• bu zımbırtının tüm giyim mağazalarını ele geçirmesine çeyrek yüzyıldan fazladır sövmekten bıktım. bir şeyler moda olmaya görsün, akla izana sığmayan bir şekilde her yer sırf ve sadece onunla dolu olur mu arkadaş…. alternatifi ilaç niyetine tek bir mağazada bile satılmaz mı?

    2 hafta dere tepe etek aradım. nette var ama tarihi belli olmayan adres değişimi yüzünden online sipariş veremeyecek olduğum için hardcopy mağaza gezmek zorundaydım. ne kadar ararım ki yani alacağım dünyanın en basit şeyi. dümdüz siyah iş eteği. zerre karakteri olmayan düz siyah etek. pili aramıyorum, kloş aramıyorum, mini veya yere kadar, yok yırtmaçlı yok cepli yok derili aramıyorum. 6 avm gezdim. 6 avm 100 küsur baş etek satan mağaza eder. 100 küsur defa “afedersiniz düz siyah iş eteği arıyorum” sorusuna “elimizde sadece bunlar var” cevabı ile dallı güllü dallı güllü, ya komple yere kadar ya mipmini, hiç olmadı orası kısa burası uzun abuk sabuk eteklere davet edildim. bulamayışıma inanamayan 2 arkadaş daha yakın çevrelerindeki avm'leri gezdi isyanımı duyunca ve onlar da hakkımı teslim etti. yok. 3 kadın istanbul'da düz siyah etek bulamadık. ilaç için yok!!! yıllardır bildiğim, neredeyse tamamen kadın ofis kıyafeti çalışan bir markanın girdiğim 4. mağazasında satıcıya isyan ettim artık ya nasıl olmaz nası nası diyerek… valla yok dedi kadın. bu sene bunlar moda. modanız batsın aradığım tarzın adı bile “klasik”miş ya… ironiye gel.

    5-10 yıl önce bir gün ben evden 2 metre çapında, yuvarlak, fış fış kabarık tüylü turuncu bir halı almak için çıkmıştım. ev ahalisi dalga geçmişti hatta. tekrar ediyorum bak: tüylü, 2 metre çapta yuvarlak turuncu halı arıyorum. rastgele ilk girdiğim dükkanda buldum! 17 dakika sürdü alıp çıkmam. 50 cm iki siyah bezi üstüste koy dik bitti gitti düz siyah eteği günlerce aradım. bulamadım. bu sene moda değilmiş.
  • şu günlerde son on yılın en sakin zamanlarını yaşayan semt.
    beyoğlu’nun korkunç dönüşümü sonrası özellikle eğlence, yeme-içme anlamında yeni merkezlerden biri halini almıştı. bunun getirisi (veya götürüsü) olarak döşemecisinden anahtarcısına, tuhafiyeden terzisine farklı işlevleri olan tüm dükkanlar tek tek kapanıp yerlerine yeni nesil kahveciler, kafeler, barlar, dünya mutfağı denemesi yapan restoranlar açıldı. haliyle kiralar çok yükseldi, talep arttıkça kapanın elinde kalır oldu.

    kimi batsa da hayatını zorlamayacak bir sermaye ile kimi ise borçlanarak açtı bu dükkanları. bahar ve yaz ayları inanılmaz bir insan kalabalığı semte geldiği için çoğu dükkan varlığını sürdürmeye, para kazanmaya devam etti. çarşı içinden başlayan içkili mekanlar sebebiyle artık sadece haftasonları değil hemen her akşam belli sokaklardan kalabalık yüzünden yürüyerek geçilemez olmuştu.

