• bu başlığa durup dururken, özensiz değil, birinci haçlı seferi’nin (#60452147) (#60480807) nihayetinde kurulan “kudüs krallığı”nı (#72389943) (#72390410) özetle gözden geçirdiğim yazılarımın ikincisinden gelmiş bulunuyorum.

    biz koca bir tarih bilgisi yapalım fakat ona rağmen neden tanım yok diyenler içinde tanım eklesek mi dersiniz?

    tanım: 5. ve 8. yüzyıllar arasında bugünkü fransa ve almanya arasında bulunan bölgede hüküm sürmüş frank hanedanı.

    bu biraz uzun sürecek bir konudur. kaç bölüm tutacağını şimdiden bilemiyorum. bana göre enteresandır. benim gibi ilgilenenler izleyecektir. birtakım yanlışlar içerebilir. tenkitler baş üstüne…

    önce bir başlangıç yapmak istiyorum.

    asırlarca avrupa’nın büyük bölümüne egemen olmuş roma imparatorluğu keni içindeki meseleleri analiz edemeyip ister istemez ikiye ayrıldıktan sonra; (395) büyük konstantin’in hemen peşinden konstantinopolis veyahut sonraki isimiyle bizans’ı başşehir edinen doğudaki imparatorluk, batıdakine oranla daha meblağlı bir siyasi davranış sergiledi. batı roma imparatorluğu ise, gerek kendi içindeki gerekse etrafından gelen çeşitli baskılar altında ezildi durdu. bunlara bir de batı hunların akınları ilave edince, ayrılmanın ertesinde yüz sene dahi dayanamadan parçalandı. (476) yerini çeşitli derebeylikleri ve irili ufaklı krallıklar doldurdu.

    batı hunlar, avrupa kıtasında zati hayli kritik vaziyette olan balansları daha da bozarak darmadağın etti. bilhassa orta avrupa ülkelerinin çoğu ne yapacağını şaşırdı. hunlara boyun eğmek istemeyenler, tası tarağı toplayıp öte yanlara, batıya doğru göçmek zorunda kaldı. hunlara karşı direnmeye kalkışan perişan oluyordu.

    avrupa kıtasındaki göçler iç içe girdi. tarihte “kavimler göçü” olarak da hatıralan bu oradan oraya gidişler esnasında herkes birbirini itekledi, birbiriyle karıştı.

    kuzey avrupalı gotların bir kolu olan vizigotlar, en çok dolaşan kavimlerden biriydi. nihayetinde, fransa’nın güneyinde pirene sıradağları dolaylarında yerleşip iber yarımadası’na doğru da uzandılar. önceden tuna boylarından gelip günümüzdeki almanya’nın kuzeyine doğru yerleşmiş franklar ise batıya doğru kayıp galya'ya yerleşti. onlar da burasını kendilerine yurt edindiler.

    galya, günümüzdeki belçika’yı da içermek üzere fransa’nın batı bölgesinin daha önceki isimidir. “kelt ülkesi” mananına gelir. ancak avrupa’da bir de “güney galya”, “doğu galya” gibi yerlerden de söz edilir. mesela güney galya, günümüzdeki fransa’nın pireneler ile akdeniz’e dayanan languedoc ve provénce bölgesi ile bunların etrafıdır başka bir deyişle vizigotlar’ın yerleşmiş olduğu yer.

    batı’daki galya’ya göçen franklar ile evvelce orada yaşayan keltler arasında yakın ilişkiler heyetti. bu yakınlaşma, hem de aile bağlarıyla iç içe girme, sonraki asırlarda da kendini belli etti.

    keltler, tarihçesi m.ö. 2000 senesi dolaylarına kadar uzanan daha önceki bir avrupa halkıdır. değişik dönemlerde, baltık denizi'nden akdeniz’e, atlas ummanı’ndan balkanlar’a kadar göçerek bir hayli bölgede yerleşmişlerdi. roma imparatorluğu’nun egemenliği altına girdiklerinde önce galya’yı yurt edinmişlerdi fakat burası da son durakları olmadı. 6. asırda birçokları britanya’nın batısına, günümüzdeki irlanda’ya ve sonradan da kuzeydeki piktleri iteleyerek iskoçya’ya yerleşti.

    5. asır ortalarına doğru galya’da avrupa’nın siyasi tarihinde ehemmiyetli bir yer tutacak yeni bir hanedan doğdu. bu hanedana “merovenjler” dendi.

    işte bu yazı dizisinde onların soyundan söz edeceğim.

    şimdi «onların soyundan bize ne?» diyebilirsiniz… elbette, 12. asır ve sonrasında batı avrupa’da çevrilmiş ve günümüze kadar dahi süregelmiş olan ve entrikaların temelinde yer alan birtakım nedenler sizi ilgilendirmiyorsa haklısınız. o vakit bundan sonra gelecek bölümleri hiç okumayın. daha sonra sözünü ettiğim entrikaları da anlatacağım. ancak onlar, bu başlık altında anlatacak olduklarım bilinince bir mana kazanacak. buna rağmen siz bilirsiniz.

    şimdi bir soluk alalım; az sonra devam ederiz.
  • merovenjlerin atası olarak benimsenen merovech ı (mérovée ı) ile ilgili hayli enteresan bir efsane anlatılır. bu efsaneye göre; merovech’in iki babası varmış. bunlardan biri frankların o sıradaki kralı clodion, ötekisi ise ummandan gelen ve fevkalade güçleri olan, hem de “tanrısal” dahi denilebilecek nitelikli bir yaratıkmış.

    merovenjlerin orijini ile irtibatlı olarak, frank krallarının daha eskiye uzanan soyundan çok, bu doğaüstü yaratık üzerinde durulur.

    o, bir “dünya yaratığı” değilmiş. merovech’in annesi gebeyken, bir gün yüzmek için ummana girmiş. “quinotaur” isimli bu yaratık ile cinsel ilişkide bulunmuş. kimileri bunu bir “tecavüz” olayı olarak da nitelendirir fakat aslında iyi niyetli olduğunu da ilave etmekten geri kalmaz.

