• bir kere ben
    çok uzun bir tren yolculuğunda
    evimdeki yatağımı düşünüp
    uyuyamamıştım
    bu gece neden uyuyamıyorum,
    evimdeki yatağımda?

    varlık | sayı:104
    ...
    melih cevdet, ankara'da bir devlet dairesinde memurluk yapıyor. dairede üç dört kişi kadar çalışıyorlar. o sıra istemiyor şairliği bilinsin; garip akımının dalgaya alınmasından değil, iş yerinde şair olarak tanınmanın tantanasından kurtulmak için. o vakitlerde garipçiler de varlık dergisinde şiirlerini yayımlıyorlar. fakat şiirde yenilik öyle kolay değil tabi. eleştirilerin yanı sıra alaya alındıkları da oluyor. bir şiirinde şöyle yazıyor anday;

    bir misafirliğe gitsem
    bana temiz bir yatak yapsalar
    her şeyi, adımı bile unutup
    uyusam!

    alaya alınıyorlar dedik ya dönemin mizah dergisi akbaba hemen dadanır anday'ın bu şiirine. şöyle yazarlar;

    bir misafirliğe gitsem
    bana temiz bir dayak atsalar...

    eleştirilmelerine rağmen ilk başlarda çok ciddiye alınmaz garipçiler. lakin ne zaman orhan veli "kitabe-i sengi mezar"ı yayımlar işte o zaman ortalık birbirine girer. bir garip şiir yazan bu adamlar yeni bir şiirin kapısını aralamakla ünlenirler. o sıralar orhan veli'de ankara'da posta telgrafta memur. arada bir melih cevdet'in iş yerine uğrar oradan da beraber sohbet masalarına akarlarmış. melih cevdet bir gün bir sohbette memurluk yaptığı dairedekilerin şairliğinden bihaber olduğunu ağzından kaçırmış orhan veli'ye. sırf melih cevdet ile uğraşmış olmak için ertesi gün eline bir varlık dergisi alan orhan veli direkt daireye gider dergiyi melih cevdet'in şefine uzatarak, "efendim buyurun bakın melih cevdet'in şiirleri, kendisi şairdir" der. şef biraz bocalar. birlikte çalıştığı mesai arkadaşının şair olmasına şaşırır. bir dergideki melih cevdet anday ismine bakar bir anday'ın yüzüne. sonra şiirleri okumaya dalar. o sıra orhan veli, "bana müsaade" der kaçar gider. oda sessizliğe bürünür. şef şiirleri okumaya devam eder, bir ara gülmemek için dudağını ısırır. okumayı bitirince de dergiyi melih cevdet'e uzatarak şöyle der, "tebrik ederim. tabi başlangıçta biraz acemilik olur. zamanla ilerletirsiniz...vezni, kafiyeyi öğrenirsiniz..."

    melih cevdet'e dair hoş bir anekdot.
    bugün ölümünün 18. yıldönümü.
    huzur içinde yatsın...

    ....
    balıklar için deniz lazım,
    sevişmek için işsiz olmak
    ve geceleri yatakta
    duymamak için tabanların sızısını
    zengin olmak lazım
    hâlbuki ıslık çalmak için
    birşey lazım değil...
  • sonradan ikinci yenicilere katılan ama aralarında barınamayan bir garip şair

    benim için en güzel, en özel şiiri:

    bir misafirliğe gitsem
    bana temiz bir yatak yapsalar
    herşeyi, adımı bile unutup
    uyusam...

    kalktığımda yatağım hala lavanta koksa
    kekikli zeytinli bi kahvaltı hazırlasalar
    nerde olduğumu hatırlamasam
    hatta adımı bile unutsam
  • henüz 9 yaşımdayken muğla'nın milas ilçesine bağlı ören koyunda şairin evinin tam karşısında teyzemlerin yazlığındayken, babamı arayacağım diye tutturup evde telefon olmadığından şairin evine gece vakti gidip telefonlarını kullanmak amacıyla rahatsız etmiştim. bahçesi güzel çiçekler, mor salkımlarla bezenmişti. onun kim olduğuna çok zaman sonra aklım ermiş olsa da, kendisiyle çocuk aklımla edebildiğim iki kelamı şimdilerde hayatımın en kıymetli anıları içerisinde hatırlarım.

    bazen tam anlamıyla suratıma yumruk atan dizeleri vardır, buraya onlardan birkaçını bırakıyorum. keyifli dayak yemeler.

