• 2018 palme d'or ödüllü hirokazu koreeda filmidir.
    gayet seyir zevki yüksek, izlemesi ve anlaması zor olmayan, minimal ve enteresan bir filmdir.
    olaylar japonya'da geçiyor.

    --- spoiler ---

    film içerisinde toplumun ve moral değerlerin ötesinde, 'aralarında kan bağı olmayan bir grup insan, hiç menfaatsiz şekilde gerçek bir aile kavramı oluşturabilir mi?' sorusu çevresinde, yakarsa dünyayı garipler yakar cevabını buluyoruz ve film çıkışında hemen noodle söyleyip yiyoruz.

    bu arada, en ucuz noodle olmuş 20 lira. uzak doğu mutfağı niye bu kadar pahalı bu memlekette?

    --- spoiler ---
  • son cannes film festivalinde altın palmiye kazanan, geçenlerde açıklanan oscar adaylıklarında da en iyi yabancı film dalında aday olan shoplifters, tokyo'nun bir kenar mahallesinde tek göz bir evde yaşayan ve marketlerden hırsızlık yaparak geçinen yoksul bir ailenin hikayesini anlatıyor.

    beş yıl önce like father like son adlı filmini izlediğim japon yönetmen hirokazu kore-eda, o filmdekine çok benzer bir tema üzerinden ilerliyor ve yine "aile nedir, bir aileyi aile yapan sadece kan bağı mıdır" gibi soruları ortaya atmaya devam ediyor. kore-eda kendi yazdığı senaryosunda bize ciddi şekilde kusurlu oldukları çok açık ama bir yandan da iyi kalpli karakterler sunuyor. her şeyin siyah-beyaz olmadığını, toplumun "suç" olarak gördüğü bazı olayların ardında daha derin ve insani hikayeler de olabileceğini gösteriyor. filmdeki oyuncuların tümünün çok doğal ve anı yaşayan performansları seyircinin de bu duygusal yolculuğa eşlik etmesini sağlıyor.
  • (önsöz: aşağıdaki entry'min daha derli toplu bir versiyonu için: bir yönüylë)

    ~ ~ ~

    benim bir yeğenim var. geçenlerde bize geldi. tüm akşamı çizgi film açılı bir televizyon karşısında, ellerine henüz ağır dahi gelen bir tablette araba yarışı oynayarak geçirdi. bir ara yanına gittim. çocuklarla aram pek iyi sayılmaz ama belki bir sohbet başlatabilirdim. dedim, «ee dayıcım, okullar da tatil oluyor, neler yapıcaksın bakalım tatilde?» o ise dedi ki, «evet çok heycanlıyım, bol bol malofistanbula gidebilicem.»

    evet, mall of istanbul’a.

    devirler değiştikçe bu değişime sadece insanlar değil, diller de uyum sağlamaya başlıyor. kendilerini başka hiçbir türde görülmeyen, adeta “omurgasız” bir esneklikle belli ortam şartlarına uyduran insanlar, dilleri de peşleri sıra sürüklüyor. bir zamanlar, bir çocuğu dünyaya getirdikten sonra onu sokakta başı boş bırakmayı, dilendirmeyi ya da cami avlusuna bırakmayı ifade eden “çocuk yapıp sokağa atmak” ifadesi de artık anlam genişlemesine uğramış bulunuyor. artık çocuklar dünyaya getirildikten sonra öyle basitçe “sokağa” atılmıyor; daha güvenli, öğretici, sakinleştirici sayılan televizyonlara, telefonlara, tabletlere, tek kelimeyle “ekranlara” ve doğadan uzak oyun alanlarına atılıyor. park ve bahçelerin sayısı arttırılıyor dahi olsa nitelikleri hızla azalıyor ve doğal ortamda eğlence kültürü doğanın kendisinden koparılıp alışveriş merkezlerindeki doğa simulakrlarına hapsediliyor. yine dört bir yanı ekranlarla çevrili bu alanlarda bir görsellik hücumuna maruz kalan çocuklar, tüm hayalleri kendilerine adeta dayatılan bir çevrede, "çocuk yapıp ekranlara atmak" eyleminin birer nesnesi halini alıyor.

