• albümü sonuna kadar dinlemek tahammülü zor bir eza oldu bana. aslında bunun önemi yok çünkü bu, albüm hakkındaki fikrim değil duygum. duygularımın okuyucu için önemi yok, olmamalı da zaten. kamuoyunu bilgilendirme beyanı gibi düşünün. bu müzikleri bizi harekete geçiren ama beslemeyen müzikler olarak görüyorum. bu lafın altını daha sonra doldururum. şimdilik kısa keseceğim. sıçanlar üzerinde yapılan sinirbilim deneylerini duydunuz mu bilmiyorum. işte iki manivela kolu var; birinde yemek ötekinde kokain bulunuyor. sıçanlar tabii yemeğe gidiyorlar. kazara birisi ikisi kokaine gidiyor. sonra bunlara kokain vermeye başlıyorlar ve tekrar gözlemliyorlar. doz arttıkça hayvanlar yemek yemez oluyorlar. ha işte bu müzikleri de kokain gibi görüyorum. bir takım duygular uyanıyor; heyecanlanıyorsun, üzülüyorsun falan filan ama doymuyorsun. tabii nitelikli dinleyiciler yahut nitelikli olmaya aday dinleyiciler için söylüyorum bunu. bu yazı sıradan dinleyiciye hitap etmiyor. nitelikli dinleyici miyim ben diye soruyor musunuz kendinize şimdi? ya da aday mıyım diye? dolmuşa bindin, bir yere gideceksin. yanında da arkadaşın var. laflıyorsunuz. müzik sesi geliyor ama gümbür gümbür değil, cılız: "tek tesellim gözlerindi bakıp bakıp delirirdim bana öyle yakındın ki hep benimsin zannederdim"... bileklerini kesmek istiyorsun. gökhan özen değil mi bu ya? aman allahım. neyse bir taraftan arkadaşınla laflıyorsun bir taraftan bu allahın belası müzik çınlıyor. ne yaparsın? nitelikli dinleyici olmaya aday biri müziğe teslim olur. duymazdan gelemez. zorlasan bir şeyler gevelersin yine arkadaşınla ama yok, tökezleye tökezleye. tadı kaçar. işte bu yazı bu dinleyicileri muhatap alan bir yazı. bu ve bunun gibi müzikler de bu dinleyici için besleyici olamazlar. besleyici müzikle ne kast ettiğimi falan başka yazıda yazarım. şimdi albüme döneyim. son derece derinliksiz, basit parçalar. hemen hepsi için söyleyebilirim bunu. fakat popüler müzikte bu formül her zaman işlemiyor. dile düşecek, klasik olacak şarkılar olmayacak bunlar. bakalım, zaman gösterecek. ben albümle ilgili başka bir şeye değinmek istiyorum. sardunyanın kırmızısı diye bir şarkı var. emre yapmış müziğini, gitarı da o çalıyor. bir gitar bir de vokal, o kadar. kulaklığınızı takın ve kendinizi vererek, dikkatle dinleyin parçayı. yanınızda çalıp söylüyorlar gibi geliyor mu size? bana hiç öyle gelmiyor. bu kadar yalın, duru bir müzik nasıl olur da bu kadar plastikleştirilebilir? bunu sağlayan ne? cevabını biliyorum; kayıt üslubu. parça 90 metronom. tak tak tak tak... hiç sekmiyor gitar. önce metronom gelmiş emre'nin kulağına, sonra gitarı çalmış hatta onu da tek kezde çalmamış. dört-beş farklı take'in kolajı. sonra da üstüne melike söylemiş. iyi kayıt demek duyduğumuzu olabildiğince süssüz ve gerçekçi haliyle bize iletmek demek değil. bunu