• 7 mart 2007 'de amerikan girişim enstitüsü yani orjinal adıyla american enterprise institute (aei) 'de irving kristol ödülünü bernard lewis aldı. ve o dönem bundan bizim basında veyahut radikal gazetesi'nden, bianet'ten, ömer laçiner'den, yıldırım türker'den alıntı yapınca bütün dünyadaki gelişmelerin ana kaynağına ulaştığını sanan zibidileri bir kenara bırakırsak, türkiye'de gerçek manada düşünen, araştıran beyinlerin gerçekten 7 mart 2007 tarihindeki bu ödülle ilgili kafa yorup yormadığını cidden bilmiyorum, ha kıyısından köşesinden belki takılan olmuştur, ama bu yeterli mi, bu sadece basit bir ödül mü, gelin irdelemeye çalışalım, zira medeniyetler çatışması'yla alakalı olarak çok ilginç şeyler söylendi bu törende.

    [ benim lewis 'in yaptığı ödül konuşması için kaynağım doğrudan aei'nin sitesinde şu sayfadır: http://www.aei.org/…25815,filter.all/pub_detail.asp ]

    önce aei nedir ona bir bakalım; bush ve beyin takımının kendi hükümetlerinin, abd'nin ve dünyanın başına ne kadar çorap örülmüşse, hepsinin konuşulup tartışıldığı, bir nevi yakın geleceğin dünyasının adım adım biçimlendirildiği bir yerdir aei. washington'ın former liberal ve jewish conservative de dahil olmak üzere (http://www.campus-watch.org/article/id/3112) çeşitli şekillerde kullanılan neo-conservative teriminden muzdarip yeni muhafazakarların mabetlerinden biri açıkçası. ve bu mabette neo-conservative düşüncesinin ideologlarından irving kristol 'un ödülü bu sene oryantalistliğin kitabını yazmış bernard lewis e verildi. bu ödül üzerine lewis yukarıda verdiğim linkte bulunan konuşmayı yaptı. başlığı avrupa ve islam olan bir konuşma. ("my topic this evening is europe and islam.")

