• edip cansever’in uzun şiirlerinden biri.. üç mektuptan oluşur.

    “işte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
    işte şu begonya, işte yalnızlık
    işte su damlacıkları, alnımda kollarımda
    işte yok oluşumdan doğan kent
    hiçbir yere taşmıyorum, kendime sızıyorum yalnız
    ben dediğim koskocaman bir oyuk
    koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
    bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda
    yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
    yetişip öne geçiyorum sık sık. sözgelimi
    bir iki saatte bitiyor bir mevsim
    iyi
    bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
    salıyı gösteriyor.

    salondaki büyük saati sattım
    saatin ölçebileceği
    herhangi bir zaman parçası yok
    gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
    bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
    ne gereği var ki saatin
    balkona çıkıyorum sürekli
    yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
    bir semtin ilk rengini alıyorum
    örmeğin ümraniye’de bir çay bahçesindeyim
    bazen
    anılardan anılara bir yol
    ve
    anılardan anılara sallanan bahçe
    hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
    iyi.

    yeniköy’de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
    bu sabah bu sabah
    oralı olmadı kimse -pazartesi miydi-
    oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
    nasıl?
    güllerse güller içinde yani
    ve balkon demirinde bir martı. dedim ki
    deniz şuralarda bir yerde olmalı
    çıt yok
    sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı
    ve göklerden tepelere inen bir sokak
    ya da bir akarsuyum ben
    denizse
    şuralarda…
    yok önemi bir iki gün kaldı -martı-
    balkonda
    deniz de öldü sonra, martı da
    iyi iyi.

    suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
    günler -seni anımsadığım zaman-
    birden kurtuluş’tan taksim’e giden bir tramvay görüntüsü
    mavi bir elektrik çakımı tellerde
    sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı’ndayız
    karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
    besbelli gümüşsuyu’ndayız. rus lokantasındayız
    -ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz-
    şarap içmişiz, üşüyoruz
    ikimiz ikimiz ikimiz
    böyle birkaç defa ikimiz
    sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
    nasılsa
    sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
    sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
    üşümüyorum da
    bende herkes var, diyen bir kızın titrek
    sesleri dökülüyor kucağıma
    dudaklarım kan mavisi bugün.

    biz burada iyiyiz, biz burada çok iyiyiz.
    biz burada kırk yaşındayız hepimiz
    dördümüz bir kişiyiz de ondan
    içimizden biri uyuyor olsa, falan filan
    onu bekliyoruz bir kişi olmak için
    evet evet, yanılmıyorum ben
    bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
    doğrusu ya
    yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
    duvardaki vitray, begonya
    begonya, vitray
    kurtuluş’la asmalımescit birbirine geçiyor
    bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
    karanfil kokuyorsa biraz
    yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
    saçlarım soğuk ve uzun.

    ne diyordum? yağmurlar, evet
    üşümüyorum ürperiyorum sadece
    biçimini zorlayan bir kedi gibi
    dur biraz
    kapı çalındı, hayır telefon
    telefon kapı telefon
    ikisi birden mi yoksa
    yoksa
    ne telefon ne kapı
    bir şimşek sesi hiç olmazsa
    o da değil
    ses filan duymadım ki ben
    yuvarlandıkça büyüyen
    bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
    iki sesi taşıyan bir ses
    neden olmasın
    biraz önceki gibi
    üstümden biri kalkmıştı -yok canım-
    öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
    yer değiştiren gezgin bir gölge
    bahçedeki ceviz ağacından
    içeri sürüklenen.”
  • ''yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
    yetişip öne geçiyorum sık sık
    sözgelimi bir iki saatte bitiyor bir mevsim
    ıyi..
    bu gün pazartesi mi?
    kapının,pencerenin durumu salı'yı gösteriyor..'' bu sabah icin kendime armağan ettigim kismidir.
  • 'salondaki büyük saati sattım
    saatin ölçebileceği
    herhangi bir zaman parçası yok'

    zamanın akışının hiçbir anlam ifade etmemesi bu kadar net anlatılamazdı.
  • henüz başlarında, "hiçbir yere taşmıyorum, kendime sızıyorum yalnız" dizesi ile cemile'nin halet-i ruhiyesine mükemmel bir giriş yapılan şiirdir.
  • leyla ile mecnun'un sonunu yazarken muhtemelen burak aksak'ın etkilendiği şiir. inanılmaz bir etki bırakıyor her okuyuşumda. başucu şiirlerimden.
  • edip cansever'in geçtiğimiz günlerde katledilen şiiri. o naıl bir olay dır.
    http://www.youtube.com/watch?v=syy1nvpajla

    bir de şöyle bir parodisi yapılmış.
    http://www.youtube.com/watch?v=wjsu03mo9rk

    (bkz: entellikte kulak yakan sınır)
  • (bkz: edip cansever)
    "...suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
    günler -seni anımsadığım zaman-
    birden kurtuluş’tan taksim’e giden bir tramvay görüntüsü
    mavi bir elektrik çakımı tellerde
    sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı’ndayız
    karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
    besbelli gümüşsuyu’ndayız. rus lokantasındayız
    -ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz-
    şarap içmişiz, üşüyoruz
    ikimiz ikimiz ikimiz
    böyle birkaç defa ikimiz
    sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
    nasılsa
    sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
    sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
    üşümüyorum da
    bende herkes var, diyen bir kızın titrek
    sesleri dökülüyor kucağıma
    dudaklarım kan mavisi bugün..."

    'bugün günlerden mavi...
    işte yağmurlar yıkıyor saçlarımı
    mavibaştankaralar uçuyor göklerde
    mavi taşıyor damarlarımdan.
    pul pul dökülüyorum
    mavi bir mektup gibi
    kanatlanıyor zaman...'
hesabın var mı? giriş yap