• memleketim burdur'dan manavgat'a gönüllü olarak yardım için toplanan eşyaları taşımaya ve yangın söndürme çalışmalarına katılmaya geldim. şahit olduğum ve şahitlerden birebir dinlediklerim:

    bunları asla unutma manavgat'ım, asla unutma antalya'm, asla unutma türkiye'm;

    - özellikle 29 temmuz 2021'i hiç unutma,

    - ülke yanarken ortadan kaybolan cumhurbaşkanını unutma,

    - işin ciddiyetini anlatmak için tek tek tweet attığımızı unutma,

    - devletin tek imkânının 3 uçak olduğunu ancak sayın cumhurbaşkanımızın 13 uçağı olduğunu unutma,

    - herkesin ciğeri yanarken ülkeye hâlâ giren afganları(peştunları) unutma,

    - yangın bölgesinde fink atan (belki de tabiat gezintisine çıkmışlardır!) milli savunma bakanlığı'nın gardaşı afganları(peştunları) unutma,

    - 8 ilde art arda yangın çıkmasına rağmen "sıcaktan olmuştur" diyen içişleri bakanı süleyman soylu'yu unutma,

    - 29 temmuz'un akabindeki süreçte gerçekleşen:

    - suçu belediyelere yıkan tarım ve orman bakanı bekir pakdemirli'yi unutma,

    - önce köylülerden duyduğumuz daha sonra jandarma tarafından da teyit edilen suriyeli muhacir gardaşların köylere gönderilen yardımları çalmak, yağmalamak için kamyonetlerle geldiğini unutma. (manavgat kalemler köyü çıkışına 3 tane üzeri açık küçük kamyonetlerle yaklaşık 50 kişilik suriyeli bir grup gelmiş. biz yardım için geldik demişler fakat halk tarafından köye sokulmayıp geri gönderilmişler. araçların plakalarını köylüler almış.)

    - zaten sıkışık olan trafiği iyice kesip 30 araçlık konvoylara gelip trafiği tıkayan bakanları, bürokratları ve trafiği tamamen felç edip, itfaiyeyi aksatıp kafana keyif çayı fırlatanları unutma,

    - manavgat size tatil verdi; deniz-kum-güneş verdi, vergi verdi, şehit verdi, döviz verdi, tarım verdi... bir kere manavgat'ın devlete ihtiyacı oldu. yalnız ve çaresiz bırakıldı. koca bir ilçe, toroslarımız yandı, devlet izledi. evet milletimiz cömerttir. ülkenin dört bir yanından yardım sel gibi aktı. millet vardı ama devlet yoktu, unutma!!!
  • 37 yıllık manavgatlıyım. belediye'nin eleştirilecek çok yönü vardır ve ben yerel seçimde mhp adayına sempati besledim, çevremden oy talep ettim.

    ancak mevcut başkan şükrü sözen;
    1) mezbelelik halindeki, tinerci, kapkaççı yuvası eski hisarı neredeyse mükemmel, ışıl ışıl bir hale getirip manavgatlı'ya ve turiste kazandırdı. ırmağın kenarı halı gibi çimlerle, spor ve oyun alanlarıyla, çocuk parklarıyla, şık kahvelerle doldu.

    2) bazılarının "uzak" diye çemkirmesi bir tarafa en akılcı muhitte, manavgat'ın trafiğini felç etmeyecek nefis bir stad yaptı. (ilçe ölçeği için nefis bir stad, wembley bekleyenler siktirsin gitsin).

    3) önce eski stadda son dönemde yeni stadda tüm yöre yağlı güreşlerini canlandıran, halkın müthiş katılımıyla ata sporuna hasret yörüğü, manavı manavgat'a çeken organizasyonu istikrarlı ve her yıl bir öncekinden iyi düzenlemeye başladı.

    4) yurt içi ve yurt dışından gelen motosikletseveri buluşturan sanırım türkiye'nin en güzel motosiklet festivalini düzenledi. pek de iyi anlaşamadığım bir şahıs olan başkanın kendisi de harbi motorcudur, bu sporun gönül verenlerindendir.

