllardı.

    okul çevrem kötü olduğu gibi ailede de durumlar berbattı annem ve babam çok sık kavga ederlerdi evde huzursuzluk son raddedeydi. üstelik her hareketime çok karışan bir annem vardı televizyon izlememe kızardı müzik dinlememe ve resim çizmeme de günah derdi. yani nefes almanın haram olduğu yıllardı. o zamanlar bir gece beni ağlarken yakalayan anneme "keşke beni hiç doğurmasaydın keşke sizin hiç çocuğunuz olmasaydı" demiştim. neredeyse 25 yıl geçti o gecenin üzerinden ama fikrim hiç değişmedi.

    anlayacağınız inanılmaz mutsuz bir çocuktum şimdiki halime sert diyenler o zamanlarki halimi bilse sen artık light bir haydutsun derlerdi.

    lise bittikten yıllar sonra feysbukta liseden bir sınıf arkadaşımla kısa bir sohbetimiz olmuştu. çocuk şöyle demişti: sınıfta komik bir şey konuşulduğunda ve herkes güldüğünde hep sana bakardım. çünkü asla gülmezdin. acaba bu sefer gülecek mi diye yine de her seferinde sana bakardım. ve sen hiç gülmedin.

    çünkü her şey çok zordu.

    akademik olarak da her şeyin dibindeyken kesinlikle bir meslek sahibi olmam gerektiğine emindim. öss'de 45 matematik sorusu çıkıyordu. ben bunların en fazla 3 tanesini yapabiliyordum. ama çevremdeki bütün insanlar yaşayışları ile konuşmalarıyla sözlü sözsüz bütün mesajlarıyla bu bataklıktan çıkmak için okumamın şart olduğunu haykırıyordu yüzüme.

    o zamanlar özel ders falan yoktu olsa da ona verecek para yoktu o da olsa ailem de öyle bir vizyon yoktu. internet yoktu internette her dersin konu anlatımına istediğin her dakika ulaşma imkanı yoktu. yok oğlu yoktu. ama aynı zamanda olmak zorundaydı. bu yüzden açtım matematik konu anlatımlı ders kitabını anlayana kadar okudum. matematiği hocasız derssiz kitaplardan öğrenerek 40 nete çıkardım. kendi kendime yaz tatilinde günlük ders programı ayarlayıp hiç kimse demediği halde oturdum inekledim. o zamanki emeklerim gerçekten de sandığım kadar önemliymiş.

    her neyse. akademik konu dışında tabii bir de arkadaşlık olayı var. pek çok arkadaş vardı tabi ama kendimin en içimde, hepsinden çok uzaktım. bu uzaklığı kıran, tam kıramasa bile kırmaya çalışan sıradışı birini tanıdım.

    kızın adı songüldü. başka bir şehirden lise 2 deyken 2002 eylül'de gelmişti. neden bilmiyorum bu songül 60 kişilik sınıfta ilk birkaç gün geçtikten sonra benimle oturmayı teklif etti. ben de boşta olunca kabul ettim.

    songül hem çok güzel hem de çok tatlı, neşeli bir kızdı. tıpkı sophie ellis bextora benziyordu görsel. küt saçlarını jöleyle kıpkıvırcık yapar, tüm liseli kızlar gibi eteğini kısaltmak için kıvırırdı.

    geldiği şehirdeki sınıfından ilhan'a tutkundu. ben hiç konuşmazdım ama o her gün bana ilhan'ı anlatırdı. abartılı tavırlarla 'ilhaaaan' diye çeşitli tonlarda sızlanırdı. sıramızın yanındaki duvarda baştan sona belki yüzlerce 'ilhan' yazılıydı.

    tabi o zamanlar telefon yeni yaygınlaşıyordu. insanlar şimdiki gibi her saniye sevgilileriyle iletişim halinde olamıyorlardı. songül de acaba ilhan beni unuttu mu diye kendini kahrediyordu. songül'ün en büyük hayali bir nokia 3310 du.

    kopuk kopuk hatırlıyorum. çünkü hem çok zaman oldu hem de ben songül'e kendimi tamamıyla verecek kadar rahat zamanlar geçirmiyordum. ara sıra hafta sonları buluşuyorduk bir yerde tost falan yiyorduk. çarşıda dolaşıyorduk. bir sefer o bizim evimize gelmişti. benim evim okula yakındı ama onunki çarşıdaydı. bir gün songül bizim evimize geldi. evde annem ve bebek kardeşim vardı. annem bir şeyler ikram etti. songül bizde olmaktan çok memnun görünüyordu. güzel bir gün geçirmiştik.

