• feminizmin öncülerinden.
    "...erkekler de kadınlar da süslenmeye,daha doğrusu çirkinleşmeye gösterdikleri özeni düzgün ve temiz giyinmeye gösterselerdi,zihinsel saflığa ulaşmak da daha kolay olurdu. kadınlar erkeklerin sahte övgülerini duyabilmek için giyinirler, ama aslında aşıklar beden oturan sade giysileri daha çok severler. fazla süslenme sevgiyi uzaklaştırır,çünkü sevgi,doğası gereği her zaman insana yuvasında olduğu hissini yaşatmalıdır." kadın haklarının gerekçelendirlmesi-hasan ali yücel klasikleri sf 192
    (bkz: a vindication of the rights of woman)
  • "incelik erdem kadar yüksek bir değer değildir ve en övülesi hedef,cinsiyet ayrımını göz önüne almadan,bir insan olarak iyi bir karakter geliştirmektir."
  • ingiliz yazar ve çok önemli bir kadın hakları savunucusu. 1759 da doğmuş, 1797’de çok genç bir yaşta ölmüştür. kendisi birçok esere sahiptir ama bunların en önemlisi ‘’kadın haklarının gerekçelendirilmesi’’dir. a vindication of the rights of woman feminizm tarihinin ilk eserleri arasındadır. bu eserinde kadınların eğitim almasının önemi üzerinde durmuştur. kendisi jean-jacques rousseau’dan etkilenmiş ve rousseau’nun demokratik toplumunu genişletmek fikrini toplumsal cinsiyet eşitliğine dayamıştır.

    zaten o zamanların kadınlarına göre bayağı sıra dışı bir hayat yaşamıştır. dedesinden kalan mirasın sadece ağabeyine verilmesiyle ilk elden erkeklere olan özel muameleye şahit olmuştur. babası, ileride ona miras olarak kalacak paranın iadesini talep eden, mary’nin annesini döven bir adamdır. on dokuz yaşında evi terk etmiş ve kendi başının çaresine bakmaya karar vermiştir ki bu o zamanlar için düşünülmez bir şeydir. kadının görevi evde oturup uygun bir eş adayı beklemek, evlenmek, çocuk bakıp evde oturmaktır sonuçta. kendine uygun olmadığını düşündüğü bir takım orta sınıf işlerde çalıştıktan sonra yazar olmaya karar vermiştir. kendi başına almanca, fransızca, italyanca ve flemenkçe öğrenmiştir. evli olan bir adamla ilişkiye başlamış, hatta adamın eşine üçünün beraber yaşaması gibi akıl almaz bir teklifte bulunmuştur. bunun ardından bu ilişkisi bitmiştir. kendi başına fransa’ya gitmiş ve fransız devrimine doğru ilerleyen olaylara şahit olmuştur. edmund burke’in onu çok sinirlendiren bir yazısı üzerine ‘’rights of men’’ adlı yazısını kaleme alıp büyük üne kavuşmuştur. bunun üzerine de ‘’rights of men’’ ‘de ortaya koyduğu fikirlerini genişletip a vindication of the rights of woman’adlı eserini yazmıştır. fransız devrimi üzerine fransız kızların, fransız erkeklerle aynı eğitimi almalarını talep etmiştir.
    o zamanların kadınlarının yapmadığı şeyler serüvenine devam edip, tanışıp, aşık olduğu bir adamla evli olmadan cinsel ilişki yaşamıştır. (o zamanların saygın ingiliz kadınlarına yakışmayan şeyler bunlar, toplum nezdinde) (wollstonecraft evliliğe karşıydı zaten) hamile kalıp bir de terk edilmiştir. evlilik dışı çocuk doğurup, devrimin içinde çocuğuyla yalnız kalmıştır. bunun üzerine ingiltere’ye geri dönmüştür. ingiltere’de depresyonun doruklarında olmuştur. birkaç yıl sonra başka bir adamla tanışmıştır. evlilik kavramına inanmamasına rağmen, hamile olduğu için ve evlilik dışı dünyaya 2. bir çocuk getirmemek adına, anarşist akımının babası william goodwin ile evlenmiştir. kendi özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını koruyabilmek adına aynı evde yaşamamışlardır. mary shelley'nin annesidir, hatta onu doğurduktan 11 gün sonra ölmüştür. mary shelley ise gotik romanı frankenstein'in yazarıdır.
    kocası onun biyografisini yazıp ne kadar mükemmel bir kadın olduğunu anlattığını sanırken, yaptığı tüm ‘’ahlaksızlığı’’ ortaya serdiği için, wollstonecraft en az bir asır boyunca ayıplanmıştır. ancak feminizmin artışından sonra hak ettiği değeri görmüştür.

