• şöyle bir örnekle açıklayalım:
    1-0 yenseniz düşme potasından çıkacağınız ligin son maçında, hiçbir iddiası bulunmayan rakibinizden 5 gol yemişken hakemin 18 dakika uzatma işaret etmesidir majör depresyon.
    maç 5-0dır ve önünüzde daha 18 dakika vardır. top çevirseniz zaman geçmez, takımınız 9 kişi kalmıştır ve şeref golü atmanız veya 3 gol daha yemeniz arasında da bir fark yoktur. “bitse de gitsek” diildir yani majör depresyon “lütfen bitsin artık”tır. sahada öylece dolanırsınız ve hakem son düdüğünü çalmak bilmez. çaldığında artık 2. ligde olacaksınızdır. sahadan çekilmenizi engelleyen abuk kuralların içinde öylece son düdüğünü beklersiniz. bazen rakip takım 6.ya 7.ye gider, bazen tenezzül etmezler santraya gitmeye..
    taraftarlarınız ise 3. golde çoktan stadınızı yakmış ve çıkıp gitmiştir.
  • ünlü bir psikiyatristin de dediği gibi:
    "depresyonda bardağın yarısı boştur ya da bardak zar zor görünür. major depresyonda ise o bardak yoktur; su ve cam, tuzla buz olmuştur. orada sadece yıkım vardır."
  • annem için psikiyatrın altı ay önce koyduğu teşhis. on gün psikiyatri servisinde yatış ve halen devam etmekte olan ilaç tedavisi var. eğer bir majör depresyon hastasına refakat etmeniz gerekiyorsa, bilmeniz gerekenler şöyle;

    * eğer benim durumumda olduğu gibi çok yakınınızsa; ilk olarak sakin olmaya çalışın. bunu başarabilmek bir iki gününüzü alıyo ama sonra gözlerinizden yaş akmadan ona bakabilmeyi başarıyorsunuz.

    * kendilerini tamamıyla kapatıyor ya hastalar; "beni duymuyor, dinlemiyor" diye düşünmeyin, olabildiğince çok "dış uyaran" verin. konuşun bol bol. çok hastaymış gibi de davranmayın, hiçbir şeyi yokmuş gibi de. "bu bir hastalık anneciğim, kolunun kırılması gibi, nezle olman gibi, bu da geçecek canım benim, çok iyi olacaksın, hem bak ben küçükken hatırlar mısın düşüp dizimi parçalamıştım..... " diye devam eden konuşmalar yaptım yaklaşık iki gün boyunca, bıkmadan usanmadan. ve sonrasında annem hepsini duyduğunu ama cevap veremediğini söyledi. anlattığına göre kafasından film şeritleri geçmeye başlıyormuş. aynı anda onlarca görüntü yığılıyormuş, hepsini görmeye çalışırken hepsi de bulanıklaşıyor ve birbirine giriyormuş, onun anlatımı bu.

    * eğer hastane ortamında değilseniz mutlaka kendine zarar verebileceği şartları ortadan kaldırın. kesici aletler, ip vb. ve bir an bile boş bırakmayın çünkü genellikle herhangi birşeyden ya da her şeyden dolayı kendilerini suçlayıp, ölmem gerek diye düşünüyorlar. çok mu uzak ve inanılmaz geliyor bu size. uzak değil inanın, benim canım annem de yapmazdı bunları normalde. majör depresyon hastaları ne yazık ki bir süre normal davranış sergileme gücünü yitiriyorlar.

    * mümkün olduğunca teke tek iletişim kurmaya çalışın çünkü karşılarında birden fazla kişi olursa ipin ucunu hiç bulamıyorlar. hastalığın ilk on günü -tabi benim vakam için genel geçer süredir, genelleme yapamam- misafir kabul etmeyin.

    * birkaç ay sonra iyileşme belirtileri gösterdi diye ilaçlarını aksatmasına asla izin vermeyin, ruh ve beynin tamiri uzun sürüyor çünkü.