    merovech’in anasının karnındaki cenine quinotaur’un dölü de geçmiş. doğduğu vakit her iki babasının da genlerini taşıyormuş.

    bu efsane, daha önceki bir “tabiat kurgu” öyküsü gibidir. ama mutlak merovenjlere mahsus değildir. çok eski tarihlerde fenikelilerde, hem de sümerler başta olmak üzere mezopotamya ve daha önceki mısır muasırlıklarında buna pek benzer efsaneler vardır. daha sonra batı anadolu ve antik yunan muasırlıklarında da görülmüştür. hepsinin ortak yanı, deniz bağlantısı oluşudur.

    merovech efsanesinde sözü edilen yaratığın nasıl bir şey olduğu hem de konmuş ismin manası dahi net olarak bilinmiyor. kimileri bu konuda bir hayli etimolojik inceleme yaptıktan sonra, quinotaur’un sözlük mananını “boğa kral” olarak vermiş, gerek tevrat’ın “tekvin” başlığını taşıyan ilk kitabında anlatılanlar gerek orta doğu etrafının antik mitleriyle irtibatlar kurmuştur. bu irtibatları doğuya, hindistan’a kadar dahi uzandıranlar vardır. bu gibi anlatımların bazılarında tarih öncesi çağların efsanesel ülkesi atlantis de gündeme getirilir.

    kimileri quinotaur’un “beş başlı bir deniz yaratığı” olduğunu söyler.

    kimileri daha bariz bir tarif yaparak, “yarı balık ve yarı boğa” biçiminde bir mitolojik yaratık olduğunu belirtir.

    bir hayli mitolojide, gerek balık gerekse boğa çok ehemmiyetli yer meblağ. bu bakımdan quinotaur, tarih öncesi çağlarda filistinliler ile fenikelilerin inançlarında çok ehemmiyet verilen “balık yaradan” dagon ile de özdeşleştirilir.

    avrupa kıtasının isiminin dahi bu mitolojilerle alakası vardır. bir fenike mitinde, “europa” isimli güzel bir kızın denizde yaşayan bir boğa tarafından kaçırılışı anlatılır. mitolojiye göre; bu ilişkiden avrupa’nın erkek çocukları doğmuş ve her biri “kral” olmuştur.

    iskoçya’nın kuzeyinde, su altından denize irtibatı olan “loch ness” isimli gölde öteden beri bir canavarın görüldüğü anlatılır. arada sırada su yüzüne çıktığı dahi söylenir. bu, asırlardan beri süregelen bir söylencedir.

    yakın geçmişimizde bir hayli araştırıcı bu konuyu öylesine ciddiye almıştır ki, bu canavarın resmini çekebilmek için göl kıyısında kamp kurarak orada senelerini harcayanlar olmuştur. çağdaş aletlerle gölün dibi tarandığında, canavar konusunda hiçbir belirtiye rastlanamamıştır.

    etraf halkına göre; “nessie” isimi verilen bu yaratık tarih öncesi çağlardan beri oralardadır fakat hep gölde durmaz. arada sırada gelerek şöyle bir dolaşır; su yüzüne çıkarak kendini gösterdiği de olur. sonra çekip gider. bir daha ne vakit uğrayacağını kendi bilir; belli olmaz.

    bu göl canavarı söylencesi sayesinde loch ness, iskoçya’nın hayli turist çeken yerlerinden biri olmuştur.

    quinotaur efsanesiyle loch ness konusunda söylence arasında da bir irtibat var gibi görünüyor. nitekim iskoçların ataları olan keltler ile merovenjler arasında hayli kuvvetli tarihsel bağlar olduğu bilinmeyen bir şey değil.

    dendiğine göre; denizden gelen ikinci babasının tabiat üstü güçleri merovech’e, sonra da irsiyet yoluyla onun hemen peşinden gelenlere geçmiş. bu yüzden merovenj hanedanından gelenlerin yalnızca sıradan bir “kral” değil, bu arada “büyücü” olduğu söylenir. medyumluk yaptıkları, birtakım doğaüstü varlıklarla iletişim kurdukları belirtilir. hepsinin birer “tılsımlı kolye” takıp birer “sihirli bilezik” taşıdığına değinilir. kürek kemikleri arasında yer alan bir doğum kirinin, soylarının bariz delili olduğundan söz edilir.

    romantik anlatımları bir yana bırakırsak, çağımızın söylemiyle merovenjlerin birer “okültist” olduklarını söylemek daha doğru olabilir.

    merovenjlerin ebedi olduğu dahi ileri sürülmüştür fakat bunu ancak hatırasal veyahut simgesel bir manada düşünmek gerekir.

    merovenjler için bir de “uzun saçlı krallar” denmiştir. hepsi kızılımsı sarışındır. bir hayli sanat eserine konu olmuş, bir kahraman olarak nitelenmiş, tevrat’ın hakimler başlığını taşıyan kitabında öyküsü anlatılan samson gibi fevkalade kabiliyetlerinin savunmasını sağlayan saçlarının kesilmemesi gerektiği üzerinde de durulmuştur.
  • merovenjlerin asla unutulmayıp hep gündemde tutulmasından yana olanlar olduğu gibi, onları isimleri bir daha hiç anımsanmayacak bir şekilde tarihe gömmek isteyenler de olmuştur.

    merovenjlerin günümüzün anlayışı çerçevesinde “kral” olduklarını söylemek yetmez. onlara bir bakıma “rahip krallar” demek daha doğrudur.

    bu nitelendirme ise yalnızca merovenjlere mahsus değildir. tarih süresince çeşitli ülkelerde benzerleri görülmüştür. hem de bu kralların manevi işlevlerinin, dünyevî görevlerine oranla öncelikli olduğuna inanılmıştır. bu krallar, isteksizce boyun eğilmesi gerekmeyen ve hiç de doğru olmayan, üstün ferdi nitelikleri hasebiyle sevilen ve saygı duyulan tinsel öncüler olarak görülmüştür.

