• birikim dergisi'nde okudugum yazisi sebebiyle resmen ben oturdugum yerden utandim, kizardim ve bozardim. ilgili yazida önce "benim bedenim, benim kararim" meselesine kendi capinda laf soktuktan sonra isi cocuk gelinler ve pedofili meselesine getirmis.

    yalniz, daha kanli ameliyat masasi görünümündeki bu ikinci bölüme (cocuk gelinler) gelemeden isin rengi belli oluyor. apacik bir sekilde, kendisinin de büyük ihtimalle gururla üyeligini sürdürdügü, ataerkil düzenin kadina karsi yansittigi problematik bakis acisini yazisinin merkezine almis ve kafadan su soruyla azarlamaya baslamis "ne demek benim bedenim benim kararim?". yahu insaf, günlerce insanlar cikip bunu izah etmeye calismadilar mi da sen hâlâ bunu sorabiliyorsun, derler ki insana "git bir bilene danis".

    neyse, sonra kendince güzel bir noktaya parmak basmis ve azarlama tonunda söyle bir soru yöneltmis: "sıradan bir biyolojik durum sana nasıl böyle haklar verebiliyor?" zurna burada zirt demeye basliyor (daha demedi). kim kime ne hak veriyor noktasinda dikkatli olmak lazim, kendisi de yazisinda bizleri uyariyor zaten (sagolsun). yalniz söyle bir durum var, kendisi yukarida bahsettigim (kanli) ikinci bölümün girizgahinda yasi kücük insanlarla iliskiyi 3 baslik altinda inceliyor ve bu basliklardan ücüncüsünü, yani yasi kücük cocuklarin evlendirilmesini kültürün beraberinde getirdigi bir norm olarak belirliyor ve diyor ki: "böyle seyler var bizim kültürümüzde ve öyle bir günde degismez".

    e simdi sorarlar tekrar, o yasi kücük cocuklarin takas edilmesi, vücutlarinin istekleri disinda kullanilmasi ve evlenmek zorunda birakildigi 'insan'in islerine kosulmasi noktasinda karar mercii kim, hak sahibi kim? bir kadin, kendi icerisinde olusmaya baslayan ve gelismeye meyleden bir yasam formu üzerinde hak iddia edemezken ve bu hak arayisi yadirganirken; bir süredir dünyada seninle ve benimle nefes alan bir cocugun böylesi bir 'kullanim sekli' mi normal görülmeli? ha yoksa bu cocugun bahsedilen eylemlere maruz birakilmasi onun o güne kadar 'ebeveynleri' tarafindan karninin doyurulmasi vb...nin karsiligi mi?

    nereden tutmaya calissak elimizde kaliyor mevzu. benim nacizane fikrim ise söyle: yasi kücük cocuklarla iliskinin onlarca farkli aciklamasi olabilir; ama tek bir manasi vardir, ve bence tahmin edildiginden daha acimasizdir: adaletsizlik. (sapkinlik, igrenclik vb... kelimeleri kullanmak istemiyorum, zira bunlar da sakat tanimlamalar)

    isin icinde bir de meselenin kültürel acidan mesrulastirilmasi (denemeleri) var (zurna burada zirt diyor); ki artik ne diyecegimi bilemiyorum. kendisinin verdigi örnek söyle:

    "kültürel bir durum şöyle bir şey demek. ben karşımda oturan yasemin’i şimdi kesip yersem bir sapkınlık, hastalık sergilemiş olurum. ama yasemin köyümde yenme sırası gelmiş bir kadınsa ve yüzyıllardır sırası gelenin, muhtelif yasemin’lerin yendiği bir sosyetede yaşıyorsam, ve yasemin’lerin de bu durumdan -başka türlüsünü bilmedikleri için dahi olsa- bir şikayeti yoksa bu, sıradan bir akşam yemeğidir."