    5) eski stadın oraya antalya'daki tüm sahnelerden daha kapsamlı bir tiyatro salonu, şahane bir toplantı ve sergi salonu ile gerçekten çok başarılı bir kültür merkezi inşa etti. alanya yakasında güzel bir meydanı halka açtı.

    6) eski cumhuriyet meydanını genişletti, yeniden düzenledi ve antalya yakasında da eskisinden çok daha kullanışlı bir meydanımız oldu.

    7) projesini beğenmesem de adliye arkasında evvelce benzerinin manavgat'ta bulunmadığı hiç yoktan iyi bir gençlik merkezi açtı. (eski gençlik merkezi ve side gençlik merkezi bir tarafa yeni açılan gençlik merkezi ideal bir kompleks değil ama gayet başarılı)

    birileri bilip bilmeden bok atıyor, yok "manavgatlı hizmetin nereden geldiğini anlayacakmış bilmem neymiş." üstelik 1 buçuk yıl hapse atılmış, dosyasındaki tüm bilirkişi raporlarının suçsuz olduğunu işaret ettiği bir başkan yaptı bunları. (raşit enhoş bence daha iyilerini de yapardı ayrı konu).

    bilip bilmeden manavgatıma ve başkana bok atmayın. akp kurulduğu zamandan beri bazı sonradan akp'ye geçen belde belediyeleri hariç manavgat ilçesinde hiçbir seçim kazanamamıştır. hiçbir akpartili manavgat belediye başkanı olamamıştır geçen 13 yılda. daha çok beklersiniz tayyibanın kulları..
  • yaşlılar,geçmişine dair şöyle bir efsanenin varlığından bahseder:

    çok uzun zaman önce bir tüccar dünyayı gezmeye karar vermiş.2 yıl boyunca dolaşıp durmuş.bunca zamanın sonunda o ana kadar zorlu coğrafyası yüzünden sona bıraktığı,iskandinav topraklarına gitme kararı almış.günlerce amansız dağların arasından yol almış.tam pes etmeye yakınken, o sırada üstünde olduğu dağdaki kar fırtınası sona ermiş ve tüccar, dağın eteklerinden itibaren başlayan engin araziyi görmüş.yeni bir kuvvet dolmuş içine.dağdan inmeyi başarmış ve o geniş araziyi de kat etmiş.denizin kıyısına bir gün batımında varmış.geceyi geçirmek için nispeten daha az rüzgar alan oradaki koylardan birine gitmiş ve akşam yemeği için bir iki tavşan bulmak umuduyla koyun yanındaki koruya girmiş.bu koru kocaman,heybetli ağaçlarla doluymuş.tüccar ağzı açık çevresindeki manzarayı izlerken,farkında olmadan korunun iyice derinliklerine doğru ilerlemiş ve bir su sesi duymuş.ses önce boğukmuş, ama tüccar sesin geldiği yöne gittiğinde kendini fazla büyük olmayan açık bir alanda gürül gürül çağlayan küçük bir şelaleye bakarken bulmuş.

    karşısındaki manzaranın güzelliğiyle bir kez daha ağzı açık kalan tüccar ne kadar çok susadığını farketmiş ve biraz içebilmek maksadıyla suyun döküldüğü yere gitmiş.buz gibi sudan bir avuç alıp içer içmez, bir anda içten gelen bir dürtüyle arkasını dönmüş ve yerde gelirken farketmediği bir sürü sebzenin olduğunu görmüş:

    patlıcan,domates,biber,lahana,enginar,pırasa,patates ve daha nicesi...

    fakat ayağının önünde duran bir bitkiyi ve meyvesini daha önce hiç görmemiş tüccar.o şaşkın şaşkın bakınırken şelaleden dökülen suyun sesi birden değişmiş:

    "ey ölümlü...

    seni bu topraklara bastığın andan itibaren izliyorum.

    azmin beni şaşırttı.

    yerde gördüğün şeyin adı kereviz.onu al.fakat bu dünya üzerinde yalnızca bir yerde onu büyütüp yetiştirebilirsin.sonrasında farklı yerlerde de yetiştirme imkanına kavuşacaksın, ama önce o yeri bulman gerek."