    lewis'e göre bir çağlar iç içe girmiştir, büyük olayların, vakaların bitimi bir başka büyük olayların, fenomenlerin başlangıcı demektir. örneğin roma imparatorluğu'nun yıkılmasıyla amerika'nın keşfi arasında da böyle bir ilişki vardır. ("i am becoming more and more convinced that we are in such an age at the present time--a change in history comparable with such events as the fall of rome, the discovery of america, and the like. ") modern orta asya tarihini de 18. yy.'ın sonunda başlatan lewis 'e göre; islam'ın can damarı olan bölgelerin tam manasıyla islam'ın kurallarıyla yönetilmemiştir, napolyon'un fransız kuvvetlerinin ardından, türklerin yönetimi gelmiştir, ancak bu da mısırlılar veya onların yöneticileri tarafından yönetilmemek manasına geliyordu, en azından lewis'e göre bu böyle. ("that was, as i said, at the end of the 18th and the beginning of the 19th century. from then onward, the heartlands of islam were no longer wholly controlled by the rulers of islam. they were under direct or indirect influence or control from outside.") tabi burada lewis'in sözleri çerçevesinde, orta asya'nın kontrolü hususunda türklerin, lewis'in deyimiyle "direct or indirect influence or control" ifadeleriyle değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışılır. 18. yy.'dan söz edildiği için lewis'in haklı olduğu söylenebilir. neyse bu çok önemli değil benim için, benim asıl medeniyetler çatışması kapsamında üzerinde duracağım bahis şudur: burada dendiği gibi; islam'ın kurallarının bir türlü işlememesi ve orta asya'da sürekli dış etkenlerin yönetimi söz konusuydu. ancak lewis'e göre bu süreç artık sonlandı, gorbaçov ve reagan'la birlikte yeni bir çağ başladı. artık orta asya dış güçler tarafından yönetilmiyor. ("that game is now over. the era that was inaugurated by napoleon and nelson was terminated by reagan and gorbachev. the middle east is no longer ruled or dominated by outside powers.") tabi lewis bu konuşmasını, ikinci ırak saldırısının sorumlularından abd başkan yardımcısı dick cheney ve eşinin de bulunduğu neo-conlar önünde yapıyor olması, burada geçen "dış güçlerin artık etkinliğini yitirmesi" bahsi açısından işin ironik boyutu. zira eğer buradaki milletler yeni oluşan bu sisteme ayak uydurmaya çalışırken zorlanmaktalarsa ("these nations are having some difficulty adjusting to this new situation, to taking responsibility for their own actions and their consequences, and so on.") o halde lewis'in bu zorluğun nasıl giderileceği üzerine de bazı fikirleri olacaktır, ya da ben bekliyorum bunu. ve çok geçmeden beklentim sona eriyor, ama öyle böyle değil, lewis 'e göre; orta asya'daki bugünkü karmaşanın temel sebebinin aslında batının orta asya'dan elini çekmesiyle buradaki eski kavgalar ve inançlar (trend kelimesini kullanıyor) yeniden ortaya çıkmasıdır. ("we see with the ending of the era of outside domination, the reemergence of certain older trends and deeper currents in middle eastern history, which had been submerged or at least obscured during the centuries of western domination.") yani batı egemenliği burada bir orta yolu bulmuştu, kan dökülmüyordu, din ve ırk çatışmaları sonlanmıştı. çok ilginçtir; romanum imperium'un pax romana 'sı ile osmanlı imparatorluğu 'nun pax ottomana'sı da aynı söylemlerle övülür, gerçekten de biri neredeyse iki yüzyıl, diğeri de 5-6 yüzyıl barış yaşatmış oldukları hep dile getirilir. (bu arada belirtmeden edemeyeceğim; pax terimi aslında roma'ya özgüdür. yani her ne kadar klasik çağ hocalarından amerikalı frank bourne pax americana terimini kullanıp, "pax americana çağında genç amerikalılara öğrettiğimiz en önemli ders pax romana nın yükselişi ve düşüşüdür." dese de [national geographic, july, 1997 p. 12], aslında roma'nın pax idrakı ve kabul ettirmeye çalıştığı yönetim felsefesi ile amerika'nınki baştan sona farklıdır, osmanlı barışı ise hepten farklıdır, neyse buna başka bir başlıkta değiniriz.) lewis'in burada dile getirdiği de benzer bir barış durumudur, böylesine stratejik kararların düşünülüp, tartışmaya açıldığı, yeni dünya düzeninin oluşturulmaya çalışıldığı bir platformda, abd başkan yardımcısı önünde yapılan bir konuşmada orta asya'daki çatışmaların (lewis "internal struggles --ethnic, sectarian, regional--" diyor bunlara) asli sebebinin, batının oradaki egemenliğinin ortadan kalkması olduğunun belirtilmesi ne kadar da manidardır, hele ki son 15 sene içinde yaşadıklarımızı düşünürsek. lewis'e göre; emperyalizm çağında da bu tarz çatışmalar yaşanmış olmasına rağmen, şimdikine göre tümüyle azdı. ve eski kavgalar, örneğin sünniler ile şiiler arasındaki çatışmalar yukarıda belirtilen sebepten ötürü yeniden alevlenmişlerdir. ("these have of course continued, but were of less importance in the imperialist era. they are coming out again now and gaining force, as we see for example from the current clash between sunni and shia islam--something without precedent for centuries.") bugüne kadar sanki bölgeyi sürekli karıştıran ve kendi menfaatleri uğruna bir yangın yeri yaratan batının kendisi değilmiş gibi, şimdi de batının buradan elini çekmiş olması çatışmaların sebebi olarak gösteriliyor. tabi buradan şöyle bir öngörüde bulunmak mümkündür; özellikle ırak'a düzenlenen ikinci saldırıdan sonra (bazıları buna savaş der, nasıl bir savaşsa tek taraflı.) etnik ve dini ayrışmalara dayalı çatışmaların daha fazla olduğu açıkça görülmektedir. zaten saddam zamanında da belli bir özgürlük ve barış havasından söz etmek mümkün değildi, ancak lewis'in deyimiyle batı'nın yeniden müdahalesiyle ortalığın daha da karıştığını görmemek körlük olur. ha belki de lewis bir ironi yapıyordur, bilemem zira cheney'nin olası bir ironiyi nasıl değerlendireceğini bilemeyiz.

