• hayırsever bir okur tarafından seslendirilmesini istediğim kitap.
    kitap seslendirmeyi sevenler yada bu işi yapabileceğini düşünenler getem başlığına bakarsa o başlıkda kitap seslendirmeyle ilgili gerekli bilgiler bulunmakta.
    aylar sonra gelen edit
    kitap 2 farklı okuyucu tarafından seslendirildi.
    şu an dinliyorum ve ilk 30 sayfası bitti bile.
  • grange'ın kitap boyu güzelliğiyle övüp durduğu sophia karakterini görmeyi deli gibi istiyorum.

    dünyalar güzeli sophia'yı çok merak ediyorum. bir kadın en fazla ne kadar güzel olabilir ki?

    kitap okumanın da böyle kötü yanları var. hiç okumayanın kafası rahat işte.

    (bkz: ignorance is bliss)
  • dün itibariyle bitirdiğim kitap. jean christophe grange'nin tüm kitaplarını okumuş biri olarak, son zamanlardaki vasat romanlarından daha iyi olmuş diyebilirim. kitabın ortalarında akıcılığını ve tempoyu biraz kaybetse de sonu çok güzeldi. serinin ikinci kitabını büyük bir merakla bekliyorum. geçmişte neler olduğunu öğrenmek çok güzel olacak.
  • kaç gündür uykusuzum bu kitap yüzünden. geceleri okuyorum ve gözlerim zorla kapanana kadar bırakamıyorum elimden. ondan sonra bütün gün zombi gibi dolaşıyorum. ayıptır.

    neyse güzel olmuş. bir siyah kan değil ama bir kaiken de değil çok şükür.

    --- spoiler ---

    ben kripo ortaya çıkana kadar akıl hastanesindeki doktorun katil olduğunu düşünüyordum. çivi adamla çok ilgilenmiş ve sonunda etkisinde kalmışa bağlayacak diye bekliyordum, iyi oldu ters köşe yapması. bazıları kripo'yu tahmin etmiş ama bilmiyorum nereden anlamışlar pek bir ipucu yoktu. hissikablelvuku olsa gerek.

    --- spoiler ---
  • grange'ın illa türkiye ile ilgili bir şeylerden bahsetme takıntısını sürdürdüğü son kitabı.

    dikkat ediyorum istisnasız her kitapta illa türkiye'nin ya da türkiye ile ilgili bir şeyin en azından adını geçiyor ya da ayrıntılı olarak bahsediyor.

    tabi bu durum da benim hoşuma gidiyor. bir nevi türk okuyuculara selam çakıyormuş hissi veriyor bana.

    eyvallah grange reyiz.
  • bir serinin ilk romanıdır. ikinci kitap olan congo requiem, geçen hafta fransa'da çıktı. bize de herhalde seneye gelir.
  • kitabi henuz satin almadim fakat dikkatimi ceken ilk sey kagit kalitesinin cok kotu olmasi. sayfalar neredeyse arka taraftaki yazilar gozukecek kadar ince

    ayrica herkesin bahsettigi gibi son romanlarin oldukca vasat olmasindan dolayi bu kitap icin de bir miktar endiselerim var ama eninde sonunda satin alacagiz
  • kitabı uzun süredir merak etmeme rağmen yeni başlayıp-bitirdim. 2 gün gibi bir sürede sıcağı sıcağına başlayıp bitirdim ki çok isabetli oldu. olay kurgusu çok karışık olmasa bile malum sıcağı sıcağına başlayıp bitirmek daha keyifli olabiliyor. neyse gelelim yorumuma. ben kitaptan spoiler vermeyeceğim açıkçası ancak iyice gözüme batan bir noktayı anlatmam gerekiyor.