    " ben güzel günlerin şairiyim.
    saadetten alıyorum ilhamımı,
    kızlara çeyizlerinden bahsediyorum
    mahpuslara affı umumiden.
    çocuklara müjdeler veriyorum
    babası cephede kalan çocuklara.

    fakat güç oluyor bu işler
    güç oluyor yalan söylemek. "

    yalan / melih cevdet anday
  • bugün, aramızdan ayrılışının 20'nci yılı olan şair. orhan veli'nin, oktay rifat ile birlikte en kadim iki dostundan biri.

    "bir misafirliğe gitsem
    bana temiz bir yatak yapsalar
    her şeyi, adımı bile unutup
    uyusam..."

    dizelerinin sahibi. bu şiirine istinaden, akbaba adındaki bir edebiyat dergisi şiiri, "bir misafirliğe gitsem, bana temiz bir dayak atsalar..." şeklinde değiştirerek yayımlıyor. diğer garipçiler gibi o da şiirdeki vezin ve uyaktan münezzeh şiirler yazdığı için sert bir dille eleştiriliyor. o dönem, kafiye ve vezin fetişistleri, şiirin kalıp, vezin, ölçü gibi kıstaslardan ari olamayacağını, serbest şiir diye bir biçimin olamayacağını allah'ın ayeti gibi savunuyorlar. bertrand russell diyor ya; "ne kadar az bilirseniz, o kadar şiddetle savunursunuz." aynen öyle. dönemin edebiyat çevresi için cuk oturmuş bir söz. kendilerine, vezinli şiirin "kusursuz şiir" olduğunu kim inandırdıysa, çılgınlar gibi onu savunuyorlar. iyi ki, karşılarında bu eleştirilere kulak asmayacak kadar, kendilerine ve şiirlerine güvenen kişiler varmış ve türk şiiri o kalıpları sırtından atarak yoluna devam etmiş. hayır işin garibi, bu adamlar "şiir illa böyle yazılacak" demiyorlar. "böyle de şiir yazılabilir" diyorlar. bunu bu kadar eleştirmek, "yazacaksanız, böyle yazacaksınız" demek nasıl bir motivasyondur, anlamak mümkün değil.

    türk şiiri içinde, felsefeyle bu kadar haşır neşir olmuş birkaç kişiden biridir bana göre. diğeri de ahmet hamdi tanpınar'dır. zaman kavramına bakış açısı bakımından, her ikisinin de henri bergson'dan etkilendikleri ya da benzeştikleri noktalar vardır. ahmet hamdi tanpınar'ın ne içindeyim zamanın şiiri buna örnek iken, melih cevdet anday'ın, dejavu kavramını işlediği, şaşırtıcı karşılaşma şiiri buna en somut örnektir. (konuya ilgi duyanlar için, "bergson felsefesi ışığında ahmet hamdi tanpınar’ın şiirinde zaman" adlı bir makale var. buradan ulaşılabilir.)

    şaşırtıcı karşılaşma

    çok eskiden yaşadım bu anı ben
    dersiniz şaşkınlık içinde.
    ilk girdiğiniz bir ev, bir merdiven
    birden güneş vuran pencere,

    ve tam sırasında tren düdüğü…
    işte böyle gelmişti siz dünyada
    değilken bir gün öğle üstü
    bu renklerle bu sesler bir araya.

    yaşamak anımsamak mıdır yoksa?
    sanmam, biz de bir sestik belki
    birileri için yıllar önceki
    şaşırtıcı karşılaşmada...

    melih cevdet, türk şiirine birbirinden güzel şiirler kazandırmanın yanı sıra, aynı zamanda iyi bir oyun yazarıdır. tiyatroya az çok ilgisi olan herkesin bileceği, içerdekiler, mikado'nun çöpleri, yarın başka koruda, ölüler konuşmak isterler gibi oyunların yazarı kendisidir.

    mikado'nun çöpleri'ni yazış öyküsünü şöyle anlatır:

    "bir kış gecesi, kar kapıları tutmuş iken, sokak ortasında, kucağında bir çocukla gördüğümüz yersiz yurtsuz bir kadını eşimle evimize götürdüğümüz gece; mikado’nun çöpleri adlı oyunumun temeli atılmıştı; ama bu kadarı ile ne yapacağımı bilmiyordum, bilemezdim. oyunsal çalışma gösterecekti bana yolumu. ikisinde de şiir aklımın ucundan geçmedi. ama şiir yazarken de geçmez ki!" (kaynak: mehmet zaman saçlıoğlu)

    melih cevdet anday şiir, oyun ve deneme dalında birçok eser kaleme almıştır. yakın dostları orhan veli ve oktay rifat'tan belki de daha çok yaşadığı için, üretme imkanı onlara nazaran daha fazla olmuştur. 1992 basımlı, aldanma ki adlı deneme türündeki eserinde, "şiir dili" kavramı hakkında muhteşem tespitler yer alır. o kitaptan, şiir dili hakkındaki görüşlerine dair kısa bir alıntı:

    "bunun dışında, benzetilse benzetilse, şiir dili, metafiziğin diline benzetilebilir ki, onu da bugünkü felsefe kaale almamaktadır. eğer şiir dilini bir üst dil saymaya kalkarsak, karşımıza, bu üst dilin incelediği konu dilleri nelerdir sorusu çıkacaktır. oysa şiirin incelediği hiçbir konu dili yoktur. başa dönersek, şiir, eski masalları, tarihsel olayları ve kişileri, etik sorunları, ünlü maceraları, belli, bilinen, alışılmış bir teknikle işlediği çağlarda okurdan tam bir anlayış görüyordu; ama bu konular işlenmekten çıkınca ortada sadece bir dil, şiir dili kaldı. okurun artık bu dile alışması, bu dili doğrudan sevmesi gerekmektedir, ister istemez. ama bu dilin, belli bir ozanda, başarılı olup olmadığını gösteren hiçbir ölçüt yoktur elimizde. modern şiirin üst dili belki de yeni kurulacaktır... şiir dili, bence mantığın üstünde bir dildir, demek onun felsefeye gereksemesi yoktur."

    melih cevdet anday, ekşi sözlük yazarı olsaydı, muhtemelen imla hatası yapan herkese tek tek mesaj atar ve düzeltme yapmasını talep ederdi. türkçeye gösterdiği özen, zamanında türk dil kurumunun dahi ilgisini çekmiş ve dile dair fikirleri, tdk tarafından "dilimiz üstüne konuşmalar" adında bir kitapta toplanmıştır. dil bilgisi ve türkçenin yabancı kelimelerden arındırılması konusunda çok değerli tespitler yapmıştır. imlaya son derece takıntılıdır. yazım kurallarına riayet edilmesi gerektiğini şiddetle savunur. hatta noktalı virgülü doğru kullanmanın, bir kişinin türkçeyi ne kadar bildiğinin bir ölçütü olduğunu savunmuştur.

    80'li yılların sonlarında, trt'de "dilimiz" adında bir program yapmış ve türkçeye dair, edebiyata dair çok güzel anılar bırakmıştır trt arşivinde. bakın burada, orhan veli ve oktay rifat ile birlikte öncüsü oldukları garip akımının nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. yazdıkları şiirlerin "garip" bulunuşunu ne güzel anlatıyor. konuşma dilindeki yalınlığa, kelimelerin telaffuzuna, vurgulara dikkat çekmek istiyorum. tertemiz bir türkçe... bu programların, çoğunu izledim ve özendim açıkçası. düşünsenize, trt'de melih cevdet anday, edebiyata dair program yapıyor. 80'li yıllar... akşam eve gelmişsiniz, sobanın üstünde kestane var ve tv'yi açtığınızda karşınızda melih cevdet memleketin ahvalini şu dizelerle tasvir ediyor;

    "ben güzel günlerin şairiyim
    saadetten alıyorum ilhamımı
    kızlara çeyizlerinden bahsediyorum
    mahpuslara affı umumiden...
    çocuklara müjdeler veriyorum
    babası cephede kalan çocuklara...
    fakat güç oluyor bu işler
    güç oluyor yalan söylemek..."

