• görmemis, terbiyesiz bi insan.. hadi lan 1-2 madalya olur da 8 madalya ne ?? orada bi macar cocuk var, 6 tane gümüs madalyasi oldu bu arkadas yüzünden.. cekip vursa phelps'i kim bir sey diyebilir?

    son yarista istedimdi ben 2 macar, 2 capon buna dalsinlar bi "madalya mi gormedin, gorgusuz pis herif" desinler.. yazik ya.. millet in de evi var, ekmek goturuor.. sen bi du bakam, sen bi alma bakam eksik kalsin? ama yok.. gevsek herif..

    yani bu böyle almanya'nin san marinoya 14 gol atmasi gibi bir şey özünde.. yani tamam atsan 30 tane atarsin, da bunu sahaya yanistmanin manasi ne bilader? tamam biraksan 20 tane madalya alirsin, ama bunun bir nedeni yok ki? niye alasin.. alirsin bi tane kurbagalama, alirsin bir tane kelebekleme, bi tane kulaclama, sonrasinda bakarsin dalgana.. nedir yani? bir de karisik, ne bileyim efendim degisik mesafeler, orayi da kazanam, burayi da tokatlayam.. lan bi dur! bi rahat ver be!
  • bence hepimiz ona bi kere vermeliyiz.
  • michael phelps basliginda emek deger teorilerini tartistigimiz su kritik gunlerde sizleri birlik ve beraberlige davet ediyorum:

    ne denmisti? phelps gibi sporcular domuz gibi tuketiyorlar ama arti deger uretmiyorlar, ustune alkislaniyorlar, nerede adalet?

    bu yoruma iki acidan yaklasilabilir:
    1) self-actualization (maslow hiyerarsisi keops piramidi) bireyin en doyurucu amacidir ve bu amaca ulasmak kendi icinde ulvi bir hedeftir zaten, ekstradan bir de topluma yararli olmak gibi bir bahane gerekmez. kabaca phelps'in, picasso'nun, kibariye'nin degeri toplum icin urettikleri arti deger ustunden belirlenmek zorunda degil, kendi kendilerini ne kadar gerceklestirmis olduklari onemli. (tabii bir takim sinirlar cizilmeli, dogasinda psikopat katillik yatan birini yureklendirmemek lazim)

    boyle bir gorusun bireysellige ve serbest rekabet sistemine olan paralelligi asikar ama kollektif bir kultur de pekala self actualization'i en muhim amac olarak belirleyebilir ve der ki "insan ancak baskalarina yardim ettikce kendi kendini bulur, mutlu olur, vs". [ayn rand boyle bir hipotezden gazini alip milleti korkutmak icin anthem gibi dandik bir eseri uretmisti]

    2) arti deger kime gore belirlenir? tane tane irdeleyelim ki konunun celiskileri, absurdlugu anlasilsin.

    phelps'in bana gore bir degeri vardir dedim, eglence sagliyor. sinemada parasini odedigim macera filmlerini neden izliyorsam, son saniyedeki kulacla kazanilan yarislari da o yuzden izliyorum. bu tek basina onermeyi yanlislamaya yeter.

    phelps, sponsoru acisindan da arti deger uretiyor. macera filmlerinin aksine, yuzme yarislari tv'den bedava bu sponsorlar sayesinde, cunku phelps'in pazarlama gucu onlar icin tv'lere odedikleri paralardan daha degerli. yani yonetim kurulundan, iscilerinden, hissedarlarindan olusan speedo sirketi acisindan arti degeri vardir. bu da onermeyi yanlislar.

    bunun uzerine elmayla armutu karistirip "speedo phelps sayesinde daha cok mayo satarsa bu sefer rakip firmanin iscileri ac kalacak, onlara zarar veriyor" denilebilir. fakat buradaki referans noktasi ne? ben veya sirket degil, o pazarin tamami. hatta o pazarin boyutunu buyutse insanlar bu sefer diger harcamalarindan dusecekler denilirse buradaki referans noktasi ne? tuketici ekonomisi.

