• türk edebiyatında bilinçakışını başarıyla uygulayan ilk romanlardandır. kahramanımız 4 yıl tıp okuduktan felsefeye geçmiş ancak orada da tutunamamış, nihilist, "iradesiz", hayata acı bir istihza ile bakmayı seven, "dejenere" ve götürücü bir delikanlıdır. aynı zamanda maddecilik, idealizm, mistisizm, milliyeçilik, marksizm tartışmasının kesişim alanı olan beyimiz, buhranlar, sanrılar, parapsikolojik deneyimler, isprizmatik yaşantılar ile nihilist ironizmden uzaklaşıp bireyliği aleyhine milletini, milleti aleyhine insanlığı, insanlık aleyhine allah'ı tercih eden bir anlayışla faşizmin bir türevi sayılabilecek bir toplum modeline varır. bilinçakışının başarılı kullanımı ve kahramanın tereddütler içinde salınımı okunması zevkli bölümler iken sondaki teorik modele gelince sıkıntı basar.
  • insan hayatı boyunca çok fazla sıfat tamlamaları ile örülü cümleler okur fakat bazıları akılda kalır. farklıdır veya etkilenmişsinizdir, seneler geçse bile üzerinden halen hatırlanır. böyle bana çarpıcı gelen tipik bir nitelemeyi de bu romanın bir satırında gördüm.

    romanda ferit'in hoşlanmadığı, belki aşkına karşılık bulamadığı, itici bulduğu genç bir kız var. gözleri de yeşil bu kızın. yazar bu kızı enteresan bir cümle ile tasvir ediyor:

    koruk yeşili gözlerinden ekşi bir ruh sızıyordu.

    bunu dedikten sonra siz o kızı sevemezsiniz. bu kadar itici olabilir.
    ve bu kadar şairane olunur. tasvirin gücü budur.
  • peyami safa'nın bir romanı.fikrimce yazarın en çarpıcı eseridir.nedense peyami safa denince akla hep dokuzuncu hariciye koğuşu gelir de bu kitabı pek bilen çıkmaz.bu açıdan türk edebiyatının kıymeti bilinememiş eserler başlığında adı ön sıraya yazılması gereken kitaplardan biridir.
  • yaklaşık 1 hafta önce bitirdiğim bir ''peyami safa klasiği'',bir bunalım ''resitali''.

    kitab hakkında ki değerlendirmelerime geçmeden önce peyami safanın karakterine değinmek istiyorum.bu muazzam adamın,bu bilgi küpünün,bu ''adamı kelimelerle döven'' ifade biçimine değinmek istiyorum.

    roman okumayı çok seven biri değilim.genel olarak roman türüne karşı bir sempatim olsa dahi - ki defalarca severek okuduğum bir çok romanda vardır- diğer yazı türlerine göre yazılması daha kolay olduğu için romanın - özellikle türk romancılığının - kalitesinin düşürüldüğü düşüncesindeyim.çünkü piyasa da hali hazırda olan kitapların çoğunu şöyle bir karıştırdığım zaman genellikle kaliteden ziyade popülarite arayışı görüyorum.seçilen konular basit,bu konuların işlenmesi basitten de basit,karakterler gerçekçi değil,olay örgüsü mantık hataları barındırıyor ve kitaplar içinden bilgi ve fikir fışkıran bir yapıdan fersah fersah uzaklar.genel olarak türkiyenin kültür ve sanat alanında ki iflasının bir tezahüründen öte değiller.

    ancak peyami safanın romanları belki de şu an piyasa da en çok satanlar arasında dolaşan bir çok kitabı cebinden çıkaracak kadar üst seviye romanlar olmasına karşın ne popülerler ne de edebiyat dünyamız tarafından hakkı verilmiş,gereken saygıyı görmüş vaziyetteler.ben bunda birazda siyasal/ideolojik bir düşünüş biçiminin edebiyata etkisini görüyorum.sağ cenahtan bir adamı göz ardı etmenin haksız feveranlarını izliyorum.