    nitekim merovenj hanedanından gelen bir kişinin “kral” sayılması için, bir taç giyme merasimi yapılıp rastgele bir din adamı tarafından kutsanarak tahta çıkması gerekmezdi. onlar kendiliklerinden kral sayılırdı. bu bir tabii ve mukaddes haktı. merovenjlerden gelme kral, halkının egemen gücüydü fakat hiç kimse ondan devlet işleriyle direk ilgilenmesini, halkı yönetmesini beklemezdi. kralın asal işlevi herhangi bir iş yapmak değil, “var olmak” sayılırdı. zira o carsa halkı da var olurdu.

    her merovenj kralının bir tür inisyasyondan geçirilmiş olduğu da anlaşılmıştır. bu, çok sonraki tarihlerde bulunmuş kabirlerinde yapılan araştırmalar esnasında ortaya çıkmıştır. bu hanedandan kabiri bulunmuş olan her kralın kafatasında doğuştan değil, sonradan açılmış bir delik olduğu görülmüştür. tıpkı tibet’teki budist rahiplerin kafalarına açılan delik gibi...

    merovenjlerin 5. asır sonlarındaki kralı 1. clovis, frank krallığının hudutlarını genişletmek istiyordu. bunun için de papaya bir dilek iletti. halkının yanı sıra, katolik kilisesi’nin de kendisini resmen “frank kralı” olarak tanımasını istedi. bunun karşılığında katolik olmayı kabul edecekti.

    işte bu beklenmedik bir vaziyetti. kral, direk dünyevî işlerle de ilgilenmeye girişmiş demekti. ama hiç kimsenin de buna hiçbir diyeceği olamazdı. o kraldı. istediğini yapardı. elbette bir bildiği vardı.

    o sıralarda katolik kilisesi’nin başı hayli dertteydi. daha daha otoritesini avrupa’ya tam olarak kabul ettirememişken bir de roma imparatorluğu’nun parçalanması başına büyük işler açmıştı. bir yandan hıristiyanlığı hiç de kilise’nin öngördüğü gibi benimsemeye yanaşmayıp efelenen vizigotlar ile uğraşırken diğer yandan da italya’nın kuzeyine yerleşmiş ve onların paralelinde sayılabilecek bir davranış benimseyen lombardlar ile uğraşıyordu. aynı zamanda, öteden beri aklına estiğince davranan kelt kilisesi'ni nasıl yola sokabileceğini de kara kara düşünüyordu.

    bunların hepsi sapkınlığı ele alıp gitmişti. isa’nın aslında “yaradan’nın erkek çocuğu” filan değil, herkes gibi bir insan olduğunu, ancak bir peygamber sayılabileceğini ileri sürüyorlardı. gnostisizme yakın bir eğilim gösteriyor, insanın gerektiğince doğru bir inanç sahibi olabilmesi için birtakım rahiplere veyahut benzer aracılara gerek olmadığını müdafaa ediyorlardı. bu gibi lâflar insanların aklını karıştırıyordu. eğer kelt kilisesi böyle sapkın bir düşünceye göz yummayı tercih ediyorsa, o kendi otoritesinin ezilmesine ve varlığının bitmesine razı olabilirdi fakat katolik kilisesi bunu kaldıramazdı.

    clovis katolik kilisesi’ne yanaşınca, papa 2. anastasius bunu kaçırılmaz bir fırsat saydı. eğer o katolik kilisesi’ni harbiden de batı avrupa’da “hıristiyanlığın tek egemen otoritesi” olarak tanırsa, papa da onun kendi ülkesinde “kral” olduğunu resmen onaylardı. bir karşılıklı alışverişti bu. kilise böylelikle hiçbir şey yitirmezdi. aksine, bir taş atıp iki kuş ansızın vurmuş olurdu. bir yandan frank krallığı’na egemen olan merovenjleri keltlerden koparmış olur, diğer yandan da en büyük rakibi olan ortodoks kilisesi’nin edinmiş olduğu güç düzeyine ulaşma imkanını elde ederdi. hele clovis kilise’ye bir de vizigotlar ve lombardlar ile başa çıkmasında askerî güçle yardım ederse, bu da aynı taşla vurulan üçüncü kuş olurdu. özel olarak katolik kilisesi’nin çıkarlarının yanı sıra, genelde hıristiyanlığa da kazanç sağlanmış olurdu. zira franklar, antik çağda mora yarımadası’nın kuzeyinde yerleşmiş olan arkadyalılar gibi artemis benzeri bir dişi tanrıça olan ayıya tapınmaktaydı. bunun kelt inancındaki karşılığı arduina, öteden beri galya’nın kuzeyindeki ardennes isimli bölgede yaşayanların ana tanrıçasıydı.

    1. clovis ile papa 2. anastasius, sonsuza dek süreceği öngörülen bir anlaşmaya vardı. buna göre; clovis’e “novus constantinus” (yeni konstantin) unvanı verildi. “mukaddes roma imparatorluğu” ismini alacak yeni bir egemenliğin başı olduğu, bunun soya bağlı olarak süreceği de benimsendi. böylelikle avrupa’nın doğusunda olduğu gibi batısında da kılıç ile haç birleştirilmiş oluyordu.

    bundan sonra 1. clovis, ülkesinin hudutlarını artık “imparator” sıfatıyla genişletti. bugünkü fransa’nın tümü ile almanya’nın büyük bir bölümüne sahip çıktı. erkek çocuğu 1. chlotar ise imparatorluğu ancak üç sene yaşatabildi. erken gelen ölümü ile beraber imparatorluk, frankların öteden beri benimsediği bir aile ananesi uyarınca chlotar’ın üç erkek çocuğu arasında paylaşılarak birbirine komşu üç ayrı kraliyet oluşturuldu. austrasia olarak da hatıralan doğu frank krallığı 1. sigebert’e kaldı. diğer iki krallıktan batıdakine neustria, güneydekine burgundia, hepsine ansızın topluca “frank krallıkları” tecrübe ediyordu.

