• film boyunca ne oluyor lan diyeceğiniz filmin sonuna gelipte parçaları birleştirdiğinizde hadi lan diyebileceğiniz bir film
  • ...
  • bittiğinde pek bir şey anlaşılmayan fakat derin hisler bırakan ve kafada onlarca soruyla başbaşa bırakan film.
  • filmi özümseme hırsıyla bulduğum deniz tansel tarafından yazılmış "varoluşçuluk ve yeni kara film* isimli yüksek lisans tezi için.

    tezde kayıp otoban ile ilgili oldukça kabul edilebilir yargılar öne sürülmüş. filmi tam anlamıyla kavrayamayıp dertlenenler için gayet hoş bir çıkış kaynağıdır. okuyunuz, okutunuz.
  • o kadar sığ bir yorum yapasım var ki.
    uğruna kitap yazılmış bir film. izledim (rötarlı) velakin anladığım tek şey; biriyle evlenmeden önce gelmişini geçmişini iyi öğren.
    na bu kadar.
    bi de o ramşıtayna hasta oldum. kocamın bir bildiği varmış.
  • olağanüstü bir sinematografi örneği daha. david lynch filmlerinde herkes kendi subjektif fikrini ortaya yansıtır. doğru ya da yanlış, kesin ya da şeffaf bu yorumları yapmak çok zevklidir. çünkü lynch psikolojisinde ve hayal gücündeyseniz bu size zevk verir. o karmaşıklığın içine girerken belki de çıkmak istemezsiniz.

    lost highway de onlardan bir tanesi. her yerden yine bir çok psikanaliz mevcut. freud ve slavoj zizek'ten bariz alıntılar var. bunları kendi hayalperestliği ile öyle bezemiş ki sadece izleyip zevkini çıkarmak gerekiyor. zaten biraz ilgiliyseniz analizini de yapmak aynı oranda haz veriyor. filmin hangi yerinden tutarsak tutalım spoiler'a gireceği için, yavaştan biz de spoiler'a girelim.

    --- spoiler ---

    fred başarılı bir müzisyendir. renee bir pornocudur, evlendikten sonra da buna gizli bir şekilde devam etmektedir. fred, renee'yi ilk kez luna lounge adlı barda görür. bundan sonra da andy'nin evinde tanışırlar, evlenirler. ilk tanışma andy'nin evinde olduğu için bu yüzdendir ki ondan hiç hoşlanmaz ve gizemli adamı kendi kurduğu ideasında ilk kez buraya yerleştirir, onunla konuşur. fakat fred'in bir sorunu vardır. yatakta son derece basiretsizdir. karısıyla yaptığı ilk sevişme sahnesinde yine başarılı olamaz. renee ona ''önemli değil'' der. aslında bunun arkasında ''önemli değil, zaten beni düdükleyen çok koçyiğit var'' demektedir. bundan sonraki sahnede şöyle bir görüntü gelir karşısına. bu tamamen fred'in kendi başarısızlıklarını, istikrarsızlığını bastırması için karşısına çıkan kendi alt benliğidir. dikkat ederseniz her farklı sahnede gözükmektedir çünkü fred'in paranoyası her yere hakim olmak ister. (pete ideasında eşini bir kez daha aynı yerde başkasıyla pompalaşırken görür ayrıca.) fred eşinin kendisini aldattığını öğrenince iyice çılgına döner. otel odasında eşinin çıkmasını bekler laurent'i arabasının bagajına tıkar ve çöle götürür. orada mstery man (kendi yarattığı benliği) ona her zaman yardımcı olup laurent'in kirli yüzünü ortaya serer ve en sonunda fred onu öldürür.

    fred hapishaneye atılıp idamını beklerken kendine bir ütopya yaratır. burada kendisi pete rolündedir, alice karakterini kendisine tutkulu, hayli aşık ve her zaman cinsellik bakımından tatminkar biri olarak sunar. burada laurent'in arabada kendisine porno kaseti vermesi ise güzel bir ayrıntıdır. içinde eşinin pornosu vardır, pete bu kaseti almaz. fred'e kaset gitmesinin nedeni de bu. eşinin pornosunu bir kaset yoluyla izledi. o yüzden de kasete pek yanaşmadı. kendisine pete olarak güzel bir aile hayatı seçti, çılgın arkadaşları vardı. çünkü normalde çok içine kapanık birisiydi fred. sürekli kız kaldıran birisidir pete, hatta dedektifler peşindeyken ''klozet bile bunun kadar mal görmemiştir'' yakıştırması yapar. sheila, alice ile sürekli seks yapmaktadır. gerçekte yapamadığını hayalinde en iyi yapmak zorundadır çünkü. femme fatale lynch filmlerinde hep devreye giriyor. ölümcül kadın rolü burada da var. fantazilerin ve arzuların vücut bulmuş hali. pete ile alice çölde seviştikleri sırada alice, pete'e:

