• 3. perde - 2. sahne

    alison porter: ben... özür dilerim. gideceğim şimdi.

    jimmy porter: cenazeye bir çiçek bile göndermedin. küçük bir demet çiçek bile. bunu da esirgedin benden değil mi?

    dört başı mamur bir haksızlıktı bu! hep yanlış insanlar aç kalıyor, yanlış insanlar seviliyor, yanlış insanlar ölüyor!
    düşüncenin ve ruhun; kendi kadar kuvvetli bir şey arayan ateşli, yiğitçe bir yanı olduğuna inanmakta haksızmıydım gerçekten? bu dünyadaki en sağlam, en güçlü varlıklar, aynı zamanda en yalnız olanlar. karanlık ormanda, kendi nefesinin peşinden giden ihtiyar bir ayı gibi. ne onu rahatlatacak dostları, ne de ısıtacak bir yuvası var. o haykırıs, bir korkağın sesi olamaz, değil mi?

    o korkunç partide seni ilk gördüğüm geceyi hatırlıyor musun? farketmemiştin beni pek. ama ben bütün gece gözledim seni. harikulade bir ruh sukunetine sahip gibiydin. istediğim şeyin bu olduğunu biliyordum. o çeşit kuvvete sahip olmak için çok dayanıklı olmak gerekir. sukunete erme gücü. ancak evlendikten sonra anladım bunun sukunet olmadığını. huzura ermek için, önce didinmelisin. sen ise yolunda yolunda gitmeyen hiçbir şeyle karşılaşmamış, bir damla ter dökmemiştin hayatında.

    kaybedilmiş bir davayım belki, ama beni sevseydin, önemi kalmazdı hiçbir şeyin.

    alison porter: önemi yok! ben hatalıydım, hatalıydım! tarafsız olmak istemiyorum, bir azize olmayı istemiyorum. kaybedilmiş bir dava olmak istiyorum ben de. bozulmuş, değersiz olmak istiyorum!

    anlamıyor musun? yok oldu! yok oldu! gövdemdeki o çaresiz varlık... orada emniyette, tehlikeden uzak sanıyordum onu. kimse alamazdı benden. benimdi, benim sorumluluğumdu. ama kaybettim onu.
    ölmekti tüm dileğim. nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum bunun. böylesine korkunç olabileceğini düşünmemiştim! acı içindeydim. bütün düşünebildiğim sen ve kaybettiğim o varlıktı.
    şimdi, bu aptal, çirkin, bu rezil halimi görebilseydi diye düşünüyordum hep. bunları hissetmemi ne kadar istemişti. benim düşmüşlüğümün tadına varmayı istemişti! ateşin orta yerindeyim, yanıyorum ve sadece ölmek istiyorum! çocuğumla ödedim bunu...
    ve bir başka çocuğa sahip olma şansımla. ama ne çıkar? benden istediği buydu!

    görmüyor musun! çamurdayım işte nihayet! alçalmışım, yerlerde sürünüyorum!

    jimmy porter: yapma, yapma nolur... geçti artık, geçti şimdi. nolur, ben... ben... bir daha hiç...

    ayı inimizde, sincap yuvamızda beraber olacağız. balla, fındıkla besleneceğiz, bir yığın fındıkla. şarkılar söyleyeceğiz kendimiz için. sıcak ağac kavuklarını, gizli magaraları, günesin altında uzanmaları anlatan şarkılar. sen o koca gözlerini postumdan ayırmayacaksın hiç. pencelerimi düzgün tutmama yardım edeceksin. ben biraz ihmalkar, yaramaz bir ayıyım çünkü. ben de o ipek gibi yumuşacık tüylü kuyruğunu pırıl pırıl yapmana yardım edeceğim. çünkü çok güzel bir sincapsın sen. ama benim gibi sen de çok parlak değilsin, dikkatli olmalıyız onun için. her yerde zalim, çelik tuzaklar var. çılgın, yaramaz, ürkekhayvancıkları bekliyorlar, değil mi?

    zavallı sincaplar!

    alison porter: zavallı , zavallı ayılar!

