• 1987 yılında temsa tarafından adana tesislerinde üretimine başlanan otobüs modeli. modelin japonya'da üretilen orjinal ismi mitsubishi fuso aero bus olup 1982 yılında üretimine başlanmıştır.

    14886 cc 275 ps gücünde v-8 motora sahip olup 7 ileri vitesi ile üretildiği yıllarda yer uçağı ünvanını almıştı. vites oranları düz yola uygun oranlı olduğundan rakipleri olan o302s ve o303 ancak tozunu görebilirlerdi. 140 km/h son süratli sürat göstergesi ise o yıllar için tekti ve 160 km/h ve üzeri sürat yaptıkları sektör içinde çokca iddia edilirdi. getirdiği yeniliklerle şehirlerarası otobüs taşımacılığında mercedes-benz'in hakimiyetini kırmış olup rekabetin oluşmasını sağlamıştır.

    koyu renk ısıcam ve yapıştırma teknikli geniş yolcu camları, beşik hareketli salınan süspansiyon sistemi ve iç mekanda bulunan konfor donanımları yolcuların aracı tercih etmesinde rol oynamıştır. sürücüler ve araç sahipleri için ise dayanıklı yapısı ve güçlü sorunsuz motoru aracın tutulmasında etken olmuştur.

    1993 yılında ise üretimi sona eren model çok büyük yapısal değişiklikler içermeden prenses modeli olarak üretimine devam edilmiştir. (bkz: mitsubishi prenses)
  • ortamdaki en önemli rakibinin o303 olduğu yıllarda uzay aracı gibi görünen otobüstü bu. dizaynı kesinlikle o303'ten çok daha yenilikçi ve çarpıcıydı. hatta otobüste tek parça yan cam varmış görüntüsünü sağlayan siyah direk olayını bu model başlatmıştır tahminimce. düz yolda o303'leri osurtan maratonlar iş bayır çıkmaya gelice osuran taraf oluyordu. o sebeple rampaların ustası olan şoförler tarafından pek sevilmedi.
  • devirlenirken, v-8 motorundan gelen o ''röarraarrghaarreooarr'' tarzı kükreme ile 'burdayım, ayık olun' mesajı veren otobüs. tek olayı da o zaten.
  • bunlardan biri 1990 yılının haziran ayında dolmabahçe saat kulesinin önünden kalkmış, tek bir kasetle (bkz: ajda 1990) haftalar süren yolu devirmiş inanılması güç de olsa saint tropez'ye kadar gitmiştir.

    reel sosyalizmin son sahneleri oynadığı bulgaristan ve iç savaş'a düşmeden hemen önceki yugoslavya'da otobüs uzaydan gelip insanlardan sevişmeyi öğrenen emanuelle gibi muamele görmüş, bilhassa bulgar polisi neredeyse rüşvet istemeye utanmıştır. sonunda o pırıl pırıl yeşil boyalı, gök kuşaklı palmiyeli mitsubishi maraton'dan utana çekine istedikleri bir kaç paket marlboro kendilerine iletilmiş, onlar da bunun karşılığında otobüsü "haydi komşi" diyerek uğurlamıştır.

    bu esnada italya'da italya 1990 tüm hızıyla sürmektedir. birleşik sosyalist federasyon olarak son kupasına katılan anlı şanlı yugoslavya'nın gümrük polisi, son grup maçında birleşik arap emirlikleri'ne karşı takımlarını seyretmektedir. zira aynı gün san siro'da batı almanya kolombiya'yla oynamaktadır, almanlar gerçi pek gevşemez, allah yarattı demeyip vurur geçerler ama bu işler belli olmaz. neyse ki yugoslavlar 4 atar, bir üst tura çıkarlar. gümrük polisleri keyif sigaralarını içerken saatlerdir ilgilenmedikleri araba kuyruğuna göz atınca, bulgarların hiç mübalağasız sayısı 5000'e yaklaşan ve benzin harcamamak için hepsi şöför kapısından tutarak elle itilen lada'sının arasından adana'da imal edilmiş pırıl pırıl gök kuşaklı palmiyeli marathon'u şıp diye görüverirler. tarihin o döneminde bulgaristan'dan yugoslavya'ya kara yoluyla giriş yapmaya çalışacak yegane orta sınıf kitlenin türk olabileceğini bildikleri için onlar da otobüsten az da olsa utanarak rüşvetlerini alırlar.

