• http://memararat.com/bir_sarki.html

    bir şarkının hikâyesi ve bir hikâyenin şarkısı

    şimdi size bir şarkının hikâyesini ve bir hikâyenin şarkısını anlatacağım.
    bir inleme ve bir ıslığın ortaklaşması veya bir ıslığın aslında bir inilti gibi çıkması doğrusu alışıldık bir şey değildir. uzun bir zaman önce kederimin içinde bir kör nokta keşfettim. orada bir kayıtsızlık gelişmişti ve bunu fark ettiğimde inlemelerim bir ıslık gibi çıkmaya başlamıştı. bu durum sadece benim değil, etrafımdakilerin ve ıslığımı dinleyen neredeyse herkesin tuhafına gidiyordu. haksız değillerdi. insan kendi içinde parçalanmadan kendi kederine karşı bir kayıtsızlık, bir vurdumduymazlık geliştiremiyordu. yalnızlığım ve ben iki kişi ediyorduk. kayıtsızlığım ise üçüncü kişi olup çıkmıştı. ve orada özlemim bir turnaya benzemeye başlamıştı; kanatları ve çığlıkları olan…
    kişi dert yanmanın ve sitem etmenin can sıkmaktan öteye gitmediğini anladığı zaman küfür etmeyi öğrenir. bu adım aşılması muhtemel olan en kayda değer aşamaların fitilini ateşler.
    şimdi de bulanık imgelerden bahsedeyim biraz:
    ‘bu da nereden çıktı’ demeyin: uzun bir süredir ne zaman içimde bir saatin tik-takları ile karşılaşsam rüzgârda dalgalanarak uçuşan eflatun rengi ipek bir kumaş görürüm. işte tam da o zaman içimde 100 yaşında bir çocuk ateşle oynamaya başlar. giysileri ile kocaman bir ateş yakar ve etin kokusunu duyana değin elini ateşin üzerinde gezdirir. bazen insan, bakışlarını başka bir yere çevirebilmek için kendinde bir depren yaratmak zorunda kalır.
    gerçeğe en yakın olan acılar ve sevinçler tene dokunan ama tenle sınırlı kalmayanlardır çünkü.
    sevgili okur:
    kan döken ilk adamlar kendilerini vurmalıydı. kibrin ve cesaretin birbirini kollaması gereğini böylece hep beraber görebilecektik. kibir cesarete yardım ve yataklık edemediği için yerlerde sürünüyor insan. kendinde olmayanla kibirlenme ise yeni dünya düzenimizin sarhoşluğudur sanki.
    insanoğlu vazgeçmeyi unuttuğu gün elinde kalan son anlam kırıntısının da kanına girdi. şimdiler de doğru düzgün bir ayna bulmak oldukça zor. herkes kendi payına korkuyor ve belki de asıl mesele bu.
    kan döken ilk adamlar korkaklık etti ve o gün bu gündür korkaklar cesarete değer biçmeye yetkili kılındı. üzülerek söylüyorum: cesaretin de taklit olanı var. artık kişiler aşık değil, ama aşık rolü yapıyor, nefret edemiyor, nefret ediyormuş gibi davranıyor, sevmiyor seviyormuş gibi yapıyor.
    ve herkes en iyi performansı sergileme gayreti içerisinde yaşıyor taklidi yapıyor.
    hal böyle olunca ölümün korkusu en dehşetli halini takınıyor, çünkü ölümün taklit olanı henüz mümkün görünmüyor.
    birileri çıkıp da “cesaret korkusuzluk değil, korkuya boyun eğmemektir” diyebilmeliydi.
    sevgili okur:
    ölüm ilahi ve soğuk bir şakadır. espri anlayışını kaybedenler bunu anlamakta biraz zorluk çekiyor sadece. bu yüzden insan, bazı yangınlarda ilk kurtarılacaklar listesinin başına “kahkahasını” almalı. zira o bir can simidi ve tekrar başlamak için gelecekteki sevinçlerden alınmış bir kredidir.
    şu son zamanlarda atalarımı merak ediyorum. avcılık yapan ve bir mağarada yaşayan o ilk insanları…
