• uzak'tan bilinçsiz ve tesadüfi bir şekilde geriye gitmişim. mayıs sıkıntısı bende sıkıntıdan daha çok sıcaklık ve doğallık duyguları uyandırdı. inatçılık ve çabanın sonu uzak'taki gibi mi olacakmış, hayır geçmiş her haliyle daha güzel. o bitmek tükenmek bilmeyen daha doğrusu bitmeyeceğine inandığın heyecan ve çaba. sonuçtan çok o çekilen dertler hoşuma gidiyor sanırım, hala heyecanı ayakta tutabildiği için.

    saffet'e üzülemiyor insan, bazılarına hayatta çizilmiş bir rol var ve o kişiler bu rolden çıkamıyor.
  • nurinin başyapıtı
  • yumurta taşımayla öğretilecek bir sorumluluk duygusunun bir sepet emrivaki domates yüzünden yıkıldığını görüyoruz. muzaffer yumurtayı kaynatsana deyince çocuk “hile olur” diyordu o hileyi bilen çocuk istemediği bir şekilde kırılan yumurtayı da başka bir kümesten tedarik edebilecek kadar da zeki. çocuklar ilkokul döneminde kurallara sadece kural olduğu için uyar der piaget.`:sonra niyet ve gerçeklik faktörü devreye giriyor zamanla` bu çocuğumuz da sadece hile olur demekle yetiniyor neden hile olsun, denildiğinde cevap veremiyordu. . çocuklu sahneler güzeldi, acemi gibi durmuyordu. çocuklar bir başka doğal oluyor nbc sinemasında (bkz. bir zamanlar anadolu’da, kış uykusu).

    ne istiyordu çocuğumuz saat mi? ne için? ve başka bir ilgi çekici nesne bulunca da onu yani çakmağı. sonra tekrar saat. bahaneler de sırasıyla geliyordu. halbuki başkasının sepeti yüzünden kırılan yumurta kendini açıklatabilecek kadar ikna edici gelseydi bir yalan zinciri, hile olmayacaktı.

    elbette saçma sapan işler bize de kitlendi çocukken ekmek almalar, davetiye vermeler, birini çağırmalar vs. çocuk aslında tepeden aşağı sepete tekmeyi vururken bizim çevredeki emrivakilere karşı tepkimizi de yansıtıyor, özerkliğin hiçe sayıldığı anları ve kızgınlığı böyle ifade ediyor.

    babasının şivesine gelirsem filmin yarısına kadar neredeyse söylediklerinin yarısını anlamadım hızlı konuşuyor, bir ege şivesi yüzünden de olabilir bu anlaşılmama. özellikle ilk sahnelerinde peşi sıra işleri yaptığı yerlerde muzaffer gibi ben de izlemek istedim. çalışanı izlemeyi seviyoruz, şikayet etmeden kendi kendine çalışanı daha bir çok seviyoruz. misal geçen evin önünden yarım kepçe kum evin arka tarafına doğru taşınacaktı annem, babam işe başladılar işin %10’unu yapmadan sesleri çıktı ve hiç işe yaramak istemeyen ben bile kalan işin yarısından çoğunu tek başıma yaptım. birilerini çalıştırmak için çalışanlardan haz etmiyorum, yapamayacağımız işin altına girmeyi marifet biliyoruz. bir deyiş var “aptal aslan” diye, bir aslan önce avını tartarmış sonra onu ne kadar kovalayacağını ve yiyince alacağı enerjinin yaktığı enerjiden fazla olmasını gözetmeyenler için kullanılırmış. biz de bu çok var, çocuk rızkıyla doğar gibi atasözlerimize de yansımış hatta. kendi işini kendi yapan, tartan, koşuşturan bir adam. ama aynı zamanda ormandan arazi çevirip bunu kendine hak olarak da görebiliyor sebep ne dersek de milletin de bunu yapması. aslında nbc tam olarak da iki zıttı da eşit mesafeli veriyor bana göre yan karakterlerde. baba da iki kutuplu birinin daha fazla işlenmiş olması diğer kısmına gölge düşürmüyor. kadastrocu avı kişiliğini değiştirmiyor. terzi telefonu kapattıktan sonra birilerine söverken o kendi arazisinin derdinden geri kalmıyor.