    ne kadar uzak geliyor. şimdiki trt'de şükrü erbaş'ın, birhan keskin'in, falan edebiyata dair bir program yaptığını düşünsenize. düşünemediniz değil mi? düşünemezsiniz tabi. çünkü trt artık, yalnızca iktidara yanlayanlara program yaptırılan bir mecra. örneğin arif sağ, erdal erzincan gibi ustalar, artık trt müzik'in kapısından bile geçemezken, yavuz bingöl, şükriye tutkun, serkan çağrı, elif buse doğan gibi iktidar organizasyonlarının kadrolu neferlerinin, trt'de ayrı ayrı programları var. edebiyat konusunda da durum farklı değil. edebiyata dair kelimeler ve şeyler diye bir program var. tam bir garabet. 3 tane dinci abi, kendi aralarında, atatürk'e firavun diyen nuri pakdil'i falan konuşuyorlar. edip cansever'i konuştukları bölüme dair görüşlerimi yazmıştım; tam bir fiyaskodan ibaret. (bkz: kelimeler ve şeyler/@rakinfish)

    melih cevdet anday diyorduk. gördüğünüz gibi, melih cevdet, yalnız bir şair değil; aynı zamanda çağdaş bir düşünür, deneme ve oyun yazarı. bir de muhalif. hem de alabildiğine aydın bir muhalif. 1989'da yazdığı bir yazıda, dönemin milli eğitim bakanının, evrim teorisinin yanında, "yaratılış" kavramının da öğretilmesi önerisine sert bir dille karşı çıkmış ve bunu açık bir dille ifade etmiştir. evrimden bahsederken teori deyip, yaratılıştan bahsederken "söylence" kelimesini kullanması da şair ustalığı olsa gerek.

    "cumhuriyet, laiklik ve eğitim birliği içinde, gerici anlayışın, doğrudan cumhuriyete karşı gelemeyip, laikliği ve çağdaş eğitimi saldırı konusu seçmesi, devrimi yıpratma, bir yerinden tutup çöktürme, yok etme politikasının sözümona kurnazca bir uygulaması olarak görünüyor. anap milli eğitim bakanlarından birinin, evrim teorisi yanında yaradılış söylencesinin de okutulmasını istemesi bunun açık bir tanıtıdır. ne imiş, öğrenci, evrim teorisi yanında, yaradılış söylencesini de öğrenip kendince doğru olanı seçmeli imiş."

    bu bölümün tamamını okumak isteyenler için, bu sayfanın ekran görüntüsü burada.

    1950 yılında, nazım hikmet hapisteyken, orhan veli ve oktay rifat ile birlikte açlık grevi başlatmıştır. bizzat imza kampanyaları yürütmüşlerdir. o sırada nazım'la henüz bire bir tanışmamış olsa da, şiire olan merakı nazım hikmet'i okuyarak başladığından, ona karşı müthiş bir minnet duygusu besler. nazım hikmet 1950'de hapishaneden çıktıktan sonra, abidin dino'nun evinde bir akşam tanışırlar. nazım hikmet, melih cevdet'in boynuna sarılarak teşekkür eder. o gece abidin dino'nun caddebostan'daki bahçeli evinde bedri rahmi eyüboğlu, sabahattin eyüboğlu, ruhi su gibi kişiler vardır. arkadaşlar ortama bakar mısınız? abidin dino sizi bahçeli evinde misafir ediyor. ruhi su bağlama çalıyor, nazım hikmet hapisten çıkmış, melih cevdet nice şair orada... hayal gibi...

    o dönem, nazım hikmet, o müthiş destanın üzerinde çalışmaktadır. (bkz: kuvayi milliye destanı) nazım hikmet, şiir üzerine çalışmak için birtakım bilgilere ihtiyaç duymaktadır. o yıllarda rahat dolaşamadığı için melih cevdet'ten yardım ister ve birtakım gazete ve mecmuaları toplamasını ister. melih cevdet, nazım hikmet'in kuvayi milliye destanı'nda kullanması için ne tür bilgilere ihtiyaç duyabileceğini tahmin etmeye çalışır. ve dönemin beyazıt kütüphanesi'ne giderek memur bir arkadaşının yardımlarıyla, 1920'li yılların gazete arşivlerini tarar ve nazım'a ulaştırır. melih cevdet anday'ın, bilgileri edinmesine yardım eden memurun adı asaf halet çelebi'dir.