    - bana hiçbir zaman sahip olamayacaksın.

    der.

    bu bir uyanma şeklidir. mulholland dr.'da da ''wake up'' şeklindedir bu. bundan sonra karakter gerçek kimliğine geri döner ve acılarını çekmeye devam eder. arabayla dedektiflerden kaçtığı sırada geçirdiği sarsıntı elektrikli koltukta yaşadığı idam anının ta kendisidir. film böyle müthiş şekilde kurgulanmıştır. ayrıca bir not daha lynch filmlerinin hepsinde kırmızı renk dikkat çekicidir. kırmızı renk şehveti, arzuyu temsil eder. lynch filmlerinin dayanak noktası da bu arzu ve şehvettir. ayrıca neden çöldeki barakada patlama gözüküyor? çünkü o baraka fred'in öfkesini yansıtıyor. gizemli adam kamerasını ona doğru tutup gerçekleri iyice göz önüne seriyor. oradan da fred'in patlayışı, öfkesi gerçekleşiyor.

    --- spoiler ---

    ayrıca patricia arquette büyüledi. gerçekten sapkınlıklarımın bu andan sonraki baş modeli olabilir. herkesin altına yatsa da kalbimde tek atarım. mükemmel bir film, mutlaka izleyin. izledikten sonra soğuk suyun altına girin de yanma yapmasın.
  • saksafon üstadı bir abi, saksafonu ağlatan cinsten yani o raddede, hatırladıklarıyla gerçeklerin bir olmamasını umursamıyor, arada bir de bağırıp çağırıyor. bir de sihirli annemde evin çocuğuna benzeyen bir eleman var filmin ortasında olaya yırtık dondan çıkar gibi giren ve öyle kalan, kendisi aynı zamanda şehirdeki en iyi kulakların sahibi imiş. bir tane halkadaki halka gibi kulübe, bir tane oradaki saçlı kız gibi adam var. bir de çok acayip iki hatun var, gerçekten çok acayip.

    hep "birazdan bir şeyler olacak" havası veren sahnelerden oluşmuş -ki o şeyler eninde sonunda oluyor da-, ağır görünen, aksak giden bir film, ama sıkıcı değil. fantastik mi psikopatik mi başlarda hiç belli olmuyor, sonrasında da fark etmiyor. mala da bağlıyor bazen, germe amaçlı efektler, noluyo lan şimdi dedirten sahneler falan. the ninth gate'i hatırlatırmış gibi yaptığı yerler bol, hatta farlar altında seks direk bu filmden araklanmış diyebiliriz. tabi bu filmde uçkur hikayesi daha vurgulu* . son yarım saatinde aşırı miktarda "hassiktir" diyeceğiniz yerler olacak, kötü manada. ama şarkılar güzel(rammstein?). david lynch abi iyi yazmış, adam en azından merak ettiriyor, onun hatrına bile izlenir. hem kıçı başına bağlı olan filmleri hep ekstra sevdim lakin ikinci kez izlenmez anlamak çabası için de olsa, ilkinde anlamak zor, ikincisinde en fazla beyin gereksiz enerji yakar lan yine aynı şeyler oluyor diye.

    manita ile de izlenmez, hiç bir şey olmasa hatunları kıskanır, rezillik çıkar.

    --- spoiler ---

    bence kötü rastlantı diye bir şey yok.

