• italyan yeni-gerçekçiliğini, modern bireyin trajedisi bağlamında ustaca yorumlamış, akımlarüstü has bir yönetmendir antonioni. ikinci cihan harbi sırasında belge filmleriyle tebelleş olup, 1950'de ilk filmi "bir aşkın öyküsü"nü (cronaca di un amore) çekmiştir.

    devamında "kamelyasız kadın", "çığlık" (il grido) gibi filmlerle ısınma turları yapan anto usta, nihayet "macera" (l'avventura) adlı kocaman filmiyle içindeki bombayı patlatıvermiştir. nitekim bu filmle birlik, savaş ve modernizm sonrası enikonu ayyuka çıkıp "sorunsal" olayazan "yabancılaşma, iletişimsizlik, kadın-erkek uyumsuzluğu/uyuzluğu" mevzularına eğilerek, tesis etmek uğruna yanıp tutuştuğu yeni bir sinemasal anlatımın kapılarını ardına dek açmıştır. kapıdan ilk giren, kapıyı açandır; ustalık dediğimiz de bu olmalıdır.

    "gece", "kızıl çöl", "cinayeti gördüm" (blow up) gibi kocaoğlu koca filmlerden geçerek, 70'lerde "yolcu" ve 80'lerde "bir kadının tanımlanması" nam iki başyapıta da boydan boya imzasını atmıştır anto usta.

    [evvelce tarihlerin yüzler ve onlar basamağını değiştirip yazar idim bazan. maksat çocuksu zihin oyunbazlığı. denizle ve zamanla şaka olmaz hâlbuki. rahmetli anto usta da, güzeller güzeli macera'sında anlatır bu hususun benzerini. ezcümle, zamanla zamanı az buçuk anlayınca düzelteyim dedim o lâhza.]
  • gercekten de aci bir saka gibi ingmar bergman gibi bir devin ardindan pesi sira giden bir baska dev. sanirim yukarida buyuk bir film projesi var gundemde.
  • sinema için renk kullanımı devrim niteliğinde olan varoluşsal kaygıların yönetmeni antonioni'nin filmlerinde gördüğümüz berrak, keskin, sonsuz ve sayısız tonlarda, zengin ama bazen rahatsız edici renkleri ressamlığının bir sonucudur.

    - m.a., caleidoscopio, 2003

    1964'te ilk renkli uzun metrajlı filmi il deserto rosso (kızıl çöl) ile birlikte renk tutkusunu sinemaya yansıtma fırsatı bulan italyan yönetmen, boyalı manzaralarla dolu bu filmde rengi en büyük soyutlama olarak kullanmıştır.

    - m.a., segnali di fumo, 2004

    yönetmenlik kariyeri boyunca resim yapma tutkusundan asla vazgeçmeyen ve mark rothko, paul klee, marc chagall, giorgio de chirico gibi renkleri bonkör ve cesurca kullanan ressamların stillerine ilgi duyan antonioni, özellikle 1985'te geçirdiği felçten 2007'deki vefatına kadar, kariyerinin son yıllarının büyük bir bölümünü resme adamıştır.

    - m.a., colata lavica, 2005
    - m.a., divisi dal nero, 2005
    - m.a., rubans chinois, 2003
  • 94 yaşında evinde ölen yönetmen. biraz da şaka gibi dün bergman bugün antonioni.
  • blow up filmi ile, gerilim müziği ve gerilim öğesi olmadan da gerilim yaratılabileceğini ispatlayan dahi italyan yönetmen.
    l'avventura (macera) filmi ise aşmış bir filmdir.
  • yakışıklı, egoist ve burjuva.

    orta sınıf filmleri yapmasını şöyle açıklar:

    "ben orta sınıfın bir üyesiyim ve doğal olarak bildiğim şeylerle ilgili filmler yapıyorum"
  • " macera*, gece* ve güneş tutulması* evrensel geçerliliği olan eserlerdir ve özel bir sınıfın ya da özel bir çöküş türünün resmedilişinden ibaret değildir. bunu antonioni'nin yıllardır kendisiyle röportaj yapan bir sürü kişiye ve bana yaptığı açıklamaya rağmen söylüyorum. antonioni diyordu ki: "benim yönetmen olmamı sağlayan en önemli unsur olan deneyim, orta sınıf içindeki geçmişimdir. belli konulara, belli çatışmalara ve belli duygusal ya da psikolojik sorunlara eğilim göstermeme en çok katkı sağlayan bir dünyadır o." (ancak yakından bakıldığında bu ifade, antonioni'nin filmlerinin doğrudan ve sadece orta sınıfla ilgili olduğu şeklindeki açıklamaya denk düşmemektedir.) yönetmenin filmleri aslında sadece çöküşle ilgili değildir. bu filmler, henry james'in romanları gibi, kendi hayat tarzlarını seçmek üzere tam bir bedensel ve ekonomik özgürlüğe sahip ayrıcalıklı karakterlere, erkeklere, kadınlara yer vermektedir; buradaki amaç tamamen, böyle bir seçimin güçlüklerini, böyle bir özgürlüğün yaşattığı acıları, ona sahip olan birinin -kısmen bile olsa- gözünden aktarmaktadır.

    tematik olarak, antonioni geleneksel değerler ya da inançlarca artık benimsenmeyen insan ilişkilerini (bir bakıma, çok fazla seçme özgürlüğüne sahip bir insanlığı) ele alıyordu, bu yüzden de en kırılgan ve güvenilmez doğrulamalara bağlı kalmaya zorlanıyordu. birisi çıkıp onun filmlerinin gerçekten ilk varoluşsal filmler olduğunu da söyleyebilir. ben onları ilk gördüğümde, dünyayı keşfetme duygusuyla dolup taşmıştım; ancak bu kez görsel dünyaydı bu, kierkegaard ya da sartre'ınki gibi kuramsal ya da dünyayla ilgili aklımdaki soruları cevaplamayan ve bana yetişme, kabullenme ya da davetle ilgili hiçbir duygu vermeyen soyut bir dünya değildi. üstelik antonioni'nin karakterlerinin kendi çevrelerinde, yeni ve ilginç bir yabancılaşma içinde, devamlı bir sosyal etkileşimin ortasında yaşadıkları bir bireysel yalnızlık içinde yol alma şeklidir. modern sofistike bilincin ortaya koyduğu klişelerinden, iletişimsizlikten, teknolojinin yol açtığı insanlıktan uzaklaştırmadan, tanrı'nın ölümünden toplumun parçalanması ya da atomize edilmesinden ve benzeri konulardaki bütün konuşmalarımızdan çok farklı ve çok daha zor anlaşılır (hatta yirmi birinci yüzyılda çok daha yakıcı) bir duruma işaret eder.

    bu yeni yabancılaşma -zenginlik ve hazzın yapay görüntüsüne rağmen yaşanan bu umutsuzluk ya da yalnızlık, antonioni'nin 'bütün duyguların tutulması' olarak adlandırdığı bu duygusal kısırlık- onun konusunu ve temasını nitelendirebileceğimiz bir şeydir; fakat sanatı için aynı şeyi söylemek mümkün değildir ve öyle olduğunu düşünmek büyük bir hatadır. antonioni'nin filmlerinin - kapitalizmin ölüm sancılarını bir tarafa bırakalım- çürüyen bir sınıf hakkında olmadığı şeklindeki tezimin temelini oluşturan şey, meydana getirdiği, görüntülerin altında keşfedip varlık kazandırdığı görsel dünyanın -özel sahnelerinden herhangi birine davet edilsek de edilmesek de- hepimizin içinde yaşadığı dünya olmasıdır. macera, gece ve güneş tutulması'nın sarsılmaz bir birlik içinde yer almasının sebebi budur: ilkinde fiziksel bir peyzajda, çırılçıplak adalarda, denizde ya da doğada ve doğanın bir parçası gibi görünen badanalı eski kentlerde yol alırız; diğer iki filmdeyse sokakları geometrik bir düzen içindeki ve modern materyalist 'akıl'ın en soğuk ürünleri olan eserlerin bir arada bulunduğu şehirlerin (güneş tutulması'nda milano'dan çok roma), yeni bir doğa olan yaratıcılığın içinden geçeriz. onlar arasında bulunan bu yarı küreler, bu dünyayı hepimiz için kullanılır hale getirmektedir. fakat bu dünyanın kaşifleri olma görevi verilen kimseler antonioni'nin karakterleridir; ayrıca, bu dünyanın gözler önüne serilen fedakarlıklarıdır.