    “mukaddes roma imparatorluğu” şu an için rafa kalkmış gibi oldu.

    bu olaylar dizisini burada bırakmalıydım fakat 1. clovis ile ilgili belirtilmesi şart olan pek enteresan bir konu var.

    1653 seneninde, fransa’nın kuzeyindeki ardennes bölgesinde yapılan arkeolojik kazılar esnasında 1. clovis’in önceden rastlanmamış olan kabiri keşfedildi. açıldığında, içinde önceden her kralın kabrinde bulunması alışılmış olan kalıtlar ile karşılaşıldı; silâhlar, mücevherler, krala özgü giyim ve kuşamın artıkları gibi... ancak burada birtakım garip şeyler de vardı. altından yapılmış birer at ve boğa kafası ve bir kristal küre gibi... en ilginci ise arı biçimindeki üç yüz kadar küçük altın parçasıydı. nitekim arı, merovenjler tarafından kutsal sayılırdı.

    buraya kadar iyi, olabilir ama asıl bundan sonrası ilginç…

    napoléon bonaparte, üniformasının üzerine kesinlikle arı biçiminde bir takı iliştirirdi. merovenjler ile irtibatlı soy ağaçlarına ait araştırmaların temeli olan bir hayli daha önceki bilgiyi içeren kitaplar, onun imparatorluğu döneminde toplatılıp paris’teki arsenal kütüphanesi’ne yerleştirilmişti. imparatoriçe josephine’in babasının soy ağacı incelendiğinde, bunun merovenjlere kadar uzandığı görülür. bunu napoléon da biliyordu ama heyhat! onun soyu merovenjlere dayanmıyordu. dayansaydı, belki tarihin akışı değişirdi hem de onun egemenlik dönemine gelinceye kadar çoktan bambaşka bir biçim almış olurdu.
  • 7. asır ortalarında, austrasia kralı 3. sigebert büyük bir acıyla sarsıldı. üç yaşında olan erkek çocuğu dagobert kaçırılmıştı. nereye götürülmüş bulunduğu konusunda hiçbir emare bulunamayınca, üstelik fidye isteyen de çıkmayınca, öç alma gibi bir gaye ile veyahut bir deli doğrulusunda öldürülmüş bulunduğu sanıldı.

    zati çocuğu kaçırmış olanların istediği de buydu: dagobert’in can vermiş bulunduğunun sanılması... asalında irlanda’ya götürülüp bir manastıra kapatılmıştı.

    bu olay, uzun vadeli bir entrikanın başlangıcıydı. emel, austrasia’da merovenj hanedanını sürdürecek kimsenin kalmamasını sağlamaktı. entrikayı tertip eden de, o tarihteki saray nazırı grimoald idi.

    nitekim 3. sigebert de erkek çocuğunun kaçırılmasından kısa bir zaman sonra can veriverdi.

    bu husustaki bir başka anlatıma göre ise, evvelce 3. sigebert öldürüldü; o sırada beş yaşında olan erkek çocuğu ise kaçırılarak ortadan kaldırıldı. kimilerine göre ise; gerçekte kaçırılmış da değildi; grimoald onu sürgün etmiş, sonra da kaçırılmış bulunduğuna değin bir haber yasenemıştı.

    artık austrasia’nın bir kralı yoktu. bütün yetki grimoald’ın eline geçmişti. o da erkek çocuğu childebert’i tahta çıkarıp, austrasia kralı olarak duyuru etti.

    bu adam kendisini ne sanmıştı?... merovenjler, bu tür bir “oldu bitti” ile frank krallıklarından birini ona kaptırır mıydı? gerçi vakit vakit kendi aralarında dövüş eder hem de savaşırlardı. ancak bu tür bir hale hiç birisi göz yummazdı. grimoald, bunu düşünmemiş olsa gerekti. düşünebilmiş olsa, esasen bu işi yapmazdı.

    3. sigebert’in yeğeni neustria kralı 2. clovis, o sırada en kuvvetli halde olan frank kralıydı. burgundia’yı da egemenliği altına almıştı. grimoald ile erkek çocuğunu şipşak öldürtüp, merovenjlere göre hiç olmayacak bu krallığa bitirdi.

    böylelikle frank krallığı yapısında tekrardan birlik ve bütünlük sağlanmış oldu. nitekim 2. clovis’in iki erkek çocuğu, 675 yılına kadar austrasia, neustria ve burgundiya ayırımı yapılmadan genel olarak “frank kralı” kalitesini taşıdılar.

    irlanda’da yıllarca tutsak hayat sürdüren dagobert, delikanlı olunca serbest bırakıldı. orada bir kelt prensesi ile izdivaç edip, karısının memleketine, kuzey ingiltere’deki york şehrine yerleşti.

    york piskoposu saint wilfrid, dagobert’e çok yakınlık gösterdi. yıllarca ona önderlik etti. onu iyice bilgilendirip eğitti.

    dört yıl kadar sonra, dagobert’in karısı can veriverdi. bir takım kişiler de onun kulağına eğilip gerçekte kim bulunduğunu fısıldadı. hazır karısı da can vermişken, buradan bir an evvelce ayrılıp austrasia’ya gitmesini, tahtına sahip çıkması gerekliliğini söyledi.

    kimileri de dagobert’in, büyüdüğü zaman “merovenjler’e mahsus o doğaüstü seziş güçlerini kendiliğinden edindiğini, gerçekte kim bulunduğunu ve çevrilen entrikayı kendi sezgileriyle öğrendiğini ileri vakitr.

    kimilerine göre ise, onu bu hususta dolaysız olarak york piskoposu bilgi vermişti. hem de bundan sonra olacakları da ayarlamış, bu gaye ile onu austrasia’ya değil, evvelce fransa’nın günetekrar göndermişti.

    dagobert fransa’nın güneybatı kıyısına eriştiğinde, vizigotların sıcak alakasıyla karşılaştı. doğuya, vizigotların pireneler’e yakın bir yerdeki rhedae (bugünkü rennes-la-château köyü) isimli başkentine götürüldü. orada, bu sefer razès kontunun kızı gisèle ile izdivaç ettirildi.