    anne karakteri de iyi oynamıştı bana kalırsa. hatta kısa film de gayet hoştu.

    ayrıca bu filmde dikkatimi çeken bir unsur da şuydu: çekerken çekim hissi. biz muzafferin çekimlerini izlerken onu çeken kamerayı da eş zamanlı izleyebiliyorduk sanki. aynı görüntü iki kamera gibiydi.
    muzaffer’in saffet’e bir söz verip ardından ciddiyete dönme aşamasında tersine ikna etmeye çalışması da gözden kaçacak gibi değil. emin her ne kadar gemileri köyden ve fabrikadan yakmış olsa da onu orada kalmaya ikna etmek muzaffer’e ne kazandıracak diye soruyoruz ister istemez. uzak’ta bu öfkenin daha da artması gördüğümüz bir köylü düşmanlığı değil. başkalarının sorumluluğu, yükünü almaktan imtina etmek. kendi alanında özgürlük kısıtlaması yaşamak…

    son olarak genel değerlendirmeyi yapmadan bitirmek istemedim. şehirden, köyden ya da ait olduğu herhangi bir yerden kopmak, bir alışkanlığın ve bir düzenliliğin akışına ters giden karmaşık işlerden kaçınmak, artık umut kesilmesi gereken üniversite sınavından el etek çekmemek… tam anlatılmak istenen şey şu diyorum aslında hem o hem de o değil. tek bir şey anlatmıyor çünkü bu filmde nbc çocukla başka bir şey anlatıyor, muzaffer ile başka bir şey, saffet ile başka bir şey, muzafferin babasıyla başka bir şey. böyle birbirine paralel uzanan hikayelerin bir kısa kesişiminden beslenmiş gibi ama dozunda beslenmiş tıpkı saffetin arkadan çekildiği sahnedeki süre gibi. ne kadar çok şey anlatmaya çalışsam da eksik kalan bir şeyler oluyor ama olsun hiç anlatmamaktan kötü olamaz ya.

    şuraya kış uykusu analizimi de bırakayım.
  • öncelikle bir itirafla başlayayım, ben, batman'in superman'i dövdüğü, cücelerin yüzük kovaladığı(linç is coming) filmlerdense, "insan anlatan" filmleri izlemeyi tercih ederim her zaman, sevdiğim şey budur ama nbc sinemasına uzaktım. tam bir dallama bakış açısıyla "yeaaa uzun uzun sessizlikler, çok uzun diyaloglar pff" diyordum hiç izlemeden.

    birkaç hafta önce çok sevdiğim ve film zevki konusunda otorite gördüğüm birinin önerisiyle ahlat ağacı'nı izledim. evet, çok uzun diyaloglar da var, çok uzun sessizlikler de. o uzuuun sahneler öyle bir tat bırakıyor ki insanda, sahne değişmesin istiyorsun. çoğu zaman, bir film izlediğini unutup, o insanların hayatından bir kesitte onlarla beraber yaşıyormuşsun gibi hissediyorsun. bu hissiyatı bugün mayıs sıkıntısı'nı izleyince fark ettim. ahlat ağacı'ndan sonra bir tat kalmıştı ağzımda, sözlük' teki başlığına 3-5 kere girip bir şeyler karalamaya çalıştım ama toparlayamamıştım hislerimi, kapatıp çıkmıştım hep. şimdi taşlar yerine oturdu.

    --- spoiler ---

    "eee n'oldu şimdi? ee ana fikri ne filmin? eee? eee?" diyenler için söyleyeyim; hiçbir şey anlatmadı film ve hiçbir ana fikri yok.

    nbc bizi aldı, yenice'ye götürdü ve 38 gün boyunca emin amca' nın evinde misafir kaldık. ufak ufak çevremizdeki insanları tanıdık muhabbet ettikçe. ali' nin müzikli saat alabilmek için cebinde taşıdığı yumurtayı gördük, muzaffer'in çekmeye çalıştığı film için beleş mekan ve ucuz oyuncu aradık kapı kapı gezip, emin amcanın evi yıkılmasın, ağaçları kesilmesin diye kanun maddesi araştırdık kitaplardan, saffet'in ne okulu, ne işi başaramadığını gördük, sırtına vurup "takma lan" dedik.
    sonra işimiz çıktı ve kendi evimize döndük. biz dönerken emin amca ormanda vakit geçiriyordu, etraf yanmasın diye ateşi söndürdü, ali'nin unuttuğu yumurtayı bulup cebe attı.

