• #106802124 bahsettiğim üzere zamanında izlemeyip zamanını bekleyen bir dizi olarak yer edecek bende bu dizi.

    yüksek promilde spoiler içerir diyerek vira bismillah diyelim.
    uçuş koltuklarınıza oturup, kemerlerinizi de bağladıysanız oceanic havayolları 815 sefer sayılı uçuşumuz başlıyor.

    tarihi olaylarda olduğu gibi dizileri de çekildiği koşullar altında incelediğimizi düşünürsek, internetten dizi izleme/indirme ve cd alışkanlıklarımızın olduğu döneme denk gelen bu dizi de kendisini diğerlerinden ayıran diyemiyorum çünkü yine aynı dönemde konuları bağımsız başka dizilerle yükselişe geçen ve bu sektörün açılmasını sağlayan kategoride olduğunu gördüğüm dizilerden olunca popüler olması elbette kaçınılmazdı. (bkz: prison break) (bkz: desperate housewives)
    balon bir dizi olmadığını buraya ataçlayarak objektif olarak söylüyorum.

    neden mi?

    çünkü; diziyi sürüklemek istiyorsanız, kurgusunu tüm yönleriyle düşünmek zorundasınız. şöyle hayal edelim, klasik polisiye dizilerinde katil, maktül arasındaki ilişkiyi çözmek için araya giren bütün insanları o duvara raptiyelerek birbirine kırmızı iplerle birbirini etkilediklerini görürsünüz. doğal bir şekilde birbirine dokunan hayatların yarattığı gizemli bağ. bu dizide bunu yakalıyorsunuz.
    demem o ki dizi, gizemini her dakika koruyan bir dizi. hangisini anlatayım diye düşünsem buradan hawaiiye yol olur.

    peki gizem nedir ve nasıl yaratılır?
    diziyi izlerken, dark dizisinin (belki de bir çok dizi de) bu dizinin etkisinde kaldığını gördüm, itiraf etmezsem vicdanım rahat etmez.
    dizi geçmişi, bugünü, geleceği yansıtmış hatta şu şekilde anlatsam, içinde present tense den tutun da past perfect ne demek, present perfect ne demek (anlamak çok zordu ortaokulda keşke o zamanlar yapılsaydı bu dizi dedim cidden *) past perfect continous efendime söyleyim türkçeye monte ederken zorlandığınız tüm tenseleri bu dizide fiziki olarak yaşıyor ve daha iyi anlıyorsunuz.
    buradan önerim ingilizce öğretmenlerine, tenseleri anlatmak için bu diziyi çocuklara ödev şeklinde izletin, fazla seks sahnesi de yok kafes keyfi dışında *
    şunu da yine eklemek isterim, game of thrones dizisindeki akgezenler için yaratılan gizem ve aktarımının losttan etkilenerek benzer şekilde seyirciye iletildiğini düşünüyorum.
    sonuç olarak, dizi mitolojiyi de içinde barındırarak, bittiğinde bile hala devam teorileri varsayarsak gizemini koruyarak sonlandı.

    dizinin kendisine çeken bir diğer özelliği de ilk 2 sezonda gördüğümüz hayatta kalma mücadelesi. mekanınız ıssız sandığınız bir ada, tropikal bir bölge ve yeniden hayat kurma çabası. açıkçası ilk sezonda herkes hayatını sorgulamıştır. dünyadaki oluşumları, insanları, farklı gelenek ve görenekleri, düşünceleri, yaşam felsefeleri, ritüelleri.. yeni bir dünya ya da devlet kurmaya çalışmaları. lider seçmeleri, kurallar belirlemeleri,düzen oluşturma çabaları. savunma, yemek, barınma vs. hatta daha sonra yarattıkları golf sahası ile insan olduklarını ve eğlenceye, sosyalliğe ihtiyaç duyduklarını da vurgulamaları.
    yani; insanlığın özeti gibi ada koşulları.

    ayrıca drama dizisinin yanında komedi dalında da özellikle ilk sezonlarda çok iyiydi.
    bunu elbette borçlu olduğumuz kişi sawyer ama asıl adı james ford.

    bunlar dışında dizi gayet eğlenceli bir diziydi. her karakter şahsına münhasır.

    her sezon dikkatimi çeken bazı komik ve not ettiğim sahneler ise;

    sezon 1 de, ilk bölümde kate austen'ın kokpiti aramak için jack shephard ile çıkacağı gezintiye uygun bir ayakkabı olarak kazada ölen bir adamın ayakkabılarını alırken john locke ile göz göze gelmesi ve hüzünlü bakarken, john'un yavaşça gülümserken ağzının içinde portakal kabuğu ve kate'in "delilerin arasında kaldım" bakışı ile michael dawsonın oğluna yağmur dindiğinde köpeğini bulacağını söz verdiği anda yağmurun durması bir durum komedisi örneğidir.
    ilk sezonda james'ten sıkça duyduğumuz jackass ise ve jack'in bunu 3. sezonda kanıtlaması bir kez daha james'e olan ilgimi artırdı.