kabul ediyorum. fakat böyle bir müzikte yani sadece iki sazla çalınan, sade bir müzikte buna gerek var mı hakikaten? müzisyenler biyolojik metronomlarıyla çalsalardı, müzik salınsaydı fena mı olurdu? nüanslar da kırpılmış. sosis diyor ses mühendisleri buna. en üstteki sesleri aşağıya çekiyorlar, en alttakileri üste çekiyorlar ve ortayı şişiriyorlar. günümüz pop müziğinde bu üsluba artık yer yok. billie eilish neden bu kadar çok dinlendi sizce? sadece iyi şarkılar yaptığı için olabilir mi? hiç sanmıyorum. bu başarıda en büyük pay rob kinelski'nindir. cambaz bir ses mühendisidir bu herif. bad guy, açın dinleyin. sadece alt ve üst sesler var neredeyse. o ikisi arasındaki boşlukta duyuyorsun vokali. vokal dışındaki sesler vokalden o kadar farklı renkte ki. müthiş. bir de melike'nin şarkıları dinleyin. sade melike de değil, can güngör, cihan mürtezaoğlu, ceylan ertem, gaye su akyol vs. aklınıza kim gelirse. bu konuda iç bayıltan bir tek tipleşme var. hepsi aynı duyuluyor. yani ne olurdu melike ve emre aynı odada, aynı anda ve kulaklarına metronomun tik-takı gelmeden söyleselerdi? ikisi de mahir müzisyenlerdir, bunu pekala becerirlerdi. peki neden artık kimse bunu tercih etmiyor? cubase'deki görüntüsü zihninizde canlanıyor değil mi bu şarkıların? metronoma tam oturan, simetrik, eşit parçalara ayrılmış renkli kutucuklar... bu yekpare bir müzik değildir. işitsel kolajdır bu. artık neredeyse tüm parçalar kolaj. hatta kulağınıza gelen seslerin büyük kısmı "biricik" değil. ne bileyim mesela cihan'ın son albümündeki davullar programlama ile yazılmış. ya da melike'nin albümünden hepsi geçti'yi dinleyin. diyelim ki şarkı 100 ölçü olsun, ritmin söylediği cümle 100 kez birbirinin aynısı tuşeyle ve hızla kulağımıza geliyor demektir. yılgınlık veren bir tekdüzelik. şarkı boyunca tek akorun duyulduğu ve aynı ritmin döndüğü tomorrow never knows 'u dinleyin bir de. ya da james brown'dan sex machine'i. bu yılgınlığın esamisi okunmaz. tam tersine, müzik dinleyeni peşinden koşturur. catfish collins çalıyor gitarı. sadece iki farklı riff var şarkı boyunca. iki! adam makina gibi 50 kez tekrar çalıyor aynı riff'i. hepsinde aynı çalabilir mi? mümkün değil. illa ki ufak tefek gecikmeler, tuşe farklılıkları, kusurlar vardır, var da zaten. melike ve diğerlerinin kayıtları kusursuz. bu kayıtları dinlerken ne hissettiğimi anlatarak bitireceğim. bakın bir video var bu linkte. dans eden bir insan görüyorsunuz. video bilgisayar ile hazırlanmış. insan falan yok yani aslında. epey de gerçekçi duruyor. allah aşkına kim bu videoyu dansı izlemek için açar bakar? umarım anlatabildim.
  • melikeciğimin ilk albümü.
    şarkıları sindire sindire dinledim. hepsi geçti’nin yeni versiyonunu başta yadırgasam da sevdim.
    nasır şarkısı benim de favorim oldu.
    sevmediğim şarkı yok hepsine bayıldım.