    mitsubishi maraton yolun bundan sonrasına biraz daha sakin devam eder. belgrad, zagreb, trieste, venedik, milano, floransa, pisa geçilir, fransa'ya girilir.
    burada da bilhassa nice ve cannes sahilinde kolormatik gözlüklü permalı batı avrupa orta sınıfının "bu otobüs nedir yaw" kabilinden dönüp bakmışlığı çoktur. unutulmamalıdır ki 1985-90 arası batı'daki (özellikle amerika'daki) japon korkusunun en tepeye çıktığı, bazı açılardan da japonların her alanda en iyi son tüketici ürünlerini ortaya koydukları, dışarıya da epeyce bir sermaye yatırımı yaptıkları yıllardır.
    tarihinde japon arabası, hele de mercedes, renault, man falan varken japon otobüsü diye bir kavram dahi duymamış avrupalıların hem de riviera'larında, anlı şanlı cote d'azur'de, "made in adana" kırmızı ninja yıldızlı mitsubishi maraton'u görmeleri tahmin edilebilecek türden bir şaşkınlık yaratmış, otobüsü gören yanındakini dürter olmuştur. brigitte bardot bile kasabaya gelen bu yeni aracın methini duymuş, "eğer seyhan'a kadar geri dönmediyse ben de bir bakayım canım" demiştir.

    buralarda da gerekli sükseyi yaratan otobüs dönüş yolunda italya'nın ingiltere'yle oynadığı (ve elbette ingiltere'nin kaybettiği) üçüncülük maçına denk gelmiştir. italyanlar çılgınca kutladıkları bu üçüncülük sırasında artık ayıbı günahı bir tarafa koymuş, ellerinde prosecco'larla martini'lerle dışarılara fırlamışlardır.
    rivayet odur ki dünya tarihinde bir mitsubishi maraton'a prosecconun değdiği ilk -ve adana'daki fabrikada bir çılgınlık yaşanmadıysa son- olay budur.

    evet. schillaci'nin son dakikalardaki golü hem tüm italya'ya, hem de mitsubishi maraton'a bir hediye getirmiştir. bir kaç şişe prosecco.

    otobüs italya'da depoladığı moralle yolu geriye doğru hızla aşarak adeta çıt çıkmayan yugoslavya'yı hızla geçmiş, bulgaristan'da bulgar parasını harcamamak, ülke dışına çıkarmak mümkün olmadığı için, kendi paralarını da nedense bir türlü bozdurmadıkları için, bir doğu avrupa klasiği olan pazar gofretinden inanılması güç miktarlarda satın alınmasıyla birlikte bir bisküvi deposu halinde cennet vatana dönmüştür. son olarak tekirdağ'da köfte molası için durulduğunda ön camı 7-8 ton su sarf edilerek yıkanan mitsubishi maraton serin bir temmuz günü (o zamanlar böyle şeyler olabiliyordu) dolmabahçe'deki aynı toplanma yerine çıss, fıss diyerek manevra yaparak; yolcuları, anıları, bulgar bisküvilerini, italya 90 maskotlu hentbol toplarını, monte carlo'dan getirilen minik adem ile havva heykelini, lego'ları, sekerek boğazın serin sularına düşen boyun yastıklarını, 40 küsür yolcu ve muhtemelen 100 küsür bavulu şehrin orta yerine bırakıvermişti.

