dorlar yunanistan'ı işgal ederken şöyle bir kehanetle karşılaşırlar: "ancak
atina kralına zarar gelmezse
yunanistan'ı fethedebilirsiniz"; bunu duyan son
atina kralı
kodros da üstüne başını değiştirip dorların kampına sızar, kamptaki birkaç kişiyi kızdırıp kendisini öldürtür, feda eder. yaa, görüyor musunuz, adam kendisini ülkesi için feda ediyor, günümüz mitolojisinde de krallar hava alanına tünel kazıyor dor istilası falan çıkarsa diye. eskimiz mitolojisinde bu bozkurt kralın bir tane de oğlu vardır,
neleus adında, bu da
dor istilası sonucunda milleti toplayıp
anadolu'ya gider;
miletos'un kapısından içeri girerler ve tüm erkekleri öldürürler, geride kalan kadınlarla da kutlama yaparlar.
miletos'un yunan yerleşimi mitoloçiye göre böyle sağlanır.
buranın kadınları çok çekmiştir, daha önce troya savaşında esir alınmışlar, daha sonra da persler tarafından iyonya isyanında köle halinde satılmışlardır.
hatta bakınız
ploutarkhos bir hikaye anlatır: daima olduğu gibi; kırlar, çiçeklerle dolu neşe epizodunun toprak toprak saçılageldiği bir
miletos günüydü o gün. o gün ki, göğün ve nefesin kadınlara karşı arsenik olduğu bir gün. ama işte hikaye anlatıyoruz ya, sıra dışı bir şey yaşanmasa olmaz tabii ki: birden kadınlar bu günde bir değişiklik sezer, kaotik duygulanımlar içerisinde olduklarını fark ederler, ve bunun ardından vuku bulan haliyetlerini açıklayabilecek tek terim '
kontrol kaybı' haline gelir.
miletos'un elem kadınları iplere doğru koşmaya başlar. herkesin aklında şu soru: "ne bok yiyor bu kadınlar?" ah öğrenmeselerdi bu sorunun cevabını keşkem! her bir kadın tek tek kendisini asmaya başlar sayın dinleyiciler. hiçbir güç onları durduramıyordu, hepsi o an sadece kendisini öldürmekle meşguldü.
tabii ki hikayemiz burada bitmiyor. yaşasa
egon ronay'ın tat alma yetisini bozacak kalitesizlikteki şu törkiş restoranlarından söylediğim yemekten bir parça alıp devam edeceğim.
evet, anlatıyorum. sadece kendilerini öldürmekle meşguldü bu kadınlar, taa ki benim gibi üstün zekalı, kültürlü,
komünyon benzeri ritüellerle bütünleşilesi beyaz atlı bir prens gelene kadar. bu aynı bana benzeyen beyaz atlı siyah fularlı prens tüm kadınları karşısına alır ve dizer, hepsine tek tek
homeros'tan bir dize okur, bundan etkilenen kadınlar beyaz benin yanında kendilerini kurbağa gibi hissederler, "ölümü bile hak etmiyoruz" diyerek beyaz atlı prense dokunmaya çalışırlar, ama nafile! beyaz atlı pirensimiz
gentile adımlarla "
buona sera" diyerek uzaklaşır.
tabii ki böyle olmadı ama bence daha mantıklı. esasında şöyle oldu, beyaz atsız prensimiz bir yasa teklif eder, der ki "kendini asan kadınları sokakta çıplak dolaştıralım". efenim bu saçma yasa kabul edilir, daha komiği ise kadınlar bunu duyunca intihar etmeyi bırakır. halbuki ölmüşsün dolaştırsalar nolur..