    o yuzden de "öyleyse süper artı değer üretmişsin lan phelps... keşke phelps 10-15 madalya daha alsaydı, reklam saati arttıkça belki işsiz de kalmıcaktı dünyada" gibi civikliklar kirk firin ekmekle ilgili nasihatlar olarak geri donecektir

    ben olcegi daha da buyuteyim de absurdluk anlasilsin; diyeyim ki arti deger derken insanligin tumune, gelmise gecmise arti degeri kastediyorum. ee, sorumuz yine ayni, bunu kim hangi kistasa gore belirliyor? phelps'in yarislarini 100 milyon kisi izleyip zevk aldi, ustune on bin tanesi gaza gelip yuzmeye verdi kendini, sokaklardan uyusturucudan kurtuldular, disiplini ve alcakgonullu olmayi ogrendiler, mutlu yasamlara yelken actilar; bir yandan speedo satislarini ikiye katladi, kendi calisanlarinin yasam sartlari iyilesti, ote yandan rakip firma batti onlarin bazi iscileri kumar batagina gomulduler, eslerini kanser ettiler vs vs. limiti sonsuza cektim, simdi bunun icler dislar carpimini yapip bana unlu sprocularin arti degerinin oldugunun/olmadiginin argumanini yapin, sureniz basladi.

    burada elma armut hadisesine ek olarak iki ilintili hata var:
    rekabetci ekonomide bir sirketin pazar payini buyutmesi (diger iscilerin isinden olmasi) otomatikman kotu birsey degildir, cunku ekonomi o sektorden ibaret degildir. butun ulkenin daha kaliteli mallari daha ucuza alarak rahatlamasi ufak bir azinligin issiz kalmasini telafi eder mi, soru bu. japon firmalarinin verimli, ucuz ve kaliteli arabalarla amerikan oto piyasasini alt ust etmesi, uzun vadede kohne abd sirketlerini de verimlilige zorlamasi ve koca ulkenin daha ucuza araba sahibi olabilmesi abd ekonomisi icin kotu mu oldu iyi mi? bu binlerce yildir bilinen bir ikilem, free trade vs merkantalizm.

    bu onkabulu sorgulamayan birinin mantigiyla speedo'da calisan isciler de arti deger uretmiyorlar (ki konu heyecanli bir sosyalistin, bu emekcilerin yerine phelps gibi kan emicilerin odullendirilmesine gicik olmasiyla baslamisti). hatta bu o kadar ironik ki, beyaz yahut mavi yakali isciler islerinde ne kadar iyi olurlarsa, speedo pazar payini arttiracagi icin insanlik adina o kadar zararli olabilirler, o kadar "eksi-deger" yaratirlar.

    ----

    emegin degeri tartisildigi zaman kafalarda canlanan klasik imge komur madencisidir, marangozdur, ameledir. kol gucune dayali ve somut bir is yapan insanlar. hah, bu imge birkac bin senedir demode cunku baska turlu degerler uretiliyor karmasiklasan ekonomiyle. sigorta mesela, somut bir uretimi olmamasina ragmen bir deger sagladigi icin ayakta. 10 kisilik kabilenin evleri depremde yikilirsa herkes yardim edecek, tekrar evi insa edecekler ama 100 milyonluk bir ulkede senin evine cig duserse kim gelecek? bu buyuk olcekteki wealth redistribution'i sigorta yapiyor, degeri budur, kisilere de kafa rahatligi sagliyor.

    pazarlamaci arkadaslarimi da pek sevmem, arkalarindan bolca konusur, tuvalete kalktiklarinda yemeklerine sumuk atarim, ama onlar da bir deger yaratiyorlar. keza lobiciler. iyi bir pazarlamaci, tanidigi cok olan unlu bir lobici, pekala yenisini birkac ayda egitebilecegin bir isciden daha vazgecilmez, yani degerli olabilir (bir sirketin yonetimi, calisanlari, hissedarlari acisindan).

    goruldugu gibi arti degerin, illa ahlaki ustunluk tasimasi da gerekmiyor (daha dogrusu, arti kismi illa ahlaki bir olcute endekslenecek degil); lobicilik gibi igrenc bir girisim de degerlidir, referans noktaniza bagli olarak.