    * ve duygularını paylaşın, ona sevildiğini söyleyin. - o benim annem, babam, kardeşim canım tabi ki onu sevdiğimi biliyor- demeyin. bu illet insanın içinde biriken, söyleyemediği ve duymak isteyip duyamadığı şeylerin safrası. birikiyor, birikiyor ve sonunda beyin bunları kaldıramayınca şalteri indiriyor sanki. tıp dilindeki tam karşılığı bu mudur bilmiyorum ama, benim yaşadığımdan anladığım bu.

    * ve eğer genetik bağınız olan biri bu hastalıktan muzdaripse; kendinize dikkat edin. çünkü nesil kovuyor namussuz.

    sonuç olarak evlerden ıraktır. eşekten düşenin halinden, eşekten düşmüş anlar. düştüm ki ordan biliyorum. bizim memleketin deyimiyle "adınızı deliye, kıçınızı çalıya verin" ve içinizde hiçbir şeyi saklamayın.

    bir yıl sonra gelen bilgilendirme: ilaçlarını bu ay itibariyle bıraktırdı doktorumuz ve "bir daha görüşmeyeceğiz fatma hanım, güllerini görmeye gelirim ama" dedi. annem iyi ama hastalanmadan önceki haline dönmedi. çok derin bir iz bırakıyor bu meret ve sanırım geçmeyecek. diken üstünde ona karşı sözlerimiz, davranışlarımız. ama, gözlerinde gördüğüm "kayıp ruh" u bir daha görmemek için her şeyi yaparım.
  • kişinin günlük yaşamına kara bulutlar dolmasına sebep olan, aynı zamanda da safi düşüncenin sebep olduğu en tehlikeli rahatsızlıklardandır. kişi, kendi kurduğu kısır düşünce zincirinden kurtulamaz. çoğu zaman kurtulmaya çaba bile gösteremez.
    kendi yaşarken bunun farkında değildir. ama en yakınızdaki insan bu hastalığın kontrolünde ise "hayır hayatım o öyle değil bak" cümleleri hiç bir işe yaramaz. ilaçla tedavi zorunludur. ilaç prospektüslerinde yazan hastalık isimleri sizi korkutsa da, zorunludur.

    hastalar için yapılması gerekenler, atılması gereken adımlar günümüzde az çok netleşmiştir. internet araştırmaları bu cevapları bulmanızda yardımcı olacaktır. nedir bunlar? güvenilir, işinde uzman, ama en önemlisi hastanın rahatlıkla iletişim kurabileceği, gerektiği yerde profesyonel, gerektiği zaman da hastaya huzur verebilecek bir doktor takibinde olmak.

    doğru reçeteyle tedavi olmak.

    piyasadaki anti-depresanların etkileri kişinin yapısına, hastalığın doğru tanısına bağlı olduğundan, doğru reçete hayati önem taşır. unutulmamalıdır ki bu konuda her ilaç her hastaya iyi gelmeyebilir.
    bilinmesi gereken; ilaç prospektüslerinde yazanların her zaman doğruların tamamını yansıtmadığı gerçeğidir. o bilgiler çoğu zaman ilaç firmaları tarafından ruhsat alınma kaygısıyla yazılmış "yeterli" bilgilerdir.ancak bundan fazlası da vardır. örnek olarak eğer hastaya anti-psikotik bir ilaç veriliyorsa, bu hastanın psikozda olduğuna bir kanıt değildir. bazı vakalarda klinik deneyimler bu tarz ilaçların düşünce üzerinde engelleyici etkilerinden dolayı depresyonun ilerlemesini de engellediğini de göstermiştir. çoğu zaman hekimler böyle durumlarda hastaların prospektüslerden uzak durmalarını tavsiye ederler, çünkü hasta psikoz, şizoid, halüsine olmak gibi kavramları okudukça "ben de mi böyleyim?", ya da "böyle olacağım" kaygısı ile kendisini daha da kötüye çekebilir.

    asıl bahsetmek istediğim konu ise böyle vakalarda hasta yakının nasıl bir yol izlemesi gerektiğidir. çünkü söz konusu insan psikolojisi olunca tüm çevreniz bir anda psikolog hatta psikiatrist kesilebilir, size yardım etmek adına hayati hatalar yaptırabilir.