    biz tekrar konuşmaya dönersek; bir diğer önemli tema da şudur müslümanlar ile hiristiyanlar arasında süren dünyanın egemenliği savaşı. bu açıdan bakıldığında savaşın iki tarafının da kendilerine göre avantajları ve dezavantajları var. mesela müslümanlar hiristiyanlardan daha şevkli ve imanlılar, hiristiyanlarda bu ya hiç yok, ya da onlarda çok zayıf. müslümanlar kendilerine güveniyorlar bu medeniyetler çatışmasında, ancak hiristiyanlar birbirlerine iftira atıp, birbirlerini karalamakla meşguller. müslümanlar kalabalık bir nüfusla, inançlarına sadık, disiplinli bir tarafken, hiristiyanlar en azından bu konuda geri olduklarından kendi ülkelerinde bile bir müslüman çoğunluğun altına girme riski altındadırlar. ("they have fervor and conviction, which in most western countries are either weak or lacking. they are self-assured of the rightness of their cause, whereas we spend most of our time in self-denigration and self-abasement. they have loyalty and discipline, and perhaps most important of all, they have demography, the combination of natural increase and migration producing major population changes, which could lead within the foreseeable future to significant majorities in at least some european cities or even countries.") yani hiristiyanlar için temel tehlikelerden biri müslüman nüfusun altında ezilmektir. lewis'e göre; batı hiristiyanlarının da kendilerine özgü avantajları vardır; örneğin batılılar bilgi sahibidirler, özgürdüler. batılı manada özgürlük düşüncesi müslüman coğrafyalar da dahil olmak üzere her yere yayılıyor, benimseniyor. lewis'e göre; batılıların medeniyetler çatışmasındaki en büyük umudu da işte budur, hatta bu belki de onların tek umududur. ("but the idea of freedom in its western interpretation is making headway. it is becoming more and more understood, more and more appreciated and more and more desired. it is perhaps in the long run our best hope, perhaps even our only hope, of surviving this developing struggle.")

    tabi konuşmanın tamamını okuduğunuz zaman burada yaptığım yorumları daha da ileri götürebilirsiniz, mesela şey diyebilirsiniz kendinizi pek öngörü sahibi hissederek; "yakında batıdan doğuya yeni bir 'barış ve demokrasi götürme harekatı' söz konusu olabilir." ama ben açıkçası böyle diyemiyorum, zira böyle demenin bir manasını göremiyorum, içerde bazı salaklar "ne güzel saddam devriliyor, o kapalı sosyalist düzen (!) yıkılıyor, ırak'a barış ve huzur geliyor!!" diyordu, şimdi olası "medeniyetler çatışması" bahanesiyle her türlü harekatın temelinde lewis'in tek umuduru olan "batılı yorumuyla özgürlük ve demokrasi" ye inanacak gerzek cahillerin sayısı daha da artacaktır. "ne güzel otoriter, 30'lu yılların rejimleri yıkılıyor, demokrasi ve barış geliyor!" bundan sonra özellikle bu konuşmaya batı basınında, siyasi ve akademik çevrelerde ne gibi yankılar uyandırdı, o açıdan bakarak yaklaştığım entiriler düzmek istiyorum.

    (bkz: ira enim viri iustitiam dei non operatur)
    (bkz: bu cruise demokrasi icin bu tomahawk ozgurluk icin)

    tavsiye edilen linkler:

    http://www.campus-watch.org/article/id/3112
    http://www.sourcewatch.org/…?title=neo-conservative
    http://www.birikimdergisi.com/…=1&dsid=28&dyid=1156
    http://www.birikimdergisi.com/…1&dsid=338&dyid=5081
    http://www.birikimdergisi.com/…=1&dsid=40&dyid=1351
    http://www.kutadgubilig.com/makaleler/1.php?id=32

    aylar sonra gelen bir ekleme: burada anlatılanlara yani lewis'in "batının sıkıntısı" olarak gördüğü hususlara benzer bir durum tespiti dün radikal gazetesinde yorum sayfasında yayınlandı.

