• bornova belediyesi şehir tiyatrosu'nun mart 2010 programında sahneye koyduğu dehşet verici trajikomik müzikal.
  • 1964 yılında ilk kez berlin schiller theater'da sahnelenen ve sahne dili açısından antonin artaud, oyunculuk tekniği-politik duyarlılık açısından da bertolt brecht etkisindeki peter weiss'ın; max stirner'a verdiği ilham hasebiyle ilk dönem bireyci anarşistlerden sayılabilecek marquis de sade ile devrimci jean paul marat'ı karşı karşıya koyup kıyasıya tartıştırdığı ilginç oyunu.

    sade'in "sakıncalı" mührüyle uzun yıllar geçirmek zorunda "bırakıldığı" charenton akıl hastanesinde yazdığı ve hastalara oynattığı oyunun, iktidarın simgesel yüzünü açık eden bir akıl hastanesinde geçiyor oluşu tesadüf değildir elbette. bu, sahne estetiği ile sahnenin dilini "sınıf"a açanlardan biri sayılabilecek weiss'ın bilinçli bir tercihidir. örneklemek gerekirse oyuna müdahale ederek sakıncalı noktaları engelleyen, kollektif eylemi sekteye uğratan hapishane müdürünün sistemin denetçisi-bekçisi oluşunu ve bu konumunun gerçek hayattaki izdüşümünü kolluk kuvvetlerinden medyaya kadar yayabilmek mümkün.

    marat'ın katili corday, devrime inancını kaybetmiş ve burjuvaziden tiksinmekte marat'la eş sade, baldırıçıplaklar diye de bilinen yoksul halk adına duyulan kaygı, hastanedeki "düzen"in eyleyicisi eli sopalı bekçiler, hastaların ve sade'in içinde bulunduğu 1808 ve restorasyon yılları, sade'in oyununun geçtiği fransız devrimi'nin hemen sonrası 1793 yılı, tüm bunların üzerine devreye girip koltuklarında oturan seyircilerin bugününe yani şimdiye seslenen anlatıcılar ve weiss'ın çoklu bir zaman kurgusuyla oyunun tabanına yaydığı politik atmosfer...

    dünü içeren, dünden sonrayı gösteren, bugünü kesen!
  • peter weis in bir oyunu. oyunun asıl adı "jean paul marat'nın takip edilip öldürülmesinin, charenton akıl hastanesi'nde marquis de sade yönetiminde
    hastalar tarafından canlandırılması" dır. hayvani uzun bir isim olduğundan genelde marat sade adıyla bilinir.
  • çok güzel, çok etkileyici ve çok emek harcanmış bir oyun. kesinlikle gidin ve görün derim. böyle oyunlar her zaman yakalanmıyor. oyuncu kadrosu, dekorlar, müzikler her şey harikaydı. emeği geçen herkesin ellerine sağlık.
  • "henüz ilk aylarda olduğumuzdan söylemek için erken ama sezon kapandığında sanırım ibşt'nın bu sezondaki en iyi oyunuydu diyeceğim" demiştim bu oyun için. nitekim öyle de olmuştu. 2010/2011 sezonunun en çarpıcı oyunlarından biriydi. noldu nereye kayboldu bu oyun yav. olmaz ama olur ya yeniden programa alınırsa ümidiyle o zaman yazıklarımı aynen buraya taşıyacağım bu akıla takılan oyun için.

    herşeyden önce bir oyunculuk ziyafeti. kalabalık kadrolu oyunlarda bazen kadronun bir kısmı daha önce birlikte çalışmış olmaktan ötürü yüksek uyum sergilerler. geri kalanlar da bu uyuma ya katkıda bulunur ya da başarısız olmasalar bile aynı enerjiyi veremezler. marat/sade'da da kırmızı pazartesi ve mefisto ekiplerinden bir çok isim olmasına karşın bu tür gruplaşma etkisinde inişli çıkışlı bir enerji sözkonusu değil. burada kadronun tamamı kesintisiz ve oyunun başlama süresinden önce başlayıp ara dahil selama kadar saniye kopukluk yaşamadan müthiş bir uyum, yüksek bir enerji, tadına doyulmaz bir kimyayla bir bütün olarak tiyatro yapıyorlar kelimenin hakkını vere vere.