    ----

    simdi bu konularda beylik sosyalist sloganlariyla kesinlik ifade etmenin ukalaligi anlasilsin, celiskiler ortaya ciksin diye sokratik metoda ozenip paralellikler kurayim dedim. dedigim sey de cok basit: rekortmen yuzucunun arti deger yaratmadigindan eminseniz, bir sokak muzisyeninin, bir picasso'nun, ucuncu sinif bir picasso taklitcisinin, bir soyut matematikcinin veya olimpik satranccinin arti degeri nerede ortaya cikiyor? tutarli olmak icin bunlarin hicbirinin arti deger yaratmadigini savunmak zorunda kalirsiniz.

    "picasso'nun tablosunun milyonlarca dolara satılmasını destekleyen olmadigi" icin, bu sorunun da bir yarari yokmus. yanlis tespit kardesim. dogrusu, bu soru ancak "picasso'nun toplum icin arti deger urettigini savunan olmadigi" bir ortamda gereksiz olurdu. oysa simdi picasso'yla phelpsi yanyana koyunca millet aliniyor, ikisi ayni potada eglence diye kaynar mi? (aslinda sekla semale takilmayin diye eglenceyi "ruhen doyuma ulasmak"la degistirmistim ama atlanmis o detay).

    kaynar kardesim, absurdluk orada zaten; eger sen sporcunun, sanatcinin, bilimadaminin degerini boyle muglak bir arti deger ekseninden belirliyorsan kaynar. maksat "topluma yarar"sa, bilmem ne universitesinin abstract matematik bolumunde (bilerek uygulamali demedim) calisan bir doktora ogrencisinin arti degeri aldigi maasi haketmeye yetiyor mu? bazi post modern sanatcilardan nefret ediyorum, tuvale beyaz boya firlatan adamin topluma yararini quantify eder misiniz? 5 yillik kalkinma planinizda uc milyon ton komure, 70 bin doktora, muhendise ihtiyac vardir da kim ne yapsin post modern ressami?

    e birileri yapiyor birseyler iste, disarda sokakta galerilerde birilerine birsey ifade ediyor da o ressam gecimini sagliyor; tipki unlu sporcularin birilerine birsey ifade etmesi gibi.

    ustelik boyle bir kast sistemi de yok, "bilimadami sahanedir, her turlusu kesin lazim, sanatci eh iste fena degil, sporcuyu siktiret, satranc haric". burada otisabinin canli yayinda ajda pekkan'a marcel duchamp uzerinden sanat kavraminin muglakligini anlatmasina benzer fantastik sahneler yasamayalim tekrardan.

    ---

    neyse bu orneklerden sonra saniyorum klasik emekci imajinin tortulariyla, toplumun bu tip ozellesmis katmanlarinin yarattiklari degerlerin konusulmasinin ne kadar yersiz oldugu belli olmustur. insanlar cesit cesit arkadasim, kimin neye ne kadar deger bicecegini, kimin ne yolla mutlu olacagini, tatmin olacagini bilemiyorsun; bu "servisleri" saglayanlarin da ne kadar yararli olduklarini zaman-mekandan bagimsiz bicimde olcemiyorsun. adaletsizliklerden bunalip kafayi hepten yemeye luzum yok.
  • cocukken, uzuncası attention deficit disorder - kısacası dikkat eksikligi olan hastalıgı ya$ayan yüzücü.