    "...avrupa'da bir sorun var ve görünürdeki neden islam; zira avrupa'daki müslüman nüfus artıyor. avrupalıların sayısıysa doğum oranlarının düşmesiyle azalıyor. hatta almanya gibi bazı ülkelerde ölüm oranları doğum oranlarından yüksek.
    fakat sorun sadece şekil açısından böyle açıklanabilir. öz itibarıyla, avrupalı müslümanların dine bağlılığı artıyor. avrupalı hıristiyanlar da dinden uzaklaşıyor. türk asıllı büyük bir müslüman nüfusun bulunduğu almanya'da 2004-2006 arasında 18 mescit inşa edilmiş. böylelikle almanya'daki mescit sayısı 159'a yükseldi. 128 yeni mescidin inşası da sürüyor. türk-alman müslümanlar ihtiyaç olmasa bu mescitleri yapmazlardı. buna karşın tablo hıristiyan almanlar ve avrupalılar nezdinde ters yönde. papa 16. benediktus'un memleketi almanya'nın yoğun nüfuslu büyük bölgelerinden essen'de 350 kiliseden 98'inin, katılımın olmaması nedeniyle kapatılıp kültürel ve sanatsal faaliyetler için kullanılmasına karar verilmiş. bu durum sadece türklerin yaşadığı almanya'da değil, diğer avrupa ülkelerinin çoğunluğunda büyük soru işaretleri yaratıyor."

    muhammed el semmak
    lübnan gazetesi müstakbel, eski lübnan milletvekili, 10 eylül 2007
    http://www.radikal.com.tr/…=232777&tarih=13/09/2007
  • age of empiresta yeterince altın, taş, odun toplayınca girişilmesi gereken atraksiyon.
    (bkz: dünyanın en yüzeysel adamı)
  • medeniyet denen şeyin varolduğu zamanlarda kalmıştır.
    şimdikiler it dalaşıdır; o kadar.
  • ikinci dunya savasi sonunda alman mucitlerin alayini ulkesine goturup nukleer gucu elde ettikten sonra, canada nin istilasina ait projenin dahi yer aldigi kirmizi dosyasiyla amerika nin hazirladigi ulkeler arasi savas oyunlaridir. bir b 2 nin fiyati bir milyar dolar. istatistiklere gore dunya saglik ve fakirlik sorunu 450 milyar dolara ortadan kalkiyor. ama kalkmiyor, kalkmayacakta conditionalities sartlariyla ve silah satimiyla birilerinin bread and butteri masa uzerinde daim olmasi gerekiyor.
  • yasar nuri öztürk e göre gelecekte tüm insanlığı kapsıyacak islam ın önüne geçilmek için, imajını zedeleme kampanyasının sadece bir kolu..
  • şu yaşadığımız topraklarda binyıllardır yaşanan çatışma, tokuşma, sokuşmadır.
    sadece dinle falan da alakası yoktur hani, dinler yokkene de vardır.
    doğu ile batı ister istemez anadolu'da, balkanlarda karşılaşır ve biri diğerine omuz atar ve savaşlar gelişir.

    doğu batı arasında kalan topraklar da, tüm bu çatışmalara şahit olur.
    birbirine kıl olan doğulu ya da batılı diğerine,
    'yiyiyosa çıkışta anadolu'ya gel ulan!'
    diye meydan okur. sonra meydan savaşı olur.

    sonra da bu gelenek ister istemez bu topraklarda yaşayanlara miras kalır.

    menelaos yunanistan'daki kahvelerden adam toplayıp truva'yı basar
    sonra eski yunan pers ile kapışır
    makedon kalkar hindistana kadar dalar
    türkler kopar, bizansa kafa göz girer
    haçlılar gaza gelir gaza diye gazzeye akar
    osmanlı balkanlara geçer, önüne gelene geçirir
    sonra balkanlar birleşir, türkleri batı'dan atmaya çalışır
    batı yunana bir kemik atar, yunan peşinden anadoluya çıkar
    anadolu silkinir, yunanı geri postalar
    nihayetinde 'al rumlarını, ver türklerimi' denir, mübadele yapılır
    yetmez, balkanlarda kalan müslüman/türklere baskı bitmez,
    türkiye'de kalan rumlara/gayrimüslimlere yapılanın sonu gelmez...
    memlekette 'öteki kalmadığı sanılır',
    ama eşyanın tabiatı gereği,
    balkandan göçenler ile kürt aşireti arasında pek de bir ortak nokta oluşamaz!
    memlekette her zaman birileri diğerlerine 'gerici' der,
    diğerleri de birileri için 'dinsiz, allahsız' der.
    biri birine baskı yapır, biri birini keser, yakar.

    kimse şimdi kalkıp 'bölücülük yapma birader' demesin,
    binlerce yıllık kültürel ayrılık ve gelenek farklılıkları görmezden gelmek için at gözlüğü bile yetmez.