    oyun başlamadan önce demişken evet oyunla ilgili tüyolardan başlıcası bu olmalı. mümkünse 10 dakika kadar erken girilmesini ve arada da salonda kalınmasını tavsiye ederim. zira iki perdelik 2 saat 15 dakika süreli oyun süresinden önce başlıyor. izleyiciler yerleşirken oyuncular sahnede dolanmaya başlıyorlar. bu esnada ve perde arasında kaçan akıl hastasıyla ya da kovalayan gardiyanla çarpışabilirsiniz.

    kostümler ve dekor son derece başarılı. müzik ve sözler isabetli. oyuncularsa tekrar tekrar izlemelik. zira hastalara verilen rollerle bir oyunun canlandırılışına tanık olduğumuzdan oyunculuk içinde oyunculuk sergileyerek iki kat çaba sarfediyorlar. oyun süresince insan her birine ayrı ayrı odaklanmak istiyor. çünkü olaya bakarken birinin mimiğini kaçırabiliyorsunuz ya da karakterleri takip ederken diyaloglar akıp gidiyor.

    marat rolünde yıldırım fikret urağ herşeyden önce müthiş sesiyle ve su dolu küvetin içinde gösterdiği sabırla kendine hayran bırakıyor. charlotte corday rolü verilen uyku hastası rolüyle özge özder uyudu uyuyacak halleri ve donuk ifadesiyle çok iyi iş çıkarmış. düpperet rolünü üstlenen cinsel duygularını zaptedemeyen hasta olarak cengiz tangör uçana kaçana saldırmasıyla oyunun en eğlenceli karakterinin hakkını vermiş. manidar bi şekilde jacques roux rolüne verilen ancak zincirlenerek zaptedilecek kadar tehlikeli bir akıl hastası olarak ali mert yavuzcan kafesine kapatılmış aslan ayarındaki öfkesiyle dikkatten kaçmıyor. diğer hastalar da hiç bir şekilde oyundan kopmadıkları gibi, senaryo olarak da önemli sahnelerde aman sahnenin dikkatini dağıtmasınlar sahteliğine imza atılmayıp aynen ruh hallerine göre davranmaları sağlanarak, oyun içinde oyun gerçeğin ta kendisi haline getirilmiş.

    ve özellikle değinmek istediğim iki isimden ilki çağlar çorumlu. tiratdaki başarısını bir kez daha göstererek bir adım öne çıkmayı yine başarıyor. bu sefer peltek ve düzen hastası herald rolüyle tiradın hakkını verirken "epizort" sunumlarıyla ve sonrasında çekildiği köşesinde üstündeki paçavraları düzeltmeden kesinlikle oturmamasıyla, oturduktan sonra da birbirinden sevimli mimikleriyle yine gönlümüzü fethetti. bu arada benim favorim "en uğursuz epizort" beter böcek tadındaki "kabus epizortu"ydu.

    ve murat garibağaoğlu... zorunlu olarak "misafir" olduğu charenton akıl hastanesi'nde devrim karşıtı oyununu sergileme ve oyununda devrimin sorumlusu marat'nın ölümünü ele alarak iç hesaplaşma fırsatı bulan mösyö de sad rolüyle uzun süre takdirle anılacak bir performans sergiliyor. her tonunu ustalıkla kullandığı sesi bir yana vücut diliyle de sadizmin babası rolünde harikalar yaratmış. özellikle sırtının ne halde olduğunu merak ediyorum doğrusu.

    sonuç olarak müzikal olmasına ve eğlenceli detaylar içermesine aldanmamak gerek. bu oyun gayet sert, söyleyecek sözü olan, işkence sahnelerinde tiyatro hilesine başvurmaya gerek görmeyen, olabildiğine düşündüren, akla takılan ve naif finaliyle insanın içine işleyen esaslı bir oyun. acayip izleyesim geldi buraya aktarırken. keşke programa geri alınsa.
  • bornova belediyesi şehir tiyatrosu'nun mükemmele yakın oynadığı oyun. bir daha nezaman oynarlar bilmiyorum ama programlarına tekrar alırlarsa izmirli tiyatro severlerlerin kesinlikle kaçırmaması gerekir diye düşündün, düşünüyorum, düşünücem.
  • 90 li yılların ortasında odtu oyunculari tarafindan çok büyük bir oyuncu kadrosuyla sergilenen oyundur.
  • jean paul marat'nın takibi ve öldürülüşünün charenton akıl hastanesi oyuncuları tarafından marquis de sade yönetiminde temsili adlı bu şahane oyuna nisan 2011'de gittim, hâlâ bekliyorum tekrar sahnelenir de giderim diye.
    ne marat'yı, ne de sade'ı bilmeyenlerin sıkılması normaldir. gerçi adam mara kim diyor, marat'ı nereden bilsin jakobenleri, fransız devrimini.
    bu muhteşem eserin sahibi peter weiss'ı da anlamak kolay değildir nitekim. oyun oldukça karmaşık. o dönemi, öznelerini ve yazarını tanımak gerekiyor anlayabilmek için. o nedenle pek fazla yermek istemiyorum. tanımayanları bu taraftan alalım, direnmenin estetiği.
    bazı oyunlar var, hakikaten gitmeden önce karakterler hakkında ve dönem hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. yani gideyim de öğrenirim değil. sonra anakronizme yakalanıverirsiniz işte böyle.
    velhasıl, sakladığım bileti görünce ansızın aklıma gelen, senelerdir hasretini çektiğim, bu zamana kadar gittiğim en iyi oyundur.
    ey sevgilisi istanbul şehir tiyatrosu yetkilileri, beş senedir sahnelenen oyunlardan nesi eksiktir marat-sade'ımın sorarım size?
  • yarısında çıktığım tek tiyatro oyunudur. ekşi sözlük yazarı olmamın olayla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
    oyundaki tek iyi şey çağlar çorumlu'nun varlığıdır.
  • asıl adı "jean paul marat'nın takip edilip öldürülmesinin, charenton akıl hastanesi'nde, marquis de sade yönetiminde, hastalar tarafından canlandırılması" olan fakat -şaşırtıcı olmasa gerek ki- kısaca marat/sade olarak bilinen tiyatro oyunu ve sinema filmidir.

    ben size filminden bahsedeceğim:

    alman yazar peter weiss'ın 1963-65 yılları arasında kaleme aldığı bu oyunu, ünlü tiyatro yönetmeni peter brook 1967 senesinde filme çekmiştir. filmin oyuncu kadrosu royal shakespeare company oyuncularından meydana gelmektedir ve -söylemeye gerek var mı bilmem- oyunculuklar üst düzeydedir.

    georges danton ve maximilien robespierre ile birlikte fransız ihtilali'nin baş aktörlerinden biri ve bir jakoben olan jean paul marat'nın, jironden taraftarı charlotte corday tarafından, illetine tutulduğu cilt hastalığının acılarını dindirmesi nedeniyle sürekli olarak içinde yaşadığı banyo küvetinde bıçaklanarak öldürülmesi olayını merkeze koyarak arka planda bir ihtilalin çözümlemesini gerçekleştiren film, bir tiyatro oyunu estetiğinde işlenmiştir.

    weiss, sadizmin isim babası olan ve gerçekte de hayatının 13 yılını charenton akıl hastanesinde geçiren marquis de sade ile marat'yı karşı karşıya getirerek birey/toplum, özgürlük/tutsaklık, amaç/araç, akıl/duygu/arzu/tutku gibi mevzularda derin derin tartıştırır.

    öte yandan film -ve oyun- bir müzikaldir aslında. richard peaslee'nin başarılı bestelerini; kokol, polpoch, cucurucu ve rossignol adında dört soytarı'nın başını çektiği hastalar korosu seslendirir.

    fransız ihtilali'nin ruhu ve tarihi, jakoben/jironden mücadelesi, ihtilalin başat aktörleri vb. konularda bir ön bilgi sahibi olmadan filmi sevmek ve anlamak mümkün değildir ama zaten bahsettiğimiz şey de eşşek gibi fransız ihtilali a dostlar, bilmek gerek zaten. bir de işi bir adım daha öteye götürüp önce oyunu okursanız filmden alacağınız haz bir kat daha artar.

    rengârenk, cıvıl cıvıl, derin, melodik, tarihi, politik, mizansen harikası, oyunculuk dehası, çok güzel bir filmdir. tavsiye edilesidir.
hesabın var mı? giriş yap