    --- spoiler ---

    vallahi, bence de be ortaam.
  • filmi kadıköy'de, sevgili dostum eyuphan'la birlikte izlemiştik; hatta sanırım kardeşi de bizimle beraberdi. kapanış jeneriği akmasına rağmen film bizim için bitmemişti. uzun uzun jeneriğe bakmış, oturduğumuz yerde çakılı kalmıştık.

    genelde bir lynch filmi izleyicisini ikiye böler. bizde de öyle oldu. iyi anımsıyorum, lost highway üzerine başladığımız sohbet; modernlik, postmodern sinema, fragmanter özne, bütüncül felsefenin sonu, nietzsche ve parçalı dünya görüşü, yaşamdaki anlamsızlığın ve psikolojik kaosun sinema sanatına yansıma biçimi üzerine gidip gelmişti.

    sözün özü, eyuphan filmi beğenmediğini, yaşamın bu denli karmaşık olmadığını, dolayısıyla sinema yapıtlarının da bu filmde olduğu gibi karmaşık olmaması gerektiğini, kafa karıştıran şeyin film olarak değerlendirilemeyeceğini, ama yine de saygı duyduğunu belirtti.

    benim ise filme yaklaşımım halen değişmedi: sanat, yaşamın aynası değildir (stendhal'e selam), belki bazen öyledir, ama sanat ile yaşam illaki aynı düzlemde buluşmak zorunda değildir, en anlamsız görünen sanat yapıtı bile dikkatlice çözümlendiğinde öznesine göre anlam üretecektir. sanat yapıtı yaşayan bir şeydir, mutlak anlamı yoktur. yazar ölmüştür artık (roland barthes'a selam). postmodern sanat yapıtları okuru veya izleyiciyi de yaratım sürecine çaığırırlar. metni ya da filmi yeniden yazmamız/çekmemiz istenir. lost highway de böyle bir filmdi işte.

    bununla birlikte, fragmanter öznenin ruhsal karmaşasının filmiydi önümüzdeki. bir meta filmdi (godard'a selam) ve yönetmenin sanatsal serüvenini de özetliyordu.

    neo noir tarzında çekilmişti. bununla birlikte filmdeki polis dedektifleri hiçbir şeyi aydınlatamıyorlardı.

    femme fatale eril anksiyetenin temel motivasyon kaynağıydı. femme fatale'in erkek-özne ile karşılaştığı ilk sahne pastişti ve olasılıkla postacı kapıyı iki kere çalar gibi kara filmlerin içinde bulunduğu filmsel familyaya bıyık altından bir göndermeydi. zehirli ölümcül, erkek-özneyi iğdiş ediyordu ve ona asla sahip olunamayacaktı (bunuel'e ve arzunun o belirsiz nesnesi'ne selam).

    baba figürü freudcu primal scene'i anımsatırcasına şiddet dolu, sahipkar, dominant bir figürdü ve öldürülmesi (olasılıkla sembolik bir ölümdü) gerekiyordu.

    kayıp otoban gibi bilinçaltı da yarı karanlık bir dehliz gibiydi. sarı şeritler belki de ihanetin rengini sembolize ediyorlardı.

    bütünlüklü özne kuramından artık bahsedilemezdi, çünkü postyapısalcıların da ısrarla savundukları gibi özne statik bir varlık değildi, değişim sürekliydi (baudrillard'a ve lyotard'a selam).

    sinema ardışık öyküler anlatmak zorunda değildi. yaşamın kendisi gerçekten de sandığımız gibi düzçizgisel ve anlaşılır mıydı? yaşamdaki sorunlarımızı çoğu zaman ya çözemediğimiz ya da anlamlandıramadığımız gibi sanat yapıtları da bu karmaşık psikolojiyi bir şekilde peliküle aktarmalıydı.

    ve daha bunun gibi birçok mesele hakkında düşündüklerim o günden bugüne pek değişmedi. david lynch'in yeni bir filme başlayacağını okuduğum için yazdım bunları. inland empire'dan sonra acaba ne ile karşılaşacağız, şimdiden merak içindeyim.