    ve ses kaybolmuş.afallamış ve biraz da korkmuş tüccar, kerevizi almış ve derhal gerisingeri koşarak korudan ve koydan çıkmış.yanındaki bitkiye de anlam veremeden bakmaktaymış."hadi bakalım,şimdi geldiğimiz yolu geri tepeceğiz." demiş ve ertesi gün tekrar yola koyulmuş.ama dönüş yolunda karşılaşmayı beklediği engellerden hiç bir iz yokmuş."nasıl geçeceğim yine?" diye kara kara düşündüğü koskoca dağlara asla varamamış; günlerce engin arazide yürümüş ve en sonunda nihayet tanıdık bir yere ulaştığında,geldiği yerin tüm o toprakların güneyi olduğunu farkederek şaşırmış.

    bu tarihten sonra tüccar,tekrar dünyayı dolaşmaya başlamış.gittiği her yerde bitkiyi ekmeyi denemekte ama bir sonuç alamamaktaymış ve işin garibi bitki asla bozulmamaktaymış.ve uzun yıllar geçtikten sonra tüccar harap ve bitap, anadolu topraklarının güneyine akdeniz'in kıyısına inmiş ve orada küçük bir nehrin denize döküldüğü yerin yakınlarında kerevizi yetiştirebileceğini anlaması da geç olmamış.

    böylece tüccar o bölgeye yerleşmiş ve yenebilir bir sebze olduğunu anladığı kerevizi kendisine veren o kudretli sesi düşünüp, adına da manav god demiş ve bu isim zamanla o bölgeyle anılır olmuş...
  • barzolar gelmeden önce çok daha güzel olan memleketim.

    not:30 yıllık manavgatlıyım, allah'ın selamının bile eğilip bükülüp" selamın aleykim " diye söylendiğini duydum da bir tek manavgata manavgeyt dendiğini duymadım.sadece manavgatta değil kompile antalyada a harflerini "galın" söyleriz, manavgeyt ney lan.siz nerde yaşıyorsunuz amk.
  • yaklaşık 2,5 yıldır yaşadığım ilçe.

    sakin, huzurlu, temiz, trafik yok, insanları nazik ve yardımsever, turizm beldesi olmasından mütevellit şort, etek vb. giydiğinizde bön bön bakanların sayısı az.

    bazı bölgelerde yoğunlaşmış; ancak her an her yerde görülebilecek, doğan görünümlü şahin kullanan ve artistlik yaptığını zannederek el freni çeken falan abuk subuk hareketler yapan tipler var. (bak yazarken bile sinirlendim)

    çarşısı var sonra.. çok pahalı ama. buradan alışveriş yapılmaz. git antalya'ya orada yap. zaten 1 saat mesafede. sola gidersen de 1 saat sonra alanya var. orası da çok güzel.

    cafeler caddesi var, nezih, güzel. gece 11de al arkadaşlarını, git okey, batak oyna, nargile iç.

    nehir kenarında güzel çay içilecek, efenim bir soğuk efes içilecek mekanlar var.

    haftasonları şelalenin o taraflara kurulmuş kahvaltı mekanları vardır. istersen zeytin ağaçlarının altında, istersen şelale kenarında, istersen portakal bahçeleri içinde, ev yapımı zeytin ve reçellerle muhteşem kahvaltılar. hem de günün her saatinde.

    yok değişiklik olsun mu dersin? atla arabana git sideye. tarihi eserler, sahil, deniz elinin altında.

    yok ben kalabalık istemiyorum mu diyorsun? tam manavgat şelalesinin denize döküldüğü boğaz var. oraya git. aç açılır kapanır sandalyeni ya da ser plaj havlunu kumsala. ışığın ve sesin olmadığı yerde denize karşı uzan, bön bön bak.

    temmuzu - ağustosu fena ama. sıcakta yakar, nemi bayar. kışı ise yağmur ve fırtınadır. her mevsimi güzeldir lakin.

    istanbul, ankara, izmir görmüş, haldır haldır bir hayat yaşayan bünyeme iyi geldi benim bu ilçe. çok mutlu olduğum kadar hayatımın en acı tecrübelerini de yaşattı bana. burada yaşamaya devam etmek kısmet olur mu bilmiyorum ama 30lu yaş olgunluğuma eşlik eden ve en yakın arkadaşım olan bu güzel ilçeye teşekkürleri bir borç bilirim.
  • http://www.youtube.com/watch?v=hcm6grhinqa

