• merak ediyorsak sadece, kendimizden öncekilerin vukuflarını taşıyan bilgi hamalından başka bir şey olmamız pek de mümkün değil. çünkü insanımızın büyük sorunlarından biri de, mantık zeminini yeterince iyi kurmadan düşünceler temellendirilmeye kalkması. hâlbuki bir müzik eserini bestelemek için en azından nota bilgisine ve icra etmek için de en az bir enstrümanın icra sanatına vakıf olmak şart. fırçayı, boyayı, tuvali tanımadan teknik bilmeden resim yapmak, doğal yeteneğin sınırları dâhilinde mümkün olsa da, eğitim, ortaya konulan sanatı bambaşka bir boyuta taşır. bu yüzden ilk önce mantık üzerine yoğunlaşmalı, ardından çeşitli okulların akımları; bu akımların öncüleri ve görüşleri tanınmalı. nasıl bir yol çizileceği, böylelikle daha rahat görülecektir. dışarıdan baktığımda tüm felsefeyi bilimsel felsefenin sınırlarına hapsetmeye kalkan ve içimizde manaya aç olan parçamızı inkâr etmeye yatkın bir pozitivist anlayışın ısrarla sürdürülmeye çalışıldığını görüyorum. bu çok can sıkıcı. amiyane bir tabir olacak, fakat toplulumuzda bilim ve bilim insanı düşünüldüğünde, hakikati pozitivizmin kucağına oturtmaya çalışan bir tablo ortaya çıkıyor. post-pozitivist anlayışların önünü açalım artık. bilimle gönlü ayırmaya kalkmak hâlâ niye? dahi ve dehayı sadece ve sadece doymak bilmeyen bir merak şehvetine indirgemeye çalışanları da anlamıyorum. dehanın ortaya çıktığı ve dahinin yetiştiği sürece basamak olan o kadar çok etken var ki, gönül hep arka plana atılmak isteniyor. halbuki rahmetli oktay sinanoğlu "bilim+gönül" diye çok haykırdı. amerika'ya gitmeden önce bayrağını öpen, yemin eden bir adam nasıl sadece merak unsuruna hapsolabilir? aziz sancar öğrenciyken günde 18 saat çalışan azmin abidesi; ödülünü aldığında gelip anıtkabir'de sunan adam. bilim insanı olmanın yanında, gönül insanı bu kişiler. merak şehvetinden kendini delicesine çalışmaya vermiş bir "ideal" bilim insanı imajı yaratılmak isteniyor. bu tip tanımlamaya en yakın isimlerden celal şengör bile hastalık derecesinde vatanperver. tamam, bu adam merak unsuru ile kendinden geçiyor da, asıl istediği asker olmak bu adamın. hatta kendisi "scent of a woman" filmini izlediğinde, yarbayın yaptığı tangoyu görmesiyle asker olamadığına ne kadar üzüldüğünden bahseder. tony buzan'a göre dehanın ortaya çıkışında, vizyon, arzu, inanç, adanma, planlama, sebat, hatalardan ders almak, konu bilgisi, zihinsel okuryazarlık ve hayal gücü gibi nitelikleri sıralamak mümkün. sadece bilim insanlarının değil, spordan sanata, farklı alanlarda birçok dahinin değerlendirilmesiyle oluşturulan nitelikler bunlar. insanlığın, yükselirken omuzlarına bindiği devler, sadece doğa bilimleriyle uğraşan insanlar değil. sanki bizim gerçekliğe ulaşan yolumuzda kılavuz olarak sadece onlar var. cidden bıktım bu stereotype'dan. onları da sadece "meraklı melahat" moduna sokuyorlar.
hesabın var mı? giriş yap