    evimize döndüğümüzde aklımızın bir köşesinde o insanlar kaldı. acaba kadastrocu lavuklar gelip işaretledikleri ağaçları kestiler mi? yoksa emin amcaya verdiler mi oraları?
    muzaffer n'aptı film işini? kasetler çok pahalı bu devirde, illa masraf çıkıyor ama başarır bence. saffet n'oldu? bulabildi mi acaba düzgün iş, okul işi olmayacak onun belli.
    ali, yumurtayı kırıp başka bi tane çaldığını görmedik sanma ama umarım halan babanı ikna etmiştir müzikli saat için. sadık'tan aldığın çakmağı da yakalatma, sigara içiyorsun sanarlar, yersin şamarı.

    38 gün dokunduk biz o insanların her ruh haline. şimdi hemen akıldan silinmiyor hayatları.

    - filmler bu kameralarla mı çekiliyo muzaffer?

    --- spoiler ---
  • arkadaşın biri beğenmemişti. gerçi sanırım o sanat filmi sevmiyordu. görsellik değil aksiyon istiyordu. ama nuri bilge ceylan filmleri böyledir. tarkovski filmleri de. ortada verilmek istenen büyük bir mesaj yoktur. film boyunca aralara serpilmiş küçük mesajlar vardır. tıpkı hayat gibi olaylar olağan bir şekilde ilerler bu filmde
  • izlerken oğlum yanındaydı, yumurta kırılmasın diye pişir derken bizimki baba kırılırsa gider yerine yenisini koyar dedi henüz ilgili sahne gelmemişken.
    sadece üzerindeki koda dikkat etmeli, oradan anlayabilirler dedi, tabi çocuğun tek gördüğü marketteki seri üretim yumurta...
  • sonu nasıl bitmelidir
  • anadolu'da gencinden yaşlısına herkesin kendi tasasında yaşamına devam ettiğini tüm doğallığıyla anlatan 1999 tarihli nuri bilge ceylan filmidir. kimi tarlasının bakımını yapar, kimi müzikli bir saat için cebindeki yumurtanın kırılmaması için emek sarf eder. taşrada emek varken istanbul görüp gelen ise bu mücadelenin karşısında hep kolaycılığı öne sürer.
    --- spoiler ---

    "çok olur mu muzaffer, ben tam 20 senedir bunları bekliyorum burada. 3-4 ay gelir geçer."
    --- spoiler ---
  • birazdan ebediyen bu mayısta kalmasını temenni ettiğim ruh halidir. haziran sevinci şekilde bir yaz akşamında yaşanması ümidiyle.
    ---
    filmi de gecesinde tamamladığımdan bir şeyler yazmak isterim filme de dair.
    bu filmle beraber taşra üçlemesini tamamlamış oldum ve en güzeli istanbul'un dokusu ve son sahnesi için "uzak" demek istiyorum.
    sadeliği ve konuşmalarında ki duruluk içinse "kasaba" , bunları birbirine bağlayansa "mayıs sıkıntısı" oldu benim için.

    mayıs sıkıntısında her karakterin ayrı bir hikayesi var malum, çocuk karakterin "doyumsuz" halleri, kendimize bir dönüp bakabilmek için yerinde olmuş. yine olayların yaşandığı dünyada "gece-gündüz" döngüsü içinde sıkışmış insanların bir uyuyup bir uyanıp "yaşıyor olmalıyız herhalde(?)" diye düşünmeden günlerini geçirmeleri, o sıkıntıyı veren yaşatan durumdu.

    bu sıkıntıyı yaşamak için filmi izleyip analizinden çıkarım yapmaya gerek yok, hepimiz aynı gündüzün mahkumu aynı gecenin yalancılarıyız.

    edit: ekleme
hesabın var mı? giriş yap