    ‘biz bu hale nasıl geldik’ sorusunun cevabını orada arıyorum ve henüz iyi bir cevabım yok.
    fakat şunun farkındayım: yalnız kalmayı başarabilseydi insan, birlikte doğru düzgün yaşamak için bir şansa sahip olabilecekti. kötüyü bilmediği için ‘iyi’ olan, ancak tek şıklı bir sınavın başarısını tadabilir. çamurda yürümemiş olanlar, ayaklarının temizliği ile övünmemeliler…
    ve düşmek…
    insan ikna olmaya muhtaçtır... bu uğurda her seferinde aynı çukura düşmek isteyecek ve her seferinde yine de ikna olamayacaktır, çünkü uygarlık çok acayip beklentilerle donatmıştır insanı. sonsuza kadar mutlu yaşayanların hikâyesini yazan büyük bir kötülük etti insana. bu hikâyeleri çocuklara okuyan ise daha büyük bir kötülük etti. hazırlanmış hayatların ve yaşanmış hikâyelerin mirasçısı olanlar, hiçbir zaman kendi hikâyelerini yazamayabilirler. ‘masal zehirlenmesi’ uygarlığımızın kaçınılmaz hastalıklarından biridir maalesef. kimi tüccarların bundan zehirlenmemesinin sebebi ise, zehirlenecek bir midelerinin kalmamasındandır. kötülükte süreklilik öldürmediği zaman mutasyona uğratır. iyilikte de durum farksızdır.
    sevgili okur:
    her hareketimizde kendimize çarpıyorsak, yalnızlığın kişinin iç dünyasında hiçbir zaman steril bir yer edinemeyeceğinin kanıtı olabilir.
    ve anlam bir deli gömleğidir, çıldıranlara değil, çıldırmaya elverişli olanlara giydirilen.
    artık sadece bedenlerimizi değil; ruhlarımızı da giydiriyoruz ki, bu ne tür bir uygarlığın yapı taşları olacak henüz emin değilim.
    içimdeki kadın ve içimdeki erkeği alt edemediğim için uzun zamandır bir yolculuk düşlüyordum ki, herkesin bir gün kendi celladıyla karşılaşacağına ve onunla tanışacağına olan inancım depreşiverdi. şu yenilmişlik duygusu yok mu, hani yaşamadan adam olamayacağımız şu duygu. yenilgiyi tatmayan ne bilsin zaferin anlamını…
    bilme zorunluluğu, yanılmanın kaçınılmazlığını doğurur. işte bu yüzden insan yanılmaktan ve hata yapmaktan korkmamalı. belki de can havliyle korunması gereken tek şey içtenliktir. zira içtenlik birer taklit olmamanın karşısında kullanılacak en etkili savunma silahı olabilir. farklı yaratılmış insan. onu standartlaştıran ise uygarlığın ta kendisidir.
    ‘son’ ise zaten vuku bulacaktır. başlamış olmak, son bulmanın garantisidir çünkü. dolayısıyla ölümün gerekliliği bir cellat ve bir kurtarıcı gibi gözlerimizin ta içine bakmaya devam edecek ve bu durum böyle olduğu sürece hiç kimseyi suçlamaya yeterince hakkımız olmayacak.
    sevgili okur:
    ölüm ve yaşam iki farklı şakadır. iki farklı, ama akraba olan şakadır… ilahi ama, soğuk birer şakadır.
    görüyorsunuz ya dostlar; kafamın içinde yankılanan sesler şarkı olarak çıkmayınca nasıl da kulak tırmalayan dayanılmaz seslere dönüşüveriyor. sanat büyük ama gerekli bir yalandır. yalanlarını sevemeyen hiçbir zaman âşık olamayabilir. gerçek sevimsizdir çünkü, gerçeğin duygusu yoktur . isterilerimizin hakikatin umurunda olduğunu sanmıyorum. duygu gerçeğin hastalanmış halidir belki de.
    bu şarkının hikayesi ve bu hikayenin şarkısı çok daha uzun aslında ,ama ben burada yazmaya son vereceğim. korkarım uzayınca sadece can sıkıcı bir sitem gibi anlaşılacak.
    oysa küfür eden insanlar sitem edenlerden daha sempatik görünür bana.

