• islam tarihinde liderin sözünün kaale alınmaması geleneğinin bir başka halkası. peygamber sözlerimi aktarmayın demiş, ölümünden sonra başta karısı ayşe, tanıyan tanımayan herkes kâh gerçek kâh uydurma peygamber sözleri nakleder olmuşlar. mevlana tarikat istemem demiş oğlu tarikat kurmuş.

    "ama olayın bir de sosyal boyutu var üstadım; halkın isteklerinin önüne geçemeyiz" diyen içten pazarlıklı takiyeciler ta o zamanlardan beri varlar demek.
  • bir kere mevlevilik bir mezhep değil tarikattır.
    ikincisi mevlevilik tarikatı 1925'te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla bitmiştir. mevlevilik başka tarikatlara benzemez zirâ belli bir eğitim anlayışı (bkz: çile) ve başlı başına yaşam biçimi - dolayısıyla yaşam alanı (bkz: mevlevihane) - vardır; mevlevihâne olmazsa çile olmaz, çile olmazsa dedeler olmaz, dedeler olmazsa mevlevilik tarikatı son bulur. olan da budur. misal, daha alışılageldik bir cemaat anlayışına dayalı bir kadirilik, rifailik, melamilik, ya da modern zamanların nurcu, tarikatları tekke ve zaviyeler kapatılsa da kendilerini zamana uydurabilir ki uydurmuştur. hepimizce malum, bu saydığım tarikatların hepsi 21. yy'da da kendilerine yaşam alanı yaratabildiler. mevlevilik bunu yapamadı zaten yapamazdı da. kendi eğitim ve yaşam biçimi olan bu kadar büyük bir kompleksi (i.e. mevlevihâne) ki siyasi bir tavrı olmasa da en nihayetinde tasavvufa dayalı bir oluşumdan bahsediyoruz, laik bir devletin bünyesinde tutamazsınız, bunun içindir ki pek istemeye istemeye de olsa mevlevihaneler kapatılmış (konyadaki müzeye dönüştürülmek suretiyle) ve hamiş: mevlevilik sona ermiştir. bugün "ben mevleviyim" diyen birine "affedersiniz çilenizi nerde doldurduğunuz?" diye sormak lazım...

    yalnız hatırlatırım ki mevlevilik tarikatı bitmiştir diyorum (abdülbâki gölpınarlının tabiriyle) mevlânâilik mevlânânın mesnevisi, divân-ı kebiri okunduğu müddetçe müridini arar bulur, aşk parayla değil ya?!
  • bazı zamanlar bencillikten ve kendini beğenmişlikten ruhumun,kalbimin karardığını hissederim. o zaman aklıma bu beyaz giymiş adamlar gelir.onların içlerinin de dışları gibi bembeyaz olduğuna inanırım. işte o an, onların içlerine katılmak için inanılmaz bir istek duyarım. sanki onların arasına katılınca ben de bembeyaz olacakmışım gibi gelir.
  • mevlevilikde sofra adabı çok gelişmiştir . mesela yemek yenirken eğer ortak bir tabaktan bir şey alınıyorsa* yemek kaşığının* bir tarafıyla tabaktan yiyecek alınır , diğer tarafıyla yenilirmiş. kaşığın ağıza götürülen tarafının yemeğe değdirilmemesine özen gösterilirmiş.
  • benim bildiğim ve tecrübe ettiğim mevleviler alçakgönüllü insanlar. kadiri, celvetiyeci, nakşi tarikatlarından en büyük farkları daha fazla sosyal oluşları sanıyorum.

    biraz açmaya çalışayım, haddimi aşayım; karidirler ve nakşiler zikirlerinde def kuddüm ya da müzikle alakalı herhangibir enstruman bulundurmazken; mevleviler zikrullahlarında bir semazen döndürür ya kuddüme yahut defe illa vururlar.

    sema ayinleri mesela, hangi tarikatta böyle ayinler var, bu kadar teferruatlı. tennureleri, semaları, semazenin her çark dönüşünde allah diye zikretmesi, ayin öncesi ney taksimi, üstadın postiş serişi ve duası.