    çok dolu bir hayat yaşamıştır, atladığım birçok şey var ama anca bu kadar kısaltabildim…

    özellikle kadın haklarının gerekçelendirilmesi’ne değinmek istiyorum. bu eserde kadına olan davranışın değişmesi gerektiğini, kadının kocaya ve babaya olan bağımlılığın kaldırıla bilirliğinden bahsetmiştir. eserin ana fikri kadınların toplumun faydalı bir parçası olabilmeleri için almaları gerektiği eğitimdir. 18. yüzyılda kadınların rasyonel düşüncelere sahip olamayacağı, düşünemeyecek kadar hassas ve kırılgan oldukları düşünülürdü. kadınların çocukluktan beri anneleri tarafından yardıma muhtaç olarak yetiştirilmeleri, sırf erkeklerin hoşlarına gitmeleri için böyle yetiştirilmeleri şiddetle karşı çıktığı bir şeydi. erkek çocuklarının her türlü yararlı alanlarda eğitim alıp, kız çocuklarının sadece erkeklere daha hoş gözükmelerini sağladıkları şeylerde eğitim almaları, kadınların saf, masum ve yardıma muhtaç olarak yetiştirilmeleri eserin eleştirdiği şeyler arasındadır.

    birkaç alıntı bırakayım:

    ‘’çocukluktan itibaren, güzelliğin kadının hazinesi olduğu öğretilince zihin bedene göre biçimlenir ve altın işlemeli kafesinin içinde dolanarak yalnızca hapishanesini sever.
    ‘’para için evlenmek legal fahişeliktir.’’
    ‘’kadın, eğitim yoluyla erkeğin kafa arkadaşı olabilecek şekilde yetiştirilmezse, bilgi ve erdemin yayılması önünde engel oluşturacaktır; çünkü hakikat herkes için ulaşılabilir olmalıdır, yoksa genel uygulamada etkisiz olacaktır.’’
    ‘’kadının zihni onun güzelliğine tercih edilmedikçe, düzgün bir eğitim sistemi de asla kurulamayacaktır.’’
    ‘’yumuşak huyluluk, uysallık ve eşine hürmet duyma bu temelde dişi cinsin öncelikli erdemleri olarak ön plana çıkarılır; doğanın her zaman denetlenemeyen ekonomisini göz ardı ederek bir yazar kadınların kendilerini melankoliye kaptırdıklarında erkeksi olduklarını dahi ileri sürmüştür. bu yazarın gözünde kadın yalnızca erkeğin bir oyuncağıdır ve erkek ne zaman eğlendirilmeye ihtiyaç duysa, onu şen kahkahalarıyla eğlendirmek her zaman kadının görevidir.’’

    geçmişe gidebilsem onunla oturup sohbet edebilmeyi o kadar çok isterdim ki. adının fazla bilinmemesi, halk arasında pek tanınmaması beni bayağı üzüyor. halkı geçelim, tüm hemcinslerimin bu muhteşem kadının varlığından haberdar olmasını dilerim. elbette evli bir adamla olan ilişkisini onaylamıyorum, ama kadınlara verilen değeri, rolü tüm benliğiyle reddetmesi, hele öyle bir zamanda, bayağı saygıyı hak eden bir şey.
  • akıllı, yetenekli, düşünen, sorgulayan ve sıra dışı bir kadınmış.
    bilinen ilk feministlerden.
    günümüzde bile bu özellikler insanlara mutsuzluk getirirken 18. yüzyılda yaşamış bir kadın neler yaşamıştır kim bilir.
    mary wollstonecraft'ın bugün sadece yüzeysel yaşam öyküsünü biliyoruz. kötü bir babaya sahip olması, kız kardeşinin annesiyle aynı kaderi paylaşarak zalim bir adamla evlenmesi, aşk maceraları, william godwin'le olan evliliği ve tabii ki mary shelley'nin annesi olması.