    çolaklı, evrenseki, side, beşkonak, taşağıl gibi sair yerleşim yerlerinin bağlı olduğu güzide ilçe. 5 ay kadar kaldığım, askerlik görevimi yerine getirdiğim; havası, suyu deyim yerindeyse muhtelif güzellikleri, daha da özeli belki de anıları barındıran bir yer.

    antalya'ya yıllar sonra gelişimdi. dedemler antalya'da ikamet ediyorlardı eskiden, 20 yıl önce kadar. dayımı, ninemi ve dedemi kaybettim burada. benim için hep bir tarafı eksik olan bir şehir, ilçeleri, güneşi, mandalina bahçeleri. askerlik olunca farklı olabiliyor. havalimanında inince bir tütün içmek istedim, kenarda bir köşede. hava sıcak. asker valizi, kafa bilmem kaç numara tıraşlı, sivilsin. anlamsız uzaklara bakmalar. arkadaşın biri valizi görmüş olmalı ki muhabbet etmeye geldi yanıma. ayaküstü konuşmalar oldu. birkaç temennide, tavsiyede bulundu; çekti gitti; ansızın. ansızın bu şehre gelmiştim. havalimanı çıkışında bir belediye otobüsü vardı hatırladığım kadarıyla, ona makul bir ücret ödeyip koyulduk antalya yoluna vesselâm.

    birliğimin önündeydim, henüz nereye gideceğim belli değildi. bir süre bu birlikte kaldıktan sonra manavgat'a çıktı yerim, orada da manavgat'a bağlı bir karakol. bağlı bulunduğum karakolda hiç kısa dönem asker yoktu, badim bile yoktu. ama alışılırdı, ne de olsa şafak atardı. günler uzuyordu. askerlikteki görevlerimden birisi de idari işlere yardım etmekti, manavgat'ta gitmediğim müdürlükler, savcılar kalmamıştır. otobüslere binerken gösterilen o asker kartları, çantalar. ilk zamanlar manavgat'a alışmam biraz zordu, ama bunu kolay bir zaman dilimi içinde atlatabildim. (hangi müdürlük manavgat'ın neresinde kalır, emniyet nerededir, hangi savcılar hangi katta, katipleri nerededir, hepsini küçük bir not defterim vardı, oraya kaydetmiştim. işleri artık daha rahatlıkla hallediyordum. sivildim ama askerdim.)

    işler bir şekilde hallolurdu, öyle de oluyordu. aksamıyordu. askeriye bir yana, bu zaman dilimleri dışında manavgat'ı ve bağlı beldeleri gezebiliyordum izinlerimde. hafta içi bir memur gibi, hafta sonları çarşı iznine çıkan asker pozisyonu. dediğim gibi benden başka kısa dönem yoktu karakolda; ama başka karakollarda (selimiye, side gibi) tertiplerim vardı, onlarla denk geldikçe görüşüyorduk "manavgat'ta" veya side'de, evrenseki'de ya da başka bir yerde.

    eğer hâlâ yaşantısı devam ediyorsa evrenseki'de bir yer vardı; orada bir ablamız ve abimizin küçük bir kafeteryası vardı, ne yapıp ettiysem bir türlü benden (askerden) para almıyorlardı, ikramlar, sohbetler, çaylar. buranın yerlisiydi bu insanlar. yüzleri hep gülüyordu. şafak muhabbetleri: "bitmiş... yine gel, yine çay içelim... bir sıkıntın var mı... memlekete dönüyorsun önümüzdeki hafta..." bağlı bulunduğum yerdeki esnafla muhabbet, tanış olmalar, tercümeler, ders yönlendirmeleri... çok güzeldi, o insanlar, onların sıcakkanlılığı bana her şeyi unutturabiliyordu, yabancılık çekmiyordum bu şehre, beldeye, her şeye. sürpriz oluyordu, beklemediğim şeyler: üniversitede okuduğumuz dostlar karakolun nizamiyesinde durmuşlar, ziyaretime gelmişler. oturup konuşmalar, onların telefonlarına düşen kamuflajlı hâllerim, gülüşmeler ve yine ayrılık.