    siirt'te 4 karı alan, kot pantalon giyip sokağa çıktı diye kızın öldüren adamla
    enez'de kızıyla oturup karşılıklı rakı içen, karısıyla denize giren adam aynı ortama girerse ordan medeniyetler çatışması çıkar.

    tabi ki memlekette herkesin arasında medeniyet çatışması olacak diye bir şey yok, ama bugün sokaklarda sevgilisiyle/kocasıyla elele dolaşan başı açık kızlara dişlerini sıkıp 'orospuu' diyen adamlar ve hatta kadınlar varken, sadece başı kapalı diye tüm kadınlara 'gerici' yaftası yapıştıran aşırı uçlar varken, 'bu memlekette medeniyetler çatışması yok, yaratılmaya çalışılıyor' demek biraz fazla iyi niyet gerektirir.

    bu topraklar, topraklarına sinmiş bir şekilde medeniyetler çatışmasını hep yaşadı, bugün de hala yaşamakta. bu medeniyet çatışması iyi niyetle bakıldığında zenginlik gibi görünebilir, ama diğer yandan da ayrışma sebebidir.

    sonunun nereye varacağını elbette her zaman haklı çıkan zaman gösterecektir.
    medeniyet çatışmasının mı, yoksa kaynaşmasının mı galip geleceğine insanlar değil, tarih karar verecektir.
  • the war on islam adlı eserin yazarı, gazeteci enver mesud'a göre; yahudiler ve hiristiyanlar da müslümanlara göre islam'ın şemsiyesi altında müslüman olmaları gerektiğinden ve islamiyet'te sadece adaleti sağlamak için savaşmak (cihat: "islam teaches that "the most excellent jihad is for the conquest of self." it teaches muslims to speak out against oppression, and to fight if necessary for justice. this is jihad.") meşru olduğundan abd'nin medeniyetler çatışması gereğince müslüman ülkelerle saldırması, onları tehdit etmesi, bütünüyle adaletsizliği gösterir, medeniyetler çatışması bu adaletsizliğin sadece boyasıdır. 1

    mesud'a göre hiristiyan avrupa ve abd'deki müslüman olmayan sivil gruplar abd'nin müslümanlara karşı saldırılarına şiddetle karşı çıkmaktadır. hatta guardian'dan şöyle bir alıntı yapıyor: "church leaders including the new archbishop of canterbury, rowan williams, have questioned the legality and morality of an american-led assault on iraq in a strongly worded declaration handed to downing street." ona göre dünyanın kaynaklarının kontrolü ve kullanımı da bu çatışmanın sebeplerindendir. bunun için çok çarpıcı bir örnek veriyor gazeteci; albert einstein barış ödülü (albert einstein peace prize) sahibi george kennan (aynı zamanda policy planning staff at the state department 'ın da bir dönem başkanı 2) "top secret policy planning study no. 23" künyeli yazıda şöyle demiş: "we have about 50% of the world's wealth, but only 6.3% of its population.... our real task in the coming period is to devise a pattern of relationships which will permit us to maintain this position of disparity."3 ona göre abd'nin bu uğurda kullandığı silahlar ise; rejim değişiklikleri, askeri darbeler, terör faaliyetleridir. yangın yerine ve lise kitaplarında öğretildiğince stratejik pozisyonu gereğince ülkemizde her dönem korku unsuru olmuş üç silah, hiç şaşırtıcı değil.

    zbigniew brzezinski de kaynakların kontrolüne dair yaptığı analizde şöyle bir durum tespiti yapıyor bir yerde 4: "a power that dominates eurasia [the territory east of germany and poland, stretching all the way through russia and china to the pacific ocean--including the middle east and most of the indian subcontinent] would control two of the world's three most advanced and economically productive regions. a mere glance at the map also suggests that control over eurasia would almost automatically entail africa's subordination, rendering the western hemisphere and oceania geopolitically peripheral to the world's central continent. about 75 per cent of the world's people live in eurasia, and most of the world's physical wealth is there as well, both in its enterprises and underneath its soil. eurasia accounts for 60 per cent of the world's gnp and about three-fourths of the world's known energy resources." ve bu kaynakların kullanımının yolunu da şöyle ortaya koyuyor: "the three grand imperatives of imperial geostrategy are to prevent collusion and maintain security dependence among the vassals, to keep tributaries pliant and protected, and to keep the barbarians from coming together,.."