    nazım hikmet'in, kuvayi milliye destanı'nın beşinci bap başlıklı bölümü şöyle başlar:

    "920'nin 16 martı
    ve
    manastırlı hamdi efendi"

    manastırlı hamdi efendi, telgrafçı hamdi olarak da bilinen ahmet hamdi martonaltı'nın ta kendisidir. atatürk, nutuk'ta kendisine bizzat teşekkür etmiştir. manastırlı hamdi bey, ingilizler istanbul'u işgal ettiklerinde, yaşananları bizzat mustafa kemal paşa'ya iletmiş ve milli mücadelede sırasında kurtuluş savaşı'nda çok etkin bir rol oynamıştır. istiklal madalyası sahibidir.

    (yalnız, entry nerelere geldi fark etmeden. tüylerim diken diken oldu lan yazarken. sunay akın amca, buradan okuyup sahnede bedavaya anlatırsan, bozuşuruz bak. en azından bir kuru teşekkürü çok görme.)

    "920'nin 16 martı.
    harbiye nezareti telgrafhanesi buldu ankara'yı :
    «etrafta dolaşıyor ingiliz askerleri.
    şimdi işte
    ingiliz askerleri giriyorlar nezarete.
    işte giriyorlar içeri.
    nizamiye kapısına.
    teli kes.
    ingilizler burdadır."

    şiirin tamamı buradan okunabilir.

    ahmet hamdi martonaltı (mart 16) tahmin edileceği üzere, soyadı, bizzat atatürk tarafından taltif edilmiş bir kişidir. ahmet hamdi'nin 16 mart 1920 tarihinde, istanbul'un işgali sırasında yaşanan gelişmeleri, istanbul hükumeti tarafından hain ilan edilen, mollalara ve cemaat liderlerine anadolu'nun her yerinde "katli vaciptir" fetvası verdirilen mustafa kemal paşa'ya anbean bildirmiş olması hayati bir öneme sahiptir. nazım hikmet de, bu tarihsel süreci şiire doğru aktarmak, tarihsel akışa riayet etmek için azami bir önem göstermiş ve bu konuda dostlarından yardım almıştır.

    melih cevdet'in telgrafhane adlı şiirinde de telgrafçı ahmet hamdi efendi'den bahsettiği kanısındayım. herhangi bir kaynakta geçip geçmediğini bilmiyorum; belki kendisi söylemiştir bile belki ama içeriğe bakınca pek de olanaksız görünmüyor:

    "uyuyamayacaksın
    memleketinin hali
    seni seslerle uyandıracak
    oturup yazacaksın
    çünkü sen artık o eski sen değilsin
    sen simdi issiz bir telgrafhane gibisin,
    durmadan sesler alacak
    sesler vereceksin
    uyuyamayacaksın
    düzelmeden memleketinin hali
    ..."

    nazım hikmet, "allah bu millete bir daha kuvayi milliye destanı yazdırmasın" dememiş belki ama türk tarihinde, milli mücadeleyi anlatan daha iyi bir şiir yazılmamıştır. ne hikmetse, 16 mart türk tarihinde hep kara bir gün olarak tekrar edip durmuştur. nazım hikmet'in turan emeksiz için yazdığı beyazıt meydanı'ndaki ölü şiiri, nazım öldükten 15 sene sonra, 16 mart 1978'de beyazıt meydanında katledilen sol görüşlü öğrencilerin ardından okunmuştur... "nazım hikmet yazmaya devam ediyor hala..."

    işte, nazım hikmet'in o eşsiz destanının bir bölümü, melih cevdet anday'ın, istanbul'da gizli gizli belge, bilgi toplaması ile oluşmuştur. ben şair olsam, yazdıklarım binlerce kez basılsa, kulaktan kulağa fısıldansa, şarkılara konu olsa ama bir taraftan da nazım hikmet'in kuvayi milliye destanı'na "bilgi taşımış" olsam; herhalde ikincisiyle daha çok gurur duyardım...