    mem ararat
  • "notalar arasında gezinirken sesten gezegenler inşa etme teşebbüsleri, belki de bazı müzisyenlerin hayal etmekten kendilerini alamadığı bir ütopyadır. enstrumanın klavyesi üzerinde kendi yüreğinin perdesini arar müzik bağımlıları.
    düşüşlerin, kırılmaların ve uçmaların estetiğine kapılmamak elde mi? bütün amaçlar zamanla kendi hiçliğinin bombası ile intihar ederken bir şeylere sadık kalmak daha da zorlaşır. hayatı içinden çıkılmaz bir can sıkıntısına dönüştürmemek adına kaosun estetiğine aşık olmakta fayda var. işte bu yüzden can yücel'in de dediği gibi : ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi." diyerek müzik aleminde ufak ufak sesini duyurmaya başlamış kürd müzisyen.
    kimyası bozuk bir gece aklımın bedenimle münakaşaya girip kapıları çarpıp da çıkacağı bir an araya girip barıştırdığı tesadüfü bir rastlaşmamız vardı anlatmasam olmaz: http://www.youtube.com/watch?v=rejylciqgra
  • kürt bir avukat arkadaşın yayınladıkları arasında görüp dinlemeye başladığım dinlediğim ilk anda saran, sarmayı bırak bir anda nedensizce gözlerimi dolduran, were delale parçasıyla dağıtan güzel sesli adam. şuan karşımda olsa da dinlesem, bir kadeh rakı doldursam, dokunsa bağlamasına kapatsam gözlerimi söylese bu parçayı sayısız kere..
    link
  • ask oldugum kürtçe bir sarkiyi seslendiren kürt sanatci.

    ard arda dinlenilesi.cok uzaklardan tanimadigim biri iyi ki paylasmis bu sarkiyi ve ben de iyi ki dinlemisim. siz de dinlemelisiniz kesinlikle..

    carek were min bibînî
    were rinda'm de were,
    were cana'm de were
    were delalê..

    https://www.youtube.com/…ature=youtube_gdata_player
  • selim temo, bugünkü yazısında mem'in zarif kaleminin sesine düşen izdüşümünü somutlamış.

    "o zaman bilen yeni baştan kulak vermeli, bilmeyen kendini hoş görünceye kadar dinlemeli. çünkü onun sesli guernica’sının içindeyiz hâlâ."

    mem’in guernica’sı
  • dün selim temo'nun yazısıyla tanıdım sesini.
    sesiyle müthiş bir müzik yaratıyor.
    başına bir şey gelmezse, sesi ve yorumuyla dünya çapında da tanınır olabilecektir.
  • gerçek ismi mehmet esen'dir

    1981 yılında mardin'in derik ilçesinde doğmuş kürt sanatçı.

    şimdi buraya en güzel şarkılarını bırakayım desem, hepsini yazmam gerekiyor.

    sesi o kadar güzel ki, söylediği her şarkı dinleniyor. en çok dinlediklerimi bırakayım buraya.

    zana û andok

    evîn

    dil disoje

    heyv
  • evet kadınların, kürtlerin, insan hakları mücadelesi verenlerin konserleri iptali silsilesinden nasibini alan son kişi.

    https://t24.com.tr/…konseri-de-iptal-edildi,1036588

    heralde aynur doğan'da terörist ilan edildiğine göre mem ararat'da "pekakaca konuşuyor yoksa biz kürt kardeşlerimize karşı değılız imamoğlu erdoğan gibi oldu" muhabbetleri devam edecek.

    (bkz: #137931679)
  • yine dinledikten sonra defalarca dinlenebilme tehlikesi olan bir eseri ortaya koyup kenara cekilmis kral xaçirêk
  • sanatın ruhla nasıl bir bağı olduğunu hissetmek isteyenler kendisinin herhangi bir türküsünü dinleyebilir.

    tüm türküleri dinlenesi sanatçı.
hesabın var mı? giriş yap