    para babası george soros'un da belirttiği gibi 5; abd aslında uluslararası manada ortak yasaların kabul edilmesi ve buna dayalı olarak barışın sağlanabilmesi önündeki en büyük engeldir. ("the united states has become the greatest obstacle to establishing the rule of law in international affairs.") zaten bir araştırmaya göre6 avrupalıların büyük bir kısmı, abd'nin 11 eylül sonrası politikalarının söz konusu terör hareketleriyle ilgisinin olduğuna inanmıyormuş, abd bütün dünyaya karşı sadece "medeniyetler çatışması" çerçevesinde değil her alanda tek başına direnmektedir. amacı nedir peki? "dünyayı daha güvenilir, yaşanılabilir bir yer haline getirmek." 11 eylül öncesi de dahil olmak üzere abd'nin dünyayla ters düştüğü kimi politikalarını şöyle sıralayabiliyoruz 7:

    * un general assembly (birleşmiş milletler meclisi) tarafından kabul edilen "international covenant on economic, social, and cultural rights (uluslararası ekonomik, sosyal ve kültürel haklar antlaşması, 1966)" abd tarafından reddedildi.
    * anti-ballistic missile treaty (anti balistik füze antlaşması, 1972) abd ve sscb tarafından onaylanmasına rağmen, başkan george w. bush tarafından iptal edildi.
    * 150 hükümetin katıldığı convention on the elimination of discrimination against women 'a (kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması üzerine toplantı, 1979) abd katılmadı.
    * un convention on the law of the sea (denizler yasasası üzerine toplantı, 1982) 130 hükümet tarafından desteklendi, abd toplantıyı tanımadığını ilan etti.
    * convention on the rights of the child (çocuk hakları üzerine toplantı, 1989) abd dışındaki 187 hükümet tarafından yapıldı.
    * comprehensive test ban treaty (nükleer testlerin yasaklanması, 1996) başkan clinton tarafından imzalandı, bütün nato ülkeleri ve rusya tarafından onaylandı ancak abd meclisi oylayarak yasayı kabul etmedi, şimdiki başkan george w. bush bu tasarıyla karşı durdu.
    * kyoto protokol 'ünde(1997) küresel ısınmayla ilgili önlemler düşünüldü, çözüm önerileri sunuldu ama abd bunu da onaylamadı.
    * chemical weapons convention (kimyasal silahlar kongresi, 1998) abd hükümeti tarafından denetlenecek ülkeler arasında abd'nin olmaması koşulu getirilmesinden ötürü etkisizleştirildi, biraraya geliş amacı yitirildi, eşitlik ortadan kalktı.
    * biological weapons convention (biyolojik silahlar üzerine anlaşma, 2001) 144 ülke tarafından imzalandı ancak abd, tetkik protokolünü (verification protocol) reddetti.
    * nonproliferation and test ban treaties (nükleer silahlanma ve testlerin yasaklanması antlaşmaları, 2002) ise abd tarafından yapılan stratejik amaçlı küçük nükleer silahların kullanılabileceğine dair açıklama yüzünden değerini yitirdi.
    * international criminal court (uluslararası suçlar mahkemesi, 2002) 74 ülke tarafından bloke edildi, başkan clinton tarafından desteklendi, ancak amerikan vatandaşları bu suçlardan muaf tutulacaklardı.

    tabi en nihayetinde medeniyetler çatışmasından amerikan karşıtlığına ulaşmak çok doğaldır. ben sadece bu entiride özellikle de americanism 'in sebep olduğu sıkıntılar üzerine yazan bir doğulunun ifadelerine yer vermeye çalıştım. tabi haliyle cihata hakkın savaşı gözüyle bakan bir doğulu için amerikanvari bir saldırının hakyiyiciliği sadece islamiyet'e değil, evrensel manada insanlık değerlerine de sığmamaktadır. bu yüzden amerikan karşıtlığı sadece müslümanlar için değil, yazarın dediği gibi hiristiyan avrupa'nın ya da amerika'daki müslüman olmayan kuruluşların da gündemindedir. bu da medeniyetler çatışmasını, çift kutupluluktan daha kompleks bir yapıya sevkediyor.

    notlar:

    1- "america is waging a war against islam" , enver masud. islam, william dudley, greenhaven press, 2005.
    2- http://en.wikipedia.org/wiki/george_f._kennan
    3- e. mesud, a.g.y.
    4- zbigniew brzezinski (former national security advisor to president carter), the grand chessboard (1997)
    5- george soros, open society*
    6- chicago council on foreign relations and the german marshall fund of the u.s
    7- e. mesud, a.g.y.
  • "...bill clinton'ın ikinci başkanlığına rastlayan dönemden itibaren ve ona muhalif olarak, think-tank'ler tarafından sovyet sonrası dönemin yeni karşıtlıkları üzerine ortaya atılan fikirler ortadoğu sorunu çevresinde yoğunlaşır ve 'eşkıyalar' ile 'medeni uluslar' arasındaki başlangıç hattı oluşur. 1993'te harvard'da profesör olan samuel huntington, foreign affair dergisinde, ateşli tartışmalara sebep olan ve hemen ertesinde aynı adı taşıyan kitabıyla, dünya best-seller listelerine giren 'medeniyetler çatışması' adlı ünlü makalesini yayımlar. konu derhal bilen bilmeyen ukalalar arasında bir nakarata dönüşerek tüm toplantılarda ve makalelerde tartışılır hale gelir ve kimileri konunun sözcülüğünü üstlenirken kimileri de ortaya koyduğu tezleri mahkûm eder.

    ayrıntılarına girmeden denilebilir ki bunlar konfüçyüs öğretisiyle akrabalığı olan islam'ı, batı'nın ötekisi olarak görmektedirler; meşhur deyişle düşman ötekidir: 'hilal şeklinde olan islam dünyası kanlı sınırlara sahiptir.' islam'ın varsayılan topraklarının büyüklüğünün haritadaki (yaklaşık) görüntüsü ile cihat ordularının bayrakları üzerindeki sembol arasındaki tam uygunluk mideye indirilen bir nesneye gönderme yapmanın bir biçimidir. gerçekten de, istanbul'un halife sultanının batıya doğru yayılma politikası olarak düzenlediği cihadının sonunu getiren 1683'teki viyana önünde osmanlı'nın uğradığı bozgunun ve imparatorluğu yavaş yavaş geriye götürecek bu başarısızlığın hemen ertesinde, kruvasan (hilal) önce avrupa'nın, daha sonra tüm dünyanın kahvaltısı haline gelmiştir.

    avusturyalı pastacıları, kendilerini tutsak etmek umuduyla yola çıkanların sembolünü mideye indirmeyi bugün dahi herkes için olanaklı hale sokan viyana usulü pastaları yaparak zaferi kutlamışlardır. kahvesine kruvasanını batıran kişi, buna sebep olan anı hatırlamasa bile, pastacılar viyana usulü pastalarıyla bu zafer kutlamasını, ilkel kabilelerdeki gibi, mağlup düşmanın yenilip yutulmasını andırır bir tören haline getirmişlerdir. zaferin kutlamasının tam anlamıyla yapılabilmesi de, içilen kahvenin mutlaka cappucino olmasıyla mümkündür: viyanalılar, bozguna uğrayan türklerin ordugâhlarını yağmalarken, içi bilmedikleri bir çekirdekle dolu çuvallar keşfetmişlerdir. kavrulduktan sonra pişirildiğinde verdiği tadı kendilerine göre çok acı bulduklarından, bunu şeker ve sütle yumuşatarak cappucino adını vermişlerdir. içeceğe bu adın verilmesinin sebebi fra d'aviano adlı bir rahibin taktığı açık kahverengi renkli bir kukuletadır. viyana önlerinde osmanlılar'a karşı kazanılan zafer sırasında bu haçlı seferini hiç yorulmadan teşvik eden fra d'aviano, verdiği vaazlarla hilal üzerinde haçın daima muzaffer olacağı inancını kalplere ve zihinlere yerleştirmiştir. rahip, 2002'de ii. johannes paulus tarafından aziz ilan edilecektir.

