• kur'an-ı kerim dışında başka bir dinî esere nasip olmayacak derecede yaygın bir şekilde öğle, ikindi ve akşam namazlarından sonra ve kişinin yaşamındaki dönüm noktaları olan doğum, ölüm, sünnet, söz, nişan, düğün, askere gidiş-dönüş, hacca gidiş-dönüş, okula-işe başlama, mezuniyet, yeni işyeri açma, bir musibetten kurtulma vb. her türlü erginleme/inisiasyon aşamasında okunan mevlid, esasında bir şiir; muhtemelen de dünyanın en çok okunan şiiri. mesela siz hiç bir cami hocasının,

    "şimdi acı gibi görünen tüm acılar
    seni kaybetmenin yanında çıkacak acı olmaktan"

    şeklinde devam eden shakespeare şiirini bir sünnet töreninde nağmeli bir şekilde okuduğunu ya da bir cenaze evinde baudelaire'den;

    "ölüm, ey koca kaptan, yelken açalım artık! sıkıldık bu ülkeden"

    dizesini içli içli okuduğunu gördünüz mü? göremezsiniz. çünkü cami hocaları shakespeare, baudelaire ya da edgar allan poe şiirlerinden ziyade

    "nâra vü feryâd u zâr ü hây hây
    toldı yirler gökler âh u vây vây"

    diyen süleyman çelebi'nin, peygamberin hayatını konu alan ve mesnevi, kaside, gazel gibi nazım şekillerini kullanan lirik şiiri mevlid'i, orijinal adıyla yazarsak vesîletü'n-necât'ı ("kurtuluş vesilesi") tercih ederler.

    15 inci yüzyıldaki fetret döneminde, sünni islâm (hanefî-maturîdî) çizgisini yansıtacak şekilde ve eski anadolu türkçesiyle kaleme alınan ve kutsal bir metin olarak değer verilen mevlid'in okunmadığı gün olmadığını zaten biliyoruz ama kürtçeye, arapçaya, farsçaya, ingilizceye, almancaya, arnavutçaya, boşnakçaya, çerkezceye (şapsığ lehçesi dahil!), urducaya, çinceye, svahili diline, cava diline, tatarcaya, bulgarcaya, rumcaya, gürcüceye ve hatta alahamiyadocaya (arap harfleriyle yazılmış endülüs ispanyolcası) çevrildiğini düşününce olayın rengi büsbütün değişiyor.

    yüz küsür beyitten bin beyite kadar varan farklı yazma ve basma örnekleri bulunan süleyman çelebi'nin mevlid'inin okunması saatler sürdüğünden ve bir süre sonra bıktırıcı bir hale büründüğünden, orijinal metnini icra etmek yerine bir saat içinde tamamlanan okunabilir ve de dinlenebilir pek çok farklı kısa mevlid türü oluşturulmuş zamanla. üstelik bu kısaltma işi kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya denen modern zamanlarda değil, çook daha eski zamanlarda başlamış.

    geleneksel mevlid icrası pek çok inceliği olan, deneyim ve sanatkârlık gerektiren bir meslek. bugünkü gibi bir koşu mahallenin camiisine gidip mikrofon ve hoparlörü kucaklayıp, imamın cebine de artık rayicine göre allah ne verdiyse sıkıştırıp mevlid okumaya eve gelmesini istemekle olmuyor. zira usulüne uygun okunan bir mevlidin farklı aşamaları, makamları ve herbir safhada görev alan farklı icracıları var. işin tekniğine girersek eğer, bakın mevlid okuma usulü şöyle oluyor:

    1) öncelikle aşirhan adı verilen hafızlar sâba, çârgâh, dügâh veya şevkutarab makamlarında kur'an okuyarak mevlidi açıyorlar.

    2) arkasından yine aynı makamlarda bir kaside okunup sonrasında mevlid'in tevhid veya münâcât bölümlerine geçiliyor.

    3) yine sâba ve diğer makamlarla tevşih ve ilahiler, derken mevlidhânlar tevhîde başlıyor ve hicâz, hüseynî, rast makamlarıyla iyice coşuyorlar.

    4) mevlid'in bahir adı verilen her bir bölümü mevlidhânlar tarafından okunurken, bahirler arasındaki ilahiler olan tevşihler ise tevşihanlar (ilahi okuyucuları) tarafından okunuyor ve en sonunda da duacıların okuduğu dualarla mevlid sona eriyor.

    bütün bu makam geçkilerine hâkim bir şekilde usulüne uygun mevlid okuyan kâni karaca, aziz bahriyeli, halil ibrahim çanakkaleli, fevzi mısır, yusuf gebzeli, emin ışık, ismail biçer gibi büyük mevlidhânlar çoktaaan göçüp gittikleri için günümüzde hakkını vererek mevlid okunduğunu duyabilmeniz neredeyse imkânsız. şimdiki gibi yeterliği olup olmadığına bakmaksızın her önüne gelene mevlid okutursanız işi bozarsınız. bu bozulmanın yenilerde başlamadığını anlamak için hafız ali rıza sağman'ın 1951 tarihli kitabının adına (mevlid nasıl okunur) ve içinde geçen şu cümleye bakmak yeterli:
    "hulâsa mevlid cemiyetleri, eskiden bu derece mebzûl da değildi, müptezel de. şimdi ise iş aksine dönmüştür. her gün, her yerde mevlid cemiyetleri kurulduğu gibi her ağzını açan da kendisinde mevlid okuma cesaretini görüyor. çünkü kulaklardan 'kıymet ölçüsü' kalkmıştır. böyle olunca, ağızların da dümeni kırılmış olur. her meslek böyledir."