    hakkında yazılacak daha çok şey vardır elbet... takma adları var mesela. gazetelerde fıkra yazarken, takma adlar kullanırmış. en bilinen takma adı, h. mecdi velet'tir. başında kısaltması falan olunca, gerçekmiş gibi görünse de dikkatli bakan bir göz, bu mahlasın, "melih cevdet" yazılırken kullanılan harflerden oluştuğunu fark edecektir.

    melih cevdet anday, anadilimin türkçe olmasına şükrettiren şairlerden bir diğeri. iyi ki var olmuş, iyi ki geçmiş bu dünyadan... kendi sesinden bazı şiirleri spotify'da var. en güzel tek başına şiirini okuyor bence. buradan dinlenebilir. kadife kaleminden birkaç dize ile bitireyim... döneceğim demiş, umarım bir gün döner...

    "dağıtır saçlarını ve yalvarıp uzaktan
    mavi bir iklim gibi çağırır beni sesin,
    tertemiz göklerinde dal dal erguvan açan
    rüyalarıma ışık ve özlem serpmektesin.

    bir mayıs sabahını yaşayacak böcekler
    çılgın karanfillerle dolacak yeşil saksın,
    ve sen bir fidan gibi yeşermiş olacaksın,
    serin, çakıl yollarda kuşlar birikecekler."

    umarım şu an, kevser ırmağının kenarında orhan veli ve oktay rifat ile birlikte mayonezli levrek eşliğinde rakı içiyorlardır...

    yattığın yer incitmesin güzel insan...
  • bizzat tanıştığımda daha tanımadığım (bkz: utanıyorum kendimden). sonra kimdir bu adam deyu sorduğumda ilk verilen örnek aşağıdaki şiir olan insan

    balıklar için deniz lazım
    sevişmek için işsiz olmak,
    ve geceleri yatakta
    duymamak için tabanların sızısını
    zengin olmak lazım.

    oysa ıslık çalmak için
    bir şey lazım değil
  • yaşar kemal, “binboğalar efsanesi”ni yazdığı zaman, kitabının başına melih cevdet anday’ın bir dörtlüğünü koymak ister. bu isteğini melih cevdet’e ilettiğinde şu yanıtı alır: “olur, ama ben de bir şiirimin başına senin bir romanını koyarım.”

    edit: 100. yaşı kutlu olsun
  • “melih cevdet 'rahatı kaçan ağaç' adlı şiirinde mesut bir ağaçtan bahsediyor. o ağaç mesuttur; çünkü 'saadet' kelimesini bilmiyor. sadece tabiat içinde yaşıyor. tabiatsa güzeldir, sevilir; tabiat içinde ancak mest olunur. halbuki insanlar içinde yaşayan, insanlardan gönül çekmeyi, dert çekmeyi öğrenen insan kolay kolay mesut olamaz. ağacı, kuşu, karıncayı kıskanır. melih cevdet de aynı kıskançlığı duyuyor. 'rahatı kaçan ağaç' adlı şiirini şöyle bitirmiş :

    ona bir kitap vereceğim
    rahatını kaçırmak için
    bir öğrenegörsün aşkı
    ağacı o vakit seyredin”

    şairin işi/orhan veli kanık
  • o da alta göçtü..

    "bayılırım şu düzenli dünyaya
    altta ölüler
    üstte diriler
    gel keyfim gel!"
  • "bir köyün ortasına dalan boğa gibi
    sende olan ne varsa kaçırdım."
  • tezgah

    benim bir ödevim var
    yaşamak için geldim dünyaya
    ama nedir bilmeden saadet
    araya, araya.

    bazen düşünüyor da insan
    hiçbir şeyden haberi yok toprağın,
    şu, saadet yüzünden açmışız aramızı
    bu ağaçtan, bu yıldızdan, bu kuştan

    ömrüm oldukça şiir yazacağım
    selam olsun benden arda kalanlara
    bilsinler yürüdükleri yolları,
    oturdukları masayı bilsinler.

    kıymasınlar taşıtlarda geçen vakitlerine
    bilirim bir sevgili bekler durakta
    şunu anladım ki bu fani hayatta
    yol daha uzunmuş vuslattan

    biz bir kumaş dokuyoruz
    güle ağlaya,
    ne mesuduz, ne bedbahtız
    başka, bambaşka.
hesabın var mı? giriş yap