    edit: imla
  • mehmet açar'ın konuk olduğu 18 ağustos 2014 tarihli cüneyt cebenoyan'ın ilginçli isimli açık radyo sinemacı programında (erguvani istimbot) harika bir çözümlemesi yapılmış. bu çözümlemenin filmin mânâ ve ehemmiyetini tükettiği söylenemez, zaten büyük filmler çok katmanlı yapılarından ötürü farklı okumalarla, farklı perspektiflere açıktır. bilinçle işlenmiş olağanüstü bir zanaatçilik kadar, yönetmenin iradesi dışında olan, onun bilinçdışının tezahürlerinin de, yani tüm bunların bizde bıraktığı iz, kendimizi daha da keşfetmemize, eşya ve beşerle olan münasebetimizi daha sağlıklı belirlememizi sağlar. hepimiz, hem ilk tahlilde, hem son tahlilde, "deranje"yiz ne de olsa...
    yine de, açar'ın dediği gibi, filmlerin bir başlangıç ve bitiş noktası, bir matematiği vardır. bu ekleyeceğim yorum, filmin matematiği ayan beyan ortaya çıkıyor. işte podcast:

    http://archive.org/…van20140818/erguvan20140818.mp3

    açar, filmi sinema dergisi için yıllar yıllar evvel yaptığı analizi çeşitli vesilelerle film üzerine yeniden düşünerek geliştirip beş seminerlik bir tartışmaya evriltmiş. bu ses kaydı, o tartışmanın bir saatlik özeti. ben bu podcast'te dinlediğimi anlayabildiğim kadarıyla, hem kendim için hem de dinlemeye vakti olmayan başkaları için; ve dahi, yazının büyüsüne (sinemadan ve) podcast'ten daha çok güvendiğimden, kendi cümlelerimle özetliyorum. yine de, fırsat bulursanız bu özetle yetinmeyip bir vakit yaratıp açar'ın daha ikna edici, ayrıntılı açıklamalarına kulak verin, derim.

    --- spoiler ---

    hikayenin ilk kısmında, saksafon üstadı fred, kıskançlıkları, yatakta eşini tatmin edememesi vs. derken bir çeşit erkeklik krizine giriyor, karısını öldürmüş halde kanlar içinde kollarında buluyor. ancak "karımı ben öldürmedim" diyor ısrarla. akabinde, cinayetten hapishaneye kapatılan kahramanımız, idamını beklediği hücresinde şiddetli baş ağrısı ve uykusuzluk yüzünden götürüldüğü klinikte ona bir uyku ilacı veriliyor.

    açar'a göre bu andan itibaren fred, karısının öldürmesini haklılaştırmak ve kendi vicdanını kurtarmak için "yönettiği" bir düş görmeye başlıyor. bu andan itibaren fred'in yerine başrol olarak bir saksafon üstadı gibi güçlü kulaklara sahip bir oto tamircisi gencin renksiz hayatını görüyoruz. tamirci çırağı pete, muhtemelen fred'in çocukluğunu geçirdiği evin önünde, kaşının üstü açılmış şekilde, nispeten huzurla oturarak başlar sahne. [hatırlayın, ilk sevgilisi dans ederken "gözünün üstüne ne oldu" diye sorar, bizimki "bilmiyorum" der. aslında o yara, fred'in karısını hunharca öldürdükten sonra polis'in ona öfkeyle "katiil" diye bağırarak attığı yumruk yüzünden oluşmuş olan yaradır. fred, yönettiği rüyasına o yara ile başlar.]

    ikinci hikayemiz, yani fred'in rüyası, klasik bir hikaye olarak akıyordur, ta ki lou reed'in şarkısı girip, saksafoncunun gerçek hayatta karısı olan siyah saçlı renee'nin, oto tamircisi rüyada bu sefer sapsarı saçlarıyla "alice" olarak arzı endam etmesine kadar. ilk görüşte aşk, tam da rüyalarda olduğu gibi flört dönemlerini atlayıp sevişme faslına geçmek... lakin bu kez, fred'den epeyce farklı olarak tamirci pete, renee/alice'i tam da bir "erkek" olarak tatmin eder! pete, fred'in olamadığı her şey gibidir.

    devamında oto tamircimiz, tam da filmin başında, fred olarak çaldığı, yani kendi çaldığı atonal saksafon soloyu duyunca rahatsız olur ve radyoyu kapattırır. bu andan itibaren, klasik bir kurgu, bir "femme fatale" filmine dönüşüyor. öncelikle tamircimizin aile evinde bir matem havası. (muhtemelen) gerçek anne ve babası, perişan halde, "o gece ne oldu" diyorlar. kastettikleri, elbette fred'in karısını öldürdüğü gece. akabinde öldüren cazibemiz alice, beraber kaçmanın planlarını yaparken tamircimizi cinayete de ortak ediyor, hatta azmettiriyor (bu, fred'in, karısını öldürmesini kendi içinde haklılaştırması, "suçlu ben değilim, suçlu aslında bizatihi o kadın; o, ölmeyi hak etmişti"si)

    sonra, yeniden kayıp otobandan geçip filmde zaman zaman gördüğümüz yanmış kulübeye giriyoruz. tamircimiz, ateşli bir sevişmenin ardından, "bana asla sahip olamayacaksın" diyen renee/alice'in şoku sonrası, rüyasının arkasına daha fazla saklanamıyor ve aslına rücu ediyor. tekrardan fred oluyor. ve dahi, o meşum kulübeye fred olarak gidiyor. kulübede, beyaz yüzlü (korkunçlu!) adam elinde kamerayla bekliyor fred'i ve ona bilhassa kameradan bakıyor. o sahne, filmin başında eve gelen nebesi gayri sahih kamera çekimlerinin, bizzat fred'in kendisinin, ya da ikinci benliği olan bu korkunçlu beyaz adam menşeili olduğunun ayırdına varıyoruz. hatırlayın, filmin başındaki kokteyl sahnesinde de gizemli beyaz yüzlü adam "beni sen çağırdın, davetsiz hiçbir yere gitmem" demiş idi. "kayıp otoban" otelinden yola çıkıp, aynı holivud parti evindeki adamda (lou eppolito) olduğu gibi (ilk seferinde bayıltıp ikinci seferde öldürme) dick laurent'i de ilk seferde değil, arabanın arkasından çıkarttıktan sonra bir hışımla gelen saldırıyı def ettikten sonra, ancak ikinci seferde, yine "gizemli beyaz surat"ın da yardımıyla öldürür fred.

    açar'a göre, filmde flu bırakılan yegane yer burası. iki tür açıklama geliştirilebilir. ilki, renee'nin gerçek hayatta da gerçekten bir femme fatale olduğu, fred'i bir suça/cinayete ortak ederek onunla evlendiği, birlikteliklerini bir suç ortaklığı çerçevesinde ördükleridir. buna göre fred, aynı rüyasındaki pete gibi, kendi halinde sakin bir hayat yaşamış, masumiyetini, tam da "öldüren cazibe" renee'nin suç ortaklığını yaparak kaybetmiş olan bir tuhaf akıl hastasıdır.

    diğer ihtimalse, fred ile renee arasında, gerçek hayatlarında dick laurent cinayeti gibi bir suç ortaklığı/cinayet yoktur. bu cinayet, hükmedilen bir rüyanın pek çok unsuru gibi bir başka bilinç altı yansıması, rüyalarda pek sık olan, kendimizin ya da tanıdığımız birinin bir başka şekilde görmemiz gibi bir "yer değiştirme" mekanizmasıdır, o kadar.

    ---

    her ihtimalle, filmdeki kontrollü rüyanın sonunda dick laurent ölür. sonrası daha da ilginçtir. fred koşarak eve gider ve megafona "dick laurent öldü" der. yani tam, hikayenin başladığı cümlesi. birden en başa döneriz. yine bowie'li, deranged'li otobana. aslında tüm izlediğimiz, cinayetten mahkum olmuş fred'in ölümünü beklerken kurduğu gündüz düşler,, ve o düşlerin hafızasına da sirayet etmesiyle gerçekleşmiş, gerçek ile rüyanın iç içe girdiği, sürekli tekrarlanan birörnek bir hikayeden başka bir şey olmadığıdır. buna göre fred, karısını öldürmüş bir idam mahkumudur, bir rüyaya dalarak vicdanını temizlemek istiyordur, sonunda rüya ile gerçek iç içe geçmiştir, fred polisten kaçıyordur ama bir katillik suçluluğu hissetmiyordur ve koşarak, bir sonraki döngüdeki fred'e, "vicdan yapma, biz suçsusuz" der megafondan, "dick laurent öldü." fasit daire.

    --- spoiler ---

    mehmet açar'ın dimağına, cebenoyan'ın programına sağlık.

    yine de, bana kalırsa filme dair düşünme mesaisi, tam da bu filmin matemağini çözdüğümüz yerde başlıyor.
hesabın var mı? giriş yap