    simdi metnin yazarinin kültür nedir, ne degildir vs... konulara asinaligi oldugunu zannediyorum. kültür denilen nane öyle ha deyince degismez, dogru; fakat kültür öyle yekpare bir bütün de degildir. onu olusturan elemanlari zaman icerisinde veya gerekli oldugunda hizlica degisebilir/degistirilebilir/adapte edileblir. bu acidan bakildiginda "yüzyillar boyunca yasemin'i yemek" günümüz normlarinda verilebilecek en zayif antropolojik örneklerden ve hattâ fantezilerden birisidir. öte yandan bir eylem bir kültürün parcasi ise ille de olumlanacak veya olmasi gereken degildir. ama gel gör ki, insanlarin olaylara bu sekilde yaklasmasi, bizleri sorunun cözümünden ziyade sonucsuz tartismalarin merkezine düsürüyor. örnegin, sayin solmaz'in yazinin basinda isaret ettigi "iletisim kazasi"nin sebebi kadinlar veya ilgili kampanyanin savunuculari degildir, onlari böyle bir hak aramaya iten 'kültür politikalari'nin yapicilaridir.
  • dün sabah bu zatın yazısını okuduğumda, abartısız, kulaklarımdan duman çıkacak kadar sinirlendim! güya okumuş etmiş, güya "solcu" bazı beylerin, kadının üzerinde iktidar kurmak, onun etinden sütünden faydalanmak hususunda muhafazakâr kardeşlerinden ne kadar da farksız olduğunu bir kez daha gösteren bir yazı onunki... al yazısını, koy akit'e, yemin ederim sırıtmaz. hele hele o "içinde büyüyen canlı hakkında nasıl karar verebilir bir kadın?" lafları filan burdan amerika'ya kadar uyar, oradaki sağ kanadın bile milletvekili olur!

    hani "yeaaa feminizme gerek yok, eğitim düzeyi arttıkça kadın erkek eşitlenecek" diyosunuz ya, feminizmin ne kadar da gerekli olduğunun en büyük kanıtı bunun gibi eğitimli adamcıklar. bin milyon kere anlatılan "o çocuk değil, henüz bir kan pıhtısından ibaret" lafını nazlı ılıcak seviyesinde "bebeeek, o da bir caaan, içindeki ruh" zırvalamalarıyla süsledikten sonra, hiç utanmadan "çocuk gelin pedofiliden sayılmaz, o başka bir şey" diyebilecek kadar tıynetsiz...

    eee, eğitimse eğitim, "solculuk"sa "solculuk", o zaman bu adamın bir akit yazarıyla aynı zihniyette olmasını neyle açıklayacağız? demek ki "zihniyetin değişmesi", öyle eğitimle-kitap okumayla da olmayabiliyor, aktif bir feminist politika lazım bunun için. işte onun yazısı, bunu göstermek adına önemlidir.

    bir de, rica ederim antropoloji falan yapmaya kasmasın, yapamamış zira. "histerik feministler"e laf atmadan önce, "çocuk gelin" meselesini "kültürel bişii bu yaa" diye savunamayacağını öğrenmeli.
  • acayip sıkıcı ve sıradan bir herif. hem sağ hem sol, bunun gibi bilgisi olmadığı halde sırf fikir beyan etmiş olmak için konuşan tiplerle dolu. kendisine sorsan kesin kendisini sıra dışıyım diye tanımlar ahah

    edit: size matrak bir hikaye anlatayım. bu arkadaş ile aynı facebook grubuna üyeyiz. grup her zaman olmasa da kötü gibi görünen ince şakaların paylaşılması üzerine kurulmuş. kabaca mizah diyelim. bu solmaz arkadaş bir gün grupta bir meme paylaşıyor. meme, kabaca erkeklerin ne bulaşık makinelerini ne de kadınları boşaltamadıklarını anlatan inceliksiz aptal bir şaka. normalde bu toplara çok girmem ama artık kale önündeyim, pas bana usul usul süzülüyor. şakanın altına "özeleştiri iyidir" şeklinde bir yorum yaptım.

    bu arkadaş, yaptığım iki sözcüklük hakaret içermeyen bu yorumu "nefret söylemi" ile facebook'a şikayet ederek tek bir olay ile hem zevksizliğinin, hem egosunun hem de hazımsızlığının derecesine dair temiz bir fikir verdi sağolsun. facebook önce yorumu sildi ama itiraz üzerine nefret söylemi olmadığına karar verip tekrar yayınlanmasına hükmetti.

    düşünemedim metin, meğer bulaşık makinası ile kadınları boşaltamayan erkekler senin dışında kalan biz fanilermişiz ahah

    ayrıca "yetmez ama evet" tayfasındanmış. hiç şaşırmadım. yazık, kimin çocuğuysa artık..
  • şöyle facia bir yazıyı kaleme almış insandır...