    merovenjler ile vizigotlar arasında heyetmiş olan bu evlilik bağı, birçokları emeliyle çok mühimydi. hem de öylesine önemli idiydi ki, tarih burada düğümleniyordu. zira bu türce asırlar evvelcesinin iki büyük ve kutlu soyu tekrar birleştirilmiş oluyordu.

    bu “soyların birleşimi” muhtevanına daha sonra ayrıntılı olarak gireceğim. o vakit, bu olayın neden “çok mühim” gördüğünüz dikkat çekici bir biçimde alana çıkacak.
  • bu çok uzun bir yazı olacak fakat bunu yapmalıyız. karolenjlere de değineceğiz o sebeple biraz kafanız karışabilir. yavaş yavaş ilerlersek fayda var.
    dagobert, razés prensesiyle evliliğinin üçüncü seneninde vizigotların verilen destekle ansızın meydana çıkıp kimliğini kanıt etti. hiç kimse onun “2. dagobert” isimiyle austrasia kralı olarak tahta çıkmasını engelleyemedi. o sırada tek başına frank kralı kalitesini taşımakta olan ikinci göbekten kuzeni 2. childéric dahi...

    olaylar burada bitmiyor elbette. işin cilveli kısmı şimdi başlıyor. 2. dagobert austrasia kralı olunca, son sürelerde belçika ile fransa arasında yer alan stenay şehrini merkez edindi. ilk işi, katolik kilisesi’nin kendi ülkesindeki yetkilerini sınırlamaya girişmek oldu.

    şimdi kritik bir kararın eşiğindeyiz. katolik kilisesi evvelce sakin davrandı. dagobert gençti. üstelik burada değil, bir diğer yerde yetişmişti. kaideleri bilmeyebilirdi. öğretmek gerekirdi. ona, atası 1. clovis’in yapmış bulunduğu uyuşma anımsadıldı.

    umursamadı.

    işte o süre katolik kilisesi tavrını değiştirmek mecburiyetinde kaldı. demek ki hem keltler arasında yaşamış olmanın hem de bir vizigot prensesi ile izdivaç etmenin etkisiyle sapkın bir inanç tarafında eğilim edinmişti. bu bu tür olmazdı. bu davranış neustria krallığı’nı da etkisi altına alabilir, bu türce katolik kilisesi seneler evvelce batı avrupa’da edinmiş bulunduğu kalelerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya gelebilirdi. hemen önlem alınmalıydı.

    2. dagobert, austrasia kralı oluşunun dördüncü seneninde katledildi. onu öldüren, bir süreler dagobert’in yanına alıp baktığı, aklının da pek yerinde olmadığı söylenen sıradan biriydi.

    o tarihte düzen etmiş kayıtlara göre, dagobert’in giséle’den doğma 3 yaşında olan erkek çocuğu siegebert de can vermişti.

    öteden beri benimsenmiş bir global anane uyarınca, değil bir kral, herhangi bir asil dahi sıradan birisi doğrulusunda öldürülemezdi. bu ama bir deliın işi olabilirdi. zira aklı selim bir insan bu tür bir işe kalkışmazdı. ama katolik kilisesi, bir deli doğrulusunda da olsa, dagobert’in ortadan kaldırışından ötürü memnuniyetini gizlemedi. hem de o kadarla da kalmayarak “2. dagobert” isiminin tarihten silinip yok edilmesine girişti. üstelik bunda başarılı da oldu. nitekim, 17. yüzsene ortalarına kadar tarihte austrasia’da “2. dagobert” adını taşıyan bir kralın dört sene karar sürmüş bulunduğu bilinmiyordu. evvelki tarihçiler, merovenj hanedanının bu kolunun 3. siegebert ile son bulduğunu yazmıştı. bu yanlışlık, ama ileri belirtilerle giderildi.

    2. dagobert’in öldürülüşünün “talihsiz bir olay” bulunduğu söylenmişti. ona karşı hücum düzen eden biri yoktu. olsaydı, meydana çıkardı. bunun, olsa olsa kişisel bir meseleden kaynaklandığı (!) ileri sürülmüştü. ütelik bir austrasia’da 2. dagobert adını taşıyan bir kralın zenginliği tarihsel kayıtlardan da silinip yok edilince, bundan sonra bu hususta herhangi bir söz faktörün hiç gereği kalmamıştı. olmayan bir şahıstan (!) söz edilmezdi ki.

    çok ileri tarihlerde, bu işin gerçekte öyle olmadığı, bir entrika düzen ettiği, bunun kafasının da 2. dagobert öldürülür öldürülmez austrasia’da saray nazırı olan pépin d’héristal(heristallı pepin, şişko pepin) doğrulusunda çekildiği öğrenildi.

    yıllar evvelce düzen etmiş olan bir komplo tekrarlenmişti. fakat bu sefer pépin’in gerisinde katolik kilisesi’nin desteği vardı. bu da vaziyete farklı bir ebat getiriyordu.

    pepinler

    pépin d’héristal, bundan sonra kralı bulunmayan austrasia’yı yalnızca saray nazırı olarak yönetmekle düşünce edemezdi. kilise’ye göstermiş bulunduğu bağlılığın karşılığında tahta çıkarılmayı, kral olmayı hak etmişti; bunu bekliyordu.

    ama bu iş öyle basit değildi. 2. dagobert her ne yapmış olursa olsun, kilise, seneler evvelce merovenjler ile varılmış uyuşmaya uyar gibi davranmalıydı.

    kral olabilmek amacıyla kral soyundan gelmek gerekirdi. roma katolik kilisesi dahi bu ananesi çiğneyemezdi. üstelik bu gibi dünyevî konular onun işi değildi. yoksa bir türlü yeteri kadar güçlendirememiş bulunduğu otoritesi daha da yaralanırdı. perde gerisinden entrika çevirmiş bulunduğu anlaşılırdı. başta neustria kralı olmak üzere, merovenj hanedanından herhangi biri bu entrikanın aslını astarını öğrenecek olursa, bu kez yalnızca eskiden bulunduğu gibi saray nazırının kellesi gitmez, katolik kilisesi’nin de başı derde girerdi.