    bu kadar büyük bir romancı - bana göre en iyi türk romancı - olmasına rağmen peyami safanın kitaplarına yapılan bu haksızlığı anlamak mümkün değil.şu sözlükte bile bunca peyami safa romanına karşın kalitesi son derece düşük olan bir düzine romanın başlığının olması ve bu romanlar hakkında girilen entry sayısının peyami safa romanlarıyla mukayese edilemeyecek kadar çok olması inanın edebiyat anlayışlarını mahkemeye verdirtecek cinsten.sanatsal yeterlilik savcılığı gibi bir makamın kurulmasını talep edecek cinsten sinir bozucu.neyse biz milletmizde ki sanat zevksizliklerini bırakalım peyami safanın romanlarına geri dönelim.

    peyami safanın romancılığı karakterleri psikolojik ve fikirsel bazda tamamiyle ''çıplak'' göstermesi bakımından ziyadesiyle olağanüstü.sadece bu kadar mükemmel bir biçimde dahi bir kaleminin olması peyami safayı türk edebiyatı içerisinde yüksek bir noktaya çıkarıyor.bunun yanında cümle aralarına yerleştirdiği muazzam bilgi taneleri insanı hayrete sürüklüyor.matmazel noraliyanın koltuğu da bu konuda bir istisna değil.gelelim romanımıza:

    4. senesinde tıp fakültesinden ayrılıp felsefeye geçen bir ''bunalımlı'' şahıs olan feritin dünyası oldukça karmaşık.olay örgüsüne bakmadan geçersek hadiseleri ruhsal bunalımlar,sinir krizleri ve bana panik ataklar gibi gelen nöbetler ile hayatı sarılmış,kuşatılmış vaziyette.mantığı en son zeresine kadar ''sömürerek'' kullanan ferit hayat karşısında kayıtsızdır ama bir o kadar da çaresizdir.bunalımdadır ama kendini bunalımlı gibi görmeye yanaşmaz ve kitabın en başından beri insanı gıcık edecek vasıflara sahip olan babasının ''istihza'' mirasına körü körüne sahip çıkar ama bu düşünüş tarzı da onu tatmin etmez.arayış içindedir.hayat konusunda,yaşam mevzusunda,hakikate ulaşma istikametinde ilerler.ne bulacağının merakı içerisinde koşar durur.

    peyami safa,feridin hayata bakış açısının değişmesiyle davranışlarının da değişmesini çok güzel bir şekilde tasvir eder.daha önceden cinsel bir meta,yatakta kullanılması gereken bir ''et'' olarak gördüğü ''selma''yla evlenmek aklının ucundan bile geçmezken en sonunda ona aşık olur ve onsuzluğu hayal edemez,kalbi sıkışır.hem feridin hemde selmanın tereddütleri ve diğer karakterlerin davranışları ise bize 40larda yazılmış bir romandan ziyade günümüzü anlatan bir eseri çağrıştırır.çünkü o karakterler hala vardır.aynı tereddütler,aynı çelişkiler,aynı kararsızlıklar ve aynı bunalımlar hala yaşanmaktadır.çözüme,çareye allah'ı koyan peyami safa kitabın başında islama savaş açacak raddeye gelmiş(namaz veya swingten biri gitmeli der ferid teyzesinin zulmünü duyunca) olan feridin yavaş yavaş imana gelişini ve huzura erişini anlatır.bu noktada ki en ironik konulardan biride ferid-selma üzerinden yaşanan kadın/erkek çatışması/birlikteliğidir.ferid başta sadece cinsel güdülerle hareket eden bir ''hayvanken''(ki kendini daha sonra öyle tanımlar) selma ruh peşindedir.daha sonra ise roller değişir,selma ''et parçası'' olmayı kabul ederken ferit ''ruh'' istediğini söyler.roller değişmiş olmasına rağmen sonuş değişmez,ilk seferinde kaçan selma ikincisinde de kaçar.ferdin olaya anlam veremeyişi ise ayrı bir düşünce konusudur.

    politik fikirlerin çatışmasını kadın/erkek çatışmasıyla beraber verirken peyami safa ortaya her zaman bir varoluşsal bakış açısı koyar.kimim ben?varlığımın sebebi ne?ferid bunalımlarla,çatışmalarla beraber ilerlerken hedefine doğru karşılaştığı metafiziksel hadiseler feridin pozitivist/materyalist bakış açısını zorlar ve en sonunda hakikatin maddesel fikirler ve evrensel kaidelerle çözülemeyeceği gerçeğine teslim olur.(teslim/teslimiyet/selam/selamet/islam/islamiyet)