    "manbiki kazoku", kendi içinde, uzak doğu’nun tüm iklimsel özelliklerini kusursuzca yansıtan ve böyleliği sayesinde zihne taşranın ortasındaki bir köy eviymiş gibi yansıyan ama aslında dört bir yanı japonya'nın betonarme yapılarıyla çevrili numunelik bir doğal alanı merkez alıyor. bu alanda yükselen hanenin sakinleri, her birinin kendi geliri olan ama asla yeterince geliri olmayan yetişkinler ile bu yetişkinlerin maddi yetersizliklerinden kaynaklanan temel ihtiyaç açığını kapatmak için bir şekilde işe koşulan çocuklar. işten kasıt, süpermarketlerden (ya da genel olarak hırsızlığa uğrasa da batmayacak olan perakendecilerden) gıda ve kişisel bakım ürünü “araklamak”. çocuklar dahi, hikâye geliştikçe öğreniyoruz ki, biyolojik ana-babalarının sorumsuzluğunda önce kendilerini sokağa atılmış, sonrasında ise koruyucu ana-babaları tarafından sokaktan araklanmış bulan birer “kayıp”tan fazlası değiller.

    hırsızlık eyleminin ya da, filme adını da veren tabiriyle, araklamak eyleminin eyleyicilerinin zihin dünyasındaki etiği şu cümleyle açıklanıyor: sahiplenilmemiş bir şey henüz kimsenin değildir. bu “şey”, bir paket cips, bir hazır çorba ya da bir şişe şampuan olabileceği gibi kendisini sokakta başıboş bulmuş bir çocuk da olabilir.

    manbiki kazoku” dünyasında ne osamu shibata biyolojik bir baba, ne de nobuyo shibata biyolojik bir anne. arakladıkları çocukların kendilerini anne-baba görüp böyle anmalarını istiyorlarsa da etiketlerle çok fazla ilgilenmiyor, nasıl anıldıklarını umursamıyorlar. yaptıkları, orta doğu toplumlarında da ayıplanan bir şey olduğunu hem çevremden hem de bizzat kendi çocukluğumdan hatırladığım bir şey: çocukla çocuk olmak. çocuklara belirli bir yaşam biçimini, düşünceyi, etkinliği dayatmak yerine onları kendi yaşam biçimlerine, düşüncelerine, etkinliklerine dahil ediyor; "onlara ortak" değil, "onlarla ortak" oluyorlar. «ödevini yap!»çı resmi eğitim sistemini açıkça reddeden bu gayriresmî aile, okulu dahi yalnızca evde öğrenemeyenler için var olan bir kuruma indirgiyor. (bu düşünce, yanlışlığı hikâye nihayete yaklaştıkça anlaşılıyorsa da, karakterlerin erken sahnelerdeki düşünce biçimlerini resmetmek konusunda yadsınamaz bir öneme sahipti. özellikle tüm hayatını resmi öğrenimden uzak geçirdiğini anladığımız osamu shibata'nın hiçbir işe yaramayıp hiçbir şeyi gerçekten başaramadığını düşünmesi, hatta daha önce kendisine «bacakların ilk defa bir işe yaradı» diyen nobuyo'yla seviştikten sonra keyif sigarasını içerken tekrar tekrar «gerçekten yapabildim, değil mi?» diye sorması, başarı hissine aç bir insanın psikolojisini tüyler ürperten denli bir nesnellikle ortaya koyuyordu.)

    diğer taraftaysa öz oğlunu cami avlusuna bebek bırakır gibi bir arabanın içinde bir başına bırakan, anneliği yalnızca kıyafet satın almak, ebeveynliği ise azar ve dayak sanan birer anne ve baba var. başıboş bıraktığı kızı kaybolunca başlayan aramalara medya kampanyalarıyla dahil olup gözü yaşlı, derbeder anne pozları kesen ve kızı bulunur bulunmaz kendisi olmaya devam eden bir insan var. bir bilyenin içine bakınca okyanus görmeyi öğreten sosyal bir sahte babaya karşılık bu okyanusu göstermek isteyen kızını şiddetle tersleyen biyolojik bir anne var. biyolojik ebeveynliğin mi yoksa sosyal ebeveynliğin mi tercih edildiği ise kaçtığı evinin betonarme duvarına tırmanıp kaçırıldığı evin doğallığını arayan yuri'nin bakışlarında gizli (ki aynı bakış, aşağıda değineceğim "soshite chichi ni naru"da bir otel odasına benzettiği, doğaya tepeden bakan bir binanın penceresinden dünyayı izleyen ryusei'nin gözlerinde de mevcuttu.)