    nitekim birkaç sene sonra katolik kilisesi, bu işi aceleye getirmeyerek önlemli davranmış olmasının ne kadar yerinde bulunduğunu gördü. 2. dagobert öldürüldüğü sırada bilinmeyen bir gerçek meydana çıktı. erkek çocuğu sigebert can vermemişti. ablası iki sene ormanda savunarak saklanmasını, sonra da annesinin ülkesine diğer bir söyleyişle razés’e kaçırılmasını muvaffak olmuştu. 2. dagobert’in erkek çocuğu 4. sigebert, seneler sonra razès kontu oldu ama öz yurduna yani stenay’a hiç gitmeyerek kafasını derde sokmamayı tercih etti.

    austrasia’nın bir kralı olmadığı amacıyla, neustria kralı eskiden bulunduğu gibi tekrardan tek başına “frank kralı” kalitesini taşıyordu. austrasia’daki işler de zaten saray nazırının yönetimi altında meselesiz olarak yürüyüp gidiyordu. fakat pépin d’heristal’in erkek çocuğu charles martel saray nazırı olunca, frank kralı ile iyi geçinmeyi sürdürmedi. askerî gücüyle neustria ile burgundia’ya egemen olup, frank krallığı’nın bütünlüğünü tekrar sağladı.

    artık merovenjlerin sözü dahi edilmiyordu ama keyifsiz bir vaziyet meydana çıktı. merovenj hanedanından 3. childéric, «frank kralı benim. bu ülkede benim dediğim olur.» deyip, olur olmaz her şeye karışmaya kalkıştı. esasında daha sonra başına neler geleceğini bilse belki de hiç bu işe girişmezdi. charles martel, derhal derhal kılıcını çekip kendi eliyle onun kafasını uçuracaktı. papa zacharias ona sakin olmasını, telaşa kapılmamasını, öfkelenmemesini, bu işin analiz etmesini kilise’ye bırakmasını, akıllı davranılacak olursa muhakkak bir çaresinin bulunacağını söyledi. bunun üstüne charles martel yumuşadı. «peki!... madem ille de öyle istiyor; gelsin “kral” olsun.» diye konuştu. şunu da ek etti: «fakat herkes şunu çok iyi bilmeli ki o yalnızca merovenj hanedanının geleneksel kralı olacaktır. sarayda oturabilir ama diğer hiçbir işe karışamaz.»

    dolayısıyla 3. childéric, hiçbir fonksiyonu olmayan göstermelik bir kral olarak kaldı.

    743 senesini izleyen senelerde frank kralı 3. childéric idi ama ülkenin idaresi charles martel’in elindeydi. onun da huzursuzluğu dinmemişti. bu arada endülüslü müslümanların avrupa’da ilerlemesini durdurmuştu. kendince, elde etmiş bulunduğu bunca kafayarının neticesinde bundan sonra kral olmayı hak etmişti üstelik kilise, babasına vermiş bulunduğu sözü tutmamıştı. gerçi o günden bugüne çoğu papa gelip işlemişti ama bu verilmiş olan sözün tutulmamasını lüzumtirmezdi. bunun amacıyla katolik kilisesi’ni zorlamaya başladı.

    papa zacharias, bu baskıya direnemedi. “donatio constantini” (konstantin’in bağışı) adı verdiği bir emir çıkarmak mecburiyetinde kaldı. buna göre; bundan sonra her nerede, hangi ülkede olursa olsun tahta çıkıp kral olacak bir bireyin kesinlikle kilise doğrulusunda kutsanarak taç giymesi lüzumiyordu. bunun bir diğer anlamı, bir ülkede krallık hakkı babadan oğula geçse bile, kilise bunu onaylayıp ona taç giydirmedikçe “kral” olamayacaktı.

    bu da nereden çıkmıştı?... katolik kilisesi adeta ve açıkça dünyevî işlerle de uğraşmaya mı başlamıştı?

    hemen bu minareye bir kılıf uyduruldu. bu kural, hiç de yeni çıkarılmış ya da yoktan var edilmiş bir şey değildi. bunu, asırlarca evvelce hıristiyanlığı roma imparatorluğu’nun resmî dini ilân etmiş olan imparator konstantin belirlemişti. zaten papanın buyruğunun adı da onu yansıtıyordu. bugüne dek uygulanamamış olması, dünyevî kuvveti elinde tutan ve kendilerine “kral” diyen bireylerin katolik kilisesi’nin bu hakkını göz ardı etmiş olmalarından kaynaklanmıştı. eğer bundan bu tür lüzum krallar lüzumse veliaht kalitesi taşıyanlar bu kurala uyarsa, hiçbir problem çıkmazdı.

    dhadiseısıyla bundan bu tür “kral” unvanı, merovenjlerin ya da paganist tutumlu hükümdarların başsındaki gibi değil, “bir ülkenin dünyevî işlerinin tek egemen kuvveti” manasına getirilmiş oluyordu. bu dünyevî kuvvetin ise, ruhanî kuvvetin tek sahibi (!) olan katolik kilisesi doğrulusunda onaylanması zorunluydu. kilise’ye göre, bunun lüzumçesi de şu şekildeydi:

    “isa, tanrı’nın yeryüzündeki tek temsilcisiydi. dünya kralıydı. papa da onun seçilmiş temsilcisidir. dhadiseısıyla yeryüzünde rastgele bir bireyi kral yapma hakkı yalnızca papaya aittir.”

    katolik kilisesi’nin bu kuralı yürürlüğe koymasını bir bakıma charles martel sağlamıştı ama bundan yararlanamadı. çünkü tam o sırada öldü. 3. childéric bir bahane ile göstermelik kral olarak oturduğu tahttan 751 senesinde indirilip bir manastıra kapatıldı. charles martel’in oğlu 3. pépin (kısa pepin), adeta frank kralı olarak ilân edilip vaftiz edilerek tahta çıkarıldı.

    böylece frank krallığı yeni bir hanedana işlemiş oluyordu. bu yeni hanedana “karolenjler” dendi.

