• bugün her fırsatta türkiyenin incisi olduğu iddia edilen istanbulda ki yerleşik mimariye bakan bir öküz bile yüzünü buruşturabilecekken, insanının kaygısızca "bir şekilde ev sahibi olayım" anlayışıyla katlettiği oluşum.
    bombok bir evde, ve onun gibilerin oluşturduğu mahalle,semt ve şehirde yaşamak nasıl bir gamsızlık, nasıl bir kaygısızlıktır?
    nasıl olurda bir insan bile senelerce taksidini ödediği kooperatifin iğrenç bir moloz olduğunun farkına varıp dava açmaz, hakkını aramaz, nasıl olurda kıçını yırtıp bir üniversite kazanmış olan genç bir dimağ üniversite diye önüne konulan beton kütleye okul muamelesi yaparak sesini çıkarmaz?
    bu kabullenmişlik, bu kanıksama nerden başlar nerde biter?
  • "bilim mi, sanat mı?" tartışmalarının bittiği nokta; e şıkkı.
  • insan yaşantısına kabuk oluşturacak ,mekan düzenleme sanatıdır
  • mimari, ki plastik sanatlar dendiğine bakmayın, hele sinema, geriye kalan altı sanatın birleşiminden oluşur denildiğine hiç bakmayın: sanat dalları arasında, resim-heykel-metinlere bakıp sesleri dinlediğiniz anda hemen içinize işleyen o müziğin aksine ilk anda sizi içine almayacak ama ait olduğu zamandan size en fazla elini uzatacak, dokunacak eserler verir; meselesi diğerleri gibi anlama dair gelmeyebilir, mide bulandıracak kadar fizik, başınızın dönmesine sebep geometri yüzünden. bir sebebi de belki, resimle arasındaki o fark, eserin aynı anda insanlara hizmet etmesidir bu kadar üzeri örtülü sanat dalı olmasının; ve bir koşu hevesle gelen sanat sevicilerini uzakta tutan.
  • bu konu hakkında bilgi verebilecek en son kişiyim sanırım.. o yüzden, "mîmârî" adlı, orijinali epeyce şapkalı olan kelimede dikkatimi çeken minik bir ayrıntıyı bırakıp gideceğim..

    çürümüş ve tekinsiz bir kelime bataklığı olan zihnimde uyandırdığı imgelere baktığımda bunun her nevi maddi ve manevi "yapı" ile ilgili bir sözcük olduğunu görüyorum.. somut veya soyut her türden nesnenin yapısal özelliklerini, şeklini, tarzını vurguluyor.. fakat ne gariptir ki yapının kendisiyle değil, onu yapan*üstünden tanımlıyor kendini..

    yani mâmur kılmak kavramı veya mâmur kılınan nesne ile değil, mâmur eden kişi* ile cisimleniyor bu kelime.. sanatı değil, sanatçıyı merkeze alarak tanımlanan bir mefhum, mimari. yani evet, süleymaniye'ye bakıp haşmeti, kudreti ve o hükümran azameti kim olursak olalım hissediyoruz ama o eserin özündeki mevzu ne süleyman, ne de onun magnifisınt saltanatını temsil eden taş yapı.. mimari söz konusu olduğunda sadece sinan var o minarelerde, o kubbede ve fil ayaklarında.. bir tek sinan.. devasa bir yapı var ortada ama bu yapının "mimarisi" dendiğinde sinan'ın hayal gücü ile bilimsel ve teknik becerisi geliyor ortaya.. mimarın ve mimarlığın bilimi, kültürü, yeteneği ve muhayyilesiyle ilgili bir şey bu "mimari"..

    bunca gevelemenin özü:
    ismi gereği; yapıların kendisi ve yapım işi ile değil doğrudan doğruya tasarlayan ve yapan zihin ile ilgili bir isim ve kavram..
  • mimarinin ne oldugunu, nasil olmasi gerektigini anlattim. simdi de ne olmadigi, nasil olmamasi gerektigini yazacagim. siraya gecin ulan, türkiye'nin mimarlari! sizi gidi ayak takimi sizi...

    1) bir meskenin ana giris kapisi mutfagin ortasina acilmaz. yeni yapilmis sifir evin kapisindan girerken buz dolabina sürtünüyorsam bunun sebebi sizin ayak takimi olmaniz.