    işte o otobüsün (temsili) fotoğrafı da şudur.
  • tek parça ön cam, paralel açılan bagaj kapağı gibi o zamana dek olmayan yenilikleri getirmesi nedeniyle başarılı bir otobüstür. o zamanlarda gözü mercedeslere alışmış olan insanımızı güzel tasarımı ile cezbetmiş, rakibini* de daha iyi tasarımlar yapmaya itmiştir. ancak narin gövdesinin de pek fazla güven verdiği söylenemezdi. bir kamyonla çarpışan maratonun gazetelere yansıyan fotoğrafı da bunu destekliyordu. zaten o yıldan sonra tasarımı yenilendi prenses çıkarıldı. kanımca türkiye'ye rekabeti getiren otobüstür.
  • sene sanırım 90 ya da 91 kışı. annemin memleketindeyiz sömestr tatili için. alışık olduğum durum, her sene yaz ve sömestr tatilleri orada geçer. o sene öğreniyorum ki babam iş için adana'ya gitmiş ve dönüşte biz de ona katılacağız. yani yerlerimizi almış, adana'dan gelen otobüse biz de bineceğiz ve babam içinde olacak. bilet aldığı firmanın adını hiç duymadım, gayet dandik geliyor bana. "iğrenç" diye düşünüyorum, o302 falan gelir herhalde diyorum. otobüs oldukça geç saatte, dayım bizi otogara getiriyor ve beklemeye başlıyoruz. tek tesellim babamın aldığı biletlerden birisinin 3 numara olması, yani en ön. gece otogarda bütün yazıhaneler ve bütün dükkanlar kapalı ve acayip karanlık.

    sonra o küçücük otogara bir şey giriyor. otobüs falan diyemem baya bildiğin uzay gemisi. böyle tıslaya tıslaya bir 180 derece dönüp perona yanaşıyor. sadece iç ışıklandırması bütün o karanlık otogarı aydınlatmaya yetiyor. ben hala öyle mal gibi bakarken dayım ve annem valiz işlerini hallediyorlar ve o kadar zaman sonra babamı fark ediyorum. en önde oturuyor ve sırıtarak bana bakıyor. paldır küldür biniyoruz annemle ve arka tarafta bizim için alınmış yerlere oturuyoruz. içine binince daha kapılıyorum bir uzay gemisine binmişim fikrine. geniş koridor, ferah aydınlatma, mis gibi bir koku... tabi hemen bu cihazın kokpitini görmek merakıyla babamla yer değiştirme talebimi dile getiriyorum ama annem biraz daha sonra diyor. neden hiç bir fikrim - hala - yok. sonra araba yürümeye başlıyor. çok kısık bir motor gürültüsü var. camlar geniş, cam kenarları daha da bir geniş ve koltuklar cam seviyesine göre baya yüksekte. bütün bu kıyaslamaları tabi ki o zamana kadar gördüğüm tek otobüs olan mercedese göre yapıyorum. otogardan çıkar çıkmaz toros dağları ve virajlar başlıyor. annem uyumamı söyleyip dursa da nerede..? benim aklım ön koltukta. mutlaka görmeliyim bu uzay gemisinin kokpitini. bana sonsuz gibi geçen bir süreden sonra babam geliyor yanımıza, beni öne yolluyor, kendisi benim yerime oturuyor. ben hemen şoför mahalline kilitleniyorum. ilk iş kadran kontrolü: 140. ohaaa!!! mercedes 303'lerde bile 120, bu baya 140. acaba gerçekten görüyor mu ki 140'ı yoksa bizim arabalarda 180 yazıp hiç o hıza çıkmaması gibi bir durum mu? ileride görüyorum ki gayet de ibre 140'a dayanıyor. götüm tavana yapışıyor bildiğiniz. kontrol paneline bakıyorum, her şey ışıklı, her şey parlak ve yazılar türkçe. bir düğme, üzerinde ayna ısıtma yazıyor. kaptan basıyor ona ve parlakça yanmaya başlıyor. ohaaa!!! ayna ısıtma!!! ayna ısıtma!!! inanılmaz bir teknoloji lan..?! (unutmayın yıl 90 ya da 91). bir sürü düğme var, bir sürü.. şimdi ne olduklarını hatırlamıyorum. ön cam hem kocaman hem de eğimli, roket gibi bir şey lan bu??? roket demekte mübalağa etmiyorum zira standart 4 saat süren yolculuk 2,5 saatte sonlanıyor o gece. o zaman hız sınırlaması yok, gece olduğu ve otobüslerde sigara içilebildiği için mola da yok...