    1. clovis’e verilmiş olan “kutsal roma imparatoru” unvanı ise hâlâ kaldırılmış bulunduğu rafta duruyordu. bu hakkı, fakat 800 senesinde charlemagne (şarlman) elde etti.

    tüm bu hadiselardan dhadiseı tarihte “karolenjler” diye bir ailenin adı pek iyi bilinir ama merovenjler az duyulmuştur. sanki “tarihte kısa bir vakit amacıyla frank krallığı’nın başında kalmış, esasen gelmişi işlemişi ile ilgili da pek bir şey bilinmeyen, önemsiz bir aile” gibi geçiştirilivermiştir.

    3. childéric, kapatılmış bulunduğu manastırda 754 senesinde öldü. katolik kilisesi derin bir “oh!” çekti. yaklaşık seksen yıldan beri başına dert olan şu merovenj hanedanı, sonucunda tarihten silinmişti.

    kimileri bu bağlamda şu şekilde der: « katolik kilisesi öyle sanıyordu ya da bunu öyle gösteriyordu. bunun çok hatalı bulunduğu sonradan meydana çıktı. merovenj hanedanını devam ettiren soylular belirdi. kimileri katolik kilisesi’ne karşı dikildi; baş tuttu. papaları zor halde bıraktı. bu hanedanın zenginliği bugünümüzde bile sürüyor.»

    aslında katolik kilisesi’nin durumun farkında olmadığını söylemek pek doğru sayılmaz... farkındaydı farkında olmasına ama göz ardı ediyordu. bu hanedanın 3. childéric ile son bulmadığını, diğer kolları da bulunduğunu pek âlâ biliyordu. ancak bunun sözünü bile ettirmiyordu. böylesi işine geldiği amacıyla...

    bu arada da belki doğru, belki sırf söylenti olmak üzere bir hadise daha anlatılır:

    hani şu merovenjlerin inanılmaz güçlerinin korunmasını sağladığı söylenen uzun saçları vardı ya!... buna yalnızca sıradan insanlar inanmakla kalmamıştı. bu husus papaları da rahatsız ediyordu. ya doğruysa!... bu, papa zacharias’ın bile yüreğine açıkça bir korku düşürdü. bunun amacıyla de saçlarını kökünden kazıttırmıştı ne olur ne olmaz diye!

    bir de katolikler, hiçbir batıl inançları olmadığını ileri vakitr. papanın yapmış bulunduğu korkudan kaynaklanan bir batıl inanç değilse neydi? yoksa o da gerçekte hıristiyanlığın ilkelerine aykırı düşse bile buna inanıyor muydu?

    bu hususnun başlığı “merovenjlerin soyu” olmasına karşın, gerçekte bu adıma kadar bu hanedanın 5. asırda galya’daki oluşumundan 8. asır ortalarına kadar olan dönemini anlattım. bundan ileri bölgede ise kafaya dönecek ve bu ailenin soyunu geriye doğru tarayacağım. bakalım nereye varacağız?
  • ben bir tek merovenj bilirim, o da matrix filmlerindeki zeytin yiyip duran dalyarak.

    yalnız üstteki girilen entryler çok helecanlı, atraksiyonu bol olmuş.

    devamını bekliyoruz.

    sahi, kimdir bu merovenjler ?
  • buraya kadar çok iyi geldik. dilerim böyle devam eder. önceki yazılarımız. sıralı şekilde (#72390864) (#72391335) (#72392387) (#72402824) (#72405288)
    günümüzdeki macaristan dolaylarına, ilk çağda “sicambria” denirdi.

    roma imparatorluğu’nun tarihteki en parlak dönemi sayılabilecek 1. asırda, sicambria halkı, romalıların kendi ülkeleri üzerindeki egemenliğini tanımaya yanaşmamıştı. vergi ödemeye karşı direnmiş, hem de para toplamaya gelenleri öldürmüşlerdi.

    bu tutumları artık imparatorluğun canını sıkmaya başlamıştı. roma silahlı gücü üstlerine yürüdüğünde ne yapacaklarını şaşırdılar. bunu hiç beklemiyorlardı. romalılara karşı koyabilecek güçleri yoktu. artık sicambria’da barınamazlardı. kuzeybatıya göçüp günümüzdeki almanya’nın kuzeyine yerleştiler. orada yeni bir devlet kuldular. bu yeni devlete, ilk kralının isimi francus olduğu için frank krallığı dendi.

    önceden de değinmiş olduğum üzere; 5. asır başlarında orta asya’dan çıkıp karadeniz’in kuzeyinden batıya doğru ilerleyen hunlar, tuna nehri süresince avrupa kıtasının içlerine sokulmuştu. yer yer güneye de sarkıyorlardı. hemen hemen tüm kıtayı istilâ edecek gibiydiler.

    bu çevik ve kuvvetli türk akıncıların karşısında durabilen yoktu. avrupalıların iki seçeneği vardı: ya öteden beri bildiklerinden çok değişik biçimde davranan bu savaşçılara boyun eğip, onlarla iyi geçinme yolunu bulacak veyahut bir başka yere gideceklerdi.

    o dönemde, avrupa kıtasında tarihte “kavimler göçü” olarak hatıralan daimi bir hareketlilik oluşmuştu. ancak bunun batı hunların akınlarıyla direk alakası yoktu. göçlerin nedenleri başkaydı. hepsinin başı ekonomiye dayanıyordu. buna bir de batı hunların ilave edişi, birbiri ardınca süren bu yer değiştirme olaylarını karmakarışık etti.

    işte o sıralarda franklar da batıya doğru kayıp galya’ya yerleşti.