    yaz akşamları iki sahilin tamamı insanlarla dolup taşmaya başladı. açık havada sabaha kadar oturulan, arkadaşlarınızla içki içip sohbet edebildiğiniz, nadir olaylar dışında kimsenin kimseyi rahatsız etmediği buluşma noktalarıydı oralar. (tek sorun çöplerdi ama zamanla bu konuda da bilinçlenilecektir diye umuyorum)

    insan kalabalığı yıllar içinde gözle görülür anlamda arttıkça arttı, haliyle burada eskiden beri yaşayanlar için günlük hayat zorlaşmaya başladı ama insanların buraya gelip güzel vakit geçirmesi, mutlu olması, belki yeni şeyler denemeleri, farklı insanlarla tanışmaları, farklı yaşam şekillerini görmeleri sayesinde kendi hayatlarına yeni renkler katması bana göre olumlu şeylerdi.

    buraya kadar -di’li geçmiş zaman kullandım çünkü artık bunların hepsi geçmişte kalacak. henüz bir ay olmasına rağmen şimdiden mekanlarını kapatma kararı alan arkadaşlarım var. dükkanlarından kira almasalar da kiracısının artık toparlayamacağını öğrenen tanıdıklarım var. olağanüstü önlemler yakın zamanda bitse bile kalabalık ortamlara gitme alışkanlığımızın uzunca bir süre geri gelmeyeceği ortada. en erken bir sene sonra ev-iş döngüsünden çıkabileceğimiz söyleniyor.

    her yerde herkes bangır bangır dünya değişecek, yaşam şeklimiz farklılaşacak diyor ve haklılar. daha mı iyi olacak bilmiyoruz.
    bu maddi ve manevi değişimi gözlerimizle çok hızlı şekilde göreceğimiz yerlerden birinin moda sokakları olduğunu söyleyebilirim. tarihe tanıklıkta bize düşen rol de buymuş demek.
  • amına kodumun ayıları yüzünden iyice boku çıkmaya başlayan yer olmaya başlamıştır. (moda 2 sahil için bahsediyorum) ulan güzel yiyorsun içiyorsun eyvallah. çekirdek çöplerini çimenlere atınca nasıl temizlenecek orası? şişe mi, kutu mu bu belediye gelsin alsın çöpe atsın. sen gelip atıyorsun o gelip atıyor, çimenden çok çekirdek yaptınız güzelim sahili. niye? çünkü kadiköy. niye? çünkü kadiköyde içebiliyosunuz. niye? çünkü kadiköy marjinal oh süper. niye çünkü şımarık bir yavşaksınız.
    olm madem geliyosun temiz bırak. sonra da siktir ol git evine ne yapıyorsan yap. temiz bırak, temiz al. iki gün sonra adamın(!) teki "moda sahili beton yapıcaz" diye çıktğında change.org'da imza peşinde koşarsınız. haklı çıkarıyorsunuz çünkü herifleri.
  • giyim-kuşam-aksesuar manasında kullanılanının her zaman politik bir yanının olduğunu düşünürüm. bazı şeylerin moda olması tesadüf değildir: çalışmaya, faal şekilde hayata katılmaya başlayan kadının kıyafet ihtiyacının değişmesi, korselerin atılması (içinde nefes alınamayan korseyle fabrikada çalışamayacağından daha rahat kıyafetler tasarlanması ihtiyacı gibi), bir ekonomik darlıktan, savaştan sonra kısa saçın moda olması (1920'ler ve 1950'lerde kısa saçın moda olması tesadüf değil, şampuan ve genel manasıyla saç bakımının pahalı olmasından, savaş sonrası yoksullukta insanların bunlara ayıracak parası olmamasındandır), keza ekonomiye "etek boyu teorisi" adıyla nam salmış ayrı bir teorinin varlığı (eskiden çorap çok pahalı, üretimi zor bir şey olduğundan kriz zamanı uzun etek moda olurmuş ki çorap masrafı çıkmasın), sonra ne bileyim, 70'lerdeki stagflasyondan sonra gelen görece rahatlama ile 80'lerde altın renkli, parlak, şaşaalı giyim ve takıların moda olması...