    bunlar bilinenler de benim asıl merak ettiğim satır araları, aklının içindekiler mesela nasıl bir durum üzerine ya da kim için şunları söylemiş olabilir:
    "kendimizi yalnızca yumuşak, evcil yaratıklar haline getirmemizi önerenler, bize ne kadar hakaret ediyorlar. örneğin hararetle, sık sık tavsiye edilen yumuşak başlılık, boyun eğdirerek yönetmedir. bunlar ne çocuksu ifadeler ki bir varlık nasıl bu derece önemsiz olabiliyor. kim bu denli aşağılık yöntemlerle yönetmeyi üstlenecek kadar küçülebilir?"

    ya da şu sözleri hayatının hangi anında yazdı:
    "kalbimden yükselen vahşi isteği küstah kahkahalara yol açacağını bilsem de boğmayacağım. toplumda aşkın dışındaki bütün ilişkilerde cinsiyet ayrımının ortadan kalktığını görmek istiyorum."
  • 1700'lu yillarda askerligin, evliligin ve toplumsal cinsiyetin hayvan gibi elestirisini yapmasi bir yana j.j. rousseau'nun toplumunu da elestirmistir. askerlik, din ve monarsinin mesruiyetinin sorgulanmasi dahil, dogmatizmin ve diktanin her turlusune gelisine cakmistir ki zamaninin otesinde bir cicektir benim icin... bu konulari konusmak, simdi bile yurek isterken (bkz: halki askerlikten sogutma kanunu) 1700'lerin ortasinda caaatir caaatir soylemistir, fakat sesini duyan olmamistir orasi ayri. neden? kadin cunku. kadinlarin, fikirleriyle degil camasiri nasil yikadiklariyla ilgilendikleri donem. hâlâ ayni donem ama tarih 2018.
  • yaşadığı dönemin baskısını her an ensesinde hissetmiş olmasına rağmen, cinsiyetine yapışmış rollerden kurtulmaya çalışması ve bu yolda kendisiyle sürekli çelişip kafayı yemesi gibi sebeplerle hayranlık uyandıran bir kadın. altı haftada yazdığı a vindication of the rights of woman'da kadınların, duyularına köle olacak biçimde yetiştirildiklerini; çünkü sahip olabildikleri gücü ancak duyarlıkları sayesinde kazandıklarını, bir cinsiyetin kırılganlık ve narinlik üzerinden tanımlandığını ve bunun değişmesi gerektiğini söylerken, mektuplarında dediklerinin tam aksi şekilde davranıyor. olaya, "hehehehe eee bahın işte, kadınların duygusal olduğunun kanıtı" gibi sığ bir düşünceyle bakmak yerine, şöyle diyebilmek gerekir: toplum, dandik dundik değer yargılarıyla o kadar baskı kuruyor ki wollstonecraft, üzerine deriden farksız şekilde yapışan; fakat ona ait olmayan-toplumun diktiği giysileri atma yolunda delirmeye başlıyor.

    margaret walters, mary wollstonecraft'ın hayatı ve hayatının birebir yansıması olan kitapları (yarım kalanlar dahil) hakkında şunu söylemiş: "wollstonecraft'ın önemi, düşüncelerinin içerdiği anlamı sonuna dek yaşamak için ömür boyu verdiği tutkulu mücadele ile kendi tutarsızlıklarıyla yüzyüze gelmede gösterdiği cesarette yatar." yani, yenilgilerinin, bazen iç bayan melankolikliğinin, çelişkilerinin bilincinde olma üstünlüğünden bahsediyor. şahsım adına konuşayım, insanın varabileceği en güzel noktalardan biri, yetersizliğinin farkındalığına ulaşabilmesidir. sonrasında, üstesinden mi gelmeye çalışırsınız, yerine başka şeyler mi koymaya çalışırsınız, bilemem. mary wollstonecraft da sık sık aklı ve vıcık duygusallığı arasında berbat gitgeller yaşayarak, en sonunda thames nehrinden atlama aşamasına gelmiş ve "ölmeyi bile beceremediği" için yine dönüp kendine kızmış.

    1797 yılında ölmüş biri için fazlasıyla radikal düşünceleri var. örneğin, bitiremediği romanı maria'da iki kadın kahramandan biri orta sınıftan; diğeri de hizmetçilik, çamaşırcılık gibi işlerden sonra fahişelik yapmak zorunda kalan jemima. wollstonecraft'a göre, fahişe de ev hanımı da aynı derecede baskı görüyor.

    hayatı boyunca karma eğitimi savunmuş, erkeklerle kızların, zenginlerle fakirlerin aynı okullara gitmesi gerektiğini söylemiş. okul bahçelerinde çocukların dilediğince koşabilmesi için geniş bahçeler yapılmasını, hayvanlara zarar vermemesi gerektiğinin bilinciyle büyütülen çocukların ileride iyi bir vatandaş olacağını yazmış. kapalı spor salonundan bozma kolejleri göreymiş, kafayı yermiş herhalde... her yerdeler...