    gerçi galya’da merovenjlerin ismini aldığı 1. merovech bir “efsane kral” olarak nitelenmiştir fakat frankların ilk kralı francus’tan söz edilişi, -şu quinotaur söylencesini bir yana bırakırsak- bu ailenin çok eski atalarının isimlerinin gayet iyi bilindiğini gösterir.

    bilhassa 20. yüzyılın ikinci yarısında avrupa’daki birtakım asil ailelerinin şecerelerine ait yapılan araştırmalar, merovenjlerin soy ağacında yer alanların tümünü bariz hale getirmiştir. bu çalışmalarda, orta çağ boyunca hemen hiç kimsenin değil okumasına, görmesine dahi müsaade edilmemiş birtakım daha önceki kaynak kitaplar ve belgeler de göz önünde tutulup karşılaştırılmıştır. bereket bunlardan birçoğu yok edilmemiş, yüzyıllarca bir yerlerde gizlenmiş.

    frankların ve onlardan evvelki sicambria krallarının soy ağacını izleyip nereye varacağını görmek gerekir ki, merovenjlerin soyunu anlayabilelim. ancak burada o soy ağacındaki herkesin ismini sıralayacak olursam, bu yalnızca gereksiz isim kalabalığı yaratmak olur. dolayısıyla, önceden yapmış olduğum gibi sadece diğerlerine oranla daha ehemmiyetli sayılabileceklere değinmekle kanaat edeceğim.

    frankların ilk kralı francus’un babası antarius, “sicambria kralı” olarak anılır.

    merovenjlere öncelik verilerek tertip etmiş şecerelerde, sicambria’nın ilk kralı 1. marcomir’in babası 2. antenor, “kimmerlerin kralı” olarak gösterilir.

    bu soy ağacında yer alan herkes “kral” olarak nitelenmektedir ama diğer tarihsel dokümanlarda bu kişiler, birer hükümdar olarak belirtilmemiştir. bu vaziyet, soy ağacının doğruluğunu ortadan kaldırmaz; elbette şayet sahiden doğruysa... ortada güvenilirsizlik doğuracak bir ikilem de yok gibidir. yalnızca şu anlaşılır: merovenjler, 5. asır ortalarından itibaren frankların kralı olduğu için, bir kralın babasının da kral olması gerektiği faraziyesiyle, bu soyun geçmişindeki herkes “kral” olarak anılmıştır.

    bu çok uzun bir anlatım… onun için bu noktada bir mola vereyim.
  • son yazımız. nihayet bu konuyu bitiriyoruz. merovenjlerin soy ağacında kimilerinden “kimmerler’in kralı” diye söz edildiği görülüyor. aslında soy bağı itibariyle onlarla hiçbir irtibatları yok. kimmerler başka, merovenjlerin ataları başka. çok daha önceki tarihlerde kafkaslar’ın kuzey ve doğusunda oturmuş, ara ara anadolu’veyahut sokulmuş olan kimmerlerin bir kolu, karadeniz’in kuzeyinden batıya doğru göçerek bugünkü macaristan dolaylarına yerleşmiş. merovenjlerin şeceresinde, sicambrialılar döneminden evvelki ataları onların arasında yaşamış. merovenjlerin soyu ise kimmerler gibi karadeniz’in kuzeyine doğru değil, orta avrupa’dan güneydoğuya doğru uzanıyor.

    belki şimdi asırlarca geriye gitmek mevzubahis olacak fakat işi özetlerken bunun başka çaresi yok. soy ağacında isimi görülen kişilerden biri de m.ö. 7. asırdaki 3. priam. onun babası 3. alexander ise truva kralı. ondan beş asır kadar önce isimi tarihte “podarces” olarak da geçen truva kralı 1. priam şehiri spartalılara teslim etmek zorunda kalmıştı. homeros’un “ıliada” isimli tanınmış kişi eserinde anlattığı kandırmaca öyküsü... homeros’a göre kral priam’ın erkek çocuğu paris’in spartalı güzel helen’i kaçırması üzerine çıkmış bu savaş. m.ö. 7. asırda ise bir bölüm truvalılar, antik şehiri terk edip avrupa’ya göçmüş. balkanlar’ı geçip batıya doğru ilerlemiş, sicambria’da yerleşmiş. kimilerine göre; asırlarca sonra galya’daki “tricasses” isimli şehre “troyes” (truva) isiminin verilmesi, önceden “lutetia” olarak hatıralan bir şehrin isiminin da “paris” olarak değiştirilmesi bu yüzden. son zamanlarda fransa’da, bunlara benzer biçimde doğudan alınma daha bir hayli yer isimi var. nitekim ardennes isimli bölgenin isiminin da tanrıça ardunia’dan geliyor.

    m.ö. 14. asırda truva şehirinin ilk kurucusu sayılan kral troas’a rastlarız. onun babası erihtonius ise dardania (çanakkale) kralı. erihtonius’un babası dardanus, çanakkale şehrini kuran kişidir; “dardanel” isimi ondan kalmadır. dardanus ise oraya “arkadya” olarak hatıralan mora adası’nın kuzeyinden gelmiş fakat aslında oralı değil, filistin’den göçme…

    geriye doğru izleyerek geldiğimizde merovenjlerin soy ağacı burada bitiyor. bundan sonrası başka bir deyişle tarihsel bakımdan faraziye.

    o faraziyeye bundan sonraki bölümde geçeceğim. ancak bu evrede şu bir defa daha vurgulamak istiyorum:

    kimi tarihsel olayların netlikle doğru, gerçek olup olmadıkları aslında pek ehemmiyetli değildir. ehemmiyetli olan, sonradan insanların bunları gerçek olarak kabul etmesi, tarihin akışının da bu kabul üzerine yönlenmiş olmasıdır.

    sözgelimi tevrat’ta hz. musa ile ilgili, incil’de hz. isa hakkında anlatılanlar gerçek midir?... gerçek olup olmayışları ehemmiyetli değildir. ehemmiyetli olan onlara gerçek gözüyle bakılması, inanılmasıdır.

    merovenjlerin soy ağacının bundan öncesi de işte böyle bir şey…
hesabın var mı? giriş yap