    http://birikimdergisi.com/…cuk gelinler ve pedofili

    zırvalık demek istiyorum...

    dedim
  • yetmez ama evet demesinin yanı sıra uzun yıllar akp'yi desteklemesine rağmen birgün gazetesi'nde kendisine yer bulmasına şaşırdığım ve bu yüzden birgün gazetesi almayı bıraktığım kibirli kişi.
  • devlet büyüklerinden birinin oğlunun kumar masasında görüntülenmesi sonrasında facebook sayfasında yayınladığı şu yazı kafama kazındı. madem öyle, sözlüğe de kazınsın diyerek ve facebook içeriğinin public oluşuna güvenerek yapıştırıyorum.
    * *
    "para kazanması harcamasından daha kolaydır diye sık tekrarlarım.
    para harcamak yaratıcılık ister.
    misal bana versen gider gazete filan çıkarırım. yahut tv kanalı yaparım şapkanız uçar güzel de olur.
    göray başgana versen mütevazı ama görkemli öyle bi hayat kurar ki kurduğu hayatı heyetler ziyarete gelir, case study'ler yapılır.
    gökçe'ye versen hayır organize eder acayip hücrelere kadar etki eder.
    genco'ya versen türkiye'de kurtarılmamış hayvan bırakmaz.
    dadal başgana versen gider paul weller'a angara havaları albümü yaptırır.

    peki ortalama bir sağcı yani yaratıcılığa epey uzak bir insan ne yapar bu parayla?
    bir ev daha alır. ada, gemi, arsa da olabilir bu. alır yani. yahut "karıya kıza yedirir". yahut kumar oynar.
    başka? hiç.
    işte bu yüzden, hep bu yüzden işte "bunların" bebeleri hep böyle yerlerde yakalanıyorlar. ellerinde o kadar para olmasına rağmen bizler kadar bile sesleri çıkmıyor. sesleri, edecek lafları, fikirleri filan yok çünkü."
  • rüzgar nereye eserse oraya giden kullanılmış tuvalet kağıdı. rakçıdır ama pop dinler. kadın yanlısıdır ama kadın karşıtıdır. özgürlükçüdür ama sansürcüdür. diktir ama şakşakçıdır. ateisttir ama anti-ateisttir.

    böyle yaman çelişkilerin arasında süzülür gider metin solar. türkiye böyle çakma enteller sayesinde şu anki konumunda.
  • çok insan bi' insan. kayıtsız kalamayan. aşağıdaki hikâye bunun tek kanıtı değil. ama bence yeterli kanıt. yazıda başka iyi insanların da adları geçiyor. sözlükte başlığı olanları linkledim:

    =====alıntı=====

    metin solmaz, 31 ağustos 2015

    abdülkerim

    gümüşsuyu’dan setüstü’ye iniyordum. güler yüzlü, çekik gözlü, belli yabancı birisi geldi yanıma. söylediklerini anlamadım, yaklaştım. “burası neresi?” diyordu.

    o kadar zor bir soruydu ki bu. taksim, kabataş, beyoğlu, gümüşsuyu, setüstü hiçbiri, hepsi. soruyla cevap verdim tabii: “bir yere mi gitmek istiyorsun?”

    tekrar soruyla mukabele etti: “iminönü mü burası?”. “hayır, gel az daha yürü bak benimle” deyip setüstüne çıkardım. ve tafsilatlı bir bilgi verdim. sağ taraf önce tophane, sonra karaköy, karaköy’ün haliç’ten karşısı eminönü, solda beşiktaş, beşiktaş’ın karşısı üsküdar. buranın karşısı doğancılar. burası taksim’in altı, setüstü. önümüz kabataş.

    kafası karışmıştı. bir türlü odaklayamıyordu yerini kafasında. saydıklarımın arasından üsküdar’ı ayıklamıştı. onu tekrarladı: üsküdar, üsküdar. taktım peşime.

    aşağıya inince anladı yerini. beşiktaaaaş dedi beşiktaş yönünü göstererek. iminönüüü dedi öbür tarafı göstererek. aferiiim dedim ben de sarkastik olmamaya çalışarak.