    izinlerde manavgat'a o heyecanlı bir şekilde gelmeler, sabahın en erken vakitleri. şehir henüz uyanıyor, çok sıcak olmadan nasibimize düşen o ferahlık, gölgeler. sayegah! kahvaltıya müteakip gazete+çay denemeleri. manavgat'ın o sıcağında, (artık hangi vakte geldiyse) 8 kg çelik yelek, silah, miğferle durmalar. terlemişim, sırılsıklam olmuşum o kızgın havada; bunların hiçbiri önemli değil benim için. nöbet, kutsal; askerlik ocak. işte, kadim bir gelenek.

    şafak düşüyor artık. manavgat gezilmiş, görülmüş, insanlarıyla sohbet edilmiş; komutanlarına turistlerin meramı anlatılmıştı. (tercümanlık da yapıyordum çünkü) böyle şeyler beni mi buluyor ya da denk geliyordu bilmiyorum; manavgat'ta bir alman turist boğulmuştu. morga ve sair gittik. ölen kişi 60'larında bir adamdı. eşi geldi bulunduğumuz yere. kocasını gösterdiler, kadın ağlamaya başladı: bilmediği bir yerde bir ölüm. tatil, sevincin kedere dönüşmesi. o kadın bana o an o kadar yalnız geldi ki hiç unutmam. mazlum duruşu vardı, fark etmez: mazlumun dini olmaz. heyhat, zendegi ve diger hiç.

    son günler geçmez derlerdi; su gibi geçiyordu, artık terhisimi almıştım. esnaflarla tek tek görüştüm, sarıldık, bazılarıyla önceden görüşebildiğim ölçüde görüştüm, konuştum. ezcümle, kimsenin gönlü kalsın istemiyordum. ben onlardan ziyadesiyle memnun kalmıştım, bir kahve, çay gayet de pekala da küçük bir şey amma hatırası büyük. benim için manavgat, bir nevi fahri memleketim oldu. bir gün şöyle diyordum: bu insanlar gibi "hür" olacağımız bir gün. ansızın bu beldeye gelmiş, ansızın da ayrılmıştım. öyle bir lüksü, zorunluluğu olmamasına rağmen karakol komutanım: "oğlum, istersen beraber gidelim terminale. al valizini, arkadaşlarınla görüş, gidelim" dedi. öyle de oldu, sivil aracıyla gittik. manavgat benim için bir gurbettir, candır, canandır, özlemle anılandır. selam ederim.

    söylemeden geçmeyeyim: karakol komutanım hâlâ mesaj atıyor bayramlarda. "zarp oğlum bayramın kutlu olsun" :)

    - sağolll!
  • yukarıdaki yazara katılıyorum.

    umarım bu millet kendi konvoyu geçsin diye yolu kapatıp çay dağıtanları da unutmaz.
    yangını söndürmek belediyelerin sorumluluğu diyenleri de unutmaz.
    bir de halkı tahrik için ormana ateş eden drone görüntüsünü yayan biri vardı.
    onu da unutmasınlar lütfen.
  • bu millet hükümetin neden yeteri kadar yangın söndürme uçağı almadığını da, buna rağmen istifa etmeyen orman bakanını da unutmaz. ayrıca bu millet hukumet ile devlet arasındaki farkı da biliyor, devlet kavramını eleştirilere karşı zırh olarak kullanmaktan bence artık vazgeçin. baydı gerçekten. argümanlara hamasetle cevap verilen dönem bitiyor artık. geçmiş olsun.
  • bu sene her gelişimde biraz daha kalabalıklaşmış bulduğum, araba sayısının da aynı oranda arttığını gördüğüm, kendine ait trafik kurallarına sahip, antalya'ya gidiş yolunda neredeyse her gün 2 adet trafik çevirmesi olan, perşembe günleri görüp görebileceğiniz en büyük ve en turist dolu pazarlardan birinin bulunduğu, antalya'nın 70 km doğusundaki ilçesi. doğası güzel, side ve alanya'ya yakın, bir sürü otel var...
    burada her şey değişiyor, bir tek insanlar değişmiyor sanki...
  • (bkz: bacanak)
hesabın var mı? giriş yap