    öncelikle bu bir hastalıktır. benim annem, benim eşim nasıl olur da? diye başlayan sorulardan uzak durmak gerekir. içinizi rahatlatacak kısmı ise %100 tedavisi olan bir hastalıktır. bunu unutmayın. nasıl diğer hastalıkların tedavisinin planı, programlaması ilgili hekimler tarafından yapılıyorsa, bu hastalığın tedavisi de ilgili hekim tarafından yapılmalıdır, sizin değil. ancak doğru hekim tarafından. bunu hastayla kurduğunuz iletişimle anlayabilirsiniz. hasta eğer doktoruyla güven ilişkisi içerisindeyse sorun yoktur. ama böyle kırılgan konularda güvensizlik, kendini anlatamama ya da yanlış aktarma, hastalığın ilerlemesine sebebiyet verebilir. tedavinin başlangıcında araştırma gücünüzü, enerjinizi doğru hekime gitmek konusuna yönlendirebilirsiniz.

    hekim konusunda doğru adresi bulduğunuz andan itibaren ise sizin yapmanız gereken tek şey sabırlı olmak, bu hastalığın geçeceğine inanmak ve hastaya, bunun geçeceğinin telkininde bulunmaktır. cümle basit ve nettir. "bu bir hastalık. hepsi geçecek, tüm bu kötü düşünceler gerimizde kalacak" hasta, gözünüzdeki en ufak bir kara bulutu görebilecek algıda seçiciliğe sahip olabilir. en küçük bir anda bile bu inancı kaybetmemek gerekir. bu noktadan sonra tedaviyi sorgulama, ilaçları sorgulama, tedavi şeklini sorgulama yanlışına sakın düşmeyin. ilaçlar onu bir robota çevirse de, doğru düzgün konuşamıyor, yürüyemiyor olsa da sabredin. bilin ki kendine zarar verecek şeyler düşünmesindense, düşüncesinin susması daha iyidir.

    sizin hastayla kurduğunuz ilişkiye gelince...bu zordur. handikapları olan bir konudur. terazinin iki tarafında şu iki düşünce bulunur:

    birincisi ve en mühimi, onu anlamak. sıkıntılarını anlamak. "olur mu hiç öyle şey." dememek. çünkü inanın ki "olur".
    düşündürüyor işte bu hastalık. bu noktada yapılması gereken böyle düşünmesini sağlayan şeyin hastalığın ta kendisi olduğuna onu inandırmaktır. çünkü hasta bunun bir hastalık olduğuna inandığı sürece bundan kurtulacağına da inanır. depresyon, özellikle de major depresyon hastaya, ben bundan kurtulamayacağım, ben hep böyle kalacağım, zaten hep böyleydim dedirtir. buna izin vermeyin. sıkıntılarını dinleyin, anlayın, ve bunların kaynağının bu hastalık olduğuna onu inandırın.

    ikincisi ise kendi yaşamınızla ilgili bu konudan bağımsız ve güzel şeylerden bahsedin. bu biraz daha güçtür. sizin ondan bağımsız bir hayatınızın olduğunu görmek ona iyi gelecektir. sizin üzerinizden de olsa yaşama tutunabilmesini sağlar. ama bu konu ilkine göre biraz daha muğlaktır. çünkü hastaya "bak işte sen ne güzel yaşayabiliyorsun ama ben yapamıyorum" hissiyatını da verebilir. zamanını iyi kollayın, gözünüz açık olsun.

    ve onu yalnız bırakmayın. çünkü düşüncenin kötüleşme ivmesi çok yüksektir. evet sizin için yorucu olacak, evet en sevdiğinizi böyle görmek sizi çok üzecek, ümidinizi yitireceksiniz ama geçecek.

    buna inanın. önce siz inanın.

    edit: geçti.
  • benim için artık majör değil minör bile olmayan şey.

    şimdiye kadar yazılanların çoğu beni yansıtıyordu. -du diyorum çünkü bitti.