    gerçekten de her meslek böyle ama işin içine dinsel ögelerin girdiği mesleklerde, kırılan dümenin gürültüsü daha bir keskin oluyor. bakın ilginç bir örnek vereyim: mevlid törenlerinde normal olarak esasında sadece süleyman çelebi'nin şiirinin okunması gerekir değil mi? çünkü adı üzerinde "mevlid" ve mevlid okunması gerekir ama bununla yetinilmez; araya mutlaka kur'an sureleri, cüzleri ya da peygambere salât ve selamlar ile başta yunus emre ve âşık yunus'tan olmak üzere çeşitli ilahiler de katılır. bütün bu dinî ögelerin süleyman çelebi'nin şiiriyle birlikte icra edilmesinin nedeni, mevlid'i bi'dat, yani dine aykırı sayan selefilerin gönlünü hoş etmekten kaynaklanıyor. bu dini unsurlar olmasa mevlid, doğrudan bi'dat-ı seyyie (kötü bid'at) addedilecekken bu birincil referanslar sayesinde en azından bi'dat-ı hasene (güzel bid'at) sınıfına atlamış görünüyor. bazen mevlidlerde bu kur'an okunma olayı o kadar abartılıyor ki süleyman çelebi'den bir iki dizeyle yetinilip ardından tilavete yüklenildikçe yükleniliyor.

    mevlid'in bid'at ve günah addedilmesi, bilhassa balkan coğrafyasındaki selefî etki arttıkça çoğalıyor. öyle ki sofya başmüftü yardımcısının dediği gibi komünistlerin başaramadığını selefîler başarmış görünüyor:

    "bulgaristan müslümanları arasında asılarca yaşatılan ve okuyup dinleyenlere gözyaşı döktüren mevlid geleneği, bugün bazı bölgelerde yok olmaya yüz tutmuş bulunmaktadır. ne yazık ki, bunun sebebi komünistler değildir. bilâkis, biraz olsun komünizmin acılarını tadıp daha sonra yıkılışını gören ve bunun neticesinde islâmî eğitim görme imkânına kavuşan kimselerdir. özellikle suudi arabistan ve ürdün gibi arap ülkelerinde eğitim görüp selefi inanç ve anlayışı benimseyen bu gibi kimseler, mevlide karşı amansız bir mücadele vermektedir....mevlid, bu zevksiz ve yıkıcı çabalar neticesinde özellikle müslüman pomakların yaşadığı rodopların bazı bölgelerinde yok olma aşamasındadır."

    bu arada mevlid adeta canlı bir organizma gibi bulunduğu ortama göre form değiştiriyor. nerede, kim tarafından, kime, hangi vesileyle, günün hangi saatinde okunduğuna, davet sahibine, araya atılan ilahilere göre farklı mevlidler ortaya çıkıyor. doğum ya da evlenme gibi bir vesileyle okunan bir mevlid'de tutup da vefat bahri okunmaz elbette. bütün bu değişken faktörlerin sonucunda, bazı mevlidhanlar mevlid'in tevhid bölümünü, bazısı velâdet'i, kimisi mirâc'ı ya da münacât'ı ve hatta kimisi de şiirin orijinalinde yer almasa da dinleyeni mest eden merhaba bahri'yi okumakta.

    daha fenası, bazıları eski anadolu türkçesiyle yazılan mevlid'in orijinalinde geçen türkçe tanrı kelimesinden hoşlanmayıp bunu arapça ilah kelimesiyle değiştirerek okumakta. hafız ali riza sağman'ın bahse konu kitabında altını çizdiği gibi "mevlidhân'ın, mevlid okurken kur'ân tilavetine mahsus tecvid kaidelerine uymak gibi gülünç tavırlar göstermekten şiddetlen çekinmesi" gerekir. çünkü "mevlid'in dili türkçedir. her yeri, her kelimesi türk ağzı ile okunacaktır." nitekim 16 haziran 1934'te istanbul'a gelen iran şahı rıza pehlevi şerefine verilen yemekte mevlid'in mirâc bahri'ni (<söyleşirken cebrâil ile kelâm /geldi refref önüne verdi selâm>) ısfahan makamında hafız yaşar okur'dan dinleyen iran şah'ı, atatürk'e dönüp şöyle der: "ilk defa türkçe mevlid dinliyorum. çok hoşuma gitti. hafızınızı müsaade ederseniz, inşallah iran'a bekliyorum."

    pehlevi'yi etkiler de halide edib'in sinekli bakkal'ındaki rabia'yı, hani genç yaşında mevlid okuyucu olduğu için gururlanan rabia'yı etkilemez mi:

    "şimdiye kadar onun şöhreti ve muvaffakiyetti mukabele okumada olmuştur. hep arapça... hep yarım ve çeyrek seslerle, hep ağır, derin tecvitli bir musikî. mevlid türkçe. sabahları rahlesinin üstüne pembe kaplı mevlid'ini açıyor, bilhassa doğum kısmını dikkatlice okuyor."