    samuel huntington'a göre, xx. yüzyılın sonlarına doğru islam ile batı arasındaki savaş hattının yeniden canlandırılması şüphesiz sabah kahvaltısına eski tadını kazandırmakla birlikte, esas olarak adların yer değiştirmesiyle lyi'nin kötü'ye karşı mücadelesini başka bir zemine taşıma kaygısını gütmektedir: doğu, eskiden sovyet bloku'nu çağrıştırırken, şimdi savaşçı sarazen düşmanın bulunduğu yeri, dünün şark'ını (orient) çağrıştırmaktadır. savaşçı sarazen, dini fanatizm ile komünist propaganda artıklarının birbirine karıştığı bugünün radikal islam'ıdır. resimli tişört endüstrisi veya televizyon tarafından günümüz starları nasıl yaratılıyorsa, birbirine girmiş sakalıyla bin ladin'in yaratılması için che guevara'nın sakalının, peygamberi'nkiyle bir araya getirilmesi gerekmiştir. ancak bu benzetme, çin'in ayrılıkçılığı bir kenara bırakılırsa doğu bloku'nun olduğu kadar, islam dünyasının da merkezi bir yapıya sahip olduğunu telkin etmesi sebebiyle yanıltıcıdır. mekke, gerçekte meşhur tabiriyle, islam'ın moskovası değildir. bu hiç böyle olmadığı gibi, müslüman dünyası ne bağdaşık, ne de tek bir parçadır. bu dünya, birçok merkezin, dini politik değerler üzerinde kendi üstünlüğünü sağlamak için amansız bir rekabet içinde olduğu bir dünyadır. çağdaşlığı yaratan ve yayan batı'yla olan ilişkisi, sovyetler birliği ve abd arasında geçerli olan ideolojik ve ara ara askeri çatışmaya dayalı ilişkiye göre daha karmaşık, daha derinlikli, daha içli dışlıdır. sscb'nin menfaatlerini göz önünde tutarak stalinist çizgiyi körü körüne izleyen ülkelerin komünist partileri gibi, verdiği talimatlarla, köktenci hareketleri dünyanın her tarafında uygulatabilecek islamcı bir komintern bulunmamaktadır.

    medeniyetler çatışması teorisinin ortaya atılması uygun bir zamana rastlamıştır: bu teori, sovyet tehdidine karşı yığınak yapılmış askeri donanımın yeni bir düşmana karşı yenilenmesi ve yeniden kullanılması gereken bir dönemde, soğuk savaş yıllarından miras kalmış stratejik düşmanlığın müslüman dünyası üzerine aktarılmasını sağlamak için en elverişli zamanda ortaya çıkar. islam ve komünizm arasındaki tehlikelerin paralelliğini görmek için, washington'daki strateji uzmanlarına göre, biri diğerinden oldukça farklı gerçeklerden birini anlamaya yönelik düşünsel araçları sadece diğerinin üzerine uygulamak yeterlidir ve bu da onları islamcı tehlikenin niteliğini ayrıca tahlil etmeye gerek olmadığı yanılgısına düşürür. yeni muhafazakâr hareket, bu teorik ve retorik becayişi gerçekleştirmede esaslı bir rol oynayarak, bunun ortadoğu'ya yönelik amerikanvari demokratik batı modelinin yayılmasını sağlayacak siyasi bir davanın hizmetine koşulması kolaylığını getirir. ortadoğu, xx. yüzyılın sonunda bu alanda önemli hiçbir gelişmenin olmadığı tek dünya parçasıdır. bu becayiş, aynı zamanda suudi petrol hanedanlığının yanı sıra müttefiki israil'in güvenliğine öncelik vererek, abd'nin ortadoğu siyasetinde köklü bir değişikliğe gitmesine sebep olacaktır."

    gilles kepel, fitne. islam'ın merkezinde savaş, çev. m. özışık, doğan kitap, 2006, s.66-68.
    http://i40.tinypic.com/15nxhko.jpg
  • attila ilhan üstad 'ın konuyla ilgili bir yorumu için:
    http://www.youtube.com/watch?v=z0vd7sfgthk

    corrigendum: video ölmüş ama teoman duralı hocamızın çeşitli görüşlerini vereyim onun yerine.

    http://www.youtube.com/watch?v=kljzvrxkgac
  • konu hakkında brzezinski şöyle demiş :
    olasıdır ki,yakın bir gelecekte savaş ve barış sorunları, ii.dünya savaşından beri uluslararası ilişkilere egemen olmuş doğu ve batı arasındaki askeri güvenlik sorunlarından çok kuzey ve güney arasındaki ekonomik ve sosyal sorunlardan kaynaklanacaktır.
hesabın var mı? giriş yap