    iç benlik ile dışsal gerçeklik arasındaki karşılıklı ilişki, birlik ve bağlantı bu ticaret ve çıkar dünyası tarafından desteklenmemektedir artık, dolayısıyla orada yaşayanlar kendi davranış zeminlerini kendileri yaratacaklardır. o halde, antonioni'nin karakterlerinde görülen can sıkıntısı açısından hatalı olan şey, aslında kişilikle mevcut durum arasındaki radikal kopukluktan kaynaklanan bir durumdur. çünkü hayati bir bağlantı kopmuştur: maddi dünya, daha evvel hayatlarımızı ona göre motive ettiğimiz ve ahlaki olduğu kadar ruhsal olayları da ona göre meydana getirdiğimiz kalıtsal anlamlar ve ilkelerden yoksun kalmıştır. böyle bir dünyada, bir şeyi 'halleden' ya da bir şeyi bozan, sabit bir başlangıç noktasından hareket ederek sonu. bölümüne doğru adım adım yol alan bir hikaye anlamındaki 'hikaye' fikrinin artık bir yararı yoktur ve o bu dünyanın fiilen yaşama biçimine de uygun değildir.

    kopuk anlatımların, havada kalan karşılıklı konuşmaların ve hiçbir yere varmayan olayların sebebini burada aramak gerekir: macera'dan kayıp kızın peşine düşülmesi, gece'de jeanne moreau'nun şehirde amaçsız bir şekilde dolaşması, victoria ve piero çifti dışında hiçbir insan ilişkisine yer verilmeyen güneş tutulması'nda elli sekiz çekimlik bir montajla finale ulaşılması. çünkü bir hikaye dünyaya bir parçacık güveni, ya da en azından çevrenin, ne kadar acı verici ya da kaba olabileceğinin hiç önemi olmadan, bilinebilir, birlikte yaşanır olduğu konusunda bir güvenirlik ifade eder. fakat geleneksel türden olmasa da, elbette ki antonioni'nin filmlerinin de bir 'hikaye'si vardır. bir anlamda beyaz perdenin roman boyunca, şimdiye kadar bizi içine çektiği hikayelerin sonunun anlatımı olduğunu söylersem anlaşılır mıyım? yaşadığımız dünya bu gücünü kaybettiği için eski roman türlerimizin de -aşk romanı, romantik macera, epik aksiyon- gücünü kaybettiğini söylemek istiyorum. dolayısıyla antonioni'nin sanatının bu filmlerdeki özü, dünya hakkındaki inanç ve kabullerimizin -anlatı sanatlarımızı temellendirdiğimiz inançlar ve kabullerin- kaybolması karşısında, 'sonuçlar', çözümler ya da bize güven veren kesin olarak belirlenmiş imgeler bulmayı reddeden, yoksunluk ve cesaretimizi kaybetmişliğimizin yeni ve acımasız bir yalın anlatımını ortaya koymaktır."

    michelangelo antonioni: interviews, bert cardullo
  • ağaç hışırtılarının sesinin etkileyici olduğunu düşündüğünden, her filminde bu sesi kullandığını yeni öğrendiğim, sanata, özellikle soyut sanata düşkün yönetmen.
  • mitolojide bir sinema tanrısı.
  • michelangelo antonioni: görsel
    andrei tarkovsky tarafından "la cupola", costa paradiso, sardunya villasında fotoğraflandı.
hesabın var mı? giriş yap