    manbiki kazoku”nun burada yaptığı, ebeveynliğin doğasını, sorumluluklarını ve yollarını tartışmaya açmak. anneliğin bir çocuk dünyaya getirmekle, babalığın ise bu çocuğa maddi koruma sağlamakla ilgisi olmadığını göstermek. dahası, “anne” ve “baba” kelimelerinin dahi keyfî birer göstergeden fazla olmadığını kurmacanın görkemi dahilinde ispat etmek. burada, yönetmen hirokazu koreeda'nın 2013 tarihli olup yine annelik ve babalık meselelerine değindiği filmi "soshite chichi ni naru"ya dönmek yerinde olur. 6 sene boyunca öz oğlu sandığı keita'nın aslında kendisiyle aynı sırada doğum yapmış olan bir başka annenin çocuğu olduğunu öğrenen midori nonomiya şöyle diyordu: «nasıl oldu da bunu fark edemedim... oysa ben anneyim...» daha sonraki bir sahnede ise midori'nin kirin kiki tarafından canlandırılan annesi, ki kendisi "manbiki kazoku"da da büyükanne rolündeydi, damadı ryota'ya şöyle söylüyordu: «savaş sırasında birçok çocuk ailesinden ayrıldı veya onları kaybetti ve başkaları onları evlat edindi. asıl olan seni kimin büyüttüğüdür.» yine "manbiki kazoku"da da neredeyse aynı rolde izlediğimiz lily franky'nin karakteri yudai saiki ise işkolik ryota'ya şu öğüdü veriyordu: «çocukların gözünde onlara zaman ayırmaktan daha değerli bir şey yoktur.»

    "soshite chichi ni naru", ebeveynlik tartışması yönünden "manbiki kazoku"ya kıyasla çok daha odaklı ve kapsamlı bir filmdi ama "manbiki kazoku"yu benim gözümde öncülünden daha nitelikli bir film kılan etmen, bu filmin hem çok katmanlı yapısı, hem de karakterlerini sadece ana hikâyeye hizmet ettikleri sahnelerle değil, yan hikâyeler oluşturmak adına kendi yaşantıları üzerinden de perdeye taşımasıydı. bu sahnelerden birinde büyükanne hatsue'yi mayu ile bir kafede muhabbet ederken izliyorduk. hatsue emekli maaşından "tazminat" diye söz edince şaşıran mayu, «senin emekli maaşı aldığını sanıyordum,» diyordu. hatsue ise «evet evet, emekli maaşı işte,» diyerek bu sorguyu geçiştirmeye çalışıyordu. mayu'nun bunun üzerine söylediği ise, "manbiki kazoku"ya ebeveynlik sorununun yanı sıra bir de yoksulluk, emek ve devlet politikalarına dair bir katman daha ekliyordu: «senin için emekli maaşı da bir çeşit tazminat galiba.»

    "manbiki kazoku" ile yan yana düşünmeden edemediğim bir diğer yapıt ise yine 2018'den ama bu sefer orta doğu'dan, lübnan'dan. nadine labaki'nin "capharnaüm" filmi, annenin ve babanın toplumsal rollerini tartışmanın ötesine geçip anne-baba olma ehliyetini tartışmaya açmasıyla belki japon kuzeninden çok daha radikal bir film. iki filmi birlikte düşündüğümde içimden keşke "capharnaüm"ün zain ile yonas'ını lübnan'dan alıp "manbiki kazoku"daki japon shibata ailesinin yanına vererek shota ve yuri ile kardeş etmek mümkün olsaydı diye geçirmeden edemiyorum. belki alternatif ve kurgusal bir hayatta kendi yeğenimi dahi katmak isteyebilirdim bu aileye.

    yukarıda andığım üç filmi birlikte düşündüğümde ise geriye kendime çıkarılacak 3 ders kalıyor:

    1. baba olmadan önce bir kişi ol*.
    2. bakamayacağın çocuğu yapma*.
    3. yaptığın çocuğa "patron" değil, "ortak" ol*.
  • hirokazu koreeda'nın aile üzerine sorgulama ve tahliller yaptığı-yaptırttığı altın palmiye ödüllü filmi. aile kurumunun seçilip-seçilemeyeceği, anne-baba olmanın çocukları sadece dünyaya getirmekle mi kazanıldığını çok güzel sinematografi ile anlatan filmdir. ama yoksullukla ve geçinimini sağlamakla uğraşan sınıfı daha da vurucu göstermesi gerekirken sanki eğlenceliymiş gibi yüzeysel geçmesi eksi yönlerden biri olmuştur.
  • her zamanki arapsaçına dönmüş; kimin ne olduğu ne yaptığı belli olmayan ve zaman geçtikçe arka planın çözüldüğü bir başlangıca sahip olan, fakat ortalara yaklaşırken bir kiraz çiçeği gibi açılıp güzelleşen bir başka hirokazu koreeda aile dramı.

    tabiki bunda da anasız babasız yetişen çocuklar var. ve film baştan aşağı japonların konusu edilsin istemediği öğeler üzerine kurulu. film içerik olarak aidiyet ve aile kavramlarını çok güzel sorguluyor; ozu görse gurur duyar.