    başka bir gün o beni evine davet etmişti. evine gittim. evde eşyalar sanki yarım yamalak gibiydi sanki bekar evi gibiydi ev. songül'ün ablası bizi karşıladı bir merhaba dedi tanıştı, sonra başka odaya geçti. ne yedik ne içtik hatırlamıyorum ama her şey daha ayaküstü idi. hatırladığım en önemli detay ben hiç sormadığım halde songülün annesinin nerede olduğunu açıklama gereği hissetmesiydi. annem çarşıya bir şeyler almaya gitti gibi bir şeyler söyledi annesinin yokluğuna düzgün bir bahane uydurmak istiyor gibiydi hiç üzerine gitmedim.

    lise 2 bittiği zaman songüller yeniden başka ile gittiler. o günden beri de bir daha songül'den hiç haber alamadım.

    ama yıllar içinde onu çok kez düşündüm şimdi ne yapıyor hayatı nasıl gelişti gerçekte neler yaşıyordu merak ediyorum. songül'ün söylediği bazı şeyleri bazı tavırlarını hatırlayınca sonraki yıllarda fark etmiştim aslında annesinin onlarla yaşamadığını. bunu o zamanlar anlayamamış oluşum da beni çok şaşırtır. anlasam ne yapardım orası da farklı bir konu. çünkü o zaman yaptığımdan farklı hiçbir şey yapamazdım.

    yine de birbirimize o kadar yakın olup bir o kadar da uzak oluşumuz çok ilginç gelir düşününce.

    peki tüm bunlar nereden düştü şimdi aklıma.
    dün akşam oğlumu banyo yaptırıyordum. liften mi neden hatırlamıyorum anlık olarak huylandı ve "ay ay ay" dedi.

    o an bu "ay ay" nidası sophie ellis bextor'un şarkısını anımsatarak alıp yirmi beş öncesine götürdü beni. bu şarkı aklıma her birkaç yılda bir geldiğinde olduğu gibi sadece şarkıcıya çok benziyor diye yine songülü düşündüm. akşam boyu bu şarkıyı dinleyip songülü tekrar tekrar düşündüm. şu

    not: facebook'un ınstagram'ın ilk zamanlarında songül'ü çok aradım ama bulamadım. songül beni aradıysa o da beni bulamamıştır çünkü uzun yıllardır sosyal medya kullanmıyorum. yani günümüz teknolojisinde bile birbirine ulaşamamış iki insanız songül ve ben.

    ve sanırım onu bu kadar özel kılan da bu.
  • özlediğim (bkz: aah yıllar) hayat. hayat o zamanlar ne kadar güzelmiş..
  • lise döneminde elimi havaya açma suretiyle; "bitse de kurtulsam lan!" diyordum,
    şimdi hafiften özlemeye başladım
    (tüm lise hayatım için değil!
    29 yaşına gireceğiz lakin lisedeki yavşaklıkları kesinlikle başka bir yerde görmedim!
    hayat daha kolaymış lan liseye göre!)...

    edit: uzun uzun yazmak istemedim, üstteki yazarla çok benzer geçmiş lise hayatım
    (tek fark, o songül'ün bana faceden; "ozledim" yazdıktan 6 ay sonra evlenmesi..), #162359357
  • "bizim bi sınıf vardı,aynı hababam sınıfıydı" şeklindeki repliklerde bahsedilen dönem.
  • ortamina ve okuluna gore degismekle beraber, universiteye gecildiginde arada bir fena halde ozlenebilen hayat.
  • hemen hemen her türk vatandaşının, içinde bulunduğu sıralarda tiksindiği, yaka silktiği, "ne güzeldi" falan diyen eskilere "nesi güzel bunun yahu¿" diye bidibidi yaptığı dönem. ancak hayata atılıp da ekmek derdine düşüldüğünde, sorumluluğun yalnızca dersleri idare etmek, saçını başını düzenli tutmak, kaçamak sigara içmek, arasıra sınavlarla cebelleş olmaktan ibaret olduğu o dönem özlenmeye başlanır, bidibidi yapan gençlere hödöhödö yapmaya başlanır, öylece sürer gider (bkz: i know what it is to be young)
hesabın var mı? giriş yap