    yeri gelmişken de söyleyim, bence james >jack derim, kapatırım. gamzelerini yediğim beybim benim.

    neyyysseee

    sezon 2 de, yine james ve hep james *
    "others"ların elinden kaçıp gelen james yiğidim, locke ile ada içinde gezerlerken;

    l: burası dönerken geçtiğin yerlere benziyor mu?
    j:oh yeah! işte en sevdiğim yaprak. burayı nasıl unutabilirim?!

    sezon 3 de, desmond david hume ile penny widmoreun babası charles widmore arasında geçen sahne bir türk sinemasından etkilenerek yapılmadıysa ben de bir şey bilmiyorum demektir.
    "viskime bile layık değilsin. nasıl kızıma layık olabilirsin?"

    desmond reise verilecek ayar mıydı bu be?! yine o adama muhtaç oldun.

    bir de bu sezonda, beni düşündüren sahne, charlie pacein ölmeden önce hayatına anlam katan beş olayı düşünerek not etmesi etkiledi. hayatımızı bir bölümde yeniden sorgulattı.

    ve yine bu sezonda başlayıp dizi sonuna kadar hep aynı şeyi düşündüm;
    desmond reis & penny aşkı gibi bir sevgi bizi de bulur mu be hayat?!

    sezon 4'de, charles widmore tarafından adaya benjamin linusı yakalama görevi verilen martin keamynin üzerinde bomba taşımasına rağmen ateş edildiğinde patlamaması ve sonrasında orkidede patlatması biraz hatalı gibi geldi ama üzerinde pek durmuyorum.
    ve yine bu sahnede benjamin linus boyut değiştirmek için hazırlanırken locke'un neden askeri öldürdüğünü sorusuna karşılık (gemideki herkes ölecektir çünkü) duvar yazısı gibi bir cevap verir;

    "bazen iyi kararlar, kötü duygusal tepkiler tarafından riske atılır."

    bu sezonda adadan kaçarak hayatlarına dönen beş kişiden biri olan sayid jarrah nam-ı değer kavruk ted mosby, eşinin ölümünden sonra kendisini hayır işlerine adamış, imana gelmiş gibi davranarak gavur ülkelere gitmiş, ada hayatından da kopmamak için dominik cumhuriyetinde inşaat ustası olmuş. madem hayır işlerine giriştin, kendi ülkene git aç insanları doyur be sayid efendi o kadar havayolu şirketinden tazminat aldınız. yazık, utandım ben senin adına, yüzüne tükürmek isterdim ama sen ondan bile anlamazsın pardon yine hatlar karıştı.

    sezon 5 de, final bölümünde ben'in yani benjamin linus'ın mağarada jacop'a sorduğu sorular, aşk-ı memnu finalinde bihter'in behlül'e sorduğu sorularla yarışır düzeyde olduğunu da es geçemedim.

    "what about me?
    what about me?"
    meali daha hoş tabi;
    "peki neden o? bende bu kadar yanlış olan neydi? peki ya ben? beni, beni, ben'ini?"

    son sezon 6 da, ilk bölümde gözümden kaçmayan bir sahne yine kavruk ted'in yaptığı öküzlük kendisini 42.39 sn de gösterdi, öyle sinir oldum. emrahvari çantasını omzuna atarak uçaktan inecek olan kavruk, savurduğun çantayı nasıl savuruyorsun, kadının kafası yarıldı resmen ya. küüüt diye sol çaprazdan zavallı kadının kafasına savurduğun o çanta senin neyse ben olsaydım sana öyle bir haykırırdım ki özür dilemediğin için, hiçbir şey yok gibi devam ettiğin için.
    bir küfür saldım buradan oraya,
    bilmem duyuldu mu kulaklarında?

    bu son sezona kadar george ile ben'in düşman olmasını, baştan beri aynı amaç için savaşabilirlerdi diyebilirsiniz ama benjamin de 35 yıldır adada yaşamasına rağmen hiçbir şeyden haberi olmaması boşa geçmiş hayatlar dedirtti zorla bana.

    jack'in sun kwonun ektiği domateslerden birini bulup getirerek " it is one stubborn tomato" diyişi, sun ve jin'in bir araya gelmek için inatla harcadıkları enerji tıpkı o domates gibiydi *

    bu son sezonda yine anladık ki desmond reis, tam bir reis. adam resmen kireç çözücü gibi. yeniden başlatılan hayatlarında, herkesi toplamak ve bir araya getirmek için adam öldürmediği kaldı bir tek reisin.
    ayrıca bu sezonda yine claire littletonun boyunun kısalığını yüzümüze çarptı, nedir arkadaş?! baktım kadın, 1.57 cm miş yalnız daha kısa gözüküyor.