    betimlemeleri sarsıcı,çıkarımları gerçekçidir ancak ikinci bölüm içerdiği uzun ve ağır felsefi metinler sebebiyle ilk bölümün tadını vermez.buna karşın oluşturulan karakterler hele ki feridin ''istihzacı'' babası ile ''hedonist'' annesi bugünkü türk toplumunda sayısı son derece yüksek bir miktarda bulunmaktadır.tasvir ettiği gençliğin ise özünde hiç bir şey değişmemiş ahlaksızlık/çürümüşlük istanbul merkezli olarak alabildiğine yayılmış ve bütün bir ülkeyi manevi bir işgal altına almıştır.peyami safanın işaret ettiği ve her romanında vurguladığı iki temel nokta olan allah/yaratıcı ile maneviyat/ahlak mevzusu tasvir ettiği şekilde toplumumuzda bulunmaktadır.

    peki hem allahsızlıktan hemde ahlaksızlıktan nasıl çıkacağız?peyami safanın feride gösterdiği yolu aramaya koyulacak kaç kişi var şu güzelim memlekette?şüphesiz üstadın eserleri bugün bile okunup o günlerden bugünlere,ahlaki açıdan geldiğimiz noktayı etüt etmek için okunabilecek en az sanatsal niteliği kadar güçlü bir psikolojik/sosyolojik derinliğe sahip eserlerin okunmasını yaygınlaştırarak.bu da zor gözüküyor.çok zor.
  • agah sirri levend zamaninda buna bir tenkit yazmis. tenkit demisken, su kelimeyi yeniden ihya edelim ne olur. kimi review diyor kimi kitap elestirisi. tenkit iyidir. iyi. neyse, ne diyordum. diyecegimi unuttum. internette bir sey aramaya baslarken de boyle oluyor. millet bosuna demiyor, arif'in attigi golu ararken insan nerelere dusuyor. ama onlar sansli, yine basta ne aradiklarini hatirliyorlar. ben onu da hatirlayamiyorum siklikla. misal demin de aynisi oldu. kimbilir ne diye cikmistim yolculuga. bir anda kendimi agah sirri levend'in matmazel noraliya koltugu tenkidini okurken buldum. ah 40lar, 50ler, 60lar, hatta 70ler. ne guzel bir dil varmis sizin zamaninizda yahu. ne oldu da kayboldu? oyle kotu ki vaziyet, donem dizisi yapip 70leri resmetmeye calisan 2000lerin gencleri safiyane "mamafih"ler, "ziyadesiyle"lerden olusan bir dilin yeterli olabilecegini zannediyorlar temsil icin. bak yine mevzunun sirazesi kaydi. levend diyordum, fevkalede yazmis. icerigi de degil, kelimeler albayim. ahenkle dans ediyorlar.
    http://www.tdkdergi.gov.tr/…951s2_08_a_s_levend.pdf
  • okuduğum diğer peyami safa romanları içinde bu romanı ayrı bir yere koyacaktım ki (diğer kitaplarda kahraman genelde milli şuura sahip birisi iken buradaki kahraman ferit her yüce duyguya karşı bir tutum sergiliyordu ta ki kitabın sonlarına kadar) sonunda kahramanımız her şeye isyan etmeyi bırakıp efendi bir kişiliğe bürününce işler değişti.

    kitaptan sevdiğim birkaç cümleyi de yazayım tam olsun.

    “ ben’in allah’ta yok olmaya koşması azizleri, insanlıkta yok olmaya koşması dahileri, millette yok olmaya koşması kahramanları yaratmıştır. “

    “ adaletin ölçüsü, ehliyet ve liyakattir. o zaman cahil bir kayserili pastırmacının milyoner olduğunu ve bir fikir adamının süründüğünü göremezsiniz. kazanç, sermaye ile çalışma arasında birinciye arslan payını vererek değil, eşit olarak da değil, istihsalde ikisinin tesir derecelerine, yani liyakate göre paylaşılır. “

    “ hürriyetin şahsiyetle münasebetini aramayan hukukçu, yalnız fertle devlet arasındaki münasebet planında kalınca, aptalla zekiye, bilgisizle alime, görgüsüzle görgülüye aynı rey hakkını tanımak zorunda kalır. böyle bir hürriyet ve müsavat anlayışıyla iki ahmak bir dahiden üstündür. partilerin seçimlerde aptal avcılığına çıkmaları, onları kandırmak için başvurdukları demagojinin demokrasi yerine geçmesiyle neticelenir. gazetelerde sık sık gördüğümüz ‘demokrasi demagoji haline geldi’ sloganı bir kelime oyunundan ibaret sayılamaz, demokrasinin halkı bir rakam halinde görmesinin zaruri neticesidir. on cahili dokuz alime tercih eden bir sistemde bilginin demagojiye mağlup olmasına şaşar mısınız ? “
  • bana edebiyatı sevdiren ve bu yüzden ilk göz ağrım dediğim, ilk okuduğum roman dokuzuncu hariciye koğuşu'nun bu içli yazarının, ayak fetişisti olduğunu düşünmeme sebep olan satırları barındıran romanı.