    yalnız melike hanım ne yapıyorsunuz? ölelim mi?
  • iyi ürünü abartırım. bu albümü de abartacağım. bu albüm abartılmayı hak ediyor.

    büyük bir sanat eseriyle karşı karşıyayız.

    bir manken eskisinin albüm yayınladığı 1997'den beri ağır kırsallık, varoşluk, basitlik ve madilik saldırıları altında kalite olarak vasat altı ve kötü arasında bir çizgi seyreden türk pop müziğine nefes aldıracak isimler ve albümler nadiren çıkıyor. on sene önce sıla gençoğlu kenar mahalle elektronik müziğine kaymaya başlayan türkçe popa alaturka ve akustik altyapıları öne çıkararak suni solunum yapmış fakat ardından kendi yarattığı döngünün içinden çıkamayarak devamını getirememişti. şu an 2021 yılındayız ve piyasaya yeni bir umut ışığı saçıldı. zaten dört senedir ağır ağır ama emin adımlarla ilerliyordu ve dün itibariyle bombayı patlattı.

    abartarak övecem demiştim. beyler bayanlar, ben türk pop müziğinde böyle bir albüm uzun süredir dinlemedim. bu albümle konulan çıtanın üstüne de çıkarsa yine melikko çıkar. güncel pop müziğin açıkları çalışılmış, panzehir gibi besteler ortaya konulmuş. karşımızda belli bir formüle bağlı kalmış bir albüm yok; farklı altyapıları cömertçe üzerimize savuran, adabıyla arabesk ve alaturkaya yanlayan, tadında kalacak şekilde electronica sularına dalan ve pop/rock dinamiklerini de sarıp sarmalayan zengin bir ürün var. üstüne melike şahin'in hem tatlı hem derin olabilen sesiyle can verdiği vokalleri de ekleyince tadından yenmez olmuş.

    yani her yanıyla ilmek ilmek örülmüş, emek emek işlenmiş bir sanat eseri var karşımızda. türk piyasasında benzerini uzun zamandır dinlemedim demiştim. yurtdışından bu albümün hissiyatına yakınsayacak lana del rey'in ultraviolence'ını sayabilirim. o albüm kadar organik, atmosferik, rüya tadında ama bir yandan da anlattıklarıyla gerçekleri yüzünüze vuran bir albüm bu. adı üstünde zaten, merhem.

    albüm spotify'a düştüğü gibi, geceleyin iki kez döndürdüm. sabahtan beri de herhalde 6-7 kez dinlemişimdir. fikrim değişmedi, komple muhteşem bir albüm. yani "şu şu şarkılar çok iyi." diye ayırmaya kalksam, diğerlerine haksızlık olacak. çok canlar yakacak bu albüm, çok masaya meze olacak, eşliğinde çok efkarlanılacak.

    metal müzik hastası bana şu satırları yazdırdın melike şahin. iyi ki varsın. ilacı bulamadıklarımız var ama merhemimizi dün itibariyle sen verdin. türkçe pop'un 2020lerini de sen kurtaracaksın, eminim.

    1) serim
    2) hepsi geçti
    3) nasır
    4) gönlüm durur orda
    5) samatya'da ilk rakı
    6) öpmem lâzım
    7) uykumun boynunu bükme
    8) sardunyanın kırmızısı
    9) hançer
    10) bedelini ödedim
  • bugün kaç kere döndürdüğümü bilmediğim melike şahin'in ilk albümü. her bir şarkı için söyleyecek sözler var ama sıcağı sıcağına öpmem lazım'ın onu alma beni al'dan sonraki en fingirdek şarkımız olduğunu söylemem lazım. *
  • anadolu'nun gözde farmakolojik unsuru.
    on bin tane türküde geçer,
    bir yaraya da merhem olmaz..
  • pomad..
  • “merhem elindeydi” diyerek başlayan hikayenin “merhem elimdeymiş” fark edişiyle kapanmasına şahitlik etmemize vesile olan arşivlik diva bebe albümü.
  • erkeklere konulabilen isimlerden biri, herhalde herkese şifa, deva olsun diye konulmuş olsa gerek diye düşünüyorsunuz, isim olarak verilmesi biraz garip ama daha garip olanı amcanın nüfus cüzdanına isminin meryem olarak yazılmasıdır herhalde! (nerede bu doktor!)
  • melike şahin'in bugün yayınlanmış ilk solo albümü.
    sen ne kadar güzel bir kadınsın¿ nasıl bir hüzün var sesinde de beni her defasında sana doğru çekiyor...
    daha nice albümlere, başarılara!

    spotify için tık
    youtube için tık
  • melike şahin yapmış yapacağını, çok iyi olmuş bu albüm. favorim samatya'da ilk rakı

    ~gözünü seveyim sessiz durma! ~

    edit: favorim bedelini ödedim olarak değişti.

    ~bedelini ödedim, bende sevdiğiniz her şeyin!~
    ~ne mümkün yıkılmak, yine doğruldum bak!~
    ~hak ediyorum her milimini bu dik gülüşün!~
hesabın var mı? giriş yap