    2) el kadar fare deliginin banyosunda küvet olmaz. bu beyinsizlik göstergesidir. küvetli banyonun penceresi ise 20cm x 20cm hic olmaz, bu ruhsuzluk belirtisidir. o sokuk duvari yarim metre iceriye alacaksin, küveti atip minimalist bir dus teknesi koyacaksin, o isik deligini genisletip 80cm x 80xm adam gibi pencere koyacaksin buzlu camli. duvari iceriye alinca meydaya cikan cirkin kirisin altina gömme dolap yapacaksin ki icine yatak sigmayan göt kadar yatak odasinda hareket alani acilacak. mutfaga kapi verilmez, gerekirse mutfak/salon karisimi sacma odanin 2m²'sini minik bir "antrecik" yapacaksin ama o soktugumun celik kapisi buz dolabinin yaninda ol-ma-ya-cak. olmayacak.

    ah ulan ah, o kadar cahil herifler müteahhit, mimar, mühendis olmus ki...

    not: bu yapilari alip/kiralayip alip icine balya balya, palet palet ürün istifleyip depo niyetine kullananlara lafim yok. bu yapilardan olsa olsa dandik depo olur. fakat bu fare deliklerinin icinde yasamaya calisan, bu delikleri 5-8-10 senelik gelirini yapistiran akli kitlarin aklina sicayim. ne yapayim birader, yüzünüze söylenince aliniyorsunuz, buralardan yaziyoruz. adamlar size dandik 1+1'leri 2+1 diye kitlemis, tokadi cakmis, gondigi basmis. helal olsun...*
  • "mimari, ışığın düzenidir." -antonio gaudi
  • yapi mimarisi (binalar) icin konusacak olursak, en temel amaci verimlilik ve islevsellik olmali. sonra estetik ve özgünlük gelebilir. bircok binada insan akil disi mimari sebebiyle yürüme mesafelerinin uzunlugunu, yetersiz/orantisiz alanlari, ölü alanlari, kullanissiz odalari gördükce yapilan milyonluk yatirimlara ve verilen el emegine aciyor.

    bazen 80m² evden 100m² eve tasinirsin, yeni eve eski evin esyalari sigmaz. eski evde cok rahat olan günlük rutinler (kapidan girince tuvalete yönelmek, mutfaktan tabaklari yemek masasine götürmek, dustan cikinca yatak odasina gecmek) yeni evde akil disi zor ve rahatsiz edici olabiliyor. iste o zaman ne metrekarenin, ne zeminde kullanilan parkenin ne de tavandaki isiklandirmanin düzeltemeyecegi temel hatalar göze carpiyor: düsük zekali, verimsiz bir mimari.

    eski evde hol kücücük, mutfak ve banyo normal, salon genis. yeni evde kocaman hol, devasa bir kare mutfak (kocaman ama masa koyacak yer yok), daracik bir salon. eski evde her odada kocaman, yerden tavana kadar pencereler, yeni evde iki karislik isik delikleri (pencere demeye dilim varmiyor). eski evde duvarlarin icine gömülmüs kirisler, yeni evde odanin ortasindan uzanan cirkins tavan sarkintilari. eski evde her katta iki daire, dairelerin kesisim yüzeyleri sifir; ortalarinda merdiven boslugu. yeni evde yatak odalari ve salonlar duvar duvara: bir komsu yellenince diger komsu refleks olarak pencereyi acar, birisi tv izlerken yan komsunun farkli bir kanali izleme sansi yok, o derece ses gecirgenligi var.

    bizzat gözlemlemis oldugum bu örnekleri buraya yazmamin sebebi olasi mimarlik ögrencilerine yaptiklari isin temel amacinin islevsellik oldugunu hatirlatmak. binanin dis görünüsü konusulmaya degmeyecek kadar önemsiz bir detay. siz önce kullanilan alan, malzeme ve emegin karsiligini en iyi sekilde veren islevsel ve verimli oda, kapi, pencere konfigürasyonlarini bulun, estetige sonra bakarsiniz. bazi mimarlara söylenebilecek tek bir söz var: yapacaginiz ise tüküreyim!
  • ahmet hamdi tanpınar, " beş şehir" isimli kitabında bursa' dan bahsederken (şimdinin zevksiz, hissiz mimari anlayışının aksine) atalarımızın taşa dahi ruh veren mimari zevkinden bahsederken şu cümleleri kuruyor;

    "cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu."

    torunları olarak tabiri caizse kemirdik o mirası...gerçi kendi ruhunu kaybeden bir medeniyet, bir nesil inşa ettiğine nasıl ruh katsın ki? kendinde olmayan zarafeti, inceliği taşa nasıl versin ki?
  • aldığı eski türkçe ek yüzünde, hakkında konuşan insanların kabaca %80'inin kendisini mimarlık ile karıştırdığı görülmektedir.

    güncel anlamı "mimarlığa ait" demektir.

    (bkz: architecture)
    (bkz: architectural)
hesabın var mı? giriş yap