    son olarak jack'in adayı hugo hurley reyesa bırakırken, benjamin'in "yıllarımı verdim ben bu adaya" tarzı kedi bakışları da objektiflere yansıdı.görsel

    her dizi bittiğinde üzülüyorum, bu dizide de üzüldüm, her biri aile ferdi gibi olmuştu, onlarla yemek yiyip, onlarla uyuyup, onlarla eğlenip, ağlamıştım.

    bir yolculuğun daha sonuna geldik, hoşçakalın lost karakterleri, sizi bu entry ile hatırlıcam.
  • ülkedeki çoğu kişiye yabancı dizi izleme alışkanlığı kazandırmış dizi.ondan dolayı ne kadar dizi izlenirse izlensin yeri gönüllerde hep başka olacak ama keşke tadında bitseydi ve lost çok bozdu geyiği hiç çıkmasaydı. bazı taşlar yerine oturmasa da çok kaliteli bir olay örgüsü var ve insanı kendisine acayip derecede bağlıyor.ilk 3 sezonunu sadece yemek,uyku ve tuvalet ihtiyacım dışında başka bir şey yapmadan bitirdiğimi çok net hatırlıyorum.hep bir bölüm daha,bir bölüm daha derken akşamı ediyordum.o günlerim tekrar aklıma geldi.hey gidi hey.
  • benim için her zaman 1 numarada yerini koruyacak dizidir. okulda final projesini çizerken bile ertelemeden izlerdim. ekşi sözlükten yorumları açar okurdum. yayınlandığı dönem çok ciddi bir etki yaratmıştı. diziyle ilgili üzüldüğüm tek şey - son sezon bozması haricinde - matthew fox gibi harika bir adamın silinip gitmesi. keşke güzel işlerde kendisini izleyebilseydik.

    yıllar sonra tekrar açıp izlemeye karar verdim. hadi bakalım.
  • ara ara açar izlerim. geçen 5.sezona sardım. farklı ya abi farklı.
  • sanirim eksi sozlukte en cok bu basliga entry girmisimdir.... bu normal, siradan bir dizi degil arkadaslar lutfen anlayin artik. insan bu dizinin icinde kendine bir yer bulmak istiyor, o ucakta herhangi bir koltukta o koskoca maceraya adim atmak istiyor. we have to go back kate diye bagirmak istiyor.
  • john locke denen adama bi türlü ısınamadığım harika dizidir.
  • kim ne derse desin, aklımızda en çok kalan sahneler, içimizi en burkan ve dağlayan sahneler bu diziden, hâlâ. desmond'un penny'le telefon görüşmesi, charlie'nin greatest hits'i, jack'in o en tuhaf anda "geri dönmek zorundayız, kate," demesi... tüm dünya için bir milattı lost ve asla ama asla kötü hatırlanmayacak; tıpkı biten bir sevdanın ardından, çok sonra, hep güzel anıların hatırlanması gibi.

    iyi ki vardın.

    edit: bitişinin 10. yıldönümüymüş, yeminle hiç haberim yoktu. sadece, yine kafa güzel bir akşamın sonunda aklıma düşmüş ve beni hüzünlendirmişti. ama demek ki böyle oluyor bu iş. insanın içine işliyor, farkında olmadan hissediyor, hatırlıyor, vesaire.
  • sonunun hayal kırıklığı olması dizinin oluşturduğu yüksek beklentidendir.
    adada sürekli bir şeyler oldu. her bölümün sonunda bir sonraki hafta iple çekildi ve teori üzerine teoriler kuruldu.
    beklenti bu kadar yüksek olunca final bölümünü stanley kubrick de çekmiş olsa beğenilmeyecekti ama yine de efsaneler efsanesi dizidir.
  • finalinden 10 yıl geçmiş ama kıyaslanabileceği bir dizi çıkmamış efsane. daha kaliteli, daha iyi oyunculu yada senaryolu diziler çekildi ama karakterlerle bu kadar bağ kurduran, bir yandan samimi bir yandan gerilim ve merak dolu dizi gelmedi. sorunları var mıydı vardı ama 6 sezon boyunca çizgisini hiç bozmadı, karakterlere ve hikayelerine hep sadık kalındı. gayet güzel ve duygu dolu bir finalle de bitti.

    seni hep iyi hatırlayacağız lost.
  • finali kötü olabilir ama benjamin linus ve desmond hume gibi iki efsane karakteri ortaya çıkarmalarından dolayı senaristlerini tebrik etmek gerekir. ülkemizde yabancı dizi izleme furyası lost ile başlamıştır. lost gibi merakta bırakan bir dizinin bir daha geleceğini sanmıyorum.
hesabın var mı? giriş yap