    her filmde olduğu gibi çocuksu karakteriyle lily franky ve türk ananelerinden japon şubesi kirin kiki bu filmde de karşımızdalar, iyi ki de varlar. sakura andô'nun performansı çok hoşuma gitti doğrusu. aniden gelip 2 kere ağlattı beni izlerken, helal olsun kadına.

    herşeye rağmen, koreeda'nın en iyi filmlerinden olmadığını belirtmem lazım. ama filmin kendine özgü bir güzelliği var ki izleyeni bir şekilde yakalıyor. şu koreeda'ya bir oscar versinler çok istiyorum ama adamın şansızlığı mıdır nedir; bu yılın en iyi yabancı listesi şampiyonlar ligi gibi. sağlık olsun.
  • filmi az önce izledim. beğenip beğenmediğim konusunda kararsızım. doğallık,sadelik hakim ama anlatış tarzı hoşuma gitmedi nedense. yeşilçam vari bir anlatım hakimdi. altın palmiye'nin ağırlığı altında ezileceğini düşünüyorum. puanım 6.5/10
  • büyük beklentiyle izlediğim film benim için hayal kırıklığı oldu. roma, cold war ve burning'i benzer kefeye koymuştum bu sene. bu film de onlara eklendi.
    dogman ise bu dört filmin üstünde. oscar'a adaylığı bunlardan daha çok hak ediyordu.
  • --- spoiler ---

    filmi hiç anlamadım kim kimin neyi, kim önceden birini öldürmüş, biri soy ağacını çıkarsın bana filmdeki karakterlerin ya kafayı yiyeceğim. :)
    --- spoiler ---
  • fakirlik, ajlik, sefalet, yokluk, dram ve bu ortamda buyuyen veletler.

    film size daha ilk yarim saatinde, bildiginiz tum kiyamaaam, yaziiik, ahh caniiim, ayyyy kokenli kelimeleri soyletiyor. ajitasyon, oyle damardan veriliyor ki, vicdaninizi rahatlatmak icin filmi alkislamak, imdb de 15 vermek, sosyal ortamlarda filmi yere goge sigdiramayip, dusuncelilik ve iyi bir insan olma kavramlarinin icini, tika basa doldurmak istiyorsunuz. 5 yasinda fiziksel olarak istismar edilmis kiz cocugun sahnelerinde, gozyaslariniz, size hicbir sucunuz olmadigini, sizin ne kadar sahane bir insan oldugunuzu soyleyip, sizi teskin etmeye calisiyor.

    film arada kuntiz tirnakcilik sahneleri ile tebessum ettirmeye calissa da, "olur o kadar" lariniz hazirda bekliyor zaten. hirsizligi destekliyorsunuz kapitalist sistemin kayirdigi sirketleri dusunerek. filmin geneli yilmaz erdoganin otlu peynir tadindaki, boktan, ortamci, sig siirlerinin havasinda geciyor zaten.

    film mi? bence zayif. filmde cocuklar ustunden yapilan tum ajitasyonu cikartirsak, elde kalan hikaye vasat, final eh iste, cocuklarin guvene olan ihtiyaclarinin, dogru yanlis farkindaliklarinin, sevgiye-korunmaya ve sefkate dayali psikolojilerinin irdelenmesi de, gene eh isteden oteye gidemiyor keza.

    ozetle overrated in allahi bir filmdir. imdb notuyla 5 eder, cocuklar hatrina 6 diyelim. ama bu filme 8 veren, kolpacinin, suursuzun onde bayrakla kosanidir.
  • 121 dakikalık, 2018 yapımı film. 8 / 10.

    ilk başta söylemeli; filmin yorucu olabilecek ve genel olarak ağır bir yapısı var. fakat, ilginç bir şekilde ( en azından benim için ) kendini takip ettiren, tuhaf bir anlatım stili de var yapımın.

    hirokazu koreeda'nin anti-aile tasvirindeki özgün anlatımı sade ve etkili . kendisinin aile ve ideal aile tanımlarına olan geleneksel sayılamayacak yaklaşımı, hem senaryo hem de görsel doyuruculuk açısından başarılı ve özgün bir şekilde sunulmuş. daha da önemlisi, geleneksel aile, evlat, oğul ya da kız kavramlarına ve tanımlarına şüpheci bir şekilde göz atmamızı sağlayan final 45liği de çok çekici.

    koreeda'da nin "ideal drama" kırıcı/bükücü aile tasviri dikkate kesinlikle değer. toplumların temel çekirdeğini araklamaya kalkıp olacakları izleyen shoplifters; son yılların kaçırılmaması gereken uzakdoğu filmlerinden...
hesabın var mı? giriş yap