    bana kalırsa sırf bu ayin bile bu tarikatı popüler hale getirir. ve her popüler olanın başına gelen mevleviliğinde başına gelir, yozlaşır, bir müddet sonra içi boşaltılır. keza ortada yazılmış popüler kitaplar var misal. kim kalkıp mesnevi şerhleri ile uğraşacak, kim mevlevihanelere gidecek, üstadlarla tanışacak, mürit olacak, dinleyecek, anlamaya uğraşacak, zikrullaha katılacak di mi ya hu...

    asıl mevleviler, hümanist mümanist değildirler. namazında, niyazında, ramazan harici dahi olsa orucunda, dininde, imanında kimselerdir. müslümanlığı bir yaşam şekli olarak görürler, riayet etmeğe özen gösterirler. her mevlevi ayini bir zikrullahdır asıl. semazenin her çarkı allah demektir. allah allah diye dinlenilir sema ayinleri. ilahilerle la ilahe illallaha geçilir, ustadla devam edilir hak hak hak diyerek de nihayete erdirilir sema ayinleri. virdler olur günlük yapılacak vs.vs...

    sonra mevlevilerde kendi aralarında kollara ayrılır. kimi sadece def kuddüm ney ile semazen döndürürken, kimi bunun arasına zil, ud yaylı çalgılar bile koyar. kimi kadın semazen ile erkek semazeni aynı anda döndürürken kimi haremini sakınır. kimi zikirlerde hareme dikkat eder, kimi etmez. kiminde çile olgusu aktiftir, kimi bihaber. kimi rüyalara inanılmaz önem verir, kiminin umru olmaz.

    yani gel ne olursan ol gel mantığı değil sadece mevlevilik. yahut dur düğünde döndürelim ve ya tanıtımda dönsün semazenler. onlara da ayrıca şaşırıyorum, yahu zikir ibadet değil mi? eee o vakit bir tanıtım programında dönen semazen ibadet mi ediyor ya da onu izleyenler? hadi düğün neyse, orada topluca bir dua var ama o bile bence ne bileyim...

    bu kadar populer ve içi boşaltılmış da olsa yozlaşmaya yüz de tutsa sık sık anlatmak lazım mevlevileri, tecrübe ettikçe paylaşmak lazım.
  • osmanlı kalemiyesinin, yani bürokratlarının hemen hepsi mevlevî tarikatına mensubdur. hatta birinci cihan harbinde bu tarikattan bir grup sarıklı birlik kurularak cepheye sürülmüştür. ıslahatlara, modernleşme çalışmalarına en büyük desteği mevlevîler vermiştir. acaba neden... üzerine çalışma var mıdır?
  • mevlana celaleddin rumi'nin (d. 1184 belh, horasan-ö. 1273 konya) düşünceleri çevresinde kurulan tarikat.

    babasının düşüncelerini sistemleştirdiği ve tarikat biçiminde örgütlendirdiği için mevlana'nın oğlu sultan veled (ö. 1312) mevlevilik'in asıl kurucusu ve ikinci piri sayılır.

    mevlana'nın hayatı boyunca tarikatlara özgü birtakım kurallara uymadığı, kendisine bağlananlar için özel kurallar koymadığı bilinmektedir. sözgelimi kendisine bağlananlar için ne bir giriş töreni düzenler, ne de belli bir zikir öngörürdü. diğer tarikatlar gibi özel giysilerle ayrılma yoluna da gitmemişti. bilinen başlıca uygulaması müridliğe kabul edilenlerin saç, sakal, bıyık ve kaşlarından birkaç kıl kesmek, kendisine halifelik verilenlere de bugün hırka denilen geniş kollu, yakasız, önü açık bir giysi olan fereci giydirmek, halkı aydınlatma görevini simgelemek üzere bir çerağ vermekti. mevlevilik'in başlıca kurallarından birisi olan semayı da yalnızca aşk ve cezbe için yardımcı bir öğe sayardı.

    ancak oğlu sultan veled, halifeliği döneminde mevlana'nın düşüncelerini temel olarak mevleviliği kendine özgü kuralları, törenleri olan bir tarikat durumuna getirdi.