    "ne istiyor bu dekolte ayak benden? bugün sokaklarda dizkapağına kadar açılan kadın bacakları hangi budala aristo'nun mantığına, eflatun'un idelerine, leibniz'in monadına dair fikirler uyandırır?"
  • cok etkileyici bir peyami safa romanıdır. fazlaca kelime oyunları vardır
    örn:
    ''olamaz. olamaz yok, bu dünyada herşey olur fakat olağanlık derecesi ihtimali hesaba vurulduğu zaman olamaza yaklaşan nîsbi bir olamazlıkla olamaz bu''
    behhh...
  • kitaptan:
    "anlaşıldı değil mi dostum? ben türk değilim, insan değilim, hayvan değilim, tıbbiyeli değilim, felsefeci değilim, aşık değilim, zengin değilim, ferdçi değilim, cemiyetçi değilim, milliyetçi değilim, vafi beyin ecinnileri arasında oturan, iradesi çarpılmış, bir hafta sonra ne yapacağını bilemeyen, tenbel, hiç bir işe yaramaz ve ömrünün yarısı avrupa’da hariciye memurluklarında geçmiş, ayyaş, zampara, hedonist, ciddiyetin yalnız hayvanlara yakıştığına inandığı için dünyanın bütün dramlarına kahkahayı basan ve bunun için “gülener” soyadını alan bir baba ile, yarı sanatkar, yarı deli, erkek düşkünü, veremli ve veremden iki yetişkin kızını kaybetmiş, paris’te okuduğu için kültürlü, ayyaş kokainman, genç yaşta ölmüş bir ananın desencharte, demesuer, desoirente, deracine, degenere oğluyum. on sene evveline kadar siyah bir köpek peşimden gelir, yatak odama ve yatağıma girerdi. fakat daha beteri de varmış. bu köpek nemrud’un devesi olsaydı onu koynuma alamazdım. yine de fakirlere acıyor ve onları kurtaracak fikirleri –seninkilerden daha az fantazya olmadıklarını bildiğim halde- seviyorum. nemrud’un devesi beni kovalayıncaya kadar, üstüme siz burjuvaların cendekleri yıkılıncaya kadar, evdeki ecinnilerden birinin ayağındaki iple dili çözülünceye kadar ve... elini... elini göğüs kafesinden içeri sokup ruhunu kaşıyan tanburinin derdini anlayıncaya kadar, fatma’nın pıtpıtlarını merdivende avuçladığım göğse bağlayan sırrı çözünceye kadar, şimdi... şimdi senin bana koyduğun teşhise bütün akıl doktorları iştirak edinceye kadar, velhasıl bilinmez hangi zamanın hangi delilik, ermişlik, hastalık, can çekişmeleri, kurtuluş, sevinç, bayram, kainattan tiksinti, intihar, selma’yı saim’in odasına atmak, ve... para kazanmak için londra’ya gidip bombardımanda öldüğünü yahut bir milyoner olarak istanbul’a geleceğini bilmediğim allah’ın belası babamın öteki ve ya bu dünyada yakasına yapışma anına kadar böyle kalacağım. bana ilişme, gidiyorum. karşına maurrus’un sakalını al, on kürdan daha kır, otur ve beni rahat bırak. romanus sum!"
  • kitaptan bir kesit:
    "koltukta uyuyup kalmışım. gözlerimi açtığımda kapının vurulduğunu duydum: cevap vermedim, gitti. sabri'yedir. odama girmeye cesaretleri yoktur. gündüz müdür, gece midir, bilmem. iki oda arasında, koridorda saatlerce dolaşırım. yorulup kendimi tekrar koltuğuma atarım. yarabbi! nur istiyorum."
hesabın var mı? giriş yap