    önceki entry'lerimde bahsettiğim tüm durumların içinden geçtim. ben de dünyanın en salak, en gereksiz, en boktan, en işe yaramaz insanıydım. insanların bana nasıl katlandıklarına şaşırıyordum. acı bir insandım, çevremdekilere negatif enerji yayıyordum, gittiğim psikiyatristler derdimi çözemediği için artık sıkılmış ve bunalmıştım. kullandığım ilaçlar bir eczanenin tek standını doldurmaya yetiyordu ve sonuç sıfırdı.

    bir buçuk sene önce yeni bir psikiyatriste gittim. tamamen çökmüş ve umutsuz durumdaydım. olanları tekrar etmeyeceğim, söz konusu entry'i refere ettim zaten. yeni bir ilaca başladım, kullanmadığım bir tek o kalmıştı sanırım ve bir mucize oldu. psikiyatristim bugün tamamen iyileştiğimi söyledi. tek bir seans daha beni görecek, ondan sonra tedaviyi bitireceğini söyledi.

    hala acı bir tarafım var ama dönüp baktığımda aslında bunun karakterim olduğunu anladım. kendi kahkahamı uzun zamandır duymuyordum, gülemiyordum çünkü. şimdi farkettim ki kahkaham aslında iğrenç ama umursamıyorum çünkü gülebilmek o kadar güzel ki. espri yeteneğimi keşfettim, şimdi çevremde hoşsohbet biri olarak biliniyorum. bir yere girdiğimde beni görenler gülümsüyor. insanların varlığımdan mutlu olduğunu hissediyorum. hala pek arkadaşım yok ama eminim zamanla olacak. hayat mükemmel değil, bir buçuk sene önce dertsizlikten yakınıyordum, şimdiyse son bir ayda yaşadıklarımdan beş sezonluk dizi çekilir ama umursamıyorum. acısını yaşıyorum ve zamanla geçeceğini biliyorum. geçiyor da. hala olumsuz yanlarım var ama beni yeni tanıyan insanlar eskisi gibi pısırık ya da sinik olduğumu düşünmüyorlar, tam aksine içimden geçeni söylediğim ve her zaman nokta atışı yaptığım için hem benden çekiniyorlar, hem de beni sayıyorlar. artık güçlüyüm, o zayıf insan hiç yaşamamış gibi yok oldu. önceden zar zor yapabildiğimi düşündüğüm işimde şimdi oldukça iyi olduğumu farkettim. sorunlarım var ama artık kendi başıma çözebiliyorum, dünyam başıma yıkılmıyor ve ne olursa olsun ayaktayım. yarın da ayakta olacağım, öbür gün de. artık ne istersem yapabileceğimi biliyorum, nelere gücümün yetmeyeceğini de biliyorum ama bunlar o kadar az ki, umurumda bile değiller.

    bunları yazdım çünkü bir gün ihtiyacı olup da bu başlığa gelen birisi yaşadıklarının dünyanın sonu olmadığını anlasın, sonsuza kadar bu illetle yaşamak zorunda olmadığını, iyileşebileceğini, kurtulabileceğini bilsin. majör depresyon yarın tekrar beni yakalayabilir ama ben bu defa hazır olacağım.

    edit: ey allahım ispiyonlayacak bu entry'mi mi buldunuz? ne diyeyim eliniz dert görmesin. prensip gereği pek küfür etmemeye çalışıyorum da.
  • 10 tane tanı kriteri olan hastalık. eğer bu tanı kriterleri arasında ilk ikisi şart olmak üzere kalan 8 tanesinden en az dördü size uyuyorsa major depresyon tanısı alırsınız. kriterlerse şöyle;

    1-kendini mutsuz ve çökkün hissetme. (şart)
    2-yaşamdan zevk alamama. (şart)
    3- cinsel isteksizlik, libido kaybı. (bazı durumlarda cinsel istek artışı)
    4-yeme alışkanlığında değişim. eskisinden daha az veya daha fazla yeme, kiloda azalış veya artış.
    5-uyuma alışkanlığında değişim. eskisinden daha az veya daha fazla uyuma.
    6-bedensel hareketlerde azalma veya artma. (uzanmayı tercih etme veya istemsiz hareketler-bacak sallama gibi)
    7-halsizlik, yorgunluk hissi.
    8-kendini değersiz hissetme, küçük görme, kendini beğenmeme, suçlu ya da günahkar hissetme.
    9- konsantrasyon eksikliği ya da kararsızlık hali, iş/ders başarısında azalma
    10-tekrarlayan ölüm düşünceleri, intihar planları veya eylemlerinin varlığı.

