louder than bombs
-
aslında adını elisabeth smart'ın "by grand central station i sat down and wept" adlı kitabından aldığı bilinen bir gerçek, ama panic ve ask* şarkılarında ortaya çıkan atmosfer de dikkate alınarak dinlenirse albümün adının 80 sonlarına doğru hüküm süren nükleer bomba modasından etkilenerek seçildiği daha tatminkar bir açıklama gibi geliyor. hatta (bkz: everyday is like sunday). tesadüf olmasa gerek.
-
tracklist*:
01 is it really so strange
02 sheila take a bow
03 shoplifters of the world unite
04 sweet and tender hooligan
05 half a person
06 london
07 panic
08 girl afraid
09 shakespeares sister
10 william it was really nothing
11 you just havent earned it yet, baby
12 heaven knows im miserable now
13 ask
14 golden lights
15 oscillate wildly
16 these things take time
17 rubber ring
18 back to the old house
19 hand in glove
20 stretch out and wait
21 please please please let me get what i want
22 this night has opened my eyes
23 unloveable
24 asleep -
(bkz: louder than hell)
-
albüm kapağındaki bayan ingiliz yazar shelagh delaney dir.
-
(bkz: louder than a bomb)
-
cannes 2015'te altın palmiye adayları arasında gösterilen, joachim trier'in üçüncü uzun metrajlı filmi.
-
sadece elli saniyelik fragmanı ile oldukça etkileyici bir şey sunmuş. anlık bir şey mi yaşadığım bilmiyorum, tekrar tekrar izlemekten kendimi alıkoyamadım. kusursuz bir fragman değil elbette ama özellikle son yirmi saniyesi bünyeyi sarsacak türde.
https://www.youtube.com/watch?v=45cvlfdeque -
hiçbir yere ait hissedememek... dönmek istemek, ama dönememek. gitmek istemek, ama gidememek, kalmak istemek ama kalamamak. “bu son... bu son...” diye diye temelli konamamak hiçbir dala. sıkıştığını hissettiğin bu yerler arasında, bitmek bilmeyen yollar yapmak kendine sonra. gittiğin ve döndüğün yerlerde, sana daha az yer kaldığını hissetmek git gide, varlığına daha az ihtiyaç olduğunu anlamak, nefes alabilmek için daha az havaya, görebilmek için daha az alana, sahip olduğunu farketmek. ne oraya, ne de buraya yetememek, daha da önemlisi yetişememek, ve daha daha önemlisi sığamamak, sığınamamak... üzülerek söylemeliyim ki; sevginin çözemediği şeyler büyüyor bazen içimizde. çok sevmenin dahi üstesinden gelemediği şeyler.
bunlar öyle şeyler ki; sonunda bize yaptığı, yanıbaşımızda patlayan bir bombadan çok daha yaralayıcı olabiliyor. bombayı, “bomba” olarak hatırlamaktan başka seçeneğimiz yok çünkü. patlama anını, sesini, yaydığı ısıyı, onun etkisi ile gökyüzüne doğru havalandığımızı, uçtuğumuzu, sonra sert bir şekilde yere düştüğümüzü, duyduğumuz acıyı... tam da olduğu gibi, tam da o ana ait gibi, resmedebiliriz. ama öyle anlar var ki, ve o anların içinde öyle insanlar var ki, ne olursa olsun, ama ne olursa olsun, asla “onları öyle hatırlamak istemeyiz”. ve “öyle” resmedemeyiz. çünkü resmedersek, yüz yüze gelirsek, eninde sonunda kendi çığlığımızda boğuluruz.
(ben de joachim trier’i bu filmle hatırlamak istemiyorum. umarım, bu filmden sonra yine kendi ülkesine ve diline geri döner. hafızayı didiklemeye, kendi coğrafyasında, kendi geçmişinde, kendi çığlında devam eder.) -
yönetmen joachim trier elinden çıkan louder than bombs, cannes 2015 altın palmiye adayları arasında gösteriliyor. film, dilimize "sessiz çığlık" diye çevriliyor ve yönetmen trier bu üçüncü uzun metraj filminde bir aile draması üzerinde duruyor. film üç yıl önce trafik kazasında ölen bir annenin eşi ve iki çocuğu üzerinde bıraktığı etkiye dikkat çekiyor. filmde hafıza ve anılardan beslenen yönetmen, seyirciye geçen samimi bir anlatımla üstünde durduğu varoluşsal meseleleri bizlere de sorgulatabilmeyi başararak son dönem filmleri arasında kendini iyi bir konuma yerleştiriyor.
-
yönetmenin bir önceki filmi oslo 31. august gibi modern insanın sıkışmışlığını, bunalımını ve hissizleşmesini irdeleyen başarılı bir yapım.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap