• insan ruhu bedene indirilmeden önce belli bir seviyeden marifete(allah'ı bilme ve tanıma) sahiptir. ancak bedenle alaka kurduktan sonra bu bilgisini kaybeder ve karanlığa gömülür.

    böyle bir kimse, eğer dünya hayatında bir arifle karşılaşırsa, onun sohbeti ile ruhu ilk marifetini hatırlar ve aydınlanır. ancak ruhun tabii marifeti sınırlıdır ve nefsin tezkiyesi/temizliği için yeterli değildir. ruh allah'ıın huzuruna yükselir ama nefs yerinde çakılı kalır.

    nefsin de tezkiye olması için çok daha yüksek bir marifet gereklidir. bu seviyede bir marifet, ruhun önceden sahip olduğu bir bilgi olmayıp, dünya imkanları ile, dünyada sonradan elde edilebilir.

    dünyaya gelip ruhun ilk marifetini unutan ve aynı şekilde ölen kimse, eldeki cüzi sermayesini de kaybedip iflas eden bir tacir gibidir.

    ruhun ilk marifetini hatırlayan ve bu bilgi ile ölen kimse, dünya pazarında ne kâr, ne de zarar etmiştir. ancak müflislerin dehşet verici sonları göz önüne alınırsa aslında bu kimseler bir nevi kârda sayılırlar.

    dünyanın verdiği imkanlarla yepyeni bir marifete ulaşan ve öylece ahirete intikal eden kimseler ise takdire şayan ticaret ehlidir.

    nimete erene afiyet olsun.
  • insan aklı bu kainatı ihata edemez ama bu, nasipsiz kalacağı anlamına da gelmiyor. hatta onun vazifesi her geçen gün ilmini, marifetini artırmaktır. ancak ne kadar artırırsa artırsın sonuçta sonsuza nispetle herhangi bir sayı değerinin hükmü olmaz. sonsuz bölü herhangi bir sayı, her zaman sıfır sonucunu verir.

    peşinden koştukça ufuk ilerde…

    eğer insan, bilime tapan malum çevreler gibi, aklı mutlaklaştırırsa haddini aşmış ve ifrata sapmış olur.

    biz zaten idrak edemeyiz deyip işten el çekerse de, donup kalır. bu da tefrit kutbudur.

    istikamet yani orta yol ise, elinden gelenin azamisini yapıp, bunun allah’ın ilmine nispetle denizden bir katre bile olmadığını görmek, aczini, fakrini, kusurunu bilmektir. kulluğun aslı da budur.

    büyükler, “anlamak, anlayamayacağını anlamaktır”, “marifet, marifetten yana aczdir” buyurmuşlardır.
  • "tevfîk, sana inâbeyi, inâbe tevbeyi, tevbe hüznü, hüzün havf'u, havf insanlardan uzaklaşmayı, insanlardan uzaklaşma, halveti, halvet tefekkürü, tefekkür huzuru, huzur murakabeyi, murakabe hayâ etmeyi, hayâ etme edebi, edep de islâm'ın hükümlerine riâyet etmeyi, allah'ın emir ve yasaklarına riâyet etmek yakınlığı, yakınlık visali, visâl ünsü, üns de nazlanmayı, nazlanmak istemeyi ve istemek de allah icabet etmesini netice verir."

    muhyiddin arabi, mevaikün nücum
  • marifet hiç ezilmemek bu dünyada
    ama biçimine getirip ezerlerse
    güzel kokmak
    kekik misali
    lavanta çiçeği misali
    fesleğen misali
    itır misali
    isâ misali
    yunus misali
    tonguç misali
    nâzım misali
    bedri rahmi eyuboğlu
  • günahı çok olup, ameli az olan kimse, eğer marifeti(allah'ı bilme ve tanıması) daha fazlaysa,

    az günah işleyip, çok amel yapan kimseden daha hayırlıdır.

    zira marifeti çok olan kimse, az olan amelini kıymetlendirme ve çok olan günahını da affettirme şansına sahiptir. diğer kimse ise cehaleti yüzünden çok amelini bile günaha dönüştürme riski altındadır.

    çünkü kulluğun aslı, allah karşısında acizliğini, güçsüzlüğünü bilmek ve onun karşısında boynu bükük, çaresiz, gariban, göz yaşları içinde kalmaktır.
  • tasavvufta kişinin ulaşabileceği dört ana mertebeden sonuncusu. sıralama şöyledir:

    şeriat
    tarikat
    hakikat
    marifet
  • bir çok gözleme göre değişik marifet çeşitleri, buyrunuz:

    sigara içmek
    içki içmek
    çok fazla sevgili edinmek/değiştirmek
    işten kaytarmak
    derslerine çalışmamak
    kavga etmek
    küfür etmek
    yalan söylemek
    birilerini kandırıp dolandırmak
    eşek şakası yapmak
    çok fazla para harcamak
    birileriyle alay etmek
    birinin fikirlerine saygı duymayarak onu hor görmek
    birilerinden kendini üstün görmek
    ortalığı karıştırmak (provokasyon)

    (burdaki garip olan olay bunların bir çok insan tarafından marifet sayılmasıdır) bir daha (bkz: marifet)
  • her kokuda bir haber vardır.
    her tad alışın hem zahiri hem batını lezzeti vardır.
    her hissediş birçok yönden, uzak/yakın mesafelerden esen rüzgardır.
    her bakışta farklı renk, desen, motif gizlidir.
    her hüzün, keder, gam, huzur, vecd, cezbe, coşku...
    bunlar kalıptır, kabuktur, ham maddedir.

    insan bunları işleyen, dönüştürendir:

    kalem sahibi olanlar kelimeye/cümleye/esere,
    dil sahibi olanlar muhabbete/öğüte/nasihate,
    hüner sahibi olan şarkıya/peşreve/sema ayinine/şiire,
    güç sahibi olanlar devlete/mücadeleye/zafere...
    benlik ve vehim sahibi olan vesveseye, öfkeye, hırsa...
    fırça sahibi olan resme, iğne sahibi olan nakışa,
    istidatlarınca dekode, tefsir/şerh edip kimisi mana kimisi madde paketlerine dönüştürürler.

    insan-ı kamiller, yani akılla güdülen tüm bu bilgi akışı/yayınları karşısında, cümle oluşu hakkın nazarındaki iman ile kalpten temaşa edenler, bu paketleri vaktinde alınan ilaca, öncesinden ifşa olmuş tuzağa, tam zamanında yapılmış hamlelere, hayal için resimlere dönüştürerek marifetin aynasını sırlayıp sunarlar. bu aynada kendini gören kendine, komşusunu/dostunu gören hem kendine hem komşuna/dostuna, hakkı gören çok çok daha fazlasına yetecek miktarda nuru, talip olanlara en net biçimde yansıtacak yıldızları oluştururlar.

    herşey onlar için eksiksiz/ziyansız apaçık ayet, bilgi, işaret olur.

    mesnevi, tüm bu rüzgarların, tadların, kokuların, renklerin, motiflerin günümüz anlayışına en net ve duru yansımasıdır.

    çok az bir zaman ayırma ve inanarak samimi bir anlama gayreti ile yapılacak girişim, çok büyük bir dönüşümün ilk adımına tekabül eder.

    inanmayan için değersiz, inananlar için mucizevi bir adım.
  • marifet, ağacın meyvesine benzer.
    insan da ağaca benzer.

    kökleri emmaredir, gövdesi levvame ve mülhime dir.
    dalları mutmaindir, yaprakları raziye dir, çiçekleri marziyedir ve meyvesi safiyyedir.

    insan tıpkı ağaç gibi topraktan doğar, oradan başlar.
    sonra yükselir, topraktan çıkmaya başlar,
    dalları çıkar artık, gövdeden kurtulmuştur.
    dallarında yaprakları çıkar, bazen dökülür bazen sararır, bazen yeniden çıkar. bunlara razıdır...
    çiçekleri çıkar ve çiçeklerinden sonra da meyvesi çıkar artık.
    meyve, en son halidir. ağacın var olma sebebidir. ağaç, o meyveyi ortaya çıkarsın diye yaratılmıştır.
    ve o meyvede başlangıcın özü, yani taa en başında yola başlarken ki hali de vardır. içinde tohumu da vardır...
    meyve olgunlaşır, iyice tatlılaşır ve dallar artık meyveyi taşıyamaz.
    en sonunda meyve toprağa düşer...
    insan geldiği yere geri döner.
    bu sefer başka bir alemin toprağına ekilmek ve yeniden doğmak için beklemeye başlar...

    dikkat ettiniz mi? olgunlaşmamış meyve acı veya ekşiyken, olgun meyve tatlı oluyor.
    bu bana allah'ın celalini ve cemalini hatırlattı. zü'l-celâl-i ve'l-ikrâm.
    önce celal, sonra ikram, cemal. önce acı sonra tatlı... acı ve tatlı birbirine karışmayan iki deniz... zahir ve batın, celal ve cemal, cebriye ve kaderiye...
    bir uçtan diğer uca...

    tefekkür yazısıdır, doğrusunu allah bilir.
  • marifette; şefkat, sevgi, güzellik, incelik ve letafet vardır. manipülasyonda ise sadece ego vardır.
    marifet kırıp, dökmez.
    ben dobrayım, dürüstüm, deyip can yakıyorsan, marifetten yoksunsun demektir.
hesabın var mı? giriş yap