    (bkz: minör depresyon)
  • adamın hayatını x metre karede bilgisayarla yatak arasına kitleyen sistematik düşünce bozukluğu. bilgisayarı olmayanların hayatından şüpheliyim..
  • hayattan kopusun notalara dokulmesi gibi ilginc bir adi var. bu ruhsal hastalik psikiyatrik tedavi gerektirir. normal bir depresyon gibi olmadigi icin psikologlarin sozle telkin teknikleri yeterli olmamaktadir. ilac tedavisi sarttir.
    "yemek icin yasamak" ilkesini birakin, "yasamak icin yemek" ilkesini benimseyip uygulayabilecek kadar enerjisi ve hayat bagi kalmaz insanin. hicbir sey yiyemedigim, hergun yedigim iki lokmayi da kusup cikardigim icin gunlerce serum baglanmisti.
    banyo yapmak, dis fircalamak istemezsiniz. zaman icinde kokmaya baslarsiniz, disleriniz pas tutmaya baslar ve zaten hayati, yasami anlamsiz bulan siz, bir de bu fiziksel belirtilerden oturu kendinizden nefret etmeye baslar iyiden iyiye olmek ister ve intihari dusunmeyi hizlandirirsiniz.
    beyin surekli bir islev halindedir ama zihinden gecen hersey olumsuz, hastalikli ve kotudur. yataga yatip, saatlerce uyuyup uyanip, tavana bakip saatlerce dusundugumu hatirliyorum. an geldi "dusunmek istemiyorum, keske bir ameliyatla beynimi aldirmak mumkun olsa" diye aglamistim. dusunmenin can yaktigi nokta da olabiliyor major depresyon.
    su an adini hatirlamadigim 2 ilac sayesinde iyilesmistim. ilaclardan birini aldigimda 30 saat deliksiz uyudugumu hatirliyorum.
  • mavi renkli bir beynin etrafında vızıldayan yüz binlerce, milyonlarca sinek . beynin kanını değil mavisini emen sinekler ...
  • bundan 6 ay evvel depresyon ve anksiyete teşhisi kondu bana. majör olmadığı söylendi ve 20 mg gibi hafif dozda bir ilaçla ve psikoterapiyle tedavi olmaya başladım. birkaç gün evvel tekrar doktora gittiğimde durumumun çok daha kötü olduğunu ve artık majör depresyonum olduğunu söyledi. bunun üzerine biri 75 mg, diğeri 50 mg ve çok sıkıntılı olduğum günlerde almam için draje halinde üç tane antidepresan verdi. ileride doz artışı olabileceğini de ekledi. ayrıca bir haftalık bir süreyle hastaneye yatmamı önerdi fakat bunun mecburi olmadığını, tedavi sürecini hızlandıracağı için teklif ettiğini söyledi. hastaneye yatma fikri insanı ister istemez korkutuyor. kabul etmedim. haftada üç kez psikoterapiye gidiyorum. bundan evvel 10 günde bir giderdim.

    benim yaşadığım kadarıyla majör depresyonda, gerek ruhsal gerekse fiziksel zarar veriyor insan kendine. olumlu hiçbir şey hissedememeye başlıyor. ben sürekli öfke duyuyorum örneğin, her şeye sinirleniyorum. o kadar tahammül edemiyorum ki etrafımda gelişen şeylere, insanlara, televizyon izlemek ölümden beter örneğin.