    bunlar nereden mi aklıma geldi? bir internet sitesinde yayoi kusama ile vitrin düzenlemesi yapan louis vuitton reklamından... dünyadaki para dengesi ve harcama kapasitesi, kısaca yeni zenginler uzak doğu'ya kaydıkça, en baba avrupa markaları bile uzak doğu'ya özel ürünler (mesela bu spf'li kremler şunlar bunlar uzak doğuluların beyaz ten merakından ötürü yaygınlaşmış, yine "skin bleach" denen cilt rengini açan ürünler önce orada tutmuştur, hala da lancome, dior gibi bazı markalar bu ülkelerde oraya özel ürünler satarlar) üretir oldular. louis vuitton'un yahut dior'un dünyadaki en büyük mağazasının tokyo'da olması tesadüf değildir; sanır mısınız ki başta japonya olmak üzere, alışveriş için japonya'ya gelen çinli, koreli, singapurlu yeni zenginler para akıtıyor olmasa louis vuitton fransız yahut genel manada avrupalı tasarımcılar dururken bundan bir kaç yıl evvel olduğu gibi bir japon sanatçı ile anlaşıp kiraz desenli çanta yapardı? (kiraz-kiraz çiçeği-japon sanatçı bağlantısını size bırakıyorum artık.)

    kısaca "hıh, moda işte" deyip dudak bükmek, iyi bir gözlemcinin asla yapmaması gereken bir şeydir. "personal is political" ise eğer, kişisel bir durumun tezahürü gibi gözüken moda, size tarihten ekonominin gisişatına, kültürel kaynaşmadan globalleşmeye çok şey söyleyecektir.
  • sahilindeki deniz gören evlerde kimlerin oturduğunu çok merak ettiğim semttir. kendilerine sormak istediğim bazı sorular var, acaba çalışıp mı kazandılar yoksa babalarından falan mı kaldı, ulan biz götümüze don alamıyoruz millet nerelerde oturuyor ya.
  • ülkemizin geneline göre ilginç bir yer burası.

    moda caddesi üzerinde bir adam yere oturmuş, kırmızı tuborg'unu koymuş, demleniyor. iyi giyimli bir kadın da geçerken demlenen abiye "iyi günler" diyor.

    geçen gün yolda birileri yük indiriyordu. normalde yolun başına araç girmesin diye, çöp kutusu konur, ne bileyim damacana konur, değişik şeyler konur. burada adamlar girişe şövale koymuşlar yolu kapatmak için.

    burada bir çöp toplayıcı var. mahalle sakinleri kendisine 'freddie' diyorlar. çöp toplayıcı diyip geçmeyin, ceketi, deri eldivenleri ve fötr şapkası ile dolaşır, asaletinden bir şey kaybetmez.

    birkaç sene evvel de apartmanın birinci katından "evladım bir bakar mısın?" diye bir teyze seslendi. çıktım yukarı, nokia bir telefon verdi. "ya bahadır'ı bulamıyorum, şuradan bahadır'ı bulup arar mısın?" diye sordu. buldum, konuştu. kapatınca da "gel bir çay ikram edeyim." dedi.

    özetle, güzel bir yer moda, insanın insana gülümsediği, mahalle kavramının gerçekten mahalle olduğu bir yer burası.
  • olmuyor olmuyor ve olmuyor çocuklar.

    çok değil, vallaha bak. bundan sadece iki sene önce çayırında çimeninde rahatça oturduğumuz, dondurmacılarında sıra beklerken ana avrat sövmediğimiz, yanından geçene çarparken özür dileyen, banklarında oturmak için sıra beklemediğimiz günler vardı.
    ne zaman ki bu modern twitter blogırcıları "kadıköy şöyle böyle" "ihihi ayı çok güzel gelsenize" diye orda burda anlatmaya başladı taştı doldu cağnım semt. halbuki çarşısında gezerken bile "lan burası yazlıkçı yeri gibi" düşüncelerini barındıran ben şimdi eminönü'nde gezermiş gibi hissediyorum. niye lan çirkin blogırcılar. övecek başka yer mi kalmadı!!
    demek ki kalmamış... tek temennimiz buradanın sadeliğinden sıkılıp bir an önce terk etmeniz. şimdiden teşekkürler.
  • bir şeriatçı ağlıyor gözleri yaşlı...

