• "bir dönemeci geçiyor tiren.
    arkadaki vagonlar görünüyor
    .....birer birer
    .........bağlı birbirine
    .................ve çok uzak.
    şaşırıyor birdenbire insan
    bu çok uzak ve çok arkadaki şeylere bağlı oluştan."
  • 1920'den ba$layarak 1940'li yillara kadar anadolunun ana resimlerini, gerceklerini, iscisini, ciftcisini, koylusunu, kahramanlarini ve biraz da kendi ya$am oykusunu anlatir nazim hikmet.
    ayrica kitaptan bir bölüm için (bkz: peki ben ne yaptim/5)
  • bu ülkenin insanını tanımak için eşsiz bir kaynaktır bu kitap. eşi benzeri yoktur. daha önce söylendiği gibi roman, şiir, senaryo gibi farklı türler arasında müthiş bir geçişlilik sağlayan, alışılageldik formları alt üst eden dünya çapında bir şaheserdir. şaheserdir çünkü daha iyisi asla yazılamayacak. daha doğrusu bir benzeri bile yazılamayacak.

    kitaptan hangi hikayeyi anlatmaya kalksam elim ayağıma dolanıyor. hangisini anlatsam bir diğerine haksızlık yapacağımı düşünerek vazgeçiyorum.

    memleketin hapishanelerinde 12 sene namusuyla yatan bir şairdir nazım hikmet.
    12 sene...

    bir bu kitap bir de huzur romanı ne zaman liselerde ders kitabı olarak iyi hocalar tarafından hakkıyla okutulur o zaman kendimizle tanışmaya başlarız gibime geliyor.

    insanımızı beş kelimede özetlemiş koca şair:

    korkak
    cesur
    cahil
    hakim (bilge)
    çocuk

    evet, çocuk... her şey bu kelimede düğümleniyor bence. o kadar toparlayıcı, kuşatıcı bir sözcük ki... cehalet, ahlaksızlık, kopkoyu bir yobazlık, müthiş bir saffet, inadına namuslu, mangal gibi yürekli, kancık karakterli...

    nazım, kimilerinin göklere çıkardığı, kimilerinin yerin dibine soktuğu insanımızı olduğu gibi, yeryüzündeki haliyle anlatıyor bize. bu yüzden hala kabullenemiyoruz onu, hala birilerinin ezberini bozuyor çünkü.

    çocuk demişken, yoksa cemal süreya aşağıdaki mısraları yazarken bu kitapta yer alan kuvayi milliye'den mi ilham almıştır bilinmez:

    "tanrım, siz anadolu'yu çocukluk günlerinizde mi yarattınız."

    bir de yazmadan duramadım, durunamadım:

    "elbette saçlarınız kırmızıdır,
    gözleriniz
    bazen yeşil
    bazen bal rengi.
    ve bir şey daha var ki farkında değilsiniz belki,
    elleriniz harikuladedir."
  • nazım hikmet memleketin şimdiki halini bir görseydi! artık memleketimde dogdugu yerde tutunamayıp göç eden, her köşebaşını tutmuş haraççı otopark mafyası var. hayali ihracatçısından tut, konuşmayı bilmeyen vekiller var. eli bıçaklı kapkaççılar, aftan yararlanıp çıkan katiller var. ürününe tarım ilacı pompalayıp buncacıktan bişey olmaz diyen zehir saçan sakat çocuklar doğurtan çiftçiler var. eve ekmek götüremeyen habire köprüye çıkıp atlıycam lan diyen zavallılar var. adil olmayan bir yaşam savaşı içinde sokakta bön bön bakan şaşkın bir halk var. iletişim kuramayan ve bunun bir ihtiyaç olduğunu hissetmeyen bireyci yetiştirilen bir çocukluk ve ne istediğini bilmeyen bilse bile ulaşamayan bir gençlik var. memleketim karmançorman... memleketim de "hüsran" manzaraları var....
  • "duydunuz:muhakkak
    düşündünüz:belki
    anladınız:zannetmem
    ne olacak hem,
    anlasanız da unutacaksanız.
    bir andı, geldi geçti,
    yahut geçmek üzeredir.
    geçmese de alışılır.
    alışıldı mı, mesele yok.
    alışkanlık getirir eski yerine
    hiçbirşey duymamış, düşünmemiş,
    anlamamış olmanın rahatlığını.
    ilk seferine göre belki miskin bir rahatlık,
    rahatlık fakat"
  • nazım hikmet ran tarafından yapılmış şu acıklamayla başlar kitap:

    hatice, piraye, pirayende
    doğum yeri neresi
    kaç yaşında sormadım
    düşünmedim
    bilmiyorum.
    dünyanın en iyi kadını
    dünyanın en guzel kadını
    benim karım.
    bu bahiste
    realite umrumda değil
    939 yılında istanbul'da tevkifanede başlanıp
    ...................... biten bu kitap
    ona ithaf edilmiştir.
  • icinde seyh bedrettin destanininda bulundugu turk edebiyat tarhinin en onemli eserlerinden biri..almanlarin goethe si, ingilizlerin shakesparei,ruslarin cehov u varsa bizimde nazim hikmet ran imiz var dedirtir..
  • milli mücadele ve kurtuluş savaşı düşmanı, vatan hain'i ali kemal'in halk tarafından linç edilmesini anlatan kısmı aşağıdaki gibidir;

    kartallı kazım
    köprünün orda bir ağacı gösterdi. tatar yüzlü adama;
    " - şu köprünün dibindeki ağaç yok mu?
    ard ayakları üstüne kalmış
    hayvana benzeyen ağaç?
    şu soldaki,
    koskocaman.
    bak
    dalları köprüyü aşan,
    o dallara astılar ölüsünü ali kemal'in.

    istanbul'dan kaldırıldı herif
    güpegündüz
    berberden,
    beyoğlu'nda tıraş olurken
    338'de..."

    "- kim bu ali kemal?"

    "- gazete muharriri
    ingiliz'den para alır
    adamaydı halifenin.
    gözlüklü
    şişman.
    kan damlardı kaleminden,
    fakat murdar
    fakat pis bir kan.
    gün olur daha derin
    daha geniş yara açar
    kalemin düşmanlığı mavzerin düşmanlığından."

    "- izmit bizde miydi o zaman?"

    "- yeni girmiştik
    ingilizler istanbul'daydı daha,
    ali kemal'i çalıp getirdiler ingiliz'in mavi gözünden.
    burda "geliyor" diye bir şayia çıktı
    altı yedi saat önce.
    iskeleye yığıldı millet,
    belki izmit halkının dörtte üçü
    kadınlara varıncaya kadar.
    ben ulucaminin ordan bakıyorum
    gözümde dürbün.
    göründü karşıdan motor nihayet,
    bata çıka geliyor.
    koştum aşağıya.
    ben iskeleye inmeden
    çıkarmışlar ali kemal'i motordan.
    şurda
    tepede
    saray meydanında hükümet konağı var
    kolordu dairesi,
    oraya götürdüler.

    konağın önü
    meydan
    sokaklar
    adam almıyor.
    kaynıyor karınca gibi izmit halkı.
    fakat öfkeli
    fakat merhametsiz.
    çoğu da gülüyor,
    bayram yeri gibi izmit şehri.
    hava da sıcak,
    gök de bulutsuz.
    ali kemal 20 dakka kaldı kalmadı konakta dışarı çıkardılar.