    kabataş motor iskelesi’nden üsküdar motoruna bindik. akbilini ben bastım. utanarak engel olmaya çalıştı, misafir misafir deyip sırtına vurdum, gülümsedi. çok güzel gülümsüyordu. huzur vardı adamın yüzünde. oturduk. anlat bakalım dedim.

    sanki bu sözü bekliyormuş gibi berbat bir türkçeyle ameliyat olması gerektiğini anlattı. karakola gitsem yardım ederler mi dedi. hem göçmen hem de karakoldan medet umuyor, deli galiba diye de düşündüm.

    adam aynı anda müthiş saftrik, çaresiz ve huzurluydu.

    birkaç kere ameliyatın içeriğini öğrenmeye çalıştım. nerenden dedikçe belini gösterdi. kanser dedi. belinden mi? barsak mı? mide mi? diye ısrarla sorunca cebini karıştırmaya başladı. saçma sapan ambalajlar, arapça notlar, eskimiş naylona sarılı bir şeylerin arasından buruşmuş bir küçük kağıt buldu. üzerinde büyük harflerle rektum yazıyordu.

    “ee, peki ne olacak?” dedim, “öleceğim herhalde” dedi. bunu öyle sıradan bir sesle söyledi ki, sanki ateş istemiştim de çakmak bulamamıştı.

    50 yaşlarında mahçup bir afgandı. adı abdülkerim. yarım yamalak türkçesiyle 6 çocuğunu afganistan’da bırakıp 3 yıl önce buraya inşaatlarda çalışmak için geldiğini anlattı. bir yıldır da kanserle boğuşuyormuş. anladığım pek boğuşmuyordu da.

    nasıl geçiniyorsun dedim, arkadaşlar bakıyorlar dedi.

    üsküdar’da “bir telefonunu ver hele bana” dedim. ve umutlanmasın diye ekledim: “söz vermiyorum. ama düşüneceğim. aklıma bir şey gelirse sana ulaşırım. muhtemelen hiç aramam.”

    “ben numara bilmiyorum” dedi. cebinden eski püskü bir nokia çıkarıp “sen numaranı buraya yaz, kendini ara” dedi. ben abdülkerim’i kaydettikten sonra da askıntı olmayacağını belli etmek için numaramı göstere göstere sildi.

    gün boyunca abdülkerim’den başka bir şey düşünemedim. gece de rüyamda görünce ertesi gün bildiğim bütün müslüman vakıfları gazeteci sıfatımla aradım. en büyük olanlarından birisine ataşlarım ve belki bir faydam olur dedim. kimbilir kaç abdülkerim yaşıyordu istanbul’da? ama bu işte bana çarpmıştı. artık beraber hikayemiz vardı. nitekim en büyüklerinden birisini buldum. aslında umurlarında bile değildi. ama telefonda çirkefliğimi belli etmiştim korksunlar diye.

    derken abdülkerim'i bir şekilde ameliyat ettirdik. fakat kim kalacak refakatçi? tam birilerini ayarlamıştım ki, oğlu çıkageldi. meğer afganistan'dan çıkmış, tek başına dağları aşarak kaçak gelmiş o oğlan o zaman 16 yaşındaydı: yavuz kenca

    yavuz'la tanıştığımızda uykusuzdu. ve doktorlar hötönk diye "baban çok yaşamaz" demişlerdi. şaşkındı. bana sarılıp ağladı. yüzünü kaldıramıyordu ama. utanıyordu. rahatlatmaya çalıştım, ne mümkün. hıçkırıklarını yuta yuta ağladı.

    derken abdülkerim bir miktar iyileşti. memleketine gitmesini önerdik. gitti. üç kuruşluk parasını da oradaki tıp mafyasına kaptırdı. bir şekil çıktı geldi. bu sefer bizim yardımımız olmadan tekrar ameliyat oldu. hatta oturma izni aldı. sesi çok iyi geliyordu.

    ki birkaç ay önce tekrar kötüleşti. bu sefer doktorlar daha huzurlu ölsün diye afganistan'a yolladılar.

    demin yavuz aradı, söyledi. cumartesi günü ölmüş. geçen zamanda anadil gibi türkçe öğrermiş yavuz dedi ki "abi gurbette daha da fena oluyormuş insan. gidemedim yanına."