    malum entry'ye herkes kızmış ama ben acıdım. dayatma muhabbeti yapanlar hep toplum tarafından beğenilmek isteyen ancak toplumun inşa ettiği standartlara uyamayanlardan çıkar. şişman kadınlar çok şikayet eder ya mesela "zayıflık güzelik değildir" falan diye. alıp 34 beden bi vücudun içine koysan sevinçten düşüp bayılacak halbuki. yukarıdaki de belli ki aynı sıkıntıdan muzdarip. dar pantolon, crop top giymek; makyaj yapmak istiyor ancak yarattığı islamcı kimliği veya islamcı çevresi izin vermiyor. bunun böyle olduğunu nereden biliyoruz? dincilerin parayı bulunca seküler yaşamasından.

    parayı bulamamışlarda ise debe entry'sindeki histeri krizi patlıyor. kişi kendisine ve çevresindekilere uymayan bu düzene sebep olanları, herkesi kendine benzetmeye çalışan gayrullah olmaktan tut da nurlu dünyamıza saldıran deccalizmle, sefa şuursuzluğuyla, manevi cinayetle artık allah ne verdiyse suçluyor. en sonda da ninemin fistanına kurban olsunlar diye bir kezban atakla bitiyor. bu kadar nefrete can mı dayanır? valla 40'ına gelmeden kanser olur ölürsün.

    ben de günümüz giyim alışkanlıklarından memnun değilim, ben de mağazaya gittiğimde kıyafet bulmakta zorlanıyorum. hatta zengin olursam ilk yapacağım iş, kendime becerikli bir terzi istihdam edip geceliğe kadar her istediğimi üzerime diktirmek olacak. ancak moda başlığına gelip “moda kişinin geylerin istediğini giymesi ve bir takım deccalî oyunlardır” yazmak hiç aklıma gelmemişti. çünkü islamcı kiniyle yaşamıyorum. mağazaya gittiğimde, bir takım orta çağ toplumlarının saçma kuralları seçeneklerimi sınırlamıyor. beğenirsem alıyorum beğenmezsem bırakıyorum. kimse bana bir şey dayatamıyor. zaten dayatma diye bir şey yok, o sizin uydurmanız. piyasada gördüğünüz her şey talep edildiği için arz ediliyor. dar pantolonlar, dekolte bluzlar satılıyor ki üretiliyor; yırtmaçsız uzun etek modanisa dışında talep görmüyor ki satılmıyor. makyajlı, dolgulu, botokslu kadınlar daha çok beğeniliyor ki bu endüstri büyümeye devam ediyor. islam terbiyesi ve kuran nurunuz siz dahil kimseye güzel gelmediği için serbest piyasada tutunamıyor. ancak baskı altına aldığınız güçsüz insanlara yedirebiliyorsunuz.

    her şey basit ve adil aslında. siz kendiniz için zorlaştırıyorsunuz.
  • ya bi siktir git, sen ne bok giymek istiyorsan giy, klasik müslüm ağlaklığı, mağduriyeti, neymiş “dayatılıyormuş”

    zorla mı giydiriyorlar, gitme götünde el izi olan kotların satıldığı mağzaya, tonla o dininize uygun kıyafet satan yer var. siktir git ordan giyin işte. ama bunların mağduriyeti herkesin kendileri gibi giyinmemesi, sümüklü sümüklü ağlaşıyorlar.

    sokmuşum senin ahlak anlayışına da terbiyene de, bana ne senden! ayrıca eşcinseller siksin sizi.
  • önceki pazar, bir düğün arabasının, dondurmacı ali usta'nın tam karşısına park ederek gelin ve damatın arabadan inip, araba teybinde çalan lou reed'in perfect day şarkısı eşliğinde kaldırımda dans ettikleri semt. olaya tanık olan bu satırların yazarının "ulan istanbul'da kaç semtte böyle bir şey olur ki?" diye mırıldanmasına neden olan semt. mutena semt.
hesabın var mı? giriş yap