    mevlid'in dilinin türkçe olması ve bu nedenle de türkçe üzerinden gerçekleşen halk dindarlığının camideki temsilinin en önemli unsuru olması, tek parti döneminde dinî ritüellerin türkçeleştirilmesi sırasında mevlid'in hiç gündeme gelmemesinden de belli. gerçi şair osman atilla'nın, süleyman çelebi mevlid'inin merhaba'sından esinle atatürk için 26 ağustos 1941'da yazdığı şiirin adı türk mevlidi'dir:

    merhaba çankaya kartalı merhaba
    yolundayız kalk-bak; yurt yayında okuz
    sana layık olmak her türkün borcudur
    yakında zamana emredeceğiz: dur

    atatüklü türk mevlidi yine iyi; rum asıllı afro teyze'ye, terzi niko'ya, tolstoy'a ve eva peron'a okutulan mevlid'e ne demeli... (bkz: eva peron için mevlit)

    bu arada süleyman çelebi'nin mevlid'ine zamanla pek çok beyit, şiir ve fasıl eklenmiş. örneğin;

    "sen ki mirâc eyleyüp ettin niyâz
    ümmetin mirâcını kıldın namaz

    beytindeki sen ki kelimesini bazılarının yaptığı gibi sanki diye okursanız geçmiş olsun, sevap almak için çıktığınız yolda küfür hanenize 1 puan eklemiş oldunuz. tebrikler.

    vesîletü'n-necât'ın kaleme alındığı eski anadolu türkçesinin fonetik ve gramer özelliklerini bilmemeyi geçtim; aruz, terkip, telaffuz, imâle, zihaf, vb. hususları bilmeyenlerin tv'lerde canlı yayınlarda, üstelik de anlı şanlı mütedeyyin devlet protokolü önünde mevlid'i okurken
    - "kâbe kıldılar evin tavâf" dizesindeki türkçe "evin" kelimesini arapça sanıp "beytin"e,
    - "nüh felek" kelimesini "nuh felek"e,
    - "çok alâmetler belürdi gelmedin" mısrasındaki "gelmedin"i (gelmeden önce) "gelmeden"e
    dönüştürmeleri gibi trajikomik örnekler için şu kitaba bakılabilir: ali fuat bilkan, mevlid-değerden ritüele, iletişim yay., 2019, s. 119.

    bu kadar mevlid'den bahsedip de kâni karaca'nın sesinden dini şiirin musikî ile karıştığı leziz bir mirâc ve münâcât bahirleri icrasıyla entryi kapatmamak yakışık almaz: https://youtu.be/hik4ia1pcai
  • ölüm yıldönümlerinde de okunan: nedense ölümün üzerinden süre geçince sadece kadınların oluşturduğu topluluklarca yapılan, melodik dualı atraksiyon..

    küçükken annemin bu tarz etkinliklere zorla götürüp maruz bırakması: kudurma yaşlarımda ne kadar uslu olduğumu ispat etmek; sürekli sen şuraya otur, şunu getir bunu getir, hanım ol diye fazladan baskılanmak dışında pek sorunum olmadı bu aktivitelerle; belki bir iki kez de bulaşık yıkayabilir yaşa ulaşınca bulaşık patlamıştır.. en nihayetinde aynı dine mensup kadınların toplanıp ölen birisi bahanesi ile tüm ölenlerine, aynı dine inanan inanmayan ölmüşlere dua okuyup, allahtan rahmet istemesi..

    genelde mevlidlerin sakin bir ortamı olur.. dualar, kasideler bir yana, onca kadın biraraya gelince olağan tabi; fısır fısır dedikodular, kız beğenmeceler, gelin çekiştirmeceler.. henüz karar veremedim hangisinden daha çok, ama ayıp ya da günah diye normalden daha az sesli yapılır bütün bu işler.. asla kat'a gülünmez, hele kahkaha hiç atılmaz.. bu aslalara mevlid okunan ortamda muhabbet kuşu papağan benzeri evcil hayvan da bulundurulmaz eklenmelidir.. yani biz ailecek bir muhabbet kuşu mevlid ortamının nasıl içine eder tecrübe ettiğimizden, bu kuralı bildirmekte - anımsatmakta fayda görüyorum..

    kural bizim evde şöyle doğdu:

    ailemin üniversitem dolayısı ile başka şehirde yaşamaya başlamam ile oluşan fazladan hayvan sevgisini gidermek için besledikleri, muhabbet kuşumuz oldu naçizane.. adı boncuk; pek yaratıcı değildir ailem isim konusunda, sağolsunlar.. hayvanı evin çocuğu gibi sevip ilgilenince bizimkiler, bir kaç ay içerisinde kuşumuz konuşmaya başladı.. yani konuşmak dediğim işte, taklit edebildiği ş li ç li sesleri arada şakıyor; biz de ailecek mutlu oluyoruz.. zararsız bir çekirdek aile sapkınlık türü..

    bizim boncuk efendi, müziksever de bir arkadaşımız sağolsun; kendisini korkutan cinsten müzik olmadığı sürece, dans olsun taklit olsun tüm yeteneğini sergiler; kah okşanarak kah sevgi cümleleri ile de emeğinin karşılığını alır*..
    yeterinden fazla uzattığımdan lafı mevlide bağlayacağım.. şimdi bu mevlid dediğimiz, en başta söylediğim gibi melodik bir etkinlik.. biz, babaannemin ölümü dolayısı ile okunan mevlidi bizim kuşun habitatı olan bizim salonda yaptırınca ve okunan dua melodik olunca (hafif ileri geri sallanarak allaaaa hummeeee salliii alaaaaaaa, seyidineeeee), bizim boncuk da gaza geldi haliyle.. aslında şimdi düşünüyorum da iyi bile tutmuş kendisini.. bizim akıl edip ortama sokmamamız, daha doğrusu ortamdan uzaklaştırmamız gerekiyormuş; bilemedik..
    işte o okunan duaların gazıyla; tam da ellerin semaya, dillerin duaya, gönüllerin mevlaya yöneldigi, zannederim toplu fatiha okunduğu bir sessizlik anında, dile geldi bizimki:

    "taşşak babacım taşşak, ay çok acıdı, çok çok çok.. taşşak baba, şapşal baba" diye anlaşılabilir cinsten bir ses çınladı salonda..
    hani, başkalarının duymaması gereken şeylerin söylendiği o anlarda hep öyle olur ya, ortam birden sessizleşti; coşmuş boncuk döktürüyor tabi, dili açılınca susmaz ki: "boncuk babası, taşşak babacım, acıdı çok çok çoook şapşal" gibi normal zamanda söyleyince gıdısını okşadığımız talihsiz kelimeleri yan yana sıraladı..

    o anda mevlid komünitesinin en ağır topları olan ananem ve hacı arkadaşları meksika dalgası şeklinde "allah çok şükür" diye ayaklandılar o yaşta; ortam bir hareketlendi: öksüren tıksıran, kendisini tutmak sesli sesli tövbe eden ev hanımları falan, bülent ersoy olsa böğrüne vurup allahu ekber diye bağırırdı eminim gaza gelip, öyle bir kaos ortamı..

    ben yıllardır mutaassıp uzak akrabaların tanıdıkların yanında olmak zorunda kaldığım hanımlığımdan ödün vererek "ahauah" diye bir seda kaçırdım kendimi tutamayıp, birkaç kendisini tutamayan eş dost da kıskısladı, kimisi ay ne dedi o diye elini ağzına götürdü.. tabii annemin, anne olunca sahip olunan cinsten delici bakışları ile anında ağzımı toplayıp, kendim ile boncuğu olay mahalinden uzaklaştırdım sonuç olarak..
    kalanlar ortama eski ambiyansı yakalatmayı becerebildiler mi bilmiyorum..

    ama o günden sonra mevlid diyince hep böyle yavşak bir gülümseme beliriyor yüzümde, tövbe estağfurullah..
  • cok yanli$ bilinen dini olgulardan birisi.
    mevlid bir dua degildir. mevlit kandili ile de bir alakasi yoktur. islam dininide bu denli agirlik kazanmasinin sebebi yillardir merakim olmu$tur.
    mevlit bir $airin peygamberi oven $iirinden ba$ka bir$ey degildir. (bkz: nat/#682851) $imdi yazari hatirima gelmedi. aman yanli$ bilinmesin. kuran'dan cikma, duali, sureli bir$ey degildir yani.
    ha, edebi olarak mukemmel bir $iirdir o ayri.
  • türkçe yazılmış mansur ve mensur eserler içerisinde en şöhretlisi bir zamanlar süleyman çelebi’nin vesîletü’n-necât’ı idi. mevlit ismiyle bilinir. günümüz insanına hemen hemen hiçbir şey ifade etmiyor. evde yapılan merasimlerde din adamlarının okuduğu ezgili dini metinler. o kadar. yani bizim için canlı olan metin veya onun ezgisi değil merasimin kendisi veya anısı. oysa iki kuşak evveline kadar canlıydı. kemal tahir’in karılar koğuşu’nu okuyanlar ayşe ana için okutulan mevlidi hatırlayacaklardır: “istanbullu için, asırlardan beri birtakım insanları bugünkü gibi bir araya toplayan, hemen hemen aynı ümitsizlik içinde böyle yere baktıran süleyman çelebi, şakaya gelmez bir şairdi.” sıradan halk, süleyman çelebi’nin şairliğini takdir edecek vaziyette değil artık çünkü mevlit ile halkın rabıtası kalmadı. bu metnin yerini başka metin veya metinler aldı. istiklal marşı olabilir belki. ülkede hemen herkesin bildiği veya aşina olduğu bir metin. etnik gruplar veya kabileler müşterek bir isim, ortak ata veya paylaşılan kültür etrafında şekillenir, onlar marifetiyle meydana gelirler. kimlik, tarih, kültür ve kader bilincine sahip olan, kendisini ötekinden ayrıştıran ve bu bağımsızlığı muhafaza etme niyetinde olan topluluk ise halktır. halkı bir arada tutan tutkal bilinçtir. bu bilinç sayesinde kabileler arasındaki çatlakları yamayabilir. işte bu bilinci oluşturan, onu kurumsallaştıran şey kurucu metinlerdir. firdevsi’nin şehname’si, şota rustaveli’nin kaplan postlu şövalye’si, homeros’un ilyada’si, konfüçyüs’ün şiirler kitabı, roland’ın şarkısı, ramayana, sasunlu david… kurucu metinlerin her zaman böbürlenen, destansı, neşeli, gür bir sesi vardır. “uluslar, başarılarının ününü övme alışkanlığına sahiptir ve atalarını hatırlarken neşe içindedirler” der saxo grammaticus. mit ve destanı masallardan ayıran şey nedir? dikkat ediniz masallarda çocuğun kendini özdeşleştirdiği karakter her zaman sıradan biridir. hatta bazen sakardır, sorumsuzdur, aptaldır. kahraman olmaktan çok uzaktır. öyle de olması beklenir çünkü masallar en ilkel arzularımızı doyurmak, alt benliğimizi şekillendirmek içindir. mitler ise üst benliğe seslenirler. kendimizi ya ideal insan olarak betimlenen kahramanla özdeşleştiririz ya da onun ülküsüyle. bu yüzden masallar iyimser destanlar kötümserdir. masalda zafer başkalarından ziyade kötülüğe karşı kazanılır. destanda ise başkaları kötülüğün temsilcileri olmayabilirler. sadece başkası olmaları onlarla savaşmaya yeter. mevlidi de bu bağlamda düşünmek gerek. kaleme alındığı yıllar (15. yüzyıl başı) osmanlı devleti’nin en çalkantılı zamanlarıdır. timur bozgunundan sonra sadece devlet değil halkı bir arada tutan ne varsa -kültür, kimlik, din- dağılmaya başlamıştı. şeyh bedreddinler, düzmece mustafalar bu zor zamanların mahsulüdürler. adı pek anılmasa da dağılan devleti ve kimliği toparlayan baş aktör mehmed çelebi (ı.mehmed)’dir. sultanın portresini ve devrini tanımak için zinkeisen’in emsalsiz eserini okuyun derim. hem ağdalı hem de böyle coşkulu bir üslup çok az yazara nasip olur. halkı bir arada tutan din, kimlik ve kültür de dağılıyor dedim. asıl onu temellendirmek lazım. zendeka ve ilhad hareketleri belki 10. yüzyıldan beri anadolu’da görülür ancak bu hareketin en güçlü olduğu zaman 15. yüzyılın başına rastlar. şahikası da herkesin malumu şeyh bedreddin’dir. bu hareketin tasası neydi, neyi amaçlıyordu falan bunlar yazımın konusu değil. çok kabaca şöyle özetlenebilir; şeyh bedreddin geleneksel sünni islam anlayışına muhalif bir kimseydi. bedreddin’in yaşadığı devirde böylesi “heretik” hareketler istisna değildi. hubmesihilik gibi isevi hareketler bilhassa popülerdi. süleyman çelebi’nin mevlidi isa’nın karşısına muhammed’i koyan, onu tüm insanların ve hatta peygamberlerin de üstünde tutan bir metindir.

    ol gece hep putlar oldu ser-nigûn
    canına şeytânın uruldu düğün

    doldu küffarın içi vü taşı gam
    urdu her biri başına taşı hem

    hem kilisalar dahı yıkıldı çok
    kaldı altında keşişler oldı yok

    hristiyanlıktaki isa kültüne alternatif bir muhammed kültü yaratma çabasıdır bu. geleneksel islam anlayışına sahip bazı kesimlerce mevlidin bi’dat olarak görülmesi de bu yüzdendir.

    indiler gökten melekler saf saf
    kâbe gibi kıldılar beytim tavaf

    fakat öyle ya da böyle mevlid sıradan sünni halk için kendini kahramanla olmasa da onun ülküsüyle özdeşleştirebileceği bir destan, bir harç olmuş. metnin halk üzerindeki tesiri öyle büyüktür ki 1588 yılında bu merasim bir devlet protokolüne dönüşmüştür. neyse lafı uzatmayım. mevlidi bağlamına oturtmuş olduk. şimdi kendi işimize bakalım.

    bildiğiniz gibi bu şiir ezgiyle okunuyor. irticalen yani doğaçlama bir icradır bu. daha evvelinde bestelenmiş ama sonra sonra unutulmuş. belki de “tutmamış” desek daha doğru çünkü son asır içerisinde de birkaç kişi tarafından bestelendi (bunlar içinde kemal batanay gibi bir usta da vardı) fakat hepsi de ebter kaldılar. bu bestelerden bir tanesi var ki anmadan geçemeyeceğim. selman ada’nın kantat formunda bestelediği mevlit.

    eseri tenkit ve takdirle uzun uzun uğraşmayacağım. konumuz da bu değil zaten. icmalen tek kelimeyle geçiştireyim: rezillik. her konuda olduğu gibi bu konuda da iki kutup var tabii. dikkat çekmek istediğim şeyse iki tarafın da eseri aynı kantarla tartması. bir taraf kalıplara sığmaz, ezber bozan, yenilikçi bir eser görürken diğerleri “böyle mevlit mi olur” diyor. zevahir tartışılıyor yani. eserin müzikal değerine dair bir kritik yok ortada. demek ki mevlit sanatın konusu değil. hiç klasik türk müziği konserine gitme fırsatınız oldu mu bilmem. emel sayın, muazzez abacı falan değil tabii ki kastım. hakiki bir fasıl dinlediniz mi? salondaki insanların ezici çoğunluğu mütedeyyindir. kılık kıyafetlerinden bile anlarsın. hele dini müzik icra ediliyorsa neredeyse tamamı mütedeyyindir. pergolesi’nin stabat mater’ini veya bach’ın mass’ini dinlemeye gelenlerin kaçı dindar hristiyanlardan çıkıyordur sizce? şu çok açık ki din, batı’da bir geleneğe veya folklora dönüşmüş, kimliğin kendisinden ziyade parçası olmuş. bunda dindarlardan çok ladini kesimin payı var tabii. dinle diyanetle işi olmayanlardan kaçı bir mevlit icrasını veya mevlevi ayinini iştahla, merakla, salt müzik aşkıyla dinlemiştir? selman ada’nın bu boktan işi hiç değilse bir işe yaradı; mevlidi sanatın da konusu haline getirmek. sanatın konusu haline geldi çünkü mevlit, bilet alıp gelen dinleyiceler için sahnelenmiş oldu. bu, evde icra etmekle aynı şey değildir; sahnesiz/mekansız sanat olmaz. çünkü sahne gerçek dünyadan başka bir dünyadır. tiyatroda perde kalktığında geçirdiğiniz hızlı içsel dönüşümü düşünün. az evvel başka bir yerdeydiniz de şimdi o basit gündelik hayatın kucağında buluverdiniz sanki kendinizi. ya. işte ben de mevlidi bir sanat eseri olarak ele alacak, tefsir edecek ve sizleri de buna teşvik etmeye çalışacağım. bunu yaparken mevlidi kültürel, dini ve milli kostümlerinden soymak, onu çıplak bir ezgi olarak sunmak istemediğim için de uzunca bir önsöz yazdım.

    - video -

    videoda kani karaca’nın 1971 yılında plağa okuduğu mevlitten tevhid bahri’nin deşifresini ve üstünkörü bir analizini bulacaksınız. kani karaca’ya ait başka mevlit icraları da var. keza hafız kemal, hafız mecid, hafız kazım gibi başka mevlithanlara ait kayıtlar da var ama seçmiş olduğum bu icra hepsinin üstünde. öyle inanarak, duyarak okuyor ki hissetmemek imkansız. üstelik bir takım heves babası mevlidhanlar gibi dinleyiciyi nağme tufanında da boğmuyor. meziyetini, bilgisini ve görgüsünü son derece zarif, ölçülü bir şekilde sunuyor. karşısında kendini ufacık hissettiğin bir müzik abidesi.

    mevlidin nasıl okunacağı ile ilgili eldeki tek yazılı kaynak ali rıza sağman’ın kitabı: mevlid nasıl okunur ve mevlidhanlar. bu rehber kitapta ilk üç beyit için kısaca şunu söylüyor:

    “bu üç beyit, saba makamını iyice belirtmiş, okuyanın ağzında, dinleyenin kulağında yer tutmuştur. bundan sonraki beyite aynı koldan, yani saba makamını seven makamlardan bir makama girebiliriz. bu makam hüseyni veya acemaşiran olabilir. bu beyitin hangi çeşniyle biteceğine bağlıdır.”

    kani karaca da tarife uygun şekilde ilk üç beyti saba makamında okuyor ve segah perdesinde bitirdiği için ufak bir segah çeşnisi tattırıyor.

    “bu beyitte önemli olan muhayyer, tiz saba gibi perdelere çıkmamaktır. çığlık henüz mevsimsizdir.”

    segah çeşnisi biter bitmez de rehberimizin gösterdiği üzere hüseyni’ye geçiyor.

    “<<her murada erişir allah diyen>> kısmında okuyucu hangi makamdaysa o makamı sonlandırmalı çünkü bu beyit paragrafın da sonudur.”

    daha sonra da hüseyni perdesinde makamı sonlandırıyor.

    “<<aşk ile gel imdi allah diyelim / derdile gözyaş ile ah edelim>> beyiti adı üstünde aşk yumağıdır, nağme yuvasıdır. mevlidhanın kendini gösterme durağıdır.”

    kani karaca bu beyitte muhayyer perdesine kadar tırmanıp geri gelerek geniş bir hüzzam duyuruyor. <<cümle alem yok iken ol var idi>> kısmı icranın şahikalarından bir tanesidir. makamın tüm perdelerine, limanlarına, körfezlerine uğrayıp muhayyer perdesinde kalıyor ve bir süre kendini dinliyor. sonra hicaz makamı duyuruyor: <<var iken ol yok idi…>> bir beyit hüzzama uğradıktan sonra bu kez neva perdesinde hicaz duyuyoruz: <<kudretin izhar idüp…>> ve beyit rast makamı ile sonlanıyor. vay canına ya! eric dolphy solosu gibi yemin ediyorum. insanın yaka bağır parçalayası, allah’ına kurban diyesi geliyor. her ne kadar irticalen yapılan bir müzik olsa da mevlit gördüğünüz gibi kural, kaide ve teamülleri var. böylesi kalın bir çerçevenin içinde nasıl da heybetli nağmeler çıkıyor görüyor musunuz? hemen her beyit, birbirine uç uca iliştirilmiş ama birbirine hiç benzemeyen taze fikirlerle, çarpıcı ezgilerle müzeyyen. ve bu icrada çok çarpıcı olan bir şey daha var; hiçbir çalgı refakat etmemesine rağmen bir an olsun akordu değişmiyor adamın. inanılmaz bir şey bu. isteyen tuner açsın baksın. üçüncü ölçüdeki dügah perdesiyle otuzuncu ölçüdeki aynı. milim kıpırdamamış. yegahtan tiz çargaha kadar iki oktavlık alanda basılmadık perde bırakmadı üstelik.

    lafı daha fazla uzatmayım. umarım ki bu konuda maariften bi-behre olanlar için iştah açıcı, teşvik edici olmuştur.

    bye.

    ***orkun zafer özgelen, kani karaca'nın mevlit icrası için yaptığım analizdeki bazı hataları düzeltmiş ve eksiklerimi tamamlamış. sizlerle de paylaşmak istedim.

    1:04 te dügah makamı olmalı.
    3:48 de bitirilen yerde hüseyni gibi görünse de bayatinin klasikleşmiş karar hareketidir.
    4:58 de başlayan bölümde bayati yapılıyor ve karcığar ile devam ediliyor.
    5:28 de suzinak demişsiniz fakat karcığar olmalı.
    5:41de hüzzam değil gerdaniye yapıyor sonra inici rast gibi hareket ediyor.
    7:39 da biten bölüm bayati.

    kendisine teşekkür ediyorum.
  • dinle ilgili olan her şey sömürülmeye ve çarpıtılmaya müsaittir.
    çünkü din,akıl ve bilgi kaynaklı bi histir bence.
    aklını çalıştırmayı ve bilgiyi ilk kaynağından almayı reddedenler ise sömürülmeye mahkum kesimdir.
    maalesef önemli günlerde okutulması sosyal önem taşıyan güzel bir edebi eser olan mevlid de insanların kafasında bambaşka yerlerdedir.
    ölenlerin ardından okutulmasının mantığının,ölü yakınının yalnız ve çaresiz hissetmemesi için olduğunu düşünerek günümüzdeki uygulamalara göz atalım.
    mevlid okutulacak haberi telefonla herkese yayılır.haberi alan kişiler "öööf ya ne mevlidi yine mi ıyy" diye düşünür fakat "gitmezsek ayıp olur" felsefesiyle zoraki giderler.
    böyle isteksiz birsürü insanla cenaze evi dolar taşar.acı çekmekte olan bi kısım yaslı insan da bu kuru kalabalığa ikram edilecek şeylerle meşgul olur.zira çoğunluk tıkınmak ve güzel mevlid örtülerini göstermek için gelmişlerdir oraya.
    kimsenin ölü yakınına selam verdikten sonra onlara bi hayrı dokunmaz.kimse mevlidi dinlemez,dinlemeye çalışsa da anlamaz.
    çünkü hocalar o sırada kimin sesi daha yanık yarışı yapmaktadırlar.ne söyledikleri kimsenin umrunda değildir.mikrofonların sesi köklenir,hoca morarana kadar bağırır,karagöz hacivat soundtrack'inden bi eser söylermişçesine bi üslup benimsemişlerdir zaten.
    kimse dinlemezken,birden hoca "amin" der.birden kıpırdanmalar hasıl olur,fatiha okuma süreci ve yarışı devreye girer.bi de farkettiğim bişi,mevlid sadece kadınlar içinse,el sıkışma töreni gibi bişi oluyo arada.erkekler de varsa bu olmuyo.hımm.
    sonra herşey biter ve hocanın türkçe duaları başlar.
    hoca ne derse desin,saçmalasa bile herkes "aaamiiin" diye bağırır.
    en son duyduğum duanın bi kısmı "yarabbi bizi şu mübarek 3 aylardan faydalanabilen uyanık kullarından eyleee".
    nedir şimdi bu?hadi bu kadar çıkarcı ve sinsisin bunu duaya niye katıyosun.nası bi biçemdir bu duada?
    bu da bitince tıkınma faslı başlar.herkes "nihayet" diyerek yemeğini yer.3dk içinde herşeyi midesine indirmiş bi hoca sen henüz ilk lokmalarını alırken "aaamiin" der ve yine bi duaya başlar.
    herkes birbirini ve kendini kandırır.bi de inandıkları ve ibadet ettikleri yaratıcılarını kandırmaya çalışanlar da vardır...
    en sonunda mevlid şekerleri dağıtılır ve herkes kaçarcasına mekanı terkeder.
    kimi şişkin bi cüzdanla,kimi atılmış bi havayla,kimi boğulmuş bi benlikle.
    hiçbi zaman düzelmeyeceği bilinen bi düzenin içinde mecburiyetten bazı şeyleri yapmaya devam etmek üzere.yoksa ayıp olur.diy mi.
  • facebooktan bir arkadaşımın arkadaşının yakın zamanda trafik kazasında eşi ölüyor. bunlar da hafif sosyetik, facebook twitter kızları, hayatı reklam tadında yaşıyan bir grup. dün rahmetlinin 40 mevlüdü yapılmış. mevlüt için siyah şeker hamurundan bir kurabiye yaptırmışlar, üstüne kalp koymuşlar, üzerinde isim yazan bir mendil işletmişler, üzerinde rahmetlinin fotoğrafının bulunduğu bir anahtarlık yaptırmışlar, gelenlere dağıtmışlar. cicili bicili ambalajlı bu hediyeleri feyse koyup etiketlemeyi de ihmal etmemişler. ne diyeyim allah akıldan vermesin.
  • en ünlü mevlid süleyman çelebi tarafından yazılmıştır, (vesilet'ün necat=kurtuluş vesilesi ) süleymanın bu eseri yazma sebebi ise bursa'daki bir rahibe özenmiş oluşu ve onun isayı öven metinler yazdığını görünce kendisinin bu durumu kaldıramayışından kaynaklanır yazdığı eser de tanrıya yalvarma , hz muhammed'in doğuşu,peygamber oluşu, göğe yükselişi, ölümü ve dua bölümlerinden oluşur .
  • islamiyet'te bulunmayan, sonradan ortaya çıkan bir gelenek. sadece türk toplumuna özgüdür. kalabalık bir yerleşim biriminde oturuyorsanız yaz aylarında haftada birkaç kez duyabilirsiniz. sünnetlerde, ölümlerde, hatta dini bütün kişilerin düğünlerinde bile okutulur. bir de megafonla mahalleye hatta yetseydi komşu semtlere dinletme merakı vardır ki, insanı mevlid'ten soğutur. her şeyin cılkını çıkarmakta üstümüze olmadığı gibi bu konuda da üstün başarımızı göstermiş bulunmaktayız vesselam.