    en zor günlerinde yanındaydın. bir çocuğun bakamayacağı kadar baktın sen babana demeye çalıştım. yine hıçkırıklarını yuttu yavuz.

    müthiş bir adamdı abdülkerim. müthiş mütevazıydı, başıma dert açmamak için yırtınırdı. hep çok mahçuptu. bir türlü türkçe öğrenememişti. ilyas'ı bir kere görmüştü, çok sevmişti, hep sorardı. gözlerinin içi gülerdi. en çok abdest alamıyorum diye dertlenirdi. ya namaz kılamazsam diye korkardı.

    bu süreçte en fazla mehmet said aydın ve ışık abla, ışık gençer ve gökçe yanımızda oldu.

    mustafa akgoc'ün "anında linguistik, bürokratik, enformatik yardım" servisi hep devredeydi.

    ve ercan kesal tabii. said vasıtasıyla ilişki kurduğumuz ercan abi hastanesini açtı, elinden geleni yaptı.

    yine said vasıtasıyla ilişki kurduğumuz tarık tufan da çok yardımcı oldu, sağ olsun.

    vakıf guraba hastanesi ve ihh'ya da teşekkür etmeli. biraz kıvrandırdılar ama ameliyat masraflarını büyük oranda onlar üstlendi.

    mustafa, ben az üzüleyim diye her seferinde "metin, abdülkerim'den bin beter kimler yaşıyor göçmenler arasında bir görsen" derdi. o zamandan bu zamana, toplamda geçen dört dörtbuçuk yılda herşey daha da berbat oldu. göçmenlerin hali hepten içler acısı artık.

    ama işte herkes kendi hikayesiyle var. bizi de en çok abdülkerim acıttı.

    (siz, dilerseniz yavuz ile arkadaşlık edebilirsiniz: https://www.facebook.com/yavuz.kenca

    bundan mutlu olacaktır. o hala istanbul'da yaşıyor. melek gibidir. çok çalışkandır. belki bir iş bulanınız olur ona. ne iş olsa şu anda yaptıklarından iyidir. inşaatta üç otuza çalışıyor. beş yoruluyor, bir kazanıyor. onu da bazan alamıyor.)

    =====alıntı sonu=====

    yazının orijinali ve fotoğraflar için: https://www.facebook.com/…hp?fbid=10153488112800977
  • facia niteliğindeki makalesi için bir cevap yayınlanmış yine birikim'de:

    kadınların hayatları hakkında ahkam kesen erkekler: metin solmaz'a bir cevap
  • fayton kalksın diye yapıştırmalar yaptığını anlatan, bu konuda yazılar yazan, ama fayton kaldırıldıktan sonra atlara ne olduğuna hiç bakmayan yazardır. şanına yaraşır çelişkidir. twitter'da gördüm, atların durumunu izleyip dert anlatmaya çalışan insanlara hala "ama siz fayton..." diyordu. bitti babam fayton. faytona bakmaktan atları göremiyorsunuz, kimse görmezken ölmeleri de haliyle kimseyi rahatsız etmiyor.

    bu arada fayton varken ata kötü davranan insanlara hiç ceza kesilmemiş olması, o dönemde ceza kesmeyen denetim yapmayan yöneticilerden hesap sorulmamış olması ayrıca ciddi bir mesele, metin solmaz bir yana. faytondan önceki son 8 senede denetleme talep edenleri oyalamaktan başka hiçbir şey yapmayan sabit belediye başkan yardımcısı mahmut yerlikaya, adalarda ilçe tarım müdürlüğü kurulduğundan beri ilçe tarım müdürü olan, şimdi de ahırları yıkma peşinde olan feramis çiftçi, adalar belediyesinde 10 küsür sene veterinerlik yapan ve onlarca hayvanın ölümüne sebep olmuş haytapçı fahri falan, hepsinin yaptığı yanına kaldı. metin solmaz da büyükada'da yaşamış bu adamların hepsini tanıyan bilen insandır. hesap sormak, sorumlu tutmak, hayvanların haklarını önemsemek bu olmasa gerek. bir showbiz'dir gidiyor hayvanlar üstünden. twitterda keçilerle poz vermek yetmiyor.
hesabın var mı? giriş yap