    olay şu; bilgi kalabalığı. evet basit ama ciddi bir olay. üstat sağolsun her şeyi betimlemiş. ancak bu tolkien tarzı bir betimleme değil. kahvenin dumanı tütmüş bunu bilmem ne katedralinin görüntüsüne benzetmiş. bir duvar görmüş burada bilmem hangi operanın ruhunu hissetmiş. arabayla hız yapmış kendini bilmem ne romanının bir sayfasında hissetmiş... bunlar öylesine örnekler. ama zennetmiyorumki kitabı okuyan bir okuyucu "aaa evet o operanın özellikle sonu aynen böyleydi, aaa evet bende yolu tarif edince aklıma italya'nın o küçük köyünü getirdim, aynen..." demiş olsun. ki betimlemeyi dayandırdığı "şeyler" öyle genel kültür seviyesi hallice olan bir insanın "aa evet biliyorum bunu" dediği şeyler değil. çünkü o kadar yıldır roman, araştırma, belgesel içinde yüzen bir adamım ama anlattığı "şeylerden" çok azına vakıf olabilmişimdir. gün batımı bilmem kim abinin bilmem ne tablosuna benziyordur elbette, anlıyorum ama gel gelelim okuyucunun yüzdelik olarak ne kadarı o tabloyu görmüş olabilir ki? hadi tablo kolay, google sağolsun. ama o kadar fazlasına ne gerek vardı be üstat? bir yerden sonra işin içinden çıkamadım. okuyup "hee demek ki bu benzettiği film aşk üzerine" demekten başka yol bulamadım.

    bak betimleme yapma, benzetme yapma demiyorum. ama el insaf abi. bizler türkiye'de işinden evine, evinden işine giden ve yazları köye gidebilirse "oo çok kral tatil yaptım" diyen adamlarız. nereden bilelim macar şairin bin yıl önce ki anlatımını? nereden bilelim küçük köy kiliselerinin taş dizilimini? sen bana katilin bıçağı nasıl sapladığını anlat. ama "dantevari kesikler, tolstoyvari vuruşlar, japon ressam hokusai'nin tabloları gibi" dedin ya orada ben dahil birçok insan (kabul edin arkadaşlar bunu. benzetmelerin hepsini anlamayı bırakın %90'ını okumakta zorlandınız) anlamıyor. biz polisiye okumak istiyoruz. adamın çürümüş bedenini anlat bana, sokmuşum operasına!

    neyse. biraz cahil isyanı oldu ama kitabı okurken bir yerde nefes alamadım. o kadar büyük kültür ve bilgi içinde bir ara "katil mi? ne katili. sanat şeysi değil mi la bu kitap hele?" diye düşündüm.

    dantevari bir laf diyeceğim olmayacak. şu ikinci kitabı okuyayım, genel bir yorum vermeye çalışacağım zaten. şimdilik 1780'lerde belçikalı göçmen kadınların boyun fularının nakışı gibi tane tane işlenmiş, görkemiyle orvieto katedralini'nin vitraylarını andıran ve en iyi ihtimalle bir giethoorn fahişesi gibi kokan ofiste işlerim var.
  • afedersiniz b.k yazsa alıp okuyacağım deli gibi hayranı olduğum ve bunu sonuna kadar hak eden grange efendinin son efsanesi.

    cinayetlere ritüellere tıbbi terimlere ek olarak aile, sevgi ve sözde kin işlemiş, çocuklarına çok bağlı bir baba babalarından nefret eden çocuklar, sorunlu anne.

    ervan seni tuttum aslanım çözersin bu işi sana güvenim tam kardeşlerine karşı tutumun korumacılığın falan perfect ama yengeye yan bakmayacaktın.

    kitabın sonu ikincinin başı gibi güzel yerde bitti beğendim.

    son olarak anneye dikkat.
  • 'kahve bir sosyal hastalık haline dönüşmüştü, insan ilişkilerini yumuşattığı düşünülen, ama özellikle midede ekşilik ve boğazda safra tadı bırakan bir zehir.'

    duygularıma tercüman olmuş grange romanı.
hesabın var mı? giriş yap