    şu an 2 apartman ötede megafonlarla tesisat kuran organizasyon sahibine ve beynime tacizlerde bulunan hocaya saygılarımı iletmeyi bir borç bilirim.

    levazim-ül edit: sünnet sahipleri işkence sonunda bedel olarak pide + ayran + tatlı dan oluşan bir yemek paketi verdiler. yine gelin efendim, çocuğun pipisi bitene kadar kesin.
  • velâdet bahri

    âmine hâtun muhammed ânesî
    ol sadeften doğdu ol dürdânesî

    çünki abdullah’dan oldı hâmile
    vakt erişdî hefte û eyyâm ile

    hem muhammed gelmesi oldû yakîn
    çok alâmetler belürdî gelmedîn

    ol rabîül evvel âyı nîcesî
    onikinci gîce isneyn gîcesî

    ol gice kim, doğdu ol hayrü’l-beşer
    ânesî anda neler gördü neler

    dedi gördûm ol habîbin ânesî
    bir acep nûr kim, güneş pervânesî

    berk urub çıkdî evimden nâgehân
    göklere dek nûr ile doldu cihân

    gökler âçıldı ve feth oldu zulem
    üç melek gördüm elinde üç alem

    bîri meşrık bîri mağribde anın
    bîri dâmındâ dikildî kâ’be’nîn

    indiler gökten melekler sâf sâf
    kâ’be gîbî kıldılar evim tavâf

    geldi hûrîler bölük bölük buğûr
    yüzlerî nûrundan evim doldu nûr

    hem hevâ üzre döşendi bir döşek
    âdı sündûs döşeyen ânı melek

    çün göründü bâna bu işler ayân
    hayret içre kalmış îdim ben hemân

    yârılub dîvar çıkdı nâgehân
    üç bile hûrî banâ oldu ayân

    bâzılar dirler ki, ol üç dilberîn
    âsiye’ydi bîri ol meh-peykerîn

    bîri meryem hâtun îdî âşikâr
    bîrisî hem hûrilerden bir nigâr

    geldiler lûtf ile ol üç meh-cebîn
    verdiler banâ selâm ol dem hemîn

    çevre yânımâ gelip oturdulâr
    mustafâ’yı birbirîne muştulâr

    dediler oğlun gibî hiç bir oğûl
    yâradılalı cihân, gelmiş değîl

    bû senin oğlun gibi kadrî cemîl
    bir anâya vermemişdir ol celîl

    ulu devlet buldun ey dildâr sen
    doğiserdir senden ol hulkî hasen

    bû gelen ilmi ledün sultânıdır
    bû gelen tevhîd ü irfân kânıdır

    bû gelen aşkına devr eyler felek
    yûzüne müştâkdır ins ü melek

    bû gice ol gîcedir kim, ol şerîf
    nûr ile âlemleri eyler latîf

    bû gece dünyayı ol cennet kılûr
    bû gece eşyaya hak rahmet kılûr

    bû gice şâdân olur erbâbı dîl
    bû giceye can verîr eshâbı dîl

    rahmetel lil âlemîndir mustafâ
    hem şefîul müznibîndir mustafâ

    vasfını bû resme tertîp ettiler
    ol mübârek nûra terğip ettiler

    âmîne îder çû vakt oldû tamâm
    kim, vücûde gele ol hayrul enâm

    sûsadım gâyet harâretten, katî
    sundulâr bir cam dolûsu şerbetî

    kardan ak idî ve hem soğuk idî
    lezzetî dahî şekerde yok idî

    içtim ânı oldu cismim nûra gârk
    îdemezdîm kendimî nurdân fârk

    geldi bir ak kuş kanadıylâ revân
    arkamı sığadî kuvvetle hemân

    doğdu ol saatte ol sultânı dîn
    nûra gark oldû semâvât ü zemîn

    ger dilersiz, bûlasız oddan necât
    aşk île derd île edin essalât
  • "arapça: evlat sahibi erkek kişi; baba" anlamına gelmez. mevlide de evlat sahibi, anne anlamına gelmez.

    vld (doğurmak) kökünden gelen ve evlat sahibi anlamına gelen kelime validedir. validenin erili (valid) zaten kullanılmaz çünkü bilindiği kadarıyla erkekler doğurmaz. (bkz: olma)

    bkz. mevlit kandili nasıl yazılır
hesabın var mı? giriş yap