    dışarı çıkamıyorum. çıkmak zorunda kalırsam tedirginliğimden elim ayağım titremeye başlıyor. sürekli yere bakarak yürüyorum. bazen ruhum bedenimden ayrı hareket ediyor gibi hissediyorum. sanki vücuduma yabancılaşıyorum o an.

    yemek yiyemiyorum. 10 kilo kadar verdim aşağı yukarı. iki, üç gün yemek yiyemediğimi biliyorum ben. içim almıyor zaten.

    kimi zaman durduk yere ağlama nöbetleri geçiriyorum. ama sanki ağlamam gerektiği zaman ağlayamıyorum ve ağlamamam geremektiği zaman ağlıyor gibiyim. bulaşık yıkamanın nesi hüzünlü olabilir mesela? ben ağlıyorum bulaşık yıkarken.

    sonra yalnızlık var. yalnız kalamıyorum. korku değil bu, birinin yanında olmasına duyduğun ihtiyaç. eğer o ihtiyaç halinde yanımda kimse yoksa sanki aklımı yitiriyor gibi oluyorum.

    çok fazla uyuyorum ve uykularım hep bölük pörçüktü. şimdi aldığım ilaçlar biraz daha rahat uyumamı sağlıyor ama yine 12, 13 saat uyuyorum. uyandığımda yine aynı gün, öncekinden hiçbir farkı yok.

    çoğu zaman, özellikle heyecan ve öfke duyduğum zamanlar, ellerim uyuşuyor. geçmek bilmiyor bu uyuşukluk.

    beni mutlu eden hiçbir şey olmuyor mu? tabii oluyor ama bu mutluluk o kadar gelip geçici ki. bir an "hah, şimdi iyiyim işte" diyorum, birkaç dakika sonra eser kalmıyor bu düşündüğümden.

    hayattan hiçbir beklentim yok. yaşamak da aman aman bir şey değil benim için. yarın öbür gün ölümcül bir hastalığa yakalandığımı öğrensem pek de üzüleceğimi sanmıyorum.

    kendim dahil çoğu insandan tiksiniyor, onları sürekli eleştirip hor görüyorum. ama aynı eleştiriyi kendime de yapıyorum. nasıl başarısız, aptal, tembel, kötü, yetersiz, kimseyi memnun edemeyen, yeterince uğraşmayan, uğraşsa dahi sonuca ulaşabilecek kapasitede olmayan biri olduğumu kendime yineleyip duruyorum. isteyerek değil. beynim durmuyor bir türlü. işte kendimi böyle kolay harcayabildiğim için çevremde gördüğüm insanları da öyle kolay harcıyorum. arkadaş dediğim iki insan var hayatımda. bu insanlarla olmak beni bir nebze rahatlatıyor. tabii ki başkaları da var ama kimbilir en son ne zaman görüştüm onlarla. görüşüp görüşmemek de pek bir şey ifade etmiyor zaten.

    nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum. ben genelde ilaçlara inanan bir insanım. her fiziksel rahatsızlıkta almamakla beraber, bu gibi hastalıklarda ilaç tedavisinin gerektiği düşüncesindeyim. ilk depresyon teşhisimde ilacım bana oldukça iyi gelmişti. sonra çok şey yaşandı tabii, geçmiş birikimlerde üstüste gelince biraz daha çizmişim kafayı sanırım. şu an ilaç tedavisinin günün birinde beni biraz olsun iyi hissettirebileceğine inanmaya çalışıyorum. zaten buna da inanmazsam bu durumuma alışmaktan başka çarem kalmıyor.

    majör depresyonu, ne olur, iki insanın ayrılığı, okuldaki ufak bir başarısızlık, "kimse beni anlamıyor" tripleri ile karıştırmayın. bu hastalığı ben seçmedim. tercih değildi. kaldı ki bu lanet hastalığın karizmatik hiçbir yanı da yok, emin olun. aniden kalabalık arasında kalıp, bir krizle nasıl kaçacağınızı bilememek, insana 10 yıl attırıyor.

    neyse, hal böyle işte. kimsenin başına gelmesin diye ummaktan başka çare yok.

    edit: imla.
hesabın var mı? giriş yap