    mevleviliğe göre tasavvufi eğitimin amacı insanın kendine gelmesini, kendini bulmasını sağlamaktır. gerçeğe ulaşmak için insan tabiatına aykırı yöntemlere başvurulmamalıdır. zikir ve çile gerçeğe ulaşmanın temel yöntemi değildir. zikir ancak düşünceyi harekete geçirdiği ölçüde yararlıdır. gerçeğe ulaşmanın asıl yolu aşk ve cezbedir. bunun için de isimlerden ve kelimelerden geçip allah'ı bulmak allah dışındaki varlıklardan (masiva) arınmak gerekir. bütün varlığı kuşatan allah'ın varlığı tek gerçektir. varmış gibi görülen varlıklar gerçekte yoktur; varolan, bu varlıklar aracılığı ile kendini gösteren allah'tır. evren her an yeniden yaratılmaktadır. zıtlar alemi olan bu dünyada her şey izafidir. allah'ı gerçek anlamda tanımayan insanlar dünyanın, altın ve gümüşün kulu, kölesi olurlar. bu kölelikten kurtulmanın tek yolu da allah aşkıdır.

    mevleviliğe göre mürid kendini mürşidinde yok etmeli, kendine baktığında mürşidini görmelidir. mürşidinin tüm isteklerini tereddüt etmeden kabul etmeli, ona itaatı allah'a ve peygamber (s.a.s)'e itaat, muhalefeti de allah ve peygamber (s.a.s)'e muhalefet bilmelidir. kendisini şeyhinden uzaklaştıracak hiçbir sözü dinlememeli, onun iyiliğin mutlak temsilcisi olduğuna inanmalı, hakkında kötü düşünmemeli, yanında çok konuşmamalıdır. nefsini zayıflatmaya, riyazet ve mücahede ile öldürmeye çalışmalıdır. kötülüğü buyuran nefsi (nefs-i emmare) ancak mürşid öldürebilir. bu nedenle mürid mürşidinin irşadına sıkı biçimde sarılmalıdır.

    mevlevilikte başlıca tarikat ayini, âyin-i şerif de denilen semadır. belli kurallar içinde ve müzik eşliğinde yapılan semadan başka zikir telkini, tac ve hırka giyme, halvet, tarikata giriş, halifelik verme de belli kurallara bağlanmıştır. sözgelimi zikir telkininde şeyh müridi önüne oturtarak elini tutar, bütün günahlardan sakınacağına, iyilik ve takva üzere bulunacağına dair söz alır, kelime-i tevhidi üç kez telkin eder, sonra da onun için dua eder. duanın arkasından şeyh, dünya ile ilgisini kestiğini simgelemek üzere müridin saçından birkaç kıl keser. halvet, diğer tarikatlarda olduğu gibi kırk gün süren bir ibadet, riyazet biçiminde değil, tekkede hizmet biçiminde uygulanır. binbir gün süren bu halveti (çile) tamamlayan kişiye derviş adı verilir.

    tac ve hırka giydirme de küçük bir törenle yapılır. tac giyecek mürid başını açarak şeyhin önüne oturur, başını şeyhin dizine koyar. mevlevi silsilesini okuyan şeyh allah'tan müridi fakirlik yolunda (tasavvuf) başarılı kılmasını, başına manevi bir tac ihsan etmesini dileyerek tacı giydirir. fatiha sûresini okuyarak dua eder. hırka ise ayakta giydirilir. yine mevlevi şeyhleri silsilesi ve fatiha okunur, dua edilir. duanın arkasından hırkası giydirilen mürid şeyhin ve orada bulunan büyüklerin ellerini öper.

    halvetten çıkmış, eğitimini tamamlamış ve gerekli olgunluğa ulaşmış dervişlere verilen üç tür halifelik vardır. bunlar suret-i hilafet, mana-yı hilafet ve hakikat-ı hilafet olarak anılır.

    suret-i hilafet, bir dervişe bir tekkenin yönetimini yürütmesi amacıyla verilen halifeliktir. bu tür halifeler irşad yetkisine sahip değildir.

    mana-yı hilafet, seyr-ü süluk denilen tasavvufi yolculuğun makam ve mertebelerini iyi bilen, allah'ı tam anlamıyla tanıyan dervişe halkı irşad etmesi amacıyla verilen halifeliktir.

    hakikat-ı hilafet de doğrudan irşad ve şeyhlik yetkisiyle verilen halifeliktir. şeyhlik makamı boş olan tekkelere atanacak şeyhler bu halifeler arasından seçilir.