    attı bir adım.
    etrafını zabitlerle polisler almış.
    kireç gibi yüzü.
    sarışın.
    birden ahali başladı bağırmaya
    "kahrol artin kemal..."
    durdu.
    arkasına baktı
    konağın kapısından tarafa.
    belki de geri dönüp içeri girmek için.
    fakat yüzüne karşı kapıyı ağır ağır kapadılar.
    yürüdü sallanarak on adım kadar.
    ahali boyuna bağırıyor.
    bir taş geldi arkadan
    başına çarptı.
    bir taş daha
    bu sefer yüzüne.
    kırıldı gözlükleri,
    bıyıklarına doğru kanın aktığını gördüm.
    birisi, "vurun," diye haykırdı.
    taş
    odun
    çürük sebze yağıyor.
    muhafızları bıraktı ali kemal'i
    ahali kara bulut gibi çullandı üzerine
    alaşağı ettiler.
    orda yerde yaptılar ne yaptılarsa.
    sonra açıldı bir parça ortalık.
    baktım ki yatıyor yüzükoyun
    ayağında bir donu kalmış
    kısa bir don.
    çıplak eti pelte gibi tombul, beyaz.
    bana hala nefes alıyor gibi geldi.
    bir ip bağladılar sol ayağına.
    hiç unutmam
    sol ayağında kundura, çorap filan yoktu
    fakat sağ bacağında çorap bağı kalmış.
    başladılar ölüyü bacağından sürümeye.
    yokuş aşağı, başı taşlara çarpıp gidiyor.
    millet peşinde.
    bir aralık ipi koptu.
    bağlandı yenisi.
    ibret alınacak hal.
    halkı kızdırmaya gelmez.
    bir sabreder iki sabreder;
    her ne ise...
    böyle dolaştı izmit şehrini ali kemal."

    sayfa 90 - 91 - 92 - 93

    bilgi yayınevi - 1987 / 2.baskı

    edit / imla
  • arkadaşlardan gelen e-postalarda çok sık rastlanan, alaycı bir kalıp haline dönüşmüş cümle.
    bir de yurdum insanı der bazıları. yurdum sanatçısı, yurdum bilmem necisi falan...
    bu kalıpları kullanınca hooop sıyrılıyorsunuz direk o beğenmediğiniz insanlardan çünkü.
    siz çok aydın, çok modern, çok zekisinizdir de o yurdum insanları çok ahmak, çok rezil, çok gülünesidir.
    ne kadar da kolay insanları bir kalıba sokup, onlara genel bir isim yapıştırıp, onlarla eğlenmek, değil mi?
    siz bu postaları yolladığınızda ben de benzer bir tepki veriyorum ister istemez, "asıl sizsiniz memleketimden insan manzaraları" diye.
    kendini çok üstlerde gören, haddini bilmeyen, insanların zayıflıklarıyla alay etmeyi marifet sanan, insanlıktan nasibini almamış insanların oluşturduğu manzarasınız.
    "memleketimden insan manzaraları"yla dalga geçmek size sınıf atlatmaz, o memleketteyseniz o manzaradasınızdır siz de.
    o çok güldüğünüz karelerin içinde siz de varsınız.
    manzaraya gülmek yerine manzarayı güzelleştirmek için bir şeyler yapmaya ne dersiniz?
  • nazım hapse düşmeseydi bu kadar iyi bir şair olamazdı. tüm türkiyeyi gözleyebileceği küçük bir evrendi hapishaneler.

    memleketimden insan manzaralarına gelirsek; dünyadaki tüm kitapları yalamış yutmuş biri değilim. biraz da duygusal yaklaşabilirim. bu kitabın üstüne dünyada hiçbir kitap erişemeyecektir. bu seviyede ikinci bir anlatım hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. böyle dememin sebebi daha iyisini tahayyül edememem.

    tüm öyküyü baştan sona okuyabileceğin, ortasından dalabileceğin, arada göz gezdirebileceğin, her gece uyumadan okuyabileceğin, yıllar sonra eline alabileceğin ve ne olursa olsun "vıcık vıcık insan kaynaşan bir mahşerden geçmiş" olabileceğin bir kitap!

    rahat uyu...
hesabın var mı? giriş yap