    yazının başında, wollstonecraft'ın yaşadığı çelişkilerden bahsetmiştim. mektuplarında sık sık, ota boka dertlendiğini, içinde bir yerlerde fışkırıp duran çocukluğunu bir türlü bastıramadığını anlatmış:

    "benim aklımda kesinlikle büyük bir noksan var. inatçı yüreğim kendi ızdırabını yaratıyor. niye böyle olduğumu bilmiyorum ve bütün varlığım konusunda belli bir fikir edinene dek bir çocuk gibi ağlayıp gülmekle yetinmek zorundayım. - hepimiz birer soytarı külahı giyinmek zorundayız ama benimki öyle ağırlaştı ki onu taşıyamaz hale geldim! iyi geceler!"

    bir mektup daha:

    "neden hep duygularımla boğuşmak zorunda kalıyorum? yüreğimi canlandırmak ve verimliliğimi artırmak için verilmiş gibi görünen şeyler, neden bu denli büyük bir ızdırap kaynağı oluyor?

    bunalım ve karamsarlık yüzünden bütün yaşamım boyunca hiç bu denli acı çekmemiştim. uyuyamıyorum ya da uykuya daldığım anda en korkulu düşleri görüyorum; bu düşlerde sık sık farklı kimliklere bürünmüş olarak karşıma sen çıkıyorsun. (gilbert imlay)"

    mary wollstonecraft'ı ilk okuduğumda "yarebbül alemin, sen gerçek misin" demiştim. deneyimlerini, öfkesiyle birleştirip jean-jacques rousseau'dan edmund burke'e dek kadın-erkek, din adamı, filozof demeden, herkese kafa tutacak cesarette olması bende büyük hayranlık ve merak uyandırdı. duygusallığı, tutarsızlıkları; zekasıyla birleştiğinde, inanılmaz bir sonuç çıkıyor ortaya.

    juliet mitchell ve ann oakley'nin editörlüğünü yaptığı "kadın ve eşitlik" kitabında mary wollstonecraft'a ayrılmış küçük bir bölüm var, okumanızı tavsiye ederim. ben de oradan çordum biraz.
  • çocukluklarından beri güzelliğin kadının kudret asası olduğu öğretilmiştir; zihin kendini bedene göre biçimlendirir ve kadın, yaldızlı kafesinin içinde gezinerek sadece hapishanesine tapınmayı önemser.
  • özel mesaj atmasına gerek olmayan yazar, ben mesaj kutumu temiz tutuyorum zira.

    entrylerde herkese hakaret yağdırması yetmiyor anlaşılan.
  • "avrupa’da yaşayan halkların medeniyeti son derece taraflıdır; bu halkların kaybettikleri masumiyet karşılığında, cehalet temelinde yükselen kötülüklerin ürettiği sefalete denk bir erdem kazanıp kazanmadıkları tartışmalıdır; bu halklar süslü bir kölelik adına özgürlüğü satmışlardır. zenginlerin gösteriş merakı, insana en güzel rüya olarak bunun sunulması, dalkavuklara hükümranlık etmekten haz alma ve kendinden başkasını sevmeyi bilmeyenlerin diğer tüm küçük hesapları insanlığın gözlerini boyamayı ve özgürlüğü sahte yurtseverlik gösterilerinde kullanmaya uygun bir oyuncağa dönüştürmeyi başardı. bir toplumda en önemli şeyler unvanlar ve ayrıcalıklar olunca, deha “o ışıltılı başım gözlerden saklamak zorundadır”; böyle bir ulusta yetenekli ama unvansız ve ayrıcalıksız bir insanın dikkat çekmesi ne denli büyük talihsizliktir. - heyhat! prenslerle birlikte anılmayı kafasına koymuş, papalık tahtına göz dikmiş, entrikalardan çekinmeyen parlak bir macerapereste kardinalin şapkasını giydirmeye çalışan binlerce insanın çekmek zorunda kaldıkları acıları bir düşünün!"

    kadın haklarının gerekçelendirilmesi
    sayfa 19 - türkiye iş bankası kültür yayınları
  • hakkında paylaşılmış güzel bir video: https://www.youtube.com/watch?v=bk2tadvesle
hesabın var mı? giriş yap