    mevleviliğe mensup kişiler seyrü sülukteki durumlarına göre çeşitli derecelere ayrılır. ilk dereceyi mevlevilerin büyük çoğunluğunu temsil eden muhibler oluşturur. seven kişi demek olan muhib, mevlevi kurallarına göre sikke tekbirletip tarikata giren, ancak dervişliğe ikrar vermeyen müriddir. ikinci derecede dede de denilen dervişler yeralır. derviş ikrar verip tekke mutfağında (matbah) üç gün saka postunda oturan, kararından dönmezse arakiye ve hizmet tennuresi giyinip çeşitli hizmetlerle binbir gün halvet (çile) çıkaran, onsekiz gün süren hücre çilesini de tamamlayan mevleviye verilen addır. şeyhler üçüncü dereceyi oluşturur. şeyh, bir tekkeyi yönetmek, muhib ve dervişlerin yetiştirme yetkisine sahip olan mevlevidir. mevlevilikte son dereceyi halifeler meydana getirir. halifeler, başkasına halifelik verme yetkisine sahip şeyhlerdir.

    sultan veled'ten sonra bütün mevleviliği temsil eden konya'daki merkez tekke şeyhliğinin babadan oğula ya da ailenin büyüğüne geçmesi gelenekleşti. bu geleneğe bağlı olarak şeyhlik makamına oturan kişiye çelebi adı verildi ve zamanla merkez tekke şeyhliği çelebilik makamı olarak anılmaya başladı. çelebiler, başlangıçta, şeyhlik makamında oturan kişi tarafından önceden belirlenirdi. sonraları çelebiler dedelerin onayıyla atanmaya başladı. daha sonra da, adaylar arasındaki çekişmeler nedeniyle çelebiler padişah iradesiyle atanır oldular.

    mevlevilik türk düşünce ve sanat hayatına önemli etki ve katkıları olan bir tarikattır. mevlana'nın vahdet-i vücud (varlık birliği) anlayışına dayanan düşünceleri yüzyıllar boyunca etkisini sürdürmüş, günümüze kadar canlılığını koruyabilmiştir. mevlevi tekkeleri, tarikat faaliyetlerinin yanısıra bir sanat ve kültür kurumu gibi çalışmış, baştan beri birçok şair, yazar ve bestecinin yetiştiği merkezler olmuştur.

    osmanlılar döneminde türkiye'de en yaygın tarikatlardan birisi olan mevleviliğin faaliyetine, diğer tarikatlarla birlikte, 13 eylül 1925 tarihli bir kanunla son verildi. faaliyetini bir süre şam'da sürdürmeyi denediyse de başarılı olamadı. ancak 1926 yılında konya'daki merkez tekke ve mevlana türbesi müze olarak yeniden açıldı. günümüzde de her yılın aralık ayında konya'da turistik amaçlı mevlevi ayinleri icra edilmektedir. [1]

    [1] ahmet özalp, şamil islam ansiklopedisi
  • tarikatın nasıl şekillendiği, büyüdüğü, öğretisinin nasıl yayıldığı, sultan veled'in babasının (ve aslında dedesinin) düşüncelerini yaymak için neler yaptığı hakkında franklin lewis'in mevlana eserinde çok ayrıntılı açıklamalar var. sadece tarikatın tarihini değil dönemin arka planını öğrenmek isteyenlere de tavsiye ederim.
  • mevlevîlik’te dede unvanı alabilmek için 1001 gün süren dervişlik çilesine girilir, kişi kendisini dünyevi işlerden ve toplumdan soyutlar; beden, zihin, dil terbiye edilir ve nefis haz aldığı şeylerden mahrum bırakılır. çileye giren dervişe çilenişîn, çilesini tamamlayana çilekeş, çilesini yarıda bırakana çileşiken denilmektedir. çilesini tamamlayan çilekeş, çeşitli merasimler ve birkaç gün daha devam eden imtihanlardan sonra derviş sikkesi giyerek dede unvanını almış olur. bu unvana sahip en bilinen kişilerden biri ise,
    "yine bir gülnihâl aldı bu gönlümü
    sîm ten, gonca fem, bîbedel ol güzel
    âteşin ruhlerı yaktı bu gönlümü
    pür edâ, pür cefâ, pek küçük, pek güzel."
    bestesiyle tanıdığımız, türk musikisine valsi başarılı bir şekilde adapte eden hamamizade ismail dede efendi'dir.

    murat karahan, yine bir gülnihal
  • kanımca teosofik, elit bir tarikat.
hesabın var mı? giriş yap