    --perde--

    (bkz: copy paste degil alin teri)
  • ancak birbirlerine hayvan isimleriyle hitap ettikleri hayal dünyalarına kaçtıklarında iletişim kurabilen, gerçek yaşamda ise bile bile duygusal ve fiziksel bağlamda sürekli birbirlerini inciten evli bir çiftin üzerine kurulu oyun.
  • "jimmy: god, how i hate sundays! it's always so depressing, always the same. we never seem to get any further, do we? always the same ritual. reading the papers, drinking tea, ironing. a few more hours, and another week gone. our youth is slipping away. do you know that? ...
    cliff:(throws down paper) what's that?
    jimmy: oh, nothing, nothing. damn you, damn both of you, damn them all. "
    gibi bir çok harika diyaloğa tanık olacağınız defalarca bıkmadan okunabilecek/seyredilebilecek oyun.
  • bugünlerde "contemporary british&american drama" dersinde okuduğumuz; burnundan soluyan adam jimmy porter'ın tuhaf bir biçimde hayat dolu oluşu ve dinmeyen öfkesi; karısı alison porter'ın tepkisiz bir biçimde ütü yapışı ile klasikleşen ve hep bir pazar gününün yaşandığı fazla ingiliz oyun.
  • 2. dunya savası sonrası ingiliz toplumunun yitik, ofkeli ve umutsuz bireylerinin yasamlarının konu edildigi john osborne oyunu. oyunun ana temaları ofke, yabancilasma ve iletisim kopuklugudur.
  • yurdum konjunkturune cuk oturan kıymetli bi donem oyunu. bi nevi, "look at today in anger"
  • sistemin dışında olmak için naralar savuran jimmy porter'ın konuşmak dışında hiç bir icraatta bulunmadığı oyundur. şu durumda ayrı dünyaların insanları olduğu alison porter'dan hiç bir farkı yoktur. alison sessizce ütü yapar; jimmy ise öfkeyle bağırıp çağırarak gazete okur. nitekim yine ayı-sincap oyununa geri dönerek sistemin içinde yitip giderler. mesele işçi kalmak, tulum giymek değil; işçi kalarak sesini yükseltebilmektir, hakkını arayabilmek ve alabilmektir, doğacak çocuğunu sahiplenebilmektir, burjuva karına insanlığı ve emeği sevmeyi öğretebilmektir. oysa jimmy oturduğu yerde sigara içip çay talep ederek, ota boka bağırıp çağırarak, aşık olduğu kadını küçümseyerek; onu en yakın arkadaşıyla boynuzlayarak, en iyi dostunu kaybetmeyi göze alarak sistemin kendisini becermesine izin vermektedir.
    biraz cinsiyetçi bir tutumla girilmiş bir entry oldu bu ancak oyun temel olarak jimmy porter üzerinden alır ivmesini ve savaş sonrası ingiltere'sinde sınıfsal ayrımcılığı, alienation diye adlandırılan yitim ve yabancılaşmayı ve oyunun adından da anlaşılacağı gibi öfke kavramlarını sorgular.
  • ask ve aldatma hikayesi bir yana, oyunun esas bahsetmek istedigi sey 2. dünya savasi sonrasinda gençlerin içine düstügü bocalamadir.iste, bocalayan bu gençlerin oyundaki temsilcisi olan jimmy porter karakteri, her an "i've no place to act" diye bagirip çagirmakta,hirsini bir nevi orta sinif temsilcisi olan karisi alison'dan almaktadir. hatta oyundaki, insani buz kestiren cümlelerinden birini de yine onunla olan bir tartismasinda, esinin hamile oldugunu bilmeden "bir çocugun olsa ve ölse mesela" * diyerek sarfeder; çünkü ömrü boyunca pembe bulutlarin üzerinde, bir eli yagda bir eli balda yasamis alison da jimmy gibi aci çekmelidir. ki zaten oyunun sonunda bu önseme yerini bulacaktir.

    oyunun en önemli olayı jimmy'nin sinirli oluşudur. jimmy sinirlidir çünkü ortada artik ne ugruna savasilacak bir erdem ne de ölünecek bir fikir kalmistir. 2. dünya savasi ortada insani yasatacak ne varsa * alip götürmüstür. jimmy ve arkadaslarina da "let's pretend that we're human beings, and that we're actually alive" diyerek sadece "insan rolü oynamak" kalmistir.
  • oyundaki mevzu bahis kızgınlık, 1950'ler ingiliz işçi sınıfının kızgınlığının bir yansımasıdır. peki bu kızgınlığın nedeni nedir? şöyle; işçi sınıfının kendini özdeşleştirdiği, kimlik olarak benimsediği komünizm ve sovyetler birliği ikinci dünya savaşı'ndan sonra macaristan'a girmiştir. 1956*'da macar halkı, sovyetlerin baskısına daha fazla dayanamamış ve isyan etmiştir. ingiliz işçi sınıfı televizyonlarda, radyoda ve diğer basın-yayın organlarında macar halkının, özellikle köylülerinin sovyetler'den gördüğü baskıya, eziyete ve yıkıma tanıklık etmiştir (öyle ki budapeşte'de, bu dönemde görülen eziyeti tüm çıplaklığı ile yansıtan bir "terör müzesi" bulunmaktadır). bu durum ingiliz işçi sınıfının komünizme olan inancını yitirmesine neden olmuştur. işçi sınıfı, uğruna mücadele ettiği, eşitliği getireceğine inandığı komünizmin düşündüğü gibi olmadığını görmüştür. ortada artık peşinden gidilecek bir ideal, kendini tanımlayacak bir kimlik, oturup tartışılacak bir dava kalmamıştır. işçi sınıfı genelinde bir atalet, isteksizlik, boş vermişlik yaygınlaşmıştır. fakat, osborne, arden ve amis gibi özellikle genç kesim bu durumu kaldıramamış, her şeye tepkili ve sinirli bir yapıya bürünmüştür. bu kızgınlığın iki nedeni daha vardır. bunlar da emperyal ingiltere'nin eski gücünü yitirmiş olması ve o dönemde nükleer bomba çalışmaları yürütüyor olmasıdır.
hesabın var mı? giriş yap