    sonraki yıllarda, 95'te 403'ler çıkana kadar epey yolculuk yapıyoruz kendisiyle. adı değişip prenses oluyor. acayip kıl oluyorum bu isme. prenses ne lan bu gürül gürül sesli fişekten hızlı modern rokete?? kliması vardı bunların mesela, yaz seyahatlerinde sıcaktan havale geçirmezdiniz. muadili olan mercedeslerde sonradan taktırırlarsa olurdu, kimse de taktırmazdı.

    ne yazık ki çabuk döküldü bu roketler. iki binlerin ilk yarısına kadar zar zor servis veya tur otobüsü olarak falan hizmet verdikten sonra komple kayboldular piyasadan. ben bu ilk tanışmamızı ve o geceyi - o yolculuğu hiç unutmadım. benim gibi meraklı bir çocuğun dünyasını aydınlatmıştı bu güzel otobüs..
  • birçoğu palmiye resimli boyanmış otobüstür. o yıllarda ankara terminalinde görürdük, antalya'ya giden otobüsler ekseriyetle palmiye desenli maraton olduğundan, sanırdım ki palmiyesiz otobüsler antalya'ya gitmiyor.

    yukarıda da denmiş, rampayı mercedes o 303 gibi çıkamazdı bu arabalar. bazen şoförler devirden düşmemek için hatalı sollamaya çıkarlardı. yanlış hatırlamıyorsam, 1993 yazında muş seyahat'in maratonuyla v8'i kırşehir'de rampada kafa kafaya girmişti bir gece. iki otobüsün şoförü dayı ile yeğenmiş. kazadan birkaç saat sonra yolda hala cesetler ve kopmuş uzuvlar vardı. v8, maratonun neredeyse yarısına kadar girmişti, bu yüzden cenazelerin çoğu maratondan çıkmıştı. karapınar kazasına kadar türkiyenin en fazla can kaybı olan otobüs kazasıydı. kırktan fazla insan ölmüştü.

    edit: ecstasyofgold, otobüslerden birinin v8 değil prenses olduğunu belirtti. ben v8(303) olduğunu hatırlıyorum. kaynak bulursam düzelteceğim.
  • mitsubishi prenses modeli olarak ortaya yeniden çıktığında*, dar yapısını unutturmuştu.

    mide bulantısına yol açar. uyumak mümkün değildir.

    düz yolda, tipik mitsubishi otobüsü olarak çok seridir.

    bir gün polatlıdan ankara'ya gelirken, o zamanlar ankara'ya 40km uzakta başlayan çift yola girdiğimzde, şoförün "şimdi kanatları takarız" dediğini duymuştum... hakikaten hızlıdır.
  • her anlamda modern otobüs ekolünü (contasız camlar, verimli ve seri motor, entegre klima, gelişmiş süspansiyon, abs-retarder-hız sabitleme-hidrolik direksiyon gibi elektromekanik destekler, monokok şase, sessiz kabin, yormayan ergonomik koltuklar ve vesaire ile) başlatmış ancak, o yıllarda hem mitsubishi'nin hem de sabancı ekibinin yerel problemleri yüzünden çok iyi başlamış bu yatırımı devam ettirememiş ortaklığın çığır açan otobüs modelidir. mercedes-benz bu otobüsün tasarım öğelerini örnek alıp devam ettirerek yeni bir döneme girmiş ve bunu halen de sürdürmektedir.
  • bunların boyası palmiye desenli olanları ile sivrihisar dinlenme tesislerinde denk gelinir ve ah tatil diye iç geçirilirdi.
hesabın var mı? giriş yap