    yarı$lardan sonra ''annem de annem'' diye aglamasının sebebi de anne ve babasının bo$anması sonrası annesi ile birlikte kalıp babası ile görü$memesidir.
  • başkasının entrisini savunmak bana düşmemiştir herhalde de, o entriden kendi anladığımı savunayım. "heyecanli bir sosyalist" arkadaşımız phelps'in bir hiç olduğunu söylemiş. ülkelerin kendi propagandasını yapmak için ve o hayran kaldığınız, "hayvan adamsın sen seni çok seviyom" diye kahramanlaştırdığınız, coşkudan coşkuya koştuğunuz adamı izlemenize vesile olan mekanın kurulması için onbinlerce işçinin sömürülmesinin, kimilerinin can vermesinin kimsenin sikinde olmadığından dem vurmuş, linkini vermiş, kahramanlık arıyorsanız "öküz gibi yiyiyormuş abi, her gün yüzüyormuş lan" dediğiniz, bunlar karşılığında milyonlarca dolar kazanan bu adama değil; karın tokluğuna günde 12 saat çalışarak olimpiyatları var eden işçilere, yaşam savaşı veren insanlara bakın demiş. kendine göre ve her insan için de daha önemli olması gereken başka bir konuya dikkat çekmiş yani. (özet geçiyorum ki asıl absürdlük daha net anlaşılsın.)

    sonra heyecanlı ve sosyalist olmayan soğukkanlı başka bir arkadaş çıkıp, bu "heyecanlı sosyalist" arkadaşı mevcut sistemde phelps'in bir değerinin olduğunu anlamamış bir salak, "ya bu kapitalistler phelps'e nasıl para veriyorlar şaşırıyorum" diye soran bir gerizekalı yerine koyup dersini vermiş. müthiş bir soğukkanlılıkla olay artı değere, phelps sayesinde var olan geçimini sağlayan işçilere filan çekilince phelps'in gerçekten bu bağlamda da iyi bir işe yaradığını, değerli olduğunu filan düşünenler varmış gibi algılanması kaçınılmaz oluyor, ben öyle algıladım yani.

    phelps'in değerinin anlaşıldığı tartışılamaz yerler olarak speedo için ürettiği artı değer ve ülkesinin tanıtımı gösterilerek "belki zayıf halka olarak anlaşılabilecek" bir şey olarak da eğlendirmesi gösterilerek phelps savunulmuş. halbuki en tartışılması gereken, olayın boktanlığının yattığı yer zaten firması için ürettiği artı değer ve ülkesinin tanıtımı bölümüydü. neyse sonraki yazıya geçelim:

    "ne denmisti? phelps gibi sporcular domuz gibi tuketiyorlar ama arti deger uretmiyorlar, ustune alkislaniyorlar, nerede adalet?

    bu yoruma iki acidan yaklasilabilir:
    1) self-actualization need
    2) arti deger kime gore belirlenir?"

    yaklaşalım:
    1) maslow'un süper hiyerarşisindeki (ki ampirik değildir, çok da tartışmalıdır) kendini gerçekleştirme ihtiyacı ya da "özgür bireyin" kendini gerçekleştirme ihtiyacı onun çevresiyle iletişiminden ve (zamanımızda) reklam sektöründen bağımsız ele alınabilecek bir şey değil. işi mevcut sisteme bıraktığında zaten o "ulvi amaçlar"ın çoğu zenginliğinden ve gücünden başka bir üstünlüğü olmayan bir azınlığın amaçlarıyla örtüşür. onların amaçları ya da amaçların olmasını istedikleri şeyler senin amaçların olur. bu özgür iradeci, bireyci yaklaşım da zaten o yüzden sakat. o amaçların sınırlarını bu azınlığa çalışan reklamcıların belirlemesinde sorun yok da, toplumsal fayda kıstasında belirlenmesi saçmalık mı oluyor? "doğasında psikopatlık yatan" adamın sınırı belirlenebiliyor, onun amacının zararlı olduğuna başkasının karar vermesine izin veriliyor da, üretilen artı değerin belli bir azınlığın cebine gitmesini ve tekrar onların cebini dolduracak şekilde belirlenmiş değerlerin (belli bir eğlence tarzı, firmanın selameti, ülke tanıtımı gibi) süper artı değerler sayılmasını engellemek mi özgürlüğü çalmak oluyor? buna izin yokmuş. evet, öyleyse nerede adalet?

    bir sosyalistin derdi de zaten, gelir/güç farkının büyük olduğu adaletsiz sistemlerde bireyin kendini değil o azınlığın hayalini gerçekleştirmek zorunda kalışıdır; amacı da bu değerlerin azınlık yararına değil, toplum yararına olacak şekilde, bireyler tarafından belirlenebilme şansının yükseltilmesidir.

    "2) artı değer kime göre belirlenir?"

    bende onu dedim işte. ölçeği büyüttükçe phelps'in getirdiğinin faydalı olduğunu söylemek imkansızlaşıyor. "heyecanlı sosyalist" arkadaşa göre bir değeri yok phelps'in (ki mecazi olarak kullanmış belli ki); bana göre de ölçeği büyüttükçe topluma faydalı bir artı değeri yok, böyle gereksiz işlere zaman ve emek harcanması iyi olmadığından eksi değeri var [kime göre gereksiz, bana göre ve toplum yararı düşünüldüğünde gereksiz. kaynaklar çok daha yararlı kullanılabilir, çok daha ucuza ve sömürülmeden eğlenebilir insanlar]; heyecanlı ve sosyalist olmayan arkadaşa göre ise phelps çok değerli. eğer toplumsal faydayı değil de "bireysel" faydayı gözetecek, öznel yaklaşacaksak bu konuda zaten "heyecanlı sosyalistlerin" değer anlayışını sorgulamak imkansızlaşıyor. "soğukkanlılıkla objektif yaklaşıyorum" derken subjektifliğin dibine vurmuşsun haberin yok.

    soruyu tekrar soralım: artı değer kime göre belirlenir?

    sadece bir firmaya yani speedo'ya ürettiği artı değeri ve ülke tanıtımını önemli artı değerler olarak görüyorsak günümüzde kimin belirlediği ve kime göre belirlendiği açık değil mi? asıl sorun da bu değil mi zaten?

    (firmalar ve yine tanıtımı yapılan ülkelerdeki firmalar, güçlü gözükmek isteyen ülkelerdeki taşaklı insanlar. "ülkenin tanıtımı"nın başka bir anlamı var mı?)

    ____

    şimdi de "sokratik metoda özenip paralellikler kuralım."

    "dedigim sey de cok basit: rekortmen yuzucunun arti deger yaratmadigindan eminseniz, bir sokak muzisyeninin, bir picasso'nun, ucuncu sinif bir picasso taklitcisinin, bir soyut matematikcinin veya olimpik satranccinin arti degeri nerede ortaya cikiyor? tutarli olmak icin bunlarin hicbirinin arti deger yaratmadigini savunmak zorunda kalirsiniz."

    başta şunu belirteyim: rekortmen yüzücünün "artı değer" yaratmadığını söyleyen olmadı, o heyecanlı sosyalist denilen kişinin de "sıfır değer üretimini" geniş perspektifte ve daha çok mecazi anlamda kullandığı açık. asıl mesele anlaşılmamış herhalde. sorun onun yarattığı artı değerin ne sikime yaradığıdır. nasıl kullanıldığı, ve nasıl üretildiğidir. dahası neye mal olduğudur.

    picasso'nun, ibo'nun, küçük ibo'nun süper paralar kazanmasını destekleyen birinin olmadığını, o yüzden bu konuya girerek eleştirmenin saçma olduğunu belirtmemin sebebi ürettiği artı değere oranla gayet adaletsiz bir karşılık almanın zaten kötü bir şey olduğuydu. bunları gayet doğal, adil mi sanıyorduk yoksa? bu karşılıkların adaletsiz olduğunu belirlemek de zor değil. karşılaştırırsın işte. işi mevcut sisteme bıraktığında "e herkes hak ettiğini alıyor, hakan şükür, olimpiyat arenasını inşa ederken ölen işçiden daha çok seviliyor, gayet adil o yüzden daha çok kazanması" demek doğal oluyor, durmadan böyle diyen insanlar yetiştiriliyor. ama bunu mevcut sistemden biraz soyutlayıp, olası alternatifleri de hesaba katınca bunun büyük bir haksızlık olduğu anlaşılıyor. her gün 12 saat karın tokluğuna çalışanla "günde 12bin kalori alıyormuş, her gün 4 saat yüzüyormuş wow" dediğin adamın kazancını karşılaştırınca anlıyorsun ki ortada çok büyük adaletsizlik var. [not: illa çok çalışan az çalışandan fazla alsın diyen de yok, aradaki uçurumun devasalığı belirleyici.]

    işte "soğukkanlı mantık adamı"nı "heyecanlı sosyalist"ten ayıran da bu sığlığı. "soğukkanlı mantık adamı" tüm gücünü mevcut sistem üzerine ve genel bir bilinemezcilik üstüne kuruyor, tüm tutarlılık testleri, tüm argümanları mevcut sistemin değişmezliği varsayımı üzerine yapılandırılıyor. bunun farkında da değil. tüm referansları zaten adaletsiz, kimse tarafından savunulmayan şeyler. "picasso da milyon dolar alıyor, o zaman onu da suçlayalayım, tutarlı olacaksak"...

    'dahası' kısmına geçersek, 3. sınıf ressamın, sokak müzisyeninin, soyut matematikçinin mal olduğu tahmini/görünür şeyle, (senin o 2 dakikalık eğlencen için kaç kişinin ne şartlarda çalıştırıldığı, kaç kişinin öldüğü; harcanan emek ve zaman gibi) bu "olimpiyat zevkinin" ya da phelps'in tahminen neye mal olduğunu ve phelps'in aldığı ücretle sokak müzisyenin aldığı ücret karşılaştırınca ortaya çıkan farkı görmüyor musun? alternatifi yok mu bunların? ille birilerinin böyle sömürülmesi sayesinde, bu büyük uçurumlar sayesinde mi eğlenebiliyoruz? tam olarak açık nesnel verilerle göremesek de anlamıyor, tahmini bir değer biçemiyor muyuz? öyleyse bir bok hakkında konuşmayalım, atıyorum amerika'nın hollanda'ya saldırmasının sonuçlarını tam olarak bilemeyiz, belki de iyi olacak, o yüzden susalım, bir şeyi de savunmayalım? nasıl bir siniklik bu?

    ___

    sanatçıyı, filozofu, bilimadamını, "eğlence (ya da ruhen doyuma ulaşma)" adı altında sporcuyla aynı potada eritmeye geçelim.

    sporcunun başkalarına ürettiği 2 dakikalık ya da 90 dakikalık ruhen doyuma ulaşma hissi ve dünya rekorunu 8.10 saniyeden 8 saniyeye çekmesinin anlamıyla, yani bu varımsız rekabetle; sanatçının, filozofun, bilimadamının eserlerinin üretilmesi/tüketilmesi ve insana yaptığı katkı arasında yine büyük fark var. niteliği de farklı niceliği de. süper indirgemeciliğin yine bir sürü şeyi es geçmene neden oluyor. bunlar arasında en büyük yakınlık sporcuyla sanatçı arasında kurulabilir, orada da otisabinin canli yayinda ajda pekkan'a marcel duchamp uzerinden sanat kavraminin muglakligini anlatmasina benzer fantastik sahneler yasasak keşke. sanatçının niteliği ve değeri de tartışılamıyor, bir bilinemezcilik. böyle zannediyoruz. halbuki örneğin zamanımızda sanatçının değerinin belirlenememesi gibi bir durum yok. bir sanatçının değerini iki şey belirliyor:

    1) bu alanda eğitimini almış, bu alanda kendini göstermiş, otorite sayılan kişilerin o sanatçıya yüklediği görünür/duyulur toplam anlam, değer, övgü vs.

    burada zaten genelde anlam ve övgü yüklenirken belli kıstaslar kullanılır. "ortalama üstü bir kulağa sahip", "kurguda bütünlük yok", virtüözite, "teknik açıdan yetersiz" (başka sanatçılarla karşılaştırıldığında) gibi. yeni bir şey üretmişliği ve bu ürettiğinin anlamı üzerine de konuşulur, bunlara göre bir değer biçilir. uzman kişi çıkıp "valla ben anlamam ama çok seviyom" demez. neden sevdiğini belirtir, o sanatçının tarihsel olarak anlamından, değerinden vb. şeylerden dem vurur.

    bu bağlamda belirlenmiş "iyi" bir sanatçının ürettiğinin değeri ve bu değerin anlamıyla koşu yarışı yapan adamın değeri, koşu yarışının manası karşılaştırılabilir. bu toplumsal fayda üzerinden de yapılabilir, yeterli birikime sahipsen.

    2) popülerliği (halkın sevgisi)

    popülerliği belirleyen şeyler (en azından zamanımızda), genellikle, yine konuyla alakasız, sanat konusunda eğitimi olmayan, "uzman" filan da olmayan, belli bir zengin azınlığın işine gelecek şekilde, manasız/gereksiz tüketim kültürünü pompalayacak şekilde kurgulanmış şeyler oluyor. allahın sikko şarkısıcıyla sevişiyor diye bir televizyon kanalı sahibi, onu süper yerlere taşıyabiliyor mesela. bu örneğin genelde pazarlama stratejileriyle, bağlı olduğu prodüksiyon şirketlerinin gücüyle, televizyonda, radyoda yer verme ile alakalı bir şeydi. internete kadar. üretilen sitcomlar, albümler, filmler vs. izleyiciye kakalanma şansı seviyesi sayesinde, ahbaplık, dostluk, torpil ilişkileriyle de popüler oluyordu. "halk bunu sevdiğinden" değil. internet nispeten daha adil bir ortam yarattı yani. bu konular hakkında konuşamayacağımız, bilinemezcilikle hepsini aynı şeye indirgememiz gereken şeyler değil o yüzden. "duchamp krizinden sonra artık sanatçı hakkında konuşamayız" demek saçma oluyor. yani tartışılması gereken bir sanatçının değerinin belirlenemeyecek olması değil, onu belirleyecek şeylerin neler olması gerektiği ve şu anda örtük veya açık olarak onun değerini belirleyen şeylerin neler olduğudur.

    neyse yoruldum, sonra devam ederim belki.

    bir de aynı şeyler olsalardı bile ortalıkta dolaşan bu milyonlarca dolar kazanan bir sürü gereksiz, faydasız, saçma sapan sporcuya harcanan (ve onun harcadığı), emeğe karşılık alınan tahmini faydayı, içlerinde hayatı fakirlik içinde geçmiş bir sürü insanın da bulunduğu sanatçıların, filozofların, bilimadamlarının, matematikçilerin kümesinden çıkacak sonuçla karşılaştırdırığımızda durum yine vahim bir tabloya işaret ediyor.

    michael phelps belki iyi adamdır da, çevresi kötü.
  • psikoloji derslerinde savunma mekanizmaları işlenirken örnek verilmesi gereken android. yüceltme mekanizması bir insanda ancak bu kadar iyi işler. bir başka insan evladı da einstein olabilir.
  • fotomontajdır, belinde ip var dikkat edilirse... bi zati sungur vardı merhum, bilmezsiniz şimdi...
  • tamperamanlı yüzücü.
  • onu bunu bilmem ama koltuk altında tek bir tüy bile olmayan insandır... hızı etkilemesin diye bütün ağırlıklardan kurtulunması gerektiğinden bütün yüzücüler de böyle mi yapmaktadır bilemeyeceğim... bir tek onun koltuk altlarını yakından görebilme şansına eriştim * *... ama bir tek o koltuk altı kıllarını aldırıyorsa bence mayo falan hikayedir herkes